8. Bölüm

1K 185 9
                                    

Merih sabahın köründe huzurevine doğru giderken kelimenin tam anlamıyla bitik haldeydi. Dünden beri yaşadıklarını anı olarak yazsa millet dram hikayesi diye okuyabilirdi. En başta çok güzel bir tekne turuna çıkmışlardı aslında. Soğuk Su Koyu'nda mahsur kalana kadar her şey çok güzel gitmişti. Planına göre altı-yedi gibi anakaraya dönmüş olacaklardı. Merih koşturarak üstünü değiştirip restorana geçecekti ve geç kaldığını bahane ederek özür dileyecekti. Ali de onu çok sevdiği için affedecekti.

Ama hiç de işler planladığı gibi gitmemişti. Yatın motoru arıza yapınca teknede kalmışlardı. Merih ışık hızıyla yeni bir plan düşünmüştü. Kimseye haber verme şansı olmamıştı ve restorandan ona ulaşma şansları da pek yoktu. Neyse ki bu iyiye işaretti. İnsanları endişelendirebilirdi ama kıçını kurtarmak şu an daha büyük bir problemdi. O yüzden ikincil planı olarak Ali'yi bugün arayıp haber bile veremeyecek kadar hasta olduğunu söyleyecekti. Sızıp kalmıştı yatakta ve kalkamamıştı. Bunu normal karşılarlardı sonuçta.

Sabah balıkçı teknesi onları bulup kurtardıktan sonra neyse ki güneşin yeni yeni doğduğu saatlerde limana dönebilmişlerdi. İlk önce Zehra Hanım'ı huzurevine bırakmışlar, sonra da Merih'i eve bırakmışlardı. Ali'ye doğru düzgün teşekkür bile edememişti. Adam da o kadar dağılmıştı ki.

Ha tabii bir de yaşanan o ürkütücü öpüşme vardı. Ondan bahsetmemeye yemin vermişlerdi ama Merih'in aklından bir türlü çıkmıyordu. Bu konuda kendine zaman tanıması gerektiğini düşünüyordu. Zamanla unutacağına inanmak istiyordu. Portakallı çöreğini aldatmış olmayı kendine yediremiyordu. Şu an bizzat kendisi olmasa da teknik olarak onunla bir ilişki aşamasındaydı sonuçta

Eve beş buçukta vardıktan sonra ilk babasını kontrol etmişti. Neyse ki her şeyden habersizmişçesine odasında uyuyordu o. Eve geç gelip direkt yatmış olmalıydı. Venüs zaten hala yoktu, bugün öğlen gibi gelecekti. O yüzden direkt gidip hızlıca bir duş alıp saat yediye kadar koltukta neneler gibi uyuklamıştı. Zar zor alarmının çaldığını kabullenip, ağlayarak huzurevine gitmek üzere hareketlenmişti. Gerçekten hayattan nefret etiğini fark etmişti o anlarda.

Şimdi huzurevinin bahçesinde girerken biraz ayılmıştı neyse ki. Şu önündeki dört saati alnının akıyla kazaya belaya mahal vermeden hallederse hiçbir sorun olmayacaktı. Eve dönüp öğlen boyunca uyurdu. Akşamüstü de restorana gidip hiçbir şey olmamış gibi davranırdı. Geçmiş olsun taziyelerini kabul ederdi, artık ateşinin olmadığını ve iyi olduğunu söylerdi insanlara. Unutulup giderdi dün akşamki işe gitmeme kazası da.

İlk önce soyunma odasına gidip önlüğünü giydikten sonra her zamanki gibi kahvaltı hazırlığı için mutfağa yardıma gitti. Salonda bazı yaşlıların kendi dedikodusunu yaptığını işitti. Dün Zehra Hanım ile teknede mahsur kaldıklarını konuşuyorlardı. Kıskanıyorlar mıydı, haline gülüyorlar mıydı, tam anlayamıyordu ama.

Birkaç kişinin kahvaltıya inmesine yardımcı olurken, Zehra Hanım'ın çoktan zinde bir şekilde geldiğini görünce şaşırdı. Kadın resmen kendisinden daha iyi görünüyordu. Tamam o uyumuştu ama gecenin bir köründe kaldırılıp tıngır mıngır buraya dönmekle uğraşmıştı. Yaşına göre bir hayli yorgun olmalıydı. Ona rağmen zımba gibi görünüyordu.

"Günaydın Venüscüm," dedi Merih yanından geçerken ona göz kırparak. İyi olmasının yanı sıra keyfi de yerindeydi bir de.

"Günaydın büyük hala," dedi Merih uykulu tebessümüyle.

"Kahvaltıdan sonra yine uğra sohbet edelim."

"Pekala."

Tam bu şekilde sözleşmişken Mualla Hanım "Bugün spor yok mu kahvaltıdan sonra?" diye sordu panikle.

İKİLİ DELİLİKWhere stories live. Discover now