55. HER ŞEY. BEŞ DARBE. SONRASI HİÇ.

57 6 15
                                    

Ekranın karşısına geçip oturduğumda gözlerim yanıyordu. Titreyen elimle kumandayı yerden aldım ve televizyonu açıp ikinci kamera kaydını seçtim.

Canımın bir kısmının burada öleceğini biliyordum. Ben bu koltuktan kalksam bile onun burada oturmaya devam edeceğini biliyordum.

Yine de gereken tuşa bastım.

Yaklaşık iki düzine kadar korumayla oturma odasına getirildi. Koltuğa oturduduğunda korumalar çevresinde yarım daire şeklini aldı. Bu pozisyonu biliyordum. Genelde biz bu pozisyonu aldığımızda odada tehlikeli bir düşman olurdu. Nüfuzlu ve çökeresi zor olan kişiyi yarım dairenin içerisinde hapsettiğimizde hepimizin ellerinde ağır silahlar olurdu. Amaç hiçbir zaman ölüm olmazdı. Ağır yaralamak ve zaptetmekti. Buradaki de tam olarak buydu. Tek farkla. Meva'yı zapt etmek için kimse silahını kullanmayacaktı çünkü asıl silah tam olarak ikisinin arasında duran o bilgisayarda gizliydi.

"Komik olan ne?" dedi merakla.

"Otuz koruma. On tanesi de artık devre dışı. Benden bu kadar mı korkuyorsun?"

"Sadece gücünü hafife almıyorum. Hafife alınmaktan hoşlanmadığını söylemiştin. Bir şey içer misin?" dedi rahatça. Kazanacağını o kadar iyi biliyordu ki. Silahlarını kuşanmıştı. Beni oyuna getirmişti. Onu oyuna getireceğimi düşünürken o hepimize bir pusu kurmuştu.

"İki kadeh beyaz şarap getirin. Seversin diye düşünüyorum."

Cevap vermedi.

Oktay ayağa kalktı ve dolaptan siyah bir kutu çıkarıp sehpanın üzerine bıraktı. Kutuyu görür görmez tanıdı. Tanıdım.

Bu birinci darbe oldu. En hafifi. Daha onu korumak için yaptığım daha kötü şeylerin ifşa olacağı ana gelmemiştik bile ama ben onun gözlerindeki kırılmaya şahit oluyodum.

"İşte şimdi hediyem gerçek sahibini buldu. Sana çok yakışacağına eminim."

Bir bir söylediğim yalanlar, onun gözlerinin içine baka baka harcadığım ikna edici lafları hatırlayacaktı. Şimdiden hatırlamaya başlamıştı bu yüzden gözlerinde bir öfke parladı ve paketi yere itti. "Senin zihninden geçen tek bir şeyi dahi yapmayacağım!"

İtiraz ediyordu ama ikimizde bu hikayenin sonunu biliyorduk. Bile bile izliyordum.

"Arez sana çok yumuşak davranıyor olsa gerek. Diğerleri gibi kıvama getirememiş. Dik başlı olman hoşuma gidiyor aslında."

Çok yumuşak davranmak mı? O benim kıyamadığımdı ve bunun adı kesinlikle yumuşak davranmak değildi ama ben şimdiden manipüle altına giren gözlerini görebiliyordum. Benim adımı duymak bile onu etkiliyordu.

"Diğerleri derken?" Onun önüne bir şarap kadehi kondu. Adım kadar emindim. O şarapta bir şey vardı. Oktay onun gücüyle baş edemeyeceğini anlamış olmalıydı.

"Tatlım, Arez nasıl bu kadar zengin sanıyorsun? Ya da niye Merkez'de kuvvetli bir gücü var? Hiç düşünmedim, deme bana. O kadar aptal bir kadın olmadığın belli."

Şarabı içtiğinde delirecek gibi oldum. Nasıl böyle bir hataya düşerdi?

"Arez yönettiği işlerin yanı sıra bazen kadınlarla oynar, onlarla ilgilendiğini düşündürür ve sonra onları köle olarak kullanır. Bu aslında bizim büyük bir ticaret meselemiz ama Arez bunu eğlenmek için yapar."

İkinci darbe. Sarsıntı yaratmak için atılmış bir bomba gibiydi. Bir an ortama büyük bir sessizlik hakim lldu. Bu sessizlikte nefesi bile duyulmadı. Tıpkı şu anda benim de nefesimin duyulmadığı gibi.

HYPERİONWhere stories live. Discover now