𝘰𝘭𝘥 𝘢𝘴 𝘵𝘩𝘦 𝘮𝘰𝘰𝘯.

376 53 37
                                    

*bu kitap muhtemelen elli bölüm falan süreceği için hızlı hızlı bölüm atıyorum..

*bu kitap muhtemelen elli bölüm falan süreceği için hızlı hızlı bölüm atıyorum

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

YAZ TATİLİNİN BAŞLARI/PIERO

Theo arabayı taşlı yola soktu, Lilou kaçırdığı alkol dozu nedeniyle arka koltukta yarı baygın vaziyetteydi, ben ise ön koltukta bacaklarımı Theo'nun kucağına uzatıp kafamı açık camdan dışarı çıkarmıştım ve Piero'nun yaz rüzgarları tenimi yalayıp geçerken huzurlu hissediyordum.

İki güzel kuş olduğumuz zamanı hatırlıyor musun? Uçtuğumuzda gökyüzünü aydınlatırdık,

Theo bacaklarımı direksiyondan ayırdığı eli yardımıyla biraz daha yukarı çekerek konsola uzandı ve şarkının sesini yükseltti. Cam kenarlarına sürtünen sırtım acıyor olmasına rağmen saçıma bağladığım şalın havada salınışını izlemeye devam ettim.

Sen turuncu ve kırmızıydın, tıpkı güneşin batışı gibi. Bense yeşildim bir elmanın gözü gibi.

Taşlı patika sonlanıp evin sönen ışıkları bizi karşılayınca, fazla ses çıkarmamaya dikkat ederek arabadan indik, Theo anında arabanın arkasına ilerlemiş ve Lili'nin gittikçe ağırlaşan bedenini ustalıkla omzunun üzerine almıştı. "Bu kadar ağır olacağını düşünmemiştim." dedi, kızın açılan eteğini aşağı çekerken. Ardından elimde tuttuğum ayakkabılarımla öylece duran bedenime göz gezdirdi. "İçeri geçmeyi düşünmüyor musun?"

"Hayır," gitmem gereken bir yer vardı. "Mattie sigara kokusunu hemen alıyor, çitlerin arkasında içip gelirim."

Başıyla onayladı, Lili'nin sayıklamalarının ev halkını uyandırmaması adına hızlı adımlarla avluyu geçti ve birkaç saniye sonra evin karanlığı içinde gözden kayboldu. O gider gitmez, ayakkabılarımı avluda duran çeşmenin yanına bırakıp, direkt olarak Gyllenhaal'lerin bahçesine doğru yöneldim, sabah girdiğim kapı kapalı olduğu için eteğimi avuçlarımın içinde topladım ve çitlerin üzerinden atladım. Halbuki Jake Gyllenhaal beni kapının önünde bekleyeceğini söylemişti ancak belkide hala yanık kreminin nerede olduğunu hatırlamaya çalışıyordu.

O yüzden ayaklarımın altında ezilmeye devam eden çimenlere aldırmadan arka bahçe kapısına birkaç kez tıklattım, tahmini iki üç dakika ardından ise Jake'in uykulu bedeni ince camların arkasında gözüktü.

Yine aynı panikle açtı kapıyı. "Merhaba Flavia," gözlerini bahçe ışığını aniden açtığı için kırpıştırmak zorunda kalmıştı.

Utançla kızardı yanaklarım çünkü muhtemelen bana krem vereceğini unutmuştu, bu o kadar önemli bir detay değildi. "Üzgünüm, Bay Gyllenhaal, krem için gelmiştim ancak unutmuş olmalısınız." Birkaç adım geriye çekildim. "Rahatsızlık verdiğim için özür dilerim, iyi geceler."

"Hayır, hayır bekle," Tam arkamı dönmüştüm ki, sessizliği yaran tok sesi kulaklarımdan içeri rüzgarla beraber süzüldü. "Hadi içeri gel, kremi bulmam biraz uzun sürebilir ve burada üşümeni istemem." Arka bahçe kapısını sonuna dek aralayıp, girmem adına boşluk bıraktı. Ben de siyah elbisemin eteklerini utançla yumruklarımın arasında sıkarak ilerleyip açık bıraktığı kapıdan yavaş adımlarla girdim ve ev sıcaklığının saniyeler içinde tenimi okşamasına izin verdim.

"Gerçekten sizi uyandırmak istemezdim." dedim, gözlerim en son on yıl önce gördüğüm evi tararken. Hatta bir ara salonun ortasındaki büyük piyanoda fazlaca oyalandım ve orada Samuel'in oturduğunu hayal ettim, on beş yaşındaki cılız bedeniyle. "Antonella evde yanık kreminin olmadığını söylemişti ve bu omuzlarla uyuyamazdım."

Jake, salonla birleşen mutfağa ilerledi, dolap kapaklarını teker teker açtı ve sözlerimi sıcak gülümsemesiyle karşıladı. "Sorun olmadığını söyledim, Flavia, bu benim hatam." İlaç kutusu olduğunu düşündüğüm şeyi tezgahın üzerine indirdi. "O kadar çok içmemeliydim, eve gelir gelmez sızmışım."

Ne dediğini hemen anladım çünkü şöminenin yanında duran bej rengindeki koltuğun üzerinde dağınık duran battaniye hala onun bedeninin sıcaklığını koruyordu. Onu bir kenara itmeden önce üzerine sinen kokusunun burun deliklerime hücum etmesine izin verdim. "Grup beklediğimin aksine çok iyiydi, Lilou'da onları dinlerken içtiği kadeh sayısını pek hesaplayamadı." Titrek bacaklarım az önce Jake'in yattığı koltukla buluştu.

"Hepsi çok yakın arkadaşım olur, keşke Piero dışında bir yerlere gidip yeteneklerini daha fazla insana sergileyebilseler." Çıplak ayaklarının beton zeminin üzerinde çıkardığı sesler yakınlaştıkça, nefesimi tuttuğumu fark ettim fakat kendimi dizginlemek yerine aptalca gözlerimi yummakla yetindim. "Elbiseni biraz indirebilir misin?" Artık kuru nefesi ensemdeki ufak saçların dans etmesini sağlıyordu.

"Tamam," parmaklarımın titrememesi için dua ederek elbisemin ilk önce sağ omzunu, ardından da sol omzunu indirdim ve sütyen giymediğim aklıma gelince direkt olarak önüne yönelip elimle düşmemesi adına destekledim. "Acır diye korkmayın, eminim şu an çektiğimden daha kötüsü olamaz."

Bu sefer gülümseme sesi daha yakından gelmişti. Parmaklarına bıraktığı kremi yavaş hareketlerle omzumla buluşturdu, canımın yanmamasına dikkat ederek birkaç kere ovuşturdu ve ardından kuru nefesiyle parmaklarının değdiği her yeri üfledi. Anında o düşünce belirdi zihnimde; Kardeşinin aksine, nazikti.

"İşte bu kadar," masanın üzerine uzanıp peçeteden biraz kopardı ve parmaklarının ucunda kalan kremleri temizledi. Neden bilmiyorum fakat olduğum yöne asla bakmamaya özen gösteriyordu, belkide elbisemin düşeceğinden tedirgindi. O yüzden kremin kurumasını dahi beklemeden elbisemin omuzlarını çekiştirdim.

Ayaklandığımda soru sorarcasına baktı yüzüme. "Ben gitsem iyi olacak, kapı hala açık duruyor ve sarmaşıklardan tırmanamayacak kadar büyüdüm." Gülümsemeye çalıştıysamda, kurtulamadığım gerginlik hissi buna engel olmuş ve sadece yerime çivilenmekle yetinmiştim. Saçma bir histi bu, onun bedeninde Samuel'den izler aramak berbattı çünkü; Samuel ile ben kırmızı ve turuncuyduk, güneşin batışı gibi. O ise geceyi aydınlatan ay gibiydi, soğuk mavi ve gümüşi.

"İstersen," ellerini ceplerine sokuşturdu, gözleri dağınık masanın üzerini tarıyordu. "Piero'da bildiğim gizli bir gölet var, ağaçlar çevrelediği için güneş pek vurmuyor. İstersen yarın seni oraya götürebilirim."

"Olur,"

𝚖𝚢 𝚗𝚎𝚡𝚝 𝚍𝚘𝚘𝚛 𝚗𝚎𝚒𝚐𝚑𝚋𝚘𝚛 𝚒𝚗 𝚒𝚝𝚊𝚕𝚢.|| 𝙜𝙮𝙡𝙡𝙚𝙣𝙝𝙖𝙖𝙡 Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin