39. Bölüm

2.9K 251 0
                                    

Haftanın son bölümünden selamlar💙 Keyifli okumalar dilerim 🤓

Bölüm şarkısı: Edith Piaf - La Vie en Rose

Bu şarkının aslında farklı versiyonları da var. Louis Armstrong'dan İngilizce versiyonu mesela muhteşemdir. Dinlemenizi tavsiye ederim. 💚

BİRCE

La vie en rose. Edith Piaf'ın büyülü sesiyle ilk karşılaştığım zamanlarda dinlemeye doyamadığım bir şarkıydı ve kendisini keşfedişim Paris'e gitmeden biraz öncelere tekabül ediyordu. La foule ve Padam Padam şarkıları da muhteşemdi ancak La vie en rose kalbimde bambaşka bir yerde duruyordu.

La vie en rose Türkçe'ye toz pembe hayat olarak çevrilebilirdi.

Hayatında sevdiği adam olan bir kadın onun sayesinde hayatın pembeleştiğini, harika bir hale geldiğini anlatıyordu. Aşkı anlamak için okuduğum kitaplar gibi bu şarkının sözlerini de anlamaya çalışıyordum. Yalnızca bir erkeğin varlığı hayatı toz pembe hale nasıl getiriyordu?

Quand il me prend dans ses bras
Il me parle tout bas,
Je vois la vie en rose.

"Beni kollarına alıp kulağıma fısıldadığında hayatı toz pembe görüyorum." diyerek çevirebildiğimiz bu sözcükler üzerine uzun uzun düşünmüştüm lakin bulunduğumuz ana gelene kadar ne demek istediğini tam anlamıyla kavrayamamıştım. Yiğit beni kollarına alana kadar. Bir eli belimde, diğer eli kalbimin üzerinde dans ederken dudakları da kulağımın kıyısında beni sevdiğini fısıldıyordu. Fısıltısı yağmurlu bir cuma gününün akşamında beni tereddütsüzce aşka inandırıyordu.

Oysa gün oldukça sıradan başlamıştı. Yani herhangi bir toz pembelik yoktu. Hatta yağmurlu ve kasvetli hava sebebiyle her yer griydi. Yetiştirmem gereken bir sürü sipariş vardı ve ben sabah erkenden Kalipso'nun yolunu tutmuştum. Yoğun bir gün olacağı daha başından aşikarken Yiğit'in de bir sürü toplantısı olduğunu biliyordum. Ve bugün benim doğum günümdü. Bu pek de umurumda değildi açıkçası.

Babamın bizi terk edip gittiği o uğursuz yıldan sonra doğum günlerimi kutlamayı bırakmıştım. Çünkü o yılki doğum günümde kendisini aylardır görmemiş olmama rağmen babamdan bir şeyler beklemiştim. Belki bir mektup ya da ufak bir hediye. Daha önceki doğum günlerimde hiç değilse yanağıma küçük bir buse kondurur ve "İyi ki doğdun Birce'm." derdi. Babamın sakin sesi beni doğduğum için şanslı olduğuma inandırırdı. O zamanlarda annemle ayrılsalar bile benim hayatımda bir şekilde kalacağını düşünürdüm. Günün sonunda ellerimde gözyaşlarım ve hayal kırıklıklarım kalmıştı. Ve o yılki doğum günüm artık babamı hayatımdan silmeye karar verdiğim gündü. Sonrasında onunla ilgili tek kelime etmemiş hatta kendisini hiç düşünmemiştim.

Hayatımda Yiğit'e kadar birilerine inanmaktan vazgeçtiğim gündü aynı zamanda.

Ve geçtiğimiz günlerde bildiğim her şeyin yanlış olduğuna dair yeni gelişmeler olurken ben yalnızca akıntıya kapılmış bir dal parçası gibi sürüklenmekten başka hiçbir şey yapamamıştım. Önce Yiğit'e tutulmuştum ona karşı koyamadığım noktada artık aşka teslim olmaktan başka seçeneğim kalmamıştı.

Sonra da bir kız kardeşim olduğunu öğrenmiştim. Yıllardır beni terk ettiğini düşündüğüm babamın beni aslında çok sevdiğini söylemiş ve çekip gitmişti. Bade'nin bıraktığı mektuptan sonra annemin ağzını aramaya çalışsam da annem ısrarla hiçbir şey bilmediğini söylemeye devam ediyordu. Bade'nin de telefon numarasına ulaşılamıyordu. Adres olarak burada kaldığı evden başka elimde pek bir şey yoktu. Yiğit'le birlikte oraya gitmiştik ancak her yer kapı duvardı. Bade'nin geri dönüp bana her şeyi anlatmasını beklemekten başka çarem yoktu yani.

Beni Sen İnandır (Tamamlandı)Where stories live. Discover now