54. SONUN BAŞLANGICI, BAŞLANGICIN KIYAMETİ OLAN

42 8 7
                                    

İçimdeki sevginin içimden ve ruhumdan daha yüce olduğunu biliyordum.

Ne kalbim ne ruhum ne de aciz bedenim bu sevgiye ev sahipliği yapabilecek kadar temiz ya da iyiydi. Ama işte o, ne olursa olsun benimleydi. Tam göğsümün ortasında hakimiyetini sürdürüyor bir ferahlık salıyordu. Ne bu ferahlıktan vazgeçecek kadar cesaretli ne de o ağırlıktan kurtulabilecek kadar güçlüydüm. Sevgimi acısıyla da gülümsemesiyle de kabul etmiştim. Bu sebepten olsa gerek ne gidecek bir yerim ne de kalacak bir yuvam kalmıştı. Hepsi Ateş'e bulanmıştı.

Kaçış yoktu.

Tıpkı söylediği gibi. Deliriyordum ama hala bu delilikten vazgeçemiyordum. Hastalıklı bir durumdu ve fakat biliyordum ki eğer ondan gidersem işte asıl hastalık o zaman başlayacaktı.

Silahın patladığını duymuştum ama nefes almak yerine beynimin pekmezinin, cam kırıklarının arasına akması gerekmez miydi?

Belki de şu an kokusunu solumamın sebebi ölmüş olmamdı.

Ölmek onun kokusunu solumak mıydı?

Böyle ölüme can binlerce kez fedaydı.

Silahın durduğu elimin üstünde buz sıcağı bir ten vardı.

Gözlerimi korkuyla açtım. Yüzü çok yakınımdaydı. Bakışlarımız buluştu. Katıksız öfke vardı siyahlarında. Çatışmada olduğu gibi öfkeyle dolmuştu.

"Daha ölmen için erken Uçurum. Bu iki oldu. Kes şu saçmalığı. Bir dahakine silah uzattığında alır ve seni vururum. Görmen gereken çok şey var. Unuttun mu sana söylediklerimi? Ölürsen bu senin kurtuluşun olur," dedi soğuk bir sesle.

Yutkundum.

Elbette planları suya düşecek diye öfkelenmişti. Zaten başka seçeneği düşünmek aptallıktı ama hayır, bu benim kendimi teselli etmek için uydurduğum bir şey değildi. Bir şekilde beni kendinden itmek istiyordu. Ben yapamadığım için kendisi yapıyordu ama onun da eline yüzüne bulaştırdığı gayet açıktı.

Silahı elimden alırken engelleyemedim ve beynimi ıskalayıp duvara saplanan mermiye bir bakış attım. Soluğu dudağımda can buluyordu bu yüzden doğru dürüst düşünemiyordum. Ayağı kalktı ama hala elimi tutuyordu. "Kalk yerden!" Teslimiyetle dizlerimin üzerine çökmüş olmam onu çok sinirlendirmiş gibi vermişti emrini. O anda kafama dank etti. Elimi tutmuş beni yerden kaldırıyordu! O...o bana güç veriyordu. Belki kanlı belki de dolaylı yoldan ama eli avucumdaydı. Bunun ne anlama geleceğini kendisi de çok iyi biliyordu. Gözlerimi dikmiş ellerimize bakarken bile elini çekmedi ve kalkmamı bekledi. Yavaşça ayağı kalktığımda elini bırakmadım. O da çekmedi. Teni hep böyle soğuktu o cihazdan sonra. Ölü bir beden gibi. Gözlerine baktım. "İnkar etmenin bir anlamı yok artık Ateş." Elimi kalbinin üzerine koydum. "Buralarda bir yerde beni seviyorsun. Beni sevmekten vazgeçme ihtimaline inandırmaya çalışıyorsun sadece."

Güldü ama bu sefer aşağılamayla değil buruk bir şekilde. "Benim seni sevmem demek, senin mahvoluşun demek. Ben Ateş'im. Meva gibi değilim. Elimin değdiği şeyi öldürmeden duramam. Hala vaktin varken gitsen daha iyi olacak."

Elini daha sıkı tuttum. "Ölmekten korkmuyorum. Sensizlikten daha çok korkuyorum."

İç çekti. "Bazen nefes almaya devam ederken de ölürsün."

Kaşlarımı çattım. "Aşağı indiğinden beri sende bir şey var Ateş...ne oluyor? O burada mı? Oktay hala burada mı?!" Sanki onu görebilecekmişim gibi etrafıma baktım.

Elini elimden çekti ve bir sır verecekmiş gibi kulağıma eğildi. "Hazır ol Uçurum." Kelimelerindeki bir şey beni boğuyordu.
Kaşlarım daha da çatılırken Savaş mutfağa daldı.

HYPERİONWhere stories live. Discover now