11

1.5K 199 252
                                    

Elini, ellerimin altından çekti ve yanağıma koyarak göz yaşlarımı sildi. "Ölmeyeceğim, ağlama." dedi kısık sesle.

Bir elimle yanağımdaki elini tuttum. "Kalbinden vurulmuşsun, yalan söyleme."

Gülecek gibi oldu. "Kalbimden vurulsam şu an nefes almazdım, aptal. Omzumu vurdu."

Gözlerim büyüdü ve elimi yaranın üstünden çektim. Gerçekten omzundan vurulmuştu. Sinirle dizine vururken, "Niye kalbini tutuyorsun o zaman?!" diye bağırdım. Acıyla inleyince pişmanlıkla ona baktım. "Özür dilerim."

Üzerindeki siyah kazağın boyun kısmını çekerek yaraya baktım. Boynundan 2-3 santim uzakta, köprücük kemiğinin hemen üstünden vurulmuştu ve kurşun içerde kalmıştı. Bu hâlde fazla uzağa da gidemezdik, önce kurşunu çıkarmamız lazımdı.

"Tamam." dedim kendimi sakinleştirmek için. Burada açık hedeftik, marketin önünden geçen herhangi biri, bizi rahatlıkla görebilirdi.

Sağlam kolunu omzuma atarak kalkmasına yardım ettim. Depoya giden kapıyı zorla itip içeri girdiğimizde merdivenleri dikkatlice inmiştik. Changbin'i merdivenin son basamağına oturtup boş kolileri yırtarak yatması için düzenledim. Hemen sonrasında kalkmasına yardım ettim ve kolilere oturttum. Üzerindeki kazağın eteklerini tutup yukarı çektiğimde acıyla inlese de bana yardım etmişti.

"Kurşunu çıkarırsak kanaman artacak, çıkarmazsak kurşundan zehirlenebilirsin." dediğimde çoktan beyazlamaya başlayan yüzüyle dikkatlice gözlerime bakmıştı.

"Nasıl çıkartacaksın ki?" diye halsizce sorduğunda, "Ben değil, sen çıkartacaksın. Gücünü kullanarak." demiştim. Başını sağa sola hafifçe sallayarak reddetti. "Yapamam." dedi.

"O zaman zehirlenirsin ama." Sesim titreyince kendime sövdüm. Güçsüz durmanın ya da ağlamanın sırası değildi, bir çözüm bulmam lazımdı. Vaktimiz yoktu.

"Sen çıkarmazsan, ben hiç çıkaramam."

"Changbin, lütfen... Dene en azından. Doktor bulamayız şimdi."

Dışarda bizi öldürmek için sıraya giren askerler varken ve dillerini bilmezken, doktor bulmak lüks olurdu.

İki saniyelik tereddütünden sonra sağlam olan sağ kolunu kaldırım omzuna doğru tuttu. Hemen sonrasında yüzü acıyla kasılmıştı. Yardım etmek istesem de yapabileceğim hiçbir şey yoktu.

Çantadan pansuman malzemelerini çıkarıp bekledim. Nefes nefese kalmıştı. Yaklaşık on dakika sonunda kurşun çıkmış, hemen ardından da kan boşalmaya başlamıştı. Güçsüzce başını duvara yaslarken sağ eli yanına düştü.

Telaşla yaranın üzerine, çantanın içindeki fazla kıyafetlerden bastırdım kanı durdurması için. Çok fazla kan geliyordu. Endişeyle yüzüne baktığımda gözlerinin kapalı olduğunu fark ettim.

"Changbin!" diye bağırdım kendime engel olamayarak. Bir elimle yaraya bastırmaya devam ederken diğerini çenesine koyup hafifçe sıktım. "Kendine gel! Changbin!"

Cevap yoktu, bayılmıştı. Ellerim titremeye başladı ve zar zor kazandığım sakinlik uçup gitti. Göz yaşlarına boğulurken dakikalarca kanamanın durmasını, en azından yavaşmalasını bekledim umutsuzca. Küçük depoda hıçkırıklarım yankılanıyor, kendi kendime konuşuyordum.

"Dur artık! Kanama! Bu gidişle kansızlıktan ölecek. Changbin... ne olur uyan... Yalvarıyorum kanamasın artık. Changbin? Uyan, ne olur uyan!"

Hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. Ne deney üssünde, ne de başka bir yerde. Göz yaşlarım teker teker betona damlarken canım yanıyordu. Onu korumak için onca şey yaptıktan sonra kaybedemezdim. O olmadan bu siktiğimin dünyasında yapayalnızdım.

Chronosaurus | ChangbinWhere stories live. Discover now