"Hayır!" İtiraz edince kaşlarımı çattım. Ne yapmamı istiyordu o zaman?

"Niye?!"

"Gücünü harcama! Başka bir çözüm olmalı!"

Hey, seni koruması gereken benim. Rolümü çalma.

Silah sesleri aniden kesilince nefesimizi tutmuş ve birbirimize bakmaya devam etmiştik. Adım sesleri duyunca gözlerim büyüdü.

Offf, silahım olsaydı hepsinin içinden geçerdim. Gerçi gücüm benim silahımdı ama Changbin izin vermiyordu kullanmama.

Bir dakika, ondan izin alan yoktu ki.

Parmağımı şıklatarak zamanı durdurduğumda tüm sesler kesildi. Yerimden çıkarak koltuğa oturdum ve durumumuza baktım. Ellerinde silahlarla, yaklaşık on beş kişilik asker grubu bize doğru geliyordu. Aramızda on adım anca vardı.

Kaçmalıydık, hemen.

Arabadan inip Changbin'in tarafına geçerken bir yandan da hareket eden biri var mı diye bakınıyordum. Diğer dünyada olanlardan sonra hiçbir zaman gardımı düşürmemem gerektiğini zor yoldan öğrenmiştim. Hatta bacaklarımdaki yaralar da bunun eseriydi.

Arabanın kapısını açıp Changbin'e dokunduğumda korkuyla bağırıp bana döndü. Beni görünce elini kalbine koyup gözlerini kapatmış ve bir dakika boyunca derin derin nefes almıştı.

"Pardon, korkutmak istememiştim." diyip sakinleşmesini bekledim.

"Sana gücünü kullanma demiştim." diyerek kalktı ve arabadan indi. Askerleri gördüğünde, "Bu durumdan başka türlü kurtulamazdık." demiştim.

Cevap vermedi. Arka koltuktaki çantayı sırtıma geçirdim ve askerlerin yanından geçip ilerlemeye devam ettik. Saklanacak iyi bir yer bulmalıydık.

Bu şehrin de diğerinden farkı yoktu. Dükkanların camları kırılmış, arabalar hurdaya dönmüştü. Yer yer kan izleri görmek bizi şaşırtmıyordu artık. Ortalıkta tek bir kişi bile yoktu, terk edildiği -daha doğrusu, terk ettirildiği- oldukça barizdi.

"Ah, aklım nerede benim?" diye mırıldandı Changbin ve sırtımdaki çantayı aldı.

"Ben taşırdım." dediğimde, "Yaralısın." demişti. Gülümsedim.

"Seni ilk gördüğümde ne düşünmüştüm biliyor musun?" diye sordum. Bana bakarak devam etmemi bekledi. "Huysuz, her şeye itiraz eden ve yaşına göre büyük davranmaya çalışan bir çocuk olduğunu. Ama yanılmışım. Zaten yaşından daha olgunsun ve yanındaki insanlara karşı çok düşüncelisin. Senden bir şeyler öğrenmem gerekiyor sanırım."

Gülümseyince şaşırdım, buraya geldiğimizden beri ilk defa bu kadar büyük gülümsemişti. Diğerleriyle birlikteyken sık sık güldüğüne veya şakalaştığına şahit olmuştum. Şimdi çocuklar yokken onu gülümsetebilmem kendimle gurur duymamı sağlamıştı.

Biraz daha yürüdükten sonra sağlam görünen bir apartmana girdik. Kapıların çoğu açıktı. İkinci kattaki dairelerden birini kolaçan edip burada dinlenmeye ve saklanmaya karar verdik. Dış kapıyı iyice kilitleyip açılmaması için arkasına birkaç mobilya yığdıktan sonra zamanı akıttım.

En içteki odalardan birine, oturma odasıydı, geçtik. Pencerenin dibine, sırtımızı duvara yaslayarak yan yana oturduk. Dışardan görülmemek için böyle oturmuştuk. Sessizce bizim ortadan kaybolduğumuzu anladıklarında olacakları bekledik.

İki üç dakika sonra bağrışmalar ve emir verir gibi kesin sesler, koşuşturma sesleri sokaklarda yankılanmaya başlamıştı. Şaşkın olmalılardı.

Chronosaurus | Changbinजहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें