Ağabeyim hiçbir şey söylemedi. Sessizlik odanın içerisine hakim olurken, yağmur damlaları penceremin camına sertçe çarpıyor ve sessizliğin içinde ufak bir melodi yayıyordu.

Çarpma sesleri kalp atışlarım gibiydi. Sessiz ortamda baskıyla duyulan, sesli ortamda duyulmayan.

"Bunu düşünme ve rahatça uyu. Korkmazsın, öyle değil mi?" dedi, kaşları usulca yukarıya kıvrılırken. Küçükken korkuyorum diye kapısının önünden kalkmadım günlerden bahsediyor olmalıydı.

"Korkmuyorum," dedim, her zamanki gibi ona karşı çıkan mesafeli sesimle. "Çıkarsan uyuyacağım."

Kafasını aşağı yukarı sallarken gözü bir anda kitabıma değdi. Eline alacakken ondan önce davranıp kitabımı elime aldım. "Bir bu kitabı saklayabildim, şimdi bunu da mı alacaksın?" Sesim öfke ile beslenen bir kızın sesiydi. Öfkemle değildi ümidimle ayakta durmaya çalışsam da, öfkenin yüksek sesini kısamıyordum.

Son kez baktı gözlerime. Hüznün hissettirdiği bakışlar kalbimde büyük bir sızı oluştururken, ben donuk bir surat ifadesi ile bakıyordum.

"İyi geceler," diye mırıldandı. "Karanlıktan da korkma. Hayaletler gündüz gülümseyemeyen insanları, geceleri güldürmek için çabalar." Hayalet değil, hayallerdi bahsettiği. Hayaller ufak da olsa tebessüme neden olurdu.

"Keşke güldürmeyen sizlere de geceyi zehir etseler." Gülümsedim. Kırık tabağı bantlar ile eski haline döndürmeye çalışan bir çocuğun, kırık ve eski gülümsemesi ile karşılık verdi.

Yutkundu. Sesli yutkunuşu sebepsizce benim de yutkunmama sebep olmuştu. Kafamı pencereye doğru çevirip, onun çıkmasını bekledim.

Kapı açıldı. Ve tekrardan kapandı. Odada tekrardan yalnız kalmıştım. Yalnız değildim aslında, o vardı. Vardı ama onu göremiyordum. Hissediyordum.

Ölmüştü. Nihal Akça. Ablam. Bir zamanlar bu oda onundu, şimdi benim. Sonum nasıl, nerede olacak, bilmiyordum. Onun sonu gibi olmasından korkmuştum her zaman, hâlâ da korkuyordum.

Ölmek istiyor, ama bir yandan da yaşamak için savaşıyordum. Ne gibi bir faydası var diye sorsalar 'Dünyaya gelmenin bir sebebi olduğunu hissetmek için' der, bir kere daha varlığıma inanırdım.

Göz kapaklarım yavaşça aşağıya doğru indi. Tamamen karanlık olan odanın içini aydınlatan şimşekler, kapattığım gözlerimin içindeki karanlığı aydınlatamadı. Ve beni derin karanlığın arasına bırakıp, kayboldu.

🌕

Kapının açılışı ile gözlerim irice açıldı. Korku bedenime dökülen bir benzinin ardından ateşin harlanışı kadar kuvvetliydi. Refleksin yönlendirdiği hareket kalbimi yerinden çıkaracak kadar kuvvetle çarpmasına neden oldu.

"Kalk hadi, işimiz var," diye söylenen kişi tam olarak baba demeye mecbur kaldığım adamdı. Bakışları soğuk ve öfkeliydi.

Yatağımdan ne zaman doğrulduğumu bile anlayamadan kafamı kaldırdım. "Saat daha yedi," diye mırıldandım. Uykulu sesimden dolayı mırıldanışım bile hırıltılı çıkmıştı.

Alayla güldü. Gülüşü mide bulandırıcı bir sirke kokusundan daha da iğrençti. "Kalk, işimiz var seninle," dedi, yüzündeki gülüşü ezen ciddilik saniyeler içinde yerini aldı.

Ağabeyimin söylediği her bir kelime zihnimde yankı yaptı. Vücuduma bir yanardağın ucunda durmuşum gibi yakıcı bir sıcaklık yayıldı. Kollarım nemleniyor, dudaklarım kurumaktan tenimle aynı renge dönüşmeye adım atıyordu.

"Ben biraz rahatsızım, baba. Karnım dün geceden beri şiddetle ağrıyor, geçer diye düşündüm ama geçmedi. Midem de bulanıyor, önemli bir mesele değilse kalkmayayım," dedim, yüzüme yalancı bir halsizlik yaymaya çabalasam da başarılı olduğumu düşünmüyordum.

Gecenin İzi Where stories live. Discover now