22. Bölüm

1.2K 181 18
                                    

Venüs üç saattir kafede oturuyordu. Tabii ki gelen giden yoktu. En başta büyük umutlarla geldiği bu kafede, şimdi ara ara sessizce ağlayarak oturuyordu. Tarık görüp de gelmemiş değildi en azından. Son tespitlere göre hala telefonu kapalıydı. Bu şekilde bir yere varamayacaktı. Kafasını çalıştırması gerekiyordu.

Tek tek kafasında Tarık'la yaptıkları şeyler düşündü. Tarık'ın çok arkadaşı vardı. En yakınlarını Ali arayıp sormuştu, onlarla beraber değildi. Venüs de bir haberleri var mı diye ortak arkadaşlarını aramıştı. Onların da yoktu. Ailesine de gitmemişti. Resmen yer yarılmıştı da içine girmişti.

Tarık'la geçirdiği bu iki ayda onunla ilgili kimsenin bilmediği bir sürü şey öğrenmişti aslında. Yalnız kalmak istediğinde gittiği bir yer vardı ve bunu sadece seninle paylaşıyorum diyerek Merih sandığı Venüs'ü oraya götürmüştü bir kere. Söylediğine göre Gemile Koyu yakınlarında, tüm koyu yukarıdan gören tepelik bir noktada bir harabenin içine gidiyordu. Abisiyle, arkadaşlarıyla ya da ailesiyle kavga ettiğinde gençken kaçmaya başlamıştı buraya. Sonra da bir sıkıntı yaşadığında hep oraya gitmişti. Venüs'e bunları anlatırken onunla çok özel bir sırrını paylaşır gibi anlatmıştı. Nitekim de öyleydi. Bu onun için çok özel bir sırdı.

"Bunu nasıl daha önce düşünemedim ben ya!" diye söylenerek hemen yerinden kalktı. Apar topar minibüse binip babasının dükkânına gitti ve ondan motoru aldığı gibi motoru Gemile Koyu'na sürdü. Kalbi küt küt atıyordu. Orada olmak zorundaydı. Eğer bunca zamandır Tarık'ı doğru tanıdıysa, oraya kaçmış olmalıydı. Ve Venüs onu çok iyi tanıdığını biliyordu. Onunla ilgili her şeye hakimdi.

Çok kısa bir sürede o yere en yakın yola motoruyla geldi. Yolun bittiği noktadaysa motorundan atladığı gibi koştura koştura o yamaca benzeyen tarafa doğru yöneldi. Temmuz sonu geliyordu ve yazın en sıcak zamanlarıydı artık. Güneş çok fena yakıyordu. Üzerinde sadece kısacık bir şort ve askılı atletle koşarken, yerlerdeki kurumuş otlar orasını burasını çiziyordu. Oysa ki buraya Tarık'la beraber yürüdüğünde Tarık ne kadar özenli davranmıştı ona. Bastığı her noktaya tek tek dikkat etmiş, Venüs'e yol açmıştı adeta.

Harabeye yaklaştıkça duyduğu müzik sesinin artmasıyla Venüs'ün heyecanı da artıyordu. Oradaydı işte. Ondan başkası olamazdı. Harabenin dibine gelene kadar koşa koşa geldiği yere, birkaç adım mesafe kaldığında ayakları duracak gibi yavaşladı. Hatta bir noktada durdu.

Ne diyecekti? Günlerdir bunu düşünüyordu ama şu an ne diyeceğini bilmiyordu. Dün akşam her şey iyice altüst olmuştu. Düşünerek işin içinden çıkamayacağı bir noktadaydı. Artık içinde biriken her şeyi kafa yormadan dökecekti. Sonra da Tarık'ın onu affetmesi için Allah'a yalvaracaktı.

Tabii Tarık'a da yalvaracaktı.

Yine de adımlarını ürkek atmasına mani olamayarak harabenin yıkıntı kapılarından birine korkak korkak ilerledi. İçeri başını uzattığında Tarık'ı yere uzanarak oturmuş halde gördü. Sırtının üst kısmını duvara dayamıştı, altına da bir gazete sermişti. Müzik sesi yanındaki telefonundan geliyordu. Elinde bir de yarılanmış bir içki şişesi vardı.

Venüs'ün varlığını hissettiğinde kıpkırmızı gözlerini ve bembeyaz suratını yavaşça ona çevirdi. Gözlerindeki ifade ilk anda değişir gibi oldu ama hemen kendini toparladı ve değişmemesini sağladı. Tam olarak hayattan, herkesten ve her şeyden nefret ediyormuş gibi bakıyordu.

Onun kim olduğundan emin olamayarak baktığını Venüs fark etmişti. Şu an sadece saçının açık olması ayırt edilmesine yardımcı olmuyor olmalıydı. 'Keşke makyaj da yapsaydım' diye düşündü. Ama hiç buna kafa yoracak hali olmamıştı.

İKİLİ DELİLİKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin