bölüm 20: maç.

2.7K 203 334
                                    

Atkuyruğumu sıklaştırdıktan sonra, hazırlandığım soyunma odasındaki aynaya baktım. Formamı düzelttim ve eğilerek, ayakkabı bağcıklarımı sıkıca yeniden bağladım. Birkaç dakika sonra sahaya çıkacaktık, maçı kazanıp geri gelecektik.

"Hazır mısınız?" Diye sordum, takıma dönüp. Alara da tıpkı benim gibi atkuyruğunu sıkılaştırmış, sonrasında bana dönüp kafasını sallayarak, herkes adına bir cevap vermişti. "Hazırız."

"Maçı kazanacağız tarzında bir moral konuşması yapmayacağım çünkü bizim buna ihtiyacımız yok," Dedim. "Maçı kazanıp geri döneceğiz. Madalya bizim olacak."

Yedekten iki kişiyi, Gizem ve Beril yerine almış onları da yedek takıma göndermiştim. Zaten Beril çok da iyi bi' oyuncu sayılmazdı. Gizem de öyle.

Kapıyı açtım, sahaya ilerlemeye başladık. Hava yağmurlu olduğu için bahçedeki sahada değil, kapalı salonda yapacaktık. Zaten orası daha büyüktü, hem bizim okulun hemde diğer okulun öğrenci ve öğretmenlerinin bir kısmının sığmasını sağlamalılardı.

Sahaya girdiğimiz anda, büyük bir alkış kopmuş ve tezahürat yapılmaya başlanmıştı. Deniz görüş alanıma girmişti, tribünde ayağa kalkmış, bağırıyordu.

Elimi kaldırdım ve Deniz'e el sallayarak gülümsedim. Mert, basketbol maçının anlatıcısıydı. Onu yukarıdaki odaya göndermişlerdi. Oradan spikerlik yapacaktı. Yani, Deniz'in maç boyu canı sıkılacaktı. Basketboldan anlamazdı, takımda olmasam izlemeye bile gelmezdi.

Deniz'in yanında oturan Yağız da bana göz kırpmıştı, onu görmezden gelmek için kafamı çevirdim. O sırada da, Çağan'ı gördüm. Bir yanında Leya, bir yanında Esat vardı. Esat ve Leya aynı anda bizim takıma destek amaçlı bağırmış ama Çağan tepkisiz şekilde bana bakmıştı.

O akşamın üzerinden iki gün geçmişti. Yağız ve Ülkü ile gerekmedikçe muhattap olmuyordum, özellikle Yağız ile. Sadece plan için konuşmuştum. Zaten iki gündür derslere girmemiş, sadece antrenmanlara gelmiştim. Anlayacağınız, susmayı tercih etmiştim. Ama tabii ki, şu anlık.

Bu iki günden birinde, Balım Gaye okula gelmişti ve Leya'yı -nereden bilmiyorum.- tanıdığını öğrenmiştim, Çağan'ı da. Aslında Balım, tüm Mavi Ay'ı tanıyordu ama kafamı karıştıran nokta farklıydı. Çağan ve Leya, Balım geldikten sonra tedirgin olmuşlardı. Evet, evet. O gün onları izlemiştim.

Temrenli küçük olabilirdi ama dünya büyüktü, İngiltere'den gelen bir kızın, Türkiye'nin bile unuttuğu kasabasında nasıl bu kadar çok tanıdığı olabilirdi?

Cihangir Hoca'nın sesi ile, boğazımı hafif öksürerek temizlemiş ve adımlarımı ona yönlendirmiştim, takım ile birlikte. "Size güveniyorum kızlar," Dedi. "Bu zamana kadar hiçbir maçı kaybetmediniz. Bunu da kaybetmeyeceksiniz." Kendimizden emin şekilde gülümsedik, hepimiz. Özellikle de ben. "Madalya-" Cihangir Hoca'nın lafını nazikçe bölerek araya girmiştim.

"O madalya benim olacak, hocam."

Doğruydu, bu zamana kadar kaybettiğimiz tek bir maç olmamıştı. Bu da dahil. Rakip takım da sahaya girmiş ve onlar da hocaları ile konuşmaya başlamışlardı. Aradan birkaç dakika ya geçti, ya geçmedi. Düdük çalındı ve maç başlaması için işaret verildi. Derin bir nefes verdim, omuzlarımı dikleştirdim.

"Temrenli'nin pota kraliçesi, Tuananaz Tiryaki ve takımı yerlerini alıyor!" Mert'in neşe dolu sesine karşı sesli şekilde gülmüştüm. Maçı anlatmak amaçlı orada olmalıydı aslında ama her maç olduğu gibi, destek vermeden duramıyordu. Yerime aldıktan sonra, rakip takım oyuncularına baktım.

Lise Günlükleri ft. Tozkoparan İskender.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin