saat üçü yarım geçe, dört

3.3K 518 211
                                    

şimdi, gece ve gündüz var bu dünyada. gece ve gündüz, evet bir o kadar iç içe bir o kadar da birbirine uzak kavramlar. bir de gece insanları, onun yanında gündüz insanları var. gündüz insanları daha hiperaktif, daha pozitifler. gece insanları ise yine kendi içinde ikiye ayrılıyor, aynı gündüz olduğu gibi gece eğlenenler ve gündüzün aksine gece oturup, düşünen, üzülenler.

mesela ben ikisiyim. kendimi sadece gece insanı diye konumlandıramam, fakat tamamen gündüz insanı da değilim. uyuyamadığım anlarım var benim, herkesten soyutlandığım. düşünürüm, üzülürüm bazen, bazen yemek yerim, yaparım bir şeyler hatta hayal kurarım.

sonra sayıları sayarım, bina katlarını, arabaları, evimdeki kırmızı renkteki eşyaları mesela, bilmiyorum o an hangi rengi seçtiğime bağlı.

benim için net bir şey yok.

kendim de net değilim. diyorum ya, kendimi tek bir kalıba koyamıyorum asla.

gece üç gibi uyanırdım fakat uyuyamadım o gece, canımı sıkan da bir şey yoktu. yatakta döndüm durdum, beni uyutmayan şey ne olabilir, onu düşündüm. telefonuma baktım, uyumaya çalıştım ve tekrar telefonuma baktım.

sonuç; ne uyutmadı bilemedim.

yorganı üstümden atarak ayaklandım, odanın tavanına renk renk vuran ışıklarım var. onları kapattım, elektrik gitmesin boşuna, para benden çıkmıyordu ama babamı da boşa masrafa sokmak istemiyordum.

saat iki kırk üç. tam tamına dört saattir dönüp duruyorum yatakta.

madem uyuyamıyorum, yeşil çay içeyim dedim ben de kendime.

kahve bekliyordunuz değil mi, ben kahve içmem.

mutfağın ledleri etrafı minik minik aydınlanırken yapıyordum çayımı, neden uyuyamadım hala belirsiz. gündüz okuldaydım, sanırım az çokta olsa minho ve felix'i bugün biraz yalnız bırakmış ve ortamdan kaçmıştım.

sanırım jisung o an anladı amacımı, hatta 'çöpçatan' dedi bana, inkar etmedim sadece güldüm. gülesim gelmişti, çöpçatan değilim ama inkar da etmedim.

olan çayla beraber salona geçtim sonra, oturdum minderimin üzerine, camın önüne. gözlerimi arabalara diktim. bu ilk değildi, ilk defa böyle olmuyorum hatta eminim herkesin illaki bir kereliğine bile olsa böyle uyku tutmadığı sabahladığı bir zaman vardı.

ama ilk olan ne, ilk olan kafam bir şeyler düşünmüyordu.

bakın, bilmiyorum hastalığın getirgesi belki de ama ben düşünmeden duramam. sürekli düşünürüm, bazen felsefi, bazen çocukça bazen düz mantık ve bazen de bilimsel. her şekilde düşünürüm, beynim susmaz benim. düşünmesem bile bir şeyler sayarım.

önüme gelen her şeyi sayarım, attığım adımları, dakikaları, saniyeleri, yaptığım işleri, binaları, arabaları, her şeyi sayarım işte.

ama sorun burada, beynim bomboş o an.

sanki tüm düşünceler beni terk etmiş.

rahatlarım sanıyordum hep, fark ettim. rahatlamıyorum, o düşünceler beni oluşturuyor. beni ve hareketlerimi. düşüncelerim susunca dünyanın sesi bastırmaya çalışıyor beni, işte bu kötü olan.

gerginlikle saçlarımı dağıttım, "bir," dedim giden bir araba ile. "iki, üç dört, beş."

sırayı kaçırdım.

ki asla yapmam bunu ben.

yapamadım, o gece ben hiçbir şey sayamadım.

camı açtım telaşla, ayaklarım benden bağımsız hızla balkona çıktığında derin derin nefesler almaya başladım. bir şeyler düşünmeliydim. tekrar denedim.

sweet night, chansung ✓Where stories live. Discover now