08|düş kırıklarının melodileri

Magsimula sa umpisa
                                    

Ya da kimse bana yine aşkın gelgitlerinden de söz etmemişti. Aniden alıp başını gitmeler, yok efendim birden gelen darlanmalar, baş gösteren huzursuzluklar, falanlar da filanlar... Fakat işin bir yerinde aşkın masallardaki gibi olduğu söylenmemişti.

Sokağın karanlığına gölgeleriyle ışık düşüren sokak lambalarının eşliğinde, ellerim cebimde serin havaya kendimce meydan okurken anlıyordum en çok. Aşk da başına bela olduğu kişiye göre şekilleniyordu, derdi tasası da kendineydi de kimse anlamıyordu beni.

Kendimce çıkarımlar yapıyordum ben de bu yüzden, Mina'nın yanına gitmişse eğer, diyordum kendi kendime, Taehyung bir yalancı sayılır mıydı? Sözüm ona duygularını bambaşka şeylerle örttüğümde kırılıyorsa, bir aşığı oynamaktan ziyade aşığın ta kendisi mi oluyordu? Ya da herkesten sakınsa bile, diyordu zihnimden bambaşka bir ses, ilk benimle paylaşacaksa bazı şeyleri, bu bizi bir yerde birleştirip aynı yolun farklı, kendinden bihaber yolcuları yapar mıydı?

Arasam açar mıydı, çağırsam gelir miydi? Gülsem sevincime ortak olup ağlayışlarımda sıvazlar mıydı sırtımı? İzler miydi benimle yıldızları, bulutlar her bir yanı örtse bile, ya da koşar mıydı benimle deliler gibi kahkaha atarken, yağmur yağdığında? Sever miydi beni Taehyung, gözlerime baktığında onun da gözlerinde ardı ardınca duygular sıralanır mıydı?

Çektiğim kahrın bir adı yoktu bende, aşk der geçiştirirdim, Taehyung derdim kimi zaman anlık bir cesaretle, Taehyung'dur bendeki her yürek sancısının adı esasında.

Aşk belki de sadece, en çok buydu, yürek sancısı. Sönen yıldızlar gibiydi, koşsak da asla varamadığımız gökkuşağıydı. Aşk Kim Taehyung'du, onu tanıyıp bilmek, acıtsa da sevmekti. Dokunmadan hissetmekti, görmeden varmaya çalışmak belki, bakmaktan sakınmaktı.

Tam şu an, akşamın bir vakti, sokağın tekinde adımlarım ezerken zemini attığım her adımdı, şayet sonu varacaksa ona, dünyanın tüm anlamları bende tek bir bedende, onun saklı ruhunda yüklüydü.

Susmayan kahrolası aşk şarkıları, dökülen yaprakların güz vaktindeki gözyaşları, sancısı dinmeyen Perşembe akşamlarıydı. Hayal kırıklığıydı bir yerde çünkü ne vakit çarpışsam şu an bir başkasının yanında oluşu gerçeği ile sarsılıveriyordu duvarlarım, yetmiyordu tüm bu çabam.

Evden öylece çıkarken de lanetler olasıca aşkın anlık gelen daralmasıydı dudaklarımdan çıkmaya debelenen fakat basit bir hava alma diye geçiştirmiştim, nereye gittiğimi bile bilmiyordum ve bir soru vardı ki dört dönüyordu zihnimin kuşatmasında, arasam açar, çağırsam gelir miydi yanıma?

Bir yandan da ödüm kopuyordu gerçekten de dakikalar evvelinde olmayışının mühimliğini yüksekçe bir ihtimale bağlarken haklı çıkarsak diye.

Ama deneyip görmek istedim bir kez olsun ve adımlarımın durağı her zaman geldiğimiz basketbol sahasında sonlanırken kenardaki oturaklardan birine oturdum ve bomboş alanı seyrettim bir süre. İçimde beni yiyip bitiren tonla şey vardı ve öylesine artçı sarsıntıları vardı ki yüreğime, zihnime kendimi cebimdeki telefonu çıkarıp anlık bir kararla Taehyung'u ararken buldum.

Derin ve sık soluklar alıp verirken gözlerim yumuluydu ve hattın düşmesini bekliyordum.

Hat düştü ve iki kez çaldı sonrasında açtığını belli eden o ses ve dudaklarından çıkan adım. Dünyanın en basit eylemlerinden biriydi fakat vücudumdan anlık bir titreme geçmesine engel olamadım. "Jeongguk?"

"Taehyung," dedim. "Neredesin?"

"Bir şey mi oldu," dedi telaşlı bir tutumla. "İyi misin sen?"

Avuçlarımdan biri göğsüme, sancılı kasılmaların meydana geldiği kalbime tutundu. Sesini duymam başlı başına ilacımmış meğer, iyiyim dedim içimden pek çok kez, sen varsan ben hep iyiyim.

reformic pains // taekookTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon