22. Bölüm

1.9K 235 9
                                    

Nurdan üçüncü kez aynada kendisini inceliyordu. Gördüğünden çokça memnundu ama bir türlü ikna olamıyordu. Zira üç gündür o kadar çok lahana bebek gibi giyinmişti ki, şimdi bu kadar şık giyinmiş olmak tuhafına gidiyordu.

Geldikleri ilk gün planladıkları gibi kiliseleri gezmişlerdi. Rialto Köprüsü'nde onlarca fotoğraf çekip ancak Engin'e falan atabilmişlerdi. Akşam Yalçın muhteşem bir pizzacıya götürmüştü onları. Pizzacıdan sonra da biraz sokaklarda turlayıp festival kapsamındaki etkinlikleri izleyip otele dönmüşlerdi. İkinci gün müzeleri gezmişler, muhteşem kafelerde muhteşem kahveler içmişlerdi. Bu kez günün çoğunluğunu hava güneşli olduğu için daha çok fotoğraf çekmeye ayırmıştı Nurdan. Akşam da yemekten sonra bir caz bara gidip bir şeyler içip otele öyle dönmüşlerdi. Dün de çevre şehirleri gezerek vakitlerini geçirmişlerdi. En son Bolonya'ya kadar gidince gece üçe doğru ancak Venedik'e, otellerine dönebilmişlerdi. Nurdan artık dün mutluluktan çıldıracağını sanmıştı. Gezdiği gördüğü her yer masal gibiydi çünkü.

Bugünse diğer günlere göre daha sakin geçmişti. Sokakları gezmişler, biraz alışveriş yapmışlar, şarap tadımına gitmişlerdi. Bugün bir hayli kar yağmıştı. Akşama doğru biraz durmuştu ancak. Nurdan yorgunluktan iki dakika dinlenmek için çaprazlamasına yüzüstü yattığı koltuktan bir hayli geç kalkmıştı. Uyandığında Yalçın'ın bıraktığı notu bulmuştu. 'Uyanınca hazırlan gel, aşağıda bekliyor olacağım. Şık bir restorana gideceğimizi unutma bu akşam' demişti. Hızlıca verilen uyarı doğrultusunda hazırlanmıştı. Böyle zamanlarda hızlı makyaj yapabildiğine şükrediyordu. Çünkü bir anda aşırı sofistike bir insana dönüşebiliyordu beş dakika içinde. Kimi insanın saatlerce uğraştığı şeyleri Nurdan sadece on-on beş dakikada halledebiliyordu.

Topuklu çizmelerini ayağına geçirip kaşkolunu boynuna sardı. Kalın montunu da giyip düzgünce ilikledikten sonra eldivenlerini taktı ve odadan çıktı. Topuklularla karda yürüme konusunda tek güvencesi Yalçın'dı. Hayal kırıklığına uğratmayacağını umuyordu.

Lobide ve lobi barda etrafı arşınlasa da Yalçın'ı bulamadı. Sigara içmeye çıkmış olabileceğini düşünerek otelden dışarı çıkıp bakındı etrafına. İnsanlar yine kostümlü ve maskeli olarak etrafta gezinmeye başlamışlardı. Hafif hafif kar atıştırıyordu yine. "Bu soğukta bu kıyafetlerle nasıl üşümüyorsunuz?" diye söylenerek telefonunu çantasından çıkardı. Yalçın'ı ararken hala dar sokakta sağına soluna bakmaktaydı.

Birden hafif bir rüzgarla burnuna Yalçın'ın kendine has kokusuna karışan parfümünün kokusu ilişti. Arkasından yaklaşmakta olan birinin varlığını hissedince Yalçın'ın geldiğini düşünerek arkasını döndü. Arkasını dönerken telefonu kulağından indirip "Neredesin ya kaç dakikadır—" derken şık siyah maske takmış bir adamla burun buruna gelince yerinde zıpladı. Adamdan suratına doğru çemkirdiği için İngilizce özür dilerken, adama dikkatle bakınca sureti bir tanıdık geldi. Şaşkınca bir adım geri çekilerek karşısındaki adamı baştan ayağa inceledi. "Yalçın?" dedi soru sorarcasına.

Yalçın karizmatik bir gülüşle tüm yüzünü kaplayan siyah maskesini indirdi. Eğilip Nurdan'ın eldivenli eline dudaklarını değdirirken, tam bir 16. yüzyıl beyefendisiydi.

"Signorina, buona sera!" derken inanılmaz havalıydı. Doğrulur doğrulmaz maskesini tekrar yüzüne yerleştirdi. Nurdan hala olayın şokunu yaşamaktaydı. Fakat aptal aptal sırıtmasına da mani olamıyordu. "Sana da hayırlı akşamlar."

"Nurdan! Nurdan! Niye bozuyorsun ya?!"

"Çünkü İtalyanca bilmiyorum! Aynı zamanda hem komik, hem de saçma derecede havalı görünmeyi nasıl başarıyorsun? Şu an gerçekten genç kızların yüreklerini hoplatan cinsten bir havan var."

LÜZUMSUZ SAVAŞ (3)Where stories live. Discover now