56. KANATLARINI KOPARAN CANAVAR

51 7 12
                                    

Herkesi dışarı çıkarıp kamera kayıtlarına bakalı tam yarım saat oluyordu ve izlerken onun bu hali için canım yanıyordu. Çünkü adım kadar emindim ki o kendine geldiğinde - ki böyle bir şey mümkün müydü bilinmez fakat mümkün olması için her şeyi yapacaktım - bunları yaptığını hatırladığında kendini deli gibi suçlayacaktı ve ben, lanet olası ben, bunu engelleyemiyordum.

Sabaha karşı muhtemelen ben o camla ilgilenirken dışarı çıkmıştı. İki korumayı gözüne kestirdiğini gözlerinin siyahlığından bile anlayabiliyordum. Gidip yanlarında durduğunda adamlar ona bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sordular. Kulaklıktaki ses kayıtlarından her konuşulan duyuluyordu. Ateş ise ona bir şeyin lazım olmadığını söyledi. Etrafını bir kez kolaçan etti. Sadece bir kez ama baktığı şeyin onu fark edecek korumalar olmadığını biliyordum. Bana bakıyordu. Ben hemen köşedeki yerdeydim. Biliyordu. Belki de o dakika bir şey, benimle alakalı bir şey onu durdurdu çünkü gözleri evin o köşesine dikildi. Sonra gözlerindeki nefret bir iç çekişten hemen sonra gün yüzüne çıktı. Sanki o an oradaki bambaşka biriydi. Ruhsuz, sevgisiz, sadece ellerinde kan olan cani bir canavar. Benim sevdiğim kadın değil. Ben bir canavardım. Doğru. Ama canavarın sevdiği kadın hiçbir zaman böyle...böyle...keskin bir nefes aldım. Tanrım. Bu kadar merhametsiz olamazdı. Çünkü zaten benim canavarım, onun sevgisiyle ve gri haliyle iyileşmeye çalışan bir pislikti.

O kusursuz bir kan örneği, kusursuz bir denek, kusursuz bir fetüs ve kusursuz bir canavar olabilirdi. Kusursuz bir zihin.

Lakin canavar için o sadece bir kurtarıcı, bir koruyucu, huşu uyandıran bir melekti.

Aksini tüm halleriyle görmek...beni bocalatıyordu. O kimdi? Biz kimdik? Aslında av olan, canavar olan kimdi? Bu hikayedeki kötüler kimdi? O zihninden neler geçiyordu?

Gerçek kimliğimden bile şüphe duyuyordum artık. Zihnim kendini yok ediyor, anıları yok ediyor gibiydi. İnsanların ismini unutuyordum. Korumaların yüzlerini karıştırıyordum. Ben nasıl bu hale gelebilirim, faslını geçmiştim. Ben bitmiş bir haldeydim ve ne yaparsam yapayım kendime gelemiyordum.

Bir sigara yaktığımda dumanı derince içime çektim. Bir an başım döndü. Uykusuzluğun bedeli bu muydu? Gözlerimi ovuşturdum.

Ateş yüzünü evin köşesinden ve belki de benden çekip korumalara baktı. Onlara hiçbir şey söylemeden rahatsız edici derecede cansız bir şekilde bir süre sadece ikisini izledi. Korumalar birbirlerine baktılar ve her şey saniyeler içinde gerçekleşti. Birine ağacın dibine kadar sürüklenmesini sağlayan sert bir tekmeyle bayıltığı an öbürünün karnında benim hediye ettiğim bıçakla kesik açtığında iki koruma da neye uğradığını şaşıracak zamanı bulamadı. Dövüşmeye ya da kendilerini korumaya bile vakitleri kalmamıştı ki.

Önce baygın olmayana ilerledi. Adam yerde gerilerken elleri yarasındaydı. Ateş kulağa korkunç gelen bir kahkaha attı ve adamın dibinde çömelip yarasından akan kana parmaklarıyla dokundu. Burnuna götürüp koklarken gözlerini yummuştu zevkle. "Hmm, insan kanı. Güçsüz, zayıf ve önemsiz bir insanın kırmızı kanı."

"Ya-yalvarırım yapmayın. Bizden ne istiyorsunuz?" dedi adam acıyla.

"Şş. Sessiz ol. Sadece biraz eğlenmek istiyorum. Çok fazla kan çekiyor şu an canım. Kendime kim olduğumu hatırlatmam gerek. Bembeyaz adamın benim duvarlarımı yumuşatmasına izin vermemeliyim." Sesi ciddi anlamda insanı korkudan ağlatabilirdi.

Bembeyaz adam. Beyaz sevgi. Kar gibi.

Benim samimi bulduğum saniyeler gerçekten öyleydi. Sırf bu yüzden iki kişiye işkence etmişti. Kendine ve bana aslında nasıl biri olduğunu göstermek için. Hiçbir sebebi yoktu!

HYPERİONHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin