Esrara Yolculuk 2

57 5 0
                                    

Abadan'ın bu güne kadar onları anne şefkatiyle kucaklayan yaralarına melhem olup gecenin kör karanlığında sırlarına ortak olan sureti yavaş yavaş kaybolup ufuk çizgisi halini almıştı çoktan. Köpüren her dalga biraz daha götürüyordu onları, sıcak evlerinden geriye küflü bir korku bırakarak. Hava adam akıllı kararmış, büsbütün ıslanıp sırılsıklam olmuşlardı. Bir yandan başlarını okşar gibi ılık yağan yağmur öte yandan öfkesiyle onlara ne kadar da güçsüz olduklarını ispat eden dalgalar tekneyi iki karış suyla doldurmuştu. Kararmış bulutlar tüm gökyüzünü kaplamış, yıldızların üstünü yorgan misali kaplamıştı. Yüzlerindeki heyecan ve özgürlüğün mutlu tebessümü kaybolmuş, saatlerdir ağızlarını bıçak açmamıştı.

Küreklerin gücü kayığı kontrol etmelerine yetmiyordu, devasa dalgalar onları oradan oraya savuruyor dalgaların insafına sığınarak kayığın karaya vurmasını umut etmekten başka birşey gelmiyordu ellerinden. "Tengri'de bizim gitmemizi istemiyor, haftalardır yağmur dahi yağmadı ama bizim kaçtığımız gün olanlara bak!" Beyge'nin kısık çıkan yorgun sesi karanlığa süzüldü. Yüzündeki suçluluk duygusu gözlerini esir alan Gökçil, "Benim yüzümden, bekleyip başka bir yol bulmalıydım." Beyge, "Hayır, başka yolu yoktu, kapıdan çıkma izni yoksa Abadan'dan çıkamazsın tabi deniz haricinde." Konuşması biterken büyük bir dalga başlarından aşağı şelale gibi döküldü. Birbirlerinin güçlükle görebildikleri gözlerine bir kaç saniye baktıktan sonra gülmeye başladılar, her şeye rağmen hep olduğu gibi birlikte olmaları onlara güç veriyordu.

Rüzgar daha soğuk esmeye başlamış, yağmur şiddetini biraz olsun hafifletmişti, bulutlar ayın önüne perde çektiği için gecenin hangi saatinde olduklarını bilmiyorlardı. Fırtınalı deniz yolculuğu zaman şuurunu kaybettirmişti, nereye kadar sürüklendiklerini anlamaları imkansızdı fakat her şeye rağmen gülmeye devam ederken sürüklendikleri yönde uzakta da olsa kızıl ışık büzmeleri belirdi. Gökçil, "Abla şuna bak!" Diyerek işaret parmağını ışıkların göründüğü tarafa yöneltti. Islanmış saçlarını gözlerinin önünden çeken Beyge, "Druglar olmalı!" Dedi. Gökçil panikle ayağa kalmıştı, "Hemen karaya çıkmamız lazım." Dedi. Etrafa göz gezdiren Beyge, "İyi ama nasıl çıkacağız, daha hiç bir yer görünmüyor." Gökçil, "Abla eğer şimdi çıkmaz devam edersek Druglar bizi yakalar."

Gökçil lafını bitirir bitirmez tahta ve taşın çarpma sesi geldi ve oldukları yerde sarsıldılar. Dalga onları suyun sığ kısmında dışarıya çıkmış bir kayaya vurmuştu. Kayığın ön kısmında bir oyuk açılmış su hızla dolmaya başladı. "Artık seçeneğimiz kalmadı, umalım da kıyı yakın olsun." Dedi Gökçil. Hızlı bir şekilde heybe ve diğer eşyalarını toplayarak suya atladılar. Işıklar onlara tehlikenin yeriyle birlikte karanın hangi yönde olduğunu da göstermişti.

Karaya doğru sığ suda yüzerken vücutlarının çeşitli yerlerine kayalar çarpıyor, dalgalar onları sürekli savuruyordu. Beyge önde yüzüyor, Gökçil onu takip ediyordu. Beyge acıyla durdu, çığlık gibi çıkan "Ahh" nidası dalga seslerini bile susturdu. Artık su yüzemeyecekleri kadar sığ olmuştu, karanlıkta bunu fark edemediği için dizini kayalardan oluşan deniz tabanına vurmuştu, yarasını ovuşturarak doğruldu. Acıdan tekrar inleyerek, "Sanırım karaya yaklaştık, hadi hızlı olalım daha fazla suyla savaşmak istemiyorum." Dedi. Dalgalar sırtlarına bir biri ardına vururken nihayet karaya ulaşmayı başardılar. Yağmur artık durmuş, yorgunluktan bitap düşmüşlerdi, Beyge kendini bir kayanın üzerine bıraktı.

Bir süre nerede olduklarını umursamadan soluklanarak dinlediler. Gözleri karanlığa alışmış olsa da yirmi adım öteden fazlasını göremiyorlar, önlerinde kayalardan oluşan bir yar vardı. Beyge, "Başardık." Dedi kısılmış çatallı çıkan sesiyle. Ayağa kalkan Gökçil, Beyge'yi kaldırmak için elini uzatmıştı ki iki insan boyunda bir dalga üzerlerine gelerek ikisini de yere çarptı. Taşa çarptığı belini ovuşturan Gökçil tizleşen sesiyle, "Ee- emin misin?" Dedi. Beyge çoktan ayağa kalkmıştı elini uzatarak Gökçil'in bileğini sıkıca kavrayarak, "En azından hala ölmedik!" Dedi.

Tepeye kaygan kayalara tutunarak tırmanmaya başladılar, yolu yarılamışlardı ki Beyge, "Sanırım ben denizi tercih ederdim!" Dedi. Gökçil muzip bir gülümsemeyle, "Druglara rağmen mi?" Dedi. Tırmanmayı bırakan Beyge hemen altında ona bakan Gökçil'e kararlı bir bakış savurarak, "Druglara rağmen!" Dedi. Gökçil'in gülümsemesi kahkahaya dönüşse de Beyge yorgun ve asık bir yüz ifadesiyle arkasını dönerek tırmanmaya devam etti.

Tepeye ilk çıkan Beyge oldu, kendini toprağın üzerine bırakarak sırt üstü yatarak, "Bir adım daha atacak gücüm kalmadı." Dedi. O konuşurken Gökçil de yanına gelmişti, çevreyi gözüyle kontrol ettikten sonra ayın denize vuran ışığına bakarak, "Burada duramayacağımızı biliyorsun, güvenli bir yer bulana kadar durmak yok!" Beyge sızlanmaya yeltenmişti ki karanlıkta bir kaç hayvanın koşuşturma sesiyle vazgeçti. Duydukları sesle ikiside irkilmiş yorgunluğu ve açlığı unutarak ayağa kalkmıştı. Beyge Abadan insanlarının en çok kullandığı silah olan ok kullanıyordu ve her Abadan'lı gibi iyi bir nişancıydı. Gökçil'de iyi bir nişancı olmasına rağmen amcası Yazgan'ın öğrettiği kılıç dövüşünü daha çok sevdiği için yola çıkarken ailesinden ona miras kalan kılıcını almıştı. Beyge yayını germiş karanlığı izliyor, hemen yanında duran Gökçil kılıcı elinde küçük adımlarla sesin geldiği yöne doğru ilerliyordu. Bir kaç dakika hızlı atan kalblerinde yeşeren korkuya izin vermemek için kendilerini zorlayarak ilerlediler. Yayını indiren Beyge, "Galiba bir kaç çakal geçti." Gökçil onaylayarak başını sallamakla yetinerek kılıcını kınına koydu.

Yaşadıkları korku her ne kadar gerçek bir tehlikeden kaynaklanmamış olsada gerçekleri tekrar hatırlatmıştı. Abadan'ın dışında bir sürü kötücül yaratık ve düşman vardı fakat onlar sadece iki yeni yetme kız çocuğuydu. Beyge yayını bu güne kadar kuş, sincap, tavşan ve geyik gibi hayvanlara dogrultmuş ve her seferinde yanında hatasını telafi edecek babasıyla bunları yapmıştı. Gökçil ise kılıcını daha önce hiç bir canlıya doğrultmamış gerçek bir kavgaya tutuşmamıştı. Çıktıkları yolculuğun tehlikelerini ne kadar hafife aldıklarını anlamışlardı.

AKHİRA - Kıyamet Vakti (KİTAP OLDU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin