4.BÖLÜM ▲ SERGİ

81.5K 2K 332
                                    

Yeni bir bölümle karşınızdayız.Bu bölümü yazarken 1000 okuyucuya yeni ulaşmıştık.Şimdi sayı biraz daha arttı ama yinede 1000 olamamız şerefine ve önceki bölümün telafisi olarak bu bölümü paylaşıyoruz.Keyifli okumalar^^

Bölüm Parçası : The Doors - You're Lost Little Girl

Biri omzumu dürtünce gözlerimi araladım ve uykulu bir şekilde etrafıma bakındım. Nerede olduğumu algılamam, kısa bir zamanımı almıştı. Yanan ateş, karanlık ve bir grup insan... Yanımdaki herkes uyurken, kafamı kaldırıp beni dürten ele baktım. Serin' in eli... 

 "Bir sorun mu var?" diye mırıldanırken sesim, uykuluydu.

 "İçeri girmeliyiz, çok geç oldu." Onun da boğuk çıkan sesinden uykusu olduğunu farkettim. O da mı uyuyakalmıştı? Ona baktığımda, sol elinin içiyle,  gözünü ovuşturuyordu. Yerimden kalkarken sendelesem de dengemi koruyup, Duru' yu uyandırmaya çalıştım.

 "Duru, kalk." Duru' yu dürterken Serin de Erez' e sesleniyordu. Erez bir şeyler mırıldanıp, tekrar geriye yatınca, Serin sinirle söylendi. Bütün grup kendinden geçmiş yatarken, Serin ve ben ayakta dikilip, onlara bakıyorduk.

 "Uyku hapı alan bir insan bile böyle uyumaz," diye söylendiğimde, bana katıldığını belli edercesine, kafasını salladı.

 "Hep böyleler," derken sesi çok babacan çıkmıştı. Grubun babası gibiydi, buna hiç şüphe yoktu. Gözlerini bana çevirdi.

 "İçeri geçmek ister misin?" Anlamayan gözlerle ona bakınca,

 "Uyumak için," diye izah etti.

 "Bir yabancının evinde kalabileceğimi sanmıyorum." Gözlerini devirdi.

 "Orası benim değil, şuan da, bu grupta bulunan herkesin evi. Yani senin de evin. Hem içeriyi gezmiş olursun." Gözlerimi eski ve korkunç görünen üç katlı binaya çevirdim. Binanın içinin de dışı kadar eski olduğundan hiç şüphe yoktu.

 "Pekala, gezelim bakalım," dedim ve ev dedikleri yere doğru yürüdüm. Uzun adımlarıyla bana yetişti ve kapıyı açmak için neredeyse dibime girdi. Açılan kapıdan içeri, adım attığımızda bir an boyut değiştirdiğimizi falan sandım. Oldukça büyük, modern ve koyu renklerin hakim olduğu bir salondu bulunduğum yer. Duvarın neredeyse yarısını kaplayan bir plazma vardı. Oyun konsolu, yemek masası, duvarlarda asılı duran V For Vendetta ve onun gibi birkaç film posterleriyle buranın dışarıyla alakası olmadığını anladım. Gözüme çeşitli bira şişelerinin sergilendiği bir raf çarptı. Sanırım bu annemle yaptığımız önlük koleksiyonu gibi bir şeydi. Tüm bu gördüklerime kaşlarımın şaşkınlıkla havaya kalkması çok normaldi.

 "Ne o beklediğin gibi bir şey çıkmadı, değil mi?" derken deri ceketini çıkarıp, koltuğun üstüne attı. Sonrasında koltuğa oturdu ve kollarını iki yana açarak, koltuğun arkasına yaslandı, uzun bacakları hafif eğik bir şekilde dururken, kafasını koltuğa yasladı.

 "İçeriyi de eski ve berbat bir halde bekliyordum, dışı gibi yıkık dökük falan," diye itiraf ettim.

 "İşin espirisi burada, dışı kötü olan her şeyin, içi kötü değildir."

 "Bu, 'Ben dış görüntüye önem vermem' sözünü açıklıyor demek," Kafasını yasladığı yerden kaldırmadan güldü. Ben de ayakta, arkamda duran duvara yaslanarak gülümsedim.

 "Dışı kötü olduğu halde, içinde iyiliği barındıran çok şey var hayatta değil mi?" diye sorarken kafasını, benimle göz teması kurabilmek için yana yatırdı. Kollarımı göğsümde birleştirdim.

SOĞUKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin