7. Bölüm

1.1K 192 3
                                    

Merih derin bir iç geçirerek omzundaki şalı vücuduna daha sıkı sardı. Ağustos böceği sesleri seyrekleşmiş, gece kuşlarının ormandan gelen sesleri koyda yankılanmaya, sakin denizin üzerinde yakamozlar dans etmeye başlamıştı. Rüzgarsız ve ılık bir yaz akşamıydı. Hava muhteşemdi. Yıldızlar gökyüzünü resmen bir halı gibi kaplamışlardı. Bulundukları yerde gram ışık olmadığı için pırıl pırıl parlıyordu hepsi. Birer ateşböceği gibi göz kırparcasına yanıp sönüyorlardı. Hilal şeklindeki ay da çok güzel görünüyordu. Onun da ışığı öyle parlaktı ki, yatın bu ön kısmında hiçbir ışık açık olmamasına rağmen apaydınlıktı her yer.

Bakışlarını gökyüzüne sabitleyip sessiz sessiz yukarıyı izlemeye devam etti. Ta ki yanına gelen Ali'nin ayak seslerini duyana kadar.

Ali kenardaki iplere tutunarak Merih'in oturduğu, yatın ön kısmına çıktı. Onun yanına çökerken çok dingin görünüyordu. Yorgun gibi ama bir yandan da dinlenmiş gibi.

"Halam yattı kamarada. Geç bile kalmışmış. Huzurevinde hep daha erken uyurmuş. Öyle dedi."

Merih gülümseyerek hafifçe başını salladı.

"İstersen diğer kamara boş, sen de yatabilirsin."

"Yok, saat daha henüz on, çok erken. Bu gece de çok güzel bir gece. Kendimi yıldızlara bakmaktan alamıyorum."

Ali Merih'in sözleri üzerine bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Yüzünde bir tebessümle o da bir süre Merih gibi gökyüzünü izledi. "Sahiden çok güzel. Galiba ilk kez burada tıkılı kalmamıza sevineceğim bir neden buldum."

Merih sessizce güldü. Gerçekten burada kalakalmış olmalarına tek sevinen Zehra Hanım olmuştu. Başta onun neşesine anlam verememişlerdi. Sonra yemekte sürekli "Buna çok ihtiyacınız vardı, iyi oldu işte, biraz işten güçten uzaklaşmış olursunuz. Değerini bilin böyle talihsizliklerin" diye öğütler verip durmuştu. Ali başlarda hiç sakin olamamıştı. İşe gitmeyecek olmak onu çok germişti. Sonra Merih'in de kafasına dank etmişti. Kendisi de işe gidemeyecekti bu akşam. Ve kimsenin dünyadan haberi yoktu. Döndüklerinde restorandakiler neden gelmedin diye sorduğunda Ali kıllanacaktı. Çünkü o şu an burada Venüs'le olduğunu sanıyordu. Yani Merih'in işe gitmemesi için bir nedeni yoktu.

Buna döner dönmez bir çözüm bulmalıydı. Hasta olduğunu ve haber bile veremediğini uydururdu belki. Allah'tan asıl Venüs bu akşam şehir dışındaydı. Yani kimse onu görüp kendisi sanamazdı.

Ah ah! İnsanlar endişeleneceklerdi, ortalık karışacaktı. Babası gece fark etmezdi ama sabah yokluğunu fark etme ihitmali yüksekti. Ortalıkta göremeyince de neredesin diye arardı. O yüzden umuyordu ki sabaha kadar onları biri bulmuş olsundu. Ve de babası uyanmadan eve gidebilsindi.

"Kalan abur cuburlardan ve meyvelerden getireyim ben." Ali tekrar ayaklanarak arkaya, mutfağa gitti. Üç dört dakika sonra elinde bir hayli fazla erzakla geri döndü.

"Bütün stokumuzu şimdi tüketirsek, burada mahsur kalırsak ne olacak?" dedi Merih şakayla. Bu konuda şaka yapılabilecek seviyeye gelip gelmediklerini bilmiyordu ama.

Neyse ki Ali'nin yüzündeki gülümseme iyiye işaretti. "En kötü yarın öğlen on ikide kurtulacağız. O yüzden sıkıntı yok. Ayrıca daha çok yiyecek var, merak etme."

"Umarım o kadar geçe kalmaz," dedi Merih endişeyle. On iki geçti. Daha erken kurtulmaları gerekiyordu.

"Balıkçı teknelerine güveniyorum. Erman abi hep güneş bile doğmadan çıkıyor."

Merih başını salladı hafifçe. Ali elindeki İsveç çakısındaki tirbuşon yardımıyla şarabı açıp kadehlere doldururken "Ben almasaydım?" dedi Merih çekingence. Birayı çok kaçırmıştı zaten. Hala onun çakırkeyiflik etkisi sürüyordu.

İKİLİ DELİLİKWhere stories live. Discover now