"Mektupları Hermes özel olarak getirmiyor mu?" diye sorduğunda kafamı salladım.

"Sadece Zeus'tan bana gelen özel mektupları."

"Peki ya diğerleri?" diye sorduğunda kendimi durdurmamak için zor tuttum. Bugün konuşmak istiyordu anlaşılan.

"Hermes Zeus'un habercisi, Persephone." diye mırıldandım. "Diğer tanrıların değil." Kafasını salladıktan sora elin kullanarak saçlarını geriye itti. Ve birazdan bakla elimde olurdu.

"Peki..." diye mırıldandığında kirpiklerimin arasından ona bakmaya başladım. "Hermes buraya nasıl girip çıkıyor?" Beklemem gereken soru buydu anlaşılan. Tahmin edememek benim suçumdu. Ona dönerek şakın bakışlarına bir süre baktım sonra da gıcık bir şekilde -ki bunu yaparken sahte durması çok önemliydi.

"Kim bilir?"

Gülümsememi yüzümden tamamen silerek ona ters bir bakış atmayı ihmal etmedim. Tekrar kağıda dönüp okumaya başladığımda derin bir nefes vererek bana yaklaştı. İçinden bana ettiği küfürleri tahmin etmek hiç te zor değildi aslında. Kağıtta yazılanlara dikkatimi vermeye çalıştım. Kağıdı okumaya çalışarak daha da dik konuma geldi.

Kağıdı okumak zaten Hermes'in anlaşılmaz el yazısı yüzünden zordu. Persephone araya kafasını sokmuş ne yazdığını görmeye çalışırken kağıdı okumak daha da zorlaşıyordu. Sonunda kafasını kaldırarak suratıma yüzünü buruşturarak baktı. "Yeraltı Dilini öğrendikten sonra Yunanca'yı unuttum mu?" diye sorarcasına konuştu. "Şu an Yeraltı dili konuşuyoruz da ben mi fark etmiyorum?"

Söylediğin şeyin saçmalığı ile yine ona cevap vermeden bakışlarımı tekrar kağıda çevirdim. "Saçmalama Persephone..." diye de eklemeyi unutmadım.

"Yazıyı okuyamıyorum." diye fısıldadıktan sonra daha da dik konuma geldi. Her yükseldiğinde yüzlerimiz birbirine daha da yaklaşıyordu. Kafamı kağıttan alıp ona döndüğüm anda yüzlerimiz arasında ki mesafe hiç olacaktı ama o, ya bunu görmüyordu ya da umursamıyordu.

"Hermes'in yazısını kimse okuyamaz." diye cevapladım onu. 

"Belki de haber tanrısı sen olmalıydın." diye gülerek mırıldandığında okumayı durdurarak bakışlarımı kağıttan alıp karşıya diktim. Ve sonunda o hamleyi yaparak ona döndüm. Yakındık. Gerçekten çok yakındık fakat Persephone bunu fark etmemiş gibi hala gözlerime bakıyordu ve yüzünde aptal bir sırıtış vardı.

Bakışlarım dudaklarına kaydığında ilk olarak dudaklarını araladı. Bunu beklemediğini biliyordum. Mektupu Aella'ya uzatarak odadan çıkmasını sağlarken bir yandan da Persephone'yi geri itmeye çalışıyordum. Aella şaşkınlığın sınırlarını test eder gibiydi.

Persephone'yi yatağa iterek kollarını ellerimin arasına aldım ve başının üstüne koyarak onları sabitledim. Tekrar Persephone'ye dönüğümde ağzı şaşkınlıktan aralanmış, uykudan yeni uyanmanın etkisiyle dudakları hafif şişti. Saçları dağılmış bir şekilde bana ve yapacaklarıma bakarken vücudumu üzerine yerleştirdim. Göğsü inip kalkarken bir elimi başının üstünde sabitlediğim ellerini tutmakta kullandım diğer elimi ise inip kalkna göğsüne koydum. Kapının kapanma sesi geldi.

Şu ana kadar itiraz etmesi gerekirdi ama etmemişti. Bundan yüz bularak ona yüzümü iyice yaklaştırdım ve fısıldadım: "Kalbin çok hızlı atıyor."

"B-bence bu normal." diyerek kekelediğinde elimde olmayan bir gülümseme gelip dudaklarıma kondu. Saçmalamasını dahi sevmek bir kadını, benim yapamayacağım bir şeydi. Persephone'yi sürekli burada tutarak yanlış aşkı yaşatacaktım. Çünkü emindim ki Persephone'ye olan aşkım gerçek değildi. Sadece delice yanımda olmasını istiyordum. Ona saplantılıydım.

Yasak Meyve: Nar.Where stories live. Discover now