Özel 'Asi'stan

By theokuryazar

2.3M 74.9K 6.8K

Hırslı bir iş adamı. Ve onun asi küçük 'asi'stanı. Hazel ve Yiğit'in hikayesi. Asi mi asi ama bir o kadar da... More

Tanıtım
|1|•Belalı Kahve
|2|•İş Yemeği
|3|•Resmiyet
|4|•Geleneksel Anneler Eziyeti
|5|•Buluşma
|6|•Ağır Sözler
|7|•Yeni Bir Başlangıç
|8|•Yeni Asistan
|9|•Hayal Kırıklığı
|10|•Yeni Ortak
|11|•Karışık Durumlar
|12|•Belirsizlikler
|13|•Hastalık
|14|•Yeniden
|15|•Sevgilim Ol
|16|•Sahte Sevgililik
|17|•Acı
|18|•Gitmek
|19|•Anılar
|20|• Bulunmak Ya Da Bulunmamak
|21|•Unutamamak
|22|• Kayboluş
|23|•Benimle Gel
|24|• Gerçekler
|25|• Sevmek
|26|• Korku
|27|•Kaçış
Çok Önemli Bir Duyuru
Özlem Dolu Bir Not
|28|• Dönüş
|29|• İhtimal
|30|•Savaş
|31|•Acının Ayak İzleri
|32|•Yiten Bir Sabahın Ardında
|33|•Vicdan
|34|• İyileşmek
|35|• Sevilmemelerin Meşru Müdafaası

FİNAL

30K 765 177
By theokuryazar

İyi okumalar.

Vazgeçmiştim. Her şeyden, kendimden ve hayallerimden. Artık öylesine yaşıyordum. İçimde bitmek bilmeyen bir boşluk vardı acıyı beraberinde getiren.

Ne yapacağımı, nasıl davranacağımı bilmiyordum. Öylece dört duvar arasında oturuyor, gün boyu sokakları yıkayan güneşin doğuşunu ve batışını izliyordum. Günler geçiyordu, belki haftalar. Belki de aylar olmuştu. Ne yaptığımı cidden bilmiyordum.

O gün apar topar eve gelmiştik. Ben Leyla ve Murat'ın elleri arasında bir yıkıntıydım adeta. Annem kapıyı açmış, halimi görmüş ve endişeli bir şekilde ne olduğunu sormuştu bana. Ama ben de bilmiyordum ki. Gördüklerime inanamıyordum. Ne diyebilirdim? 'Anne sevdiğim adam mutlu ve de bebeği olacak şimdi ben böyle bir enkazken' diyemezdim.

Ne yapacağımı bilmiyordum. Bitmişti işte her şey, geri dönemezdik ki geriye. Artık onunla aramda düzeltebileceğim bir küçük şey bile yoktu. Ne kadar kabul etmek istemesem de bu hikayenin sonu böyle son bulmuştu.

Biraz geriye dönerek o günden sonra yaşadıklarımdan bahsedeyim biraz dostlarım.

Eve gelince kendimi odama atmış kimse ile konuşmadan sabaha kadar tavanı izlemiştim. Kendimden vermiş olduğum şeyleri düşününce gerçekten değiyor mu diye düşünmüş, tüm eksikliklerim üzerine kafa patlatmıştım.

Bana en ufak bile değer vermeyen, seviyorum diyerek yalan söyleyen, cesaretsiz, korkak adamın teki yüzünden çektiğim onca acıya değer miydi cidden? Ben, ben böylesine bir adam için neden kendimi harap etmiş, neden tüm hayatım bitmiş gibi davranıyordum? Benim hayatım bu kadar mı önemsizdi? Ben bu kadar mı zayıftım?

Değildim... Bu ölü toprağını üzerimden atacak ve yepyeni, beni kimsenin yıkamayacağı bir hayata başlayacaktım. Beni sevmeyen bir adam için kendimi bu kadar acizce düşürmeyecek, mutlu olarak ve onu unutarak intikam alacaktım.

Yiğit o günden sonra defalarca kez aramıştı beni. Numaramı nereden bulduğuna dair bir fikrim yoktu ama onun hayatıma izinsiz dalışlarına artık alıştığım için sorgulamamış, numarasını engellemiştim.

Murat birkaç gün yanımda kalmış ama ben onu zar zor işine göndermiştim. İnsanların gözünde yeterince güçsüz bir imaj çizdiğimi biliyordum.

Sevmemişti beni işte. Bu kadardı. Onun için hiçbir anlam ifade etmemiştim. Zorla kendimi sevdirecek halim yoktu ya? Bazen böyle olurdu. Bazen tüm duygularınızı içinize gömüp hayırlısı buymuş demek gerekiyordu.

Annem ve teyzem beni yalnız bırakmıyordu. Leyla sürekli yanımdaydı. Kendime bir şey yapacak olmamdan korkuyorlardı ama hayır ben, beni sevmeyen biri için hayatımı hiçe sayacak bir kadın değildim.

Evet, büyük bir depresyonun batağındaydım. Ne yemek istiyordum ne de bir şeyler yapmak. Odamda takılıp kendini kitaplarıma veriyordum. Çünkü yapacak bir şey yoktu. Bir işim yoktu, bir amacım yoktu. Kabul etmek istemesem de ben onun yüzünden kendimi mahvetmiştim. Hayatımın mahvolmasında onun da payı vardı ama dönüp bakınca her şeyi kendime yapan bendim.

Ona kendimden çok değer veren, her şeyi, ideallerimi onun için geri plana atan bendim. Kendi ellerimle kendi hayatımın içine etmiştim.

Ve kendi hayatımı ancak ve ancak kendim toparlayabilirdim.

İşe annem ve kendim için bir ev bularak başlamıştım. Teyzem ne kadar itiraz etse de onlara daha fazla yük olmak istemiyordum. Zaten evlerimiz arası mesafe çok değildi. Annem yine istediği gibi gidip gelebilirdi. Bir emlakçıyı arayıp eski evimizi satmış ve ondan gelen para ile yeni evimizi düzmüştüm. Oraya tekrar gitmek istemiyordum ama birkaç değerli eşyamı almak için gitmek zorundaydım. Oraya gidersem onunla karşılaşırım diye korkuyordum çünkü yüzüne bakmak istemiyordum. Yüzünü görmek istemiyordum.

Yeni evimizin işlerinin bitmesi yaklaşık bir ay sürmüştü. Bahçeli, geniş balkonu olan bir evde oturmak hep hayalimdi. O apartmandan kurtulduğum için mutluydum.

Kendime, küçük bir şirkette iş bulmuştum. Kariyerimde onun da adının geçmesi istediğim bir şey değildi ama ben o işi hakkını vererek yaptığım için çok umursamamıştım e haliyle de yeni işime girmek için bana fayda sağlamıştı. Bu Yiğit'in bana fayda sağladığı ilk ve tek şeydi zaten.

Murat, işimden ayrıldığım için kızsa ve kabul etmese de oraya dönmek istemediğimi kesin bir dille söylediğim için kabul etmişti. Hayatımda yaptığım yenilikler onu benden daha çok sevindiriyordu.

İlk zamanlarda hayatım bitmiş gibi davrandığım için böyle hissetmesi normaldi. Ona kızmıyordum. Bu imajı kendi ellerimle çizmiştim kendime.

Şimdi ise yoldaydım. Eski evime gidiyordum. Emlakçı beni arayıp evi görmeye geleceklerini, eğer özel eşyam varsa gelip almamı çünkü evi boşaltacaklarını söylemişti. Ben de el mecbur gidiyordum.

Bilmem ne kadar süre sonra taksici sokağın başında durdu. Ücreti ödeyip indim ve defalarca kez yürüdüğüm yolları arşınlamaya başladım. İçimde bir hüzün yok değildi. Sonuçta hayatımın büyük bir bölümü bu sokakta geçmişti. Çocukluğum, düşüp kendimi yaraladığım kaldırımları hiç dönmemek üzere adımlamak şimdi üzüyordu beni.

Kısa süre sonra evin önündeydim artık. Omuzlarımda koca bir hatıranın yüküyle beraber çantamdan çıkardığım anahtarı tozlu deliğe soktum. İki kez çevirdikten sonra kapı aralandı.
İçeri girdiğimde havasızlık karşıladı beni. Aralık perdeden içeriye süzen güneş ışığı, havadaki toz zerrelerini aydınlatırken birkaç küçük öksürük kaçtı dudaklarımdan. Beyaz örtülerle kapatılmış eşyaların yanından geçip direkt odama ilerledim.

İçinde anılarımın olduğu sandığımı, komodinin üzerinde duran annemle birlikte olan fotoğrafımı, kitaplarımı ve annemin odasından birkaç eşyasını yanımda getirdiğim valize doldurdum. Alacağım her şeyi almıştım. Odama kısaca göz attım. Bütün bitkilerim yokluğumda kuruyup gitmişti. Bir bitkinin bile elimde can veriyor oluşu kendime olan nefretimi körüklerken hızlı adımlarla çıktım oradan. Eski bana ait hiçbir şeyi görmeye tahammülüm yoktu. Yeniden başlamak isteğini hiç böylesine şiddetli istememiştim.

Adımlarım, artık bir daha göremeyeceğim evimin içinde sendelerken etrafıma baktım. Gözlerim dolmaya başlamıştı. Boğazıma çöreklenen o iğrenç hissi geçirmek için defalarca kez yutkundum. Ağlamak istemiyordum. Ne için olursa olsun artık ağlamak istemiyordum.

Yüzümü kapıdan tarafa döndüğümde olduğum yerde kalakaldım. Neye uğradığımı şaşırırken adımlarım geriye sendeledi. Yanı başımda duran sandalyeden güç aldım düşmemek için.

O, kapının önünde duruyordu.

Gördüklerimin gerçek olup olmadığını kontrol etmek için kirpiklerimi kırpıştırdım birkaç kere. Çünkü bir kabus olduğunu düşünüyordum. Yiğit'in karşımdaki görüntüsü sadece bir kabustu. Birazdan uyanacaktım. Evet, evet bu bir kabustu.

"Hazel." sesini duyduğum anda yer ayaklarımın altından kayıyordu sanki. Beni ayakta tutan tek şey destek aldığım sandalyenin koluydu. Dolu gözlerimi gözlerine çevirdim. Kahverengi hareleri doğrudan bana bakıyordu. İnsanın yarattığı enkaza bakması bu kadar kolay mıydı? Gördüğü şeyden hiç mi utanmıyordu?

"Sen" dedim nefes almaya çalışarak "senin burada ne işin var?"

"Hazel-" konuşmak için dudaklarını araladığında sinirle sözünü kestim.
"Sen hangi yüzle geliyorsun buraya?"

Evin içine adımladı. Bir iki adım geriye atıp elimi ona uzattım. "Yaklaşma."

"Hazel lütfen konuşalım." dedi yalvarırcasına. Cidden inanamıyordum. Hangi yüzle buraya gelebiliyor, karşıma çıkabiliyordu? Yaşadığım onca şey koca bir şaka mıydı? Hiç mi utanmıyordu?

Alaylı bir gülüş dudaklarımın arasından kaçıverdi. Sinirden dolan gözlerimi yüzünde gezdirdim.
"Konuşalım mı?" Sesim gittikçe yükselirken kendime engel olmak için üstün bir çaba harcıyordum. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Ne konuşması? Hemen def ol git buradan." Artık kendime hakim olamıyordum. Nefeslerim sıklaşırken ve dolan gözlerim yüzünden ayakta durmak gittikçe zorlaşıyordu. Bana yaklaştı. Hıçkırıklara boğulduğum anda nasıl bir anda yanı başıma geldiğini anlamadım. Ellerini, yere düşmek üzere olan bedenime doğru uzattığında kendimi geriye çektim hızla.

"Sakın dokunma bana!" diye bir bağırış yükseldi boğazımdan. Nefeslerim sıklaşırken bir krizin eşiğinde olduğumun farkındaydım. İçimde geri planda tuttuğum ne varsa çıkmak için can atıyordu. Ellerim zangır zangır titriyor, göz yaşlarımdan dolayı önümü bulanık görüyor ve inip kalkan göğsümün hızından başım dönüyordu.

"Hazel?" dedi endişeyle. Sesindeki korkunun elle tutulacak kadar gerçek olması kafamı allak bullak ederken kendimi yere bıraktım. Hıçkırıklarım ardı ardına sıralanıyor, zar zor aldığım nefeslerimi daha da kesiyordu. Kendimi kaybetmek istemiyordum. Onun karşında sanki hiçbir şeyi toparlayamamış, onu atlatamamış gibi görünmek istemiyordum. Ona karşı kaybettiğimi göstermek istemiyordum ama önümde diz çökmüş vaziyetteki adamın yüzünü görmek bana hiç yardımcı olmuyordu.

"Daha ne istiyorsun benden?" dedim içim çıkarcasına ağlarken. "Her şeyimi aldın benden Yiğit. Umutlarımı, güvenimi, aşkımı, inancımı... Her şeyimi aldın benden. Yemin ederim hiçbir şeyim kalmadı artık. Daha ne istiyorsun ha?"

Ağlıyordum. Sanki ağlarken içimdeki tüm bu acıyı dışarı akıtmam mümkünmüş gibi ağlıyordum. Sanki ağlasam her şey düzelecek ve ben kötü bir rüyadan uyanarak hayatıma kaldığım yerden devam edebilecektim.

"Hazel." dedi sesindeki acıyla. "Sana yemin ederim hiçbir şey göründüğü gibi değil. Lütfen dinle beni." yalvarıyordu adeta. Önümde diz çökmüş, ağlaya ağlaya yalvarıyordu. Eli havada beni tutmak için beklerken gözlerindeki kesin ifade beni afallattı. Her şeyin eskisi gibi olacağına inanması komik geldi o an.

Yerden kalktım bir anda. Kendimi bu kadar küçük düşürdüğüm artık yeterdi. Buradan ardıma bakmadan çıkmak istiyordum.

"Her şey bitti. Artık sen ve ben olamayız. Anlatmakla zamanını boşa harcama. Artık senin adını dahi anmak istemiyorum Yiğit. Karşıma çıkma. Beni arama. Bırak artık. Bu ikimiz için de en doğru olanı."

Arkamı döndüm. İçim acıyla kavrulurken tek isteğim bir an önce şuradan çekip gitmekti. Lakin bileğime dolanan ellerle adımlarım durdu.

"Ne yapıyorsun?" dedim sinirle bileğimi kendime çekmeye çalışırken ama parmakları o kadar sıkı sarılmıştı ki değil bileğimi kurtarmak, yerimden bir adım bile kıpırdayamıyordum.

"Beni dinleyeceksin!" dedi kastığı çenesiyle. Ardından beni sürükleyip koltuğa oturttu. Yerimden kalkmak için yeltendiğimde aceleyle kapıya gitti ve açarken üzerinde bıraktığım anahtarı alıp kapıyı içeriden üzerimize kilitledi. Hızla ayağa kalktım.

"Sen kafayı mı yedin! Ver şu anahtarı yoksa bağırırım!" sinirden elim ayağım titriyordu. Benimle dalga mı geçiyordu bu adam?

Gelip önümde diz çöktü. Elleri, ellerime uzanırken kendimi geri çektim. Ayaklarıma kapandı. Neye uğradığımı şaşırırken ne diyeceğimi bilemiyordum.

"Yalvarırım dinle." Hıçkırıkları arasından konuşurken cidden ne yapacağımı bilmiyordum. "Anlattıklarımdan sonra gitmek istersen anahtarı vereceğim. Söz."

Geriye adımladım. Elleri boşluğa düşünce kafasını kaldırıp bana baktı. Dinleyecektim. Her şeyi mahveden bu adamın neler söyleyeceğini merak ediyordum. Bunca acıya neyin sebep olduğunu. Bizi böylesine geri dönüşü olmayan bir yola itmesinin sebebini dinleyecektim. Belki bu, her gece zihnimi ele geçiren hastalıklı düşüncelerimin de sonu olurdu.

"Peki." dedim. "Anlat. Çok zamanım yok." çok zamanım yoktu. Eve gitmek için kestiğim biletin faturası cebimde dururken yüzüne baktım. Ona alttan alta gideceğimin sinyalini vermek istemiştim. Kaşları acıyla burkuldu. Ayağa kalktı. Gözlerime bakarken oradaki ifade sanki onun eski, beni ne pahasına olursa olsun seven Yiğit olduğunu gösterir gibiydi. Ya da ben bu yalana tekrar inanmak için can atan iflah olmazın tekiydim.

"O gün, seni bıraktığım gün," dedi gözlerini bir an kaçırarak. "Babam aradı. Çok hasta olduğunu, eğer gitmezsem senin başına geleceklerden onun sorumlu olmadığını söyledi bana." imalı bir gülüş dudağımın kenarında yerini buldu.

"Sen ona rağmen gelip beni bulmadın mı? Babadan korktuğun için mi beni terk ettin yani Yiğit? Buna inanmamı mı bekliyorsun?"

Şaka gibiydi. Her şey kocaman bir şaka olmalıydı.

"Dinle Hazel, ölmek üzere olan bir adamın, ölüyor olmasına rağmen yine de kendi öz oğlunu tehdit etmesi gerçekten sana zarar vereceğini gösteriyordu. Gitmeliydim. Başka çarem yoktu. Azrail kapısına dayansa bile benim isteklerim ve hislerim onun zerre umrunda değildi. Sana yemin ederim seni orada bırakmak istemedim. Seni ardımda bırakıp gitmek fikri ölümden farksızdı. Ama yapmak zorundaydım. Senin saçının teline bile bir zarar gelse yaşamamın ne anlamı kalırdı? En azından hayatta olacağını bilmek bana yeter sandım."

Koca bir kahkaha attım. O kadar komikti ki. Cidden, cidden böylesine aptalca bir mazereti kabul etmek...

"Ben yaşıyor muyum? Bir bak bana. Bu yaşadığım hayat mı? Beni ardında bırakıp gittiğinde cidden hayatıma laylaylom devam edeceğimi mi sandın? Sen benimle dalga mı geçiyorsun?" sesim sonlara doğru dehşet bir şekilde yükselirken kendime hakim olmak için çabalıyor lakin boşa kürek çekiyordum.

"Ya sen" dedim ellerimi sinirle saçlarımdan geçirerek. "Sen aylar sonra karşıma çıktın benim. Kolunda sahte nişanlınla." sahte nişanlın derken üstüne basa basa söylemiştim. Her şeyden senin için vazgeçtim derken o kadar komikti ki. Gerçekten buna inanacak kadar salak olduğumu düşünmesi... Bu kadar mı saf, basit biriydim ben?

"Gördüklerinin hepsi sahte." dedi gözlerimin içine bakarken. "Yemin ederim."

"Yemin edip durma!" diye bağırdım. Sakin kalmaya çalışıyordum ama bu mümkün değildi. "Senin elin o kadının göbeğini okşuyordu Yiğit! Sen gelip nasıl hepsi sahte diyebilirsin? Kendi gözlerimle gördüm. Mutluydun, gülüyordun. Ben bir ölüyken sen yaşıyordun. Bu muydu senin saçının teline zarar gelse yaşayamam demen?" cidden artık titriyordum. Tüm bedenim zangır zangır titriyor, zar zor nefes alıyordum. Bayılacak gibi hissediyordum. Uğradığım ihaneti dile getirmek beni mahvetmiş, içime gömdüğüm ne kadar düşünce varsa hepsini dışarı çıkarmıştı. Sözler, dilimin ucunda zehrini bırakıp çıkarken bedenim ayakta durmak için son çabalarını veriyordu. Affalladı. Adımları geriye sendelerken tüm gücünü yitirmiş gibiydi. Bu kadardı işte. Sevgisi bu kadardı. Bana saygı duyacak kadar bile sevmiyordu beni.

"Anahtarı ver." dedim sakin olmaya çalışan bir ses tonuyla. Artık burada bir dakika bile kalmak istemiyordum. Yüzünü görmek bile istemiyordum.

"O bebeğin babası ben değilim." dedi gözlerimin içine bakarken. Anahtarı almak için uzanan elim havada asılı kaldı. Donakalmış bir vaziyette ona bakarken "Ne?" sözcükleri dökülebildi sadece.

"Lale'nin bebeğinin babası ben değilim. Yemin ederim aramızda hiçbir şey geçmedi. Ona elimi sürmedim. Onunla aynı yatakta bile yatmadım." Doğru mu söylüyordu yoksa benimle tekrar mı oynuyordu, emin olamıyordum.

"Uzun süredir izleniyoruz. Lale de en az benim kadar istemedi bu evliliği. Beni sevmiyor, tıpkı benim onu sevmediğim gibi."
Neyden bahsediyordu? Şimdiye kadar yaşadığımız her şeyin bir yalandan ibaret olduğunu mu söylüyordu yani?

"Ortaklık için evlenmek zorunda olduğumuzu biliyordun. Lale de ben de bu evliliği en başından beri istemedik."

"Ama Lale hiç de istemiyormuş gibi durmuyordu." dedim alayla. Derin bir nefes alıp bıraktı.
"Öyle davranmak zorundaydı çünkü her adımımız izleniyordu."

Ne diyeceğimi bilemiyordum. Hıçkırıklarım yerini sesli iç çekişlere bırakırken yüzüne bakmak dışında yapabileceğim başka bir şey yoktu.

"Neden şimdi söylüyorsun? Neden en başından söylemedin? Neden sana inanayım? Neden ben bu kadar acı çektikten sonra?" neden diye başlayan sorularımın sonu yoktu. "Her şeyi bu kadar berbat ettikten sonra neden?"

Yanıma geldi. Ellerimi tuttu. Bu defa karşı koymadım, koyamadım. Direncimin bu kadar zayıf olduğunu bilmekten nefret ediyordum.

"Babam öldü." dedi soğukkanlılıkla. "Dün gömdüm ellerimle." Babasının ölümünden bu kadar basit bir şekilde bahsetmesi beni şaşırttı. Sanki bunu anlamış gibi cevap verdi. "O benim için bir diktatörden başka bir şey değildi. Hiçbir zaman benim için bir baba olmadı. Hiçbir zaman onun babam olduğunu hissedemedim. Buna izin vermedi."

Ellerimi kalbinin üzerine koydu.
"Onu gömerken bile aklımda sen vardın. O artık sana zarar veremez. İstediğim tek şey bir an önce sana gelmekti, yemin ederim can içim."

Can içim... Ben artık solgun bir candım. O bunu bilmiyor muydu?

"Biliyorum her şeyi yoluna koymak ikimiz için de uzun zaman alacak ama sana yemin ederim seni bir kez daha kaybetmek istemiyorum Hazel. Yolunda durmayacağım. Ama hep bekleyeceğim seni. Sen ne zaman gelirsen gel ben hep aynı yerde olacağım."

Tuttuğu ellerimi dudaklarına yaklaştırıp öptü. Gözlerim, yaşlardan dolayı bulanık görürken sesli iç çekişlerim, kalbimin gümbürtüsüne eşlik ediyordu. Elim ayağım birbirine dolanırken ne diyeceğimi bilmiyordum.

"Her şeyi düzelteceğim." dedi tekrar konuşmaya başladığında. "Öyle bir dünya yaratacağım ki bize, kimse bir daha asla zarar veremeyecek. Sadece seni bekleyecek o dünya. Sadece sen ve ben olacağız, eğer gelmek istersen."

İnanamıyordum. Bunca acımın altında sadece bir yalan yattığına inanamıyordum. Bu kadar şeyi sadece bir yalan için çektiğime inanamıyor, kabul etmek istemiyordum.

Anahtarı avuçlarımın arasına bıraktı. Gözleri bir saniye olsun, gözlerimden ayrılmazken içim anlam veremediğim duygularla dolup taşıyordu. Üzüntü, sinir, huzur, rahatlık, özlem... Hepsi bir aradaydı. Gergin hissediyor, ne yapacağımı bilemiyordum. Ona tokat atmakla boynuna atlamak arasında bir yerlerdeydim. Bu kadar kolay affetmek istemediğim için ikinci şıkkı eledim.

"Git." dedi. "Yoluna taş koymak değil amacım. Seni ne hale getirdiğimi biliyorum. Sana çok acı verdim. İyileşmeye çalıştığını biliyorum. Benden nefret etmekte sonuna kadar haklısın hatta nefretini bile hak etmeyen aşağılık adamın tekiyim ben. Sadece seni çok sevdiğimi asla unutma olur mu?" dedi kahverengi hareleri yaşlarla dolarken." Git hadi. Senin için kapıyı ardından kilitlerim."

Anahtarı aldım. Avcum, avucuna değince bedenime sirayet eden titreme ile neye uğradığımı şaşırdım. İçim bitmek bilmeyen bir hasretle dolarken kapıya doğru hızla adımladım. Sandalyenin dibinde duran valizimi elime aldım. Anahtarı deliğe sokup kapıyı açtım. Güneş ışığı, kızarmış göz bebeklerime doğrudan vurduğunda acıyla gözlerimi yumdum.

"İkimizin de iyileşmeye ihtiyacı var." dedim arkamı dönmeden. "Ne kadar zaman alır, bilmiyorum." derin bir nefes aldım. "Ölmeden önce tekrar görüşmeyi umuyorum Yiğit. Kendine iyi bak." kapıyı çekmeden önce ekledim.

"O dünyayı yaratana kadar."

*
Herkese selam.
Nereden başlayacağımı bilmiyorum. Uzun süredir bölümü yazamadım. Ne kadar kızsanız da haklısınız. Bu kadar uzatmamın nedeni aslında hikayeyi nasıl bir sonla bitireceğimi bilememdi ki eminim çoğunuz final yazısını görünce şaşırmışsınızdır. Özel Asistan'ı 2016 yılında yazmaya başladım. Bu kadar uzunca bir süre devam edeceği-kabul ediyorum bölümler sürekli aksadı :(- aklımın ucundan geçmezdi. Kitaba başlarken eğlenceli, yaz dizisi tadında bir kitap olmasını ummuştum ama sanıyorum benim melankolik tarzım pek buna uygun değil. Yiğit ve Hazel benim bu ruh durumum yüzünden çok acı çekti 🙄. Acısıyla tatlısıyla bir sürü şey yaşadık. Her ne kadar bölüm atmasam da her gün girip yorumlarınızı okumaya çalıştım. Birkaç okuyucum yaşıyorsan ses ver demiş 😂 buradayım, yaşıyorum.

Kitabı böyle bitirmek aklımın ucundan dahi geçmiyordu. Şunu söylemek istiyorum ki kitabı yöneten ben değildim, tam tersi kitap beni yönetiyordu. Yani onun çizdiği yoldan gittik.
Bu son sizi tatmin eder mi, bilmiyorum. Öyle olmasını umuyorum çünkü Hazel ve Yiğit'i kalemimin ucundaki zamanı bu kadar. Onlar artık kendi yollarını çizecekler. İkinci bir kitap olacağını pek sanmıyorum. Sonrası sizin güzel hayal gücünüze kalıyor artık. Aslında ilk başta mutsuz sonla bitirmek istemiştim çünkü hayatta mutlu sonlar yok ne yazık ki. Her aşk mutlu sonla bitmiyor. Hayatın gerçeklerini kitaba koymak istemiştim ama Yiğit ve Hazel beni tekrar yönetti ve kitap bu şekilde bitti. Umarım sonraki hayatlarında hep birlikte ve mutlu olurlar. Umarım aklınızdaki sorulara cevap verebildiğim bir son olmuştur.
Mantık hataları varsa affola, uzun bir süre yazmadığım için bazı yanlışlar olabilir.

Neyse, çok uzattım galiba 🥺

Şimdiye kadar yanımda olan, okuyan, yorum yapan, oy veren herkese çook teşekkür ederim. İyi ki varsınız.
Sizi seviyorum.
Kendinize iyi bakın. 💜

Continue Reading

You'll Also Like

752K 28.6K 91
Genç kızın arkadaşının verdiği yeni numarayı yanlış yazan kızın gelecekteki kocasına tesadüfen yazması. İlk başta kız engel yesede engel bir şekilde...
1.7M 54.4K 39
Üzerime doğru yürümeye devam etti. Gelip tam karşımda durdu. Gözünü kırpmadan yüzümü inceliyordu. Gözlerini gözlerime dikti. Soru dolu bakışlarla y...
826K 16.3K 21
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...
50.3K 266 1
Eski adı Bana Abi Deme'dir ve 2024 yılında düzenlenmiştir. "Ali abi iyi misin?" Yüzünü bana doğru çevirdi ve gözlerinde gördüğüm bu saf sinir beni şa...