Elimi alnıma vurdum ve başımı sağa sola salladım. Changbin el hareketi çekmişti bu sırada. Sonra da elimi tutup hızlı adımlarla yürümeye başladı.

Bir süre karanlıkta yürüdük ve duyulan tek ses, ayağımızın altında ezilen karın sesiydi. Huzur vericiydi.

"Garip." dedim ellerimize bakarak. Bana bakmadan, "Ne garip?" diye sordu.

"Böyle olmamız. El eleyiz ve yürüyüşe çıktık. Normal insanların yaptığı bir şey bu."

Göz ucuyla bana bakarken tebessüm etmişti. "Normal bir hayata daha yakınız şimdi." diye mırıldandı. "Bir şeyleri hayal etmek üzmüyor beni artık. Gerçek olabileceğini biliyorum çünkü."

Haklıydı. Çok uzun bir yoldan gelmiş ve yorulmuştuk fakat hedefimize oldukça yaklaşmıştık.

"Şuraya çıkıp oturmak ister misin?" diye sorarken işaret parmağıyla, üst üste yığılan birkaç hurda arabayı göstermişti. Başımı sallayarak onayladığımda önce o tırmanmış, sonra da beni yukarı çekmişti. En tepedeki arabanın üzerinde yan yana oturduk ve karanlık sokağı izlemeye başladık.

Rüzgar sayesinde ufak tefek hareketler oluşuyordu, onun dışında hem sessiz hem de bomboştu.

"Hiç hayal kuruyor musun?" diye sordu bana bakarak. Ben de ona baktım ve başımı sağa sola salladım. Kaşlarını kaldırdı ve şaşkınlıkla, "Neden?" dedi.

"Neyin hayalini kurabilirim ki?"

"Her şeyin. Hayal kurmanın sınırı ya da kuralı yok, aynı senin gibi."

Güldüm söylediklerine. "Hmm, baya benziyormuşuz." dediğimde memnuniyetle gülümsemişti. "Sen neyin hayalini kuruyorsun peki?"

"Her şey düzeldiğinde neler yapacağımı. Bazen de normal bir şekilde karşılaşmış olsaydık neler yaşayabileceğimizi. Mesela seninle sinemaya gitmek ya da bizimkilerle maç yapmak gibi."

Sesli bir şekilde güldüm ve ayaklarımı boşlukta salladım. "Devam et, kulağa güzel geliyor."

"Hmm, bir düşüneyim." diyerek başını yukarı kaldırdı ve gökyüzüne baktı. "Hepimiz aynı okulda olsaydık mesela. Ben futbol takımında olsaydım ve sen de maça çıktığım zaman bana tezahürat yapsaydın."

"Güzel olurdu." diye fısıldadım.

"Evet, güzel olurdu." dedi o da. Birkaç dakika ikimiz de konuşmadık ama yüzümüzde bir tebessüm vardı. Kendi düşüncelerimize dalmıştık.

Bir süre sonra, "Adımı değiştirmek istiyorum." dedim. Gözlerini sonsuz karanlıkta parlayan yıldızlardan alıp bana çevirdi. "Nemesis hem uzun hem de intikamla alakalı bir isim. Artık intikam almıyorum ve aslında... değiştim. Nemesis gibi hissetmiyorum artık."

"Haklısın, değiştin. Seni ilk gördüğüm zamanla aranda çok fark var şimdi." dedi gülümseyerek. "Hâlâ içinde bir manyak olsa da, değiştin."

Gözlerimi devirirken, "Sağ ol ya." demiştim.

"Tamam, kızma hemen. Hadi sana bir isim bulalım. Hmm, ne olabilir...?" Gözleri üstümdeydi ve fazlaca odaklanmıştı. Bir dakikaya yakın düşündükten sonra, "Ah, buldum." dedi heyecanla.

"Söylesene."

İşaret parmağıyla gökyüzünü işaret etti. Gülümsüyordu ve yüzüne vuran azıcık ışıkla bile çok iyi görünüyordu.

"Byul." dediğinde gözlerim büyümüştü. Byul, yıldız anlamına geliyordu.

"Byul mü?"

"Hmhm. Zaten yıldızlardan geliyoruz, ismin yıldız olsa ne olur ki?"

Anlamayarak, "Yıldızlardan geliyoruz derken?" dedim.

"Boşlukta yıldızların arasındaydık, hatırlamıyor musun?" dedi.

"Hatırlıyorum."

Yıldızlardan gelmiştik biz. Kulağa ne kadar güzel gelse de aslında öyle değildi. İstediğimiz için gelmemiştik bir kere. Üzerine de bir ton sorunumuz vardı.

Ah, her neyse. Şu an bunları düşünmek istemiyordum.

"Çok fazla evren vardı. Acaba birinde de olsa birlikte, normal bir hayat yaşıyor muyuz?" diye mırıldandı.

"Eğer öyle bir yer varsa, çok mutluyuzdur. Umarım vardır."

Birkaç dakikalık sessizliğin ardından Changbin aniden, "Umarım senden önce ölürüm." diyince şok içinde baktım.

"N-Ne?"

Bana bakarak güldü ve kolunu omzuma atıp beni kendine çekti. "İnsanız sonuçta, bir gün öleceğiz. Birlikte yaşlanacak kadar yaşar mıyız bilmiyorum ama ne şekilde olursa olsun, senden önce ölmek istiyorum. Senin ölümünü görmeyi kaldıramam."

Kaskatı kesilmiştim. Changbin'in ölmesi, bunu düşünmek bile kanımı dondurmuştu.

"Çok bencilsin." diyebildim en sonunda.

"Yeterince fedakarlık yaptım bence. Bir kereliğine bencil olmaktan zarar gelmez."

"Bu konuyu kapatalım."

"Peki."

Bu sefer oluşan sessizlik, göğüs kafesimin tam orta yerinde bir ağırlık oluşturmuştu. Yaklaşık on dakika kadar konuşmadan oturmuştuk.

"Geri dönelim mi?" diye sordum sessizce. Başıyla onaylayınca arabaların üstünden atlayarak inmiş ve geldiğimiz yoldan yürümeye başlamıştık. Changbin elimi tutunca ben de onun elini sıkıca tutmuştum.

Binadan içeri girip odama kadar geldik. Changbin, "İyi uykular." diyip gitmeye kalkınca elini tutup kendime doğru hafifçe çektim. Şaşırarak bana baktı.

"Beraber uyuyalım." dedim. "Eskisi gibi. Belki uykuya dalmam kolaylaşır."

Kocaman gülümseyerek, "Eh, çok ısrar ettin. Uyuyalım bari." demiş ve içeri girmişti. Arkasından odaya girerken gözlerimi devirip güldüm.

Montlarımızı çıkarıp boş yataklardan birine rastgele bıraktıktan sonra küçücük yatağa uzandık. Başım omzuna yaslıydı ve kolumu onun üstüne atmıştım. Onun eli de belimdeydi, bir nevi sarılıyorduk yani.

Gözlerimi hissettiğim huzurla kapatırken, "İyi uykular." dedim. Aniden ağırlık çökmüştü üzerime.

"İyi uykular, Byul." diye fısıldadı Changbin. "Seni seviyorum."

Dudaklarımda büyüyen tebessümle, "Ben de seni." demiştim.

Ben de seni seviyorum, Changbin.

Nemesis artık Byul! Ne düşünüyorsunuz isim hakkında?

Kaos olmadan yazmak çok zor oldu gerçekten, hatta bölüm baya kısa fark ettiyseniz ajcdmsvlrvgpenvrmdnclzw

Eh, bu bölüm sakindi ama sonraki bölüm ne olur bilmiyorum artık ;) bir sürü olay var hangi birini nereye yazayım ya... kaç bölüm olacak bu kitap cidden... çok uzamasın, 30 olmadan bitsin bence ne dersiniz?

Sizi seviyorum 💘

Chronosaurus | ChangbinTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon