IŞIK MÜRİDİ (TAMAMLANDI)

Door BatuhanKadnah

3.4K 732 2.7K

Metal ayakları benek benek kabarmış, paslı bir ranzada yatan mahkûm, tavanın köşesini, iki taş duvarın kesişt... Meer

GİRİŞ
MAHKÛM
YAZ GÜNDÖNÜMÜ
AV
GRİ EV
DAVETSİZ MİSAFİR
MEDCEZİR
SERAPHOS BATAKLIĞI
DEVİNİM
ANATOLİA
BAŞKALDIRI (Birinci Kısım)
SİTHİS
BAŞKALDIRI (İkinci Kısım)
ŞAMAN BÜYÜCÜ
SOYSUZ BİR SOYLU
BEDEL
HİÇLİK
ANATOLİA BEYİ
ÇANLAR
ELVEDA
BUZ ve ATEŞ
YARIMADA
IŞIK (Birinci Kısım)
IŞIK (İkinci Kısım)
FİNAL

KARANLIK

81 29 66
Door BatuhanKadnah

Merdiven basamaklarını ağır ağır çıkıyordu Sura. Şu kemik torbası Lettice'in suratında oluşan az önceki o şok ifadesi, hala gözünün önünden gitmemişti. Eğer bir ihtimal gri rahibe ona bakmaya devam ediyorsa diye, her basamağa ayrı bir keyif katarak aheste aheste hareket ediyordu. Hâlbuki gri rahibeyi sadece oyuna getirmişti.

Aslında Sura'nın bu küçük zaferinin arkasında bir geçmiş yok değildi. Evvela, Gri Evdeki ilk sabahında arkadaşı Caithlin, kendisine şu meşhur odadan bahsederken kapının ilginç bir şekilde diğerlerinden farklı olarak kilitli olduğunu söylemişti. Akabinde yatakhanedeki diğer kızların da bu kilitli odayı sorguladığına defalarca şahit oldu.

Kapalı oturuma değin her gün, Sura'nın zihnini talan eden tek bir cümle vardı: Kilit meselesini çözersen şu lanet evin tamamını anlayabilirsin. Doğru, henüz çözememişti ama daha farklı bir ayrıntıyı keşfetti. Karanlık odaya bakıp içeride iki sıra oturak ve bir sandalyeden başka hiçbir şeyin olmadığını anlaması ile gelen o düş kırıklığı annesinin zamanında ona söylediği bir sözü hatırlatmıştı: Karanlıkta ışık daha belirgindir. Bu karanlık, içinde kayda değer bir şey yokmuş gibi görünen odada kesinlikle bir ışık vardı; bundan emindi. Onca ihtiyatın sebebi olan bir şey... Sadece onu göremiyorlardı işte. Annesi haklıydı, oracıkta duruyor olmalıydı. Ama en zor görülen aslında apaçık ortada olanlar değil miydi?

Kapalı oturum için odaya girdikleri sırada Sura, bu fikrini sınamaya karar vermişti. O görüşmedeki hikâyelerin, soruların, cevapların ve daha ne varsa hepsinin arkasında büyük bir şey vardı. Sağ olsun, gri rahibe Lettice sayesinde de ilk zaferine ulaştı. Görüşme sonrası, odanın hemen başında o malum soruyu sorması ile birlikte kadının yüzünün aldığı hal, bir bakıma haklı olduğunu kanıtlamıştı. Ne yapıp edip bunu çözecekti.

Yatakhanelerin olduğu koridora çıktığında sadece kendi odalarından ses geldiğini fark etti. Hararetli konuşmalara zeminden gelen sürtünme sesi eşlik ediyordu. Muhtemelen görüşmede konuşulanları tartışıyordu kızlar. Odaya ilişkin ilk sorgulanan o kilit mevzusunu çoktan unuttuklarına emindi Sura. Gri rahibe onlara bir oda dolusu düşünecek malzeme vermişti sonuçta. Adımları, duvar meşalesinden yükselen aciz alevlere yetiştiğinde Westos ile olan son konuşmalarını anımsadı. Konsey asistanı sayesinde ulaştığı sonuç neydi? Işık Tapınağı önemsiz, içindekiler önemli. Tapınağı anlamak için onu oluşturan taşlara değil, insanlara bakmak lazım. Anlaşılacağı üzere buna kendileri de dâhildi artık. RHEA AŞKINA WEST! Bunu, şu ana kadar nasıl anlamadığına hayret etti Sura. Westos buraya gönderileceğini biliyor olmalıydı.

Yatakhane girişine vardığında şaşkınlığına bir yenisi eklendi. Kızlar ahşap yataklarını odanın ortasına doğru, birbirleri ile rahatça konuşacakları şekilde çevirmişti. Anladığı kadarıyla şu toplu görüşme işi sayesinde kızlar, birbirleriyle iyice kaynaşıyordu eskiye kıyasla. Sura da artık bu mesafeli duruşunu sonlandırmaya karar verdi. Kızlardan uzak duramazdı; onlar da buranın parçasıydı artık. Westos haklıydı.

"Sura! Neredeydin arkadaşım? Ne diye dikiliyorsun hala? Hadi gel, konuşacaklarımız var." dedi Caithlin heyecanla. Diğer kızlar da aynı şekilde gözlerini Sura'ya dikmişti. Görünürde onu bekliyor gibiydiler.

"Şey... Sanırım görüşmede çok heyecanlandım. Tuvalete sıkıştım." diye yalan söyledi Sura ve diğerlerine katılmak üzere yatağına geçti. "Sıkıntı yok tatlım. Biz de nasıl oturalım diye anlaşmaya çalışıyorduk." dedi kızlardan Akay. Orman yeşili, çekik gözlü kız çocuğu, cübbesinin cebinden bir mum çıkarıp diğer ikisinin yanına koydu. İnatçı bir karanlık hüküm sürüyordu çaylakların yatakhanesinde.

"Beni hiç şaşırtmıyorsun arkadaşım; akşam yemeğinde yürüttün yanılmıyorsam." dedi Ida, dudaklarında takdir dolu bir tebessümü eksik etmeden. Gri Eve Ida'dan sonra ikinci katılandı Akay; o günden beri ikili, sıkı fıkı olmuştu. "Elbette..." diye karşılık verdi Akay, zarif bir omuz silkmeyle.

Caithlin, elindeki yastığı döverek sabırsız bir edayla "Hadi arkadaşlar ya! Rhea aşkına, odada ne konuştuk biz öyle? Ben bir bok anlamadım. Siz anladınız mı bir şey?" diye sordu.

Kıpraşan mırıltıları aşıp anlamlı denilebilecek ilk sözcükler Eva'dan çıktı. "Gri rahibe bize bir şey anlatmaya çalışıyordu kızlar. Ama nedense bunu dolaylı yoldan yapmaya çalışıyor gibiydi."

"Şu tilki hikâyesine ne demeli? Tilki biz isek canavar kim oluyor? Bizi bir şeye mi hazırlıyorlar?" diye sordu çaylaklardan Leslah. Beyaz teni, bal rengi gözleri ve sırma saçları ile epey dikkat çekiyordu kız çocuğu.

Üçüncü mumla işini bitirip odayı biraz daha aydınlığa kavuşturan Akay, dikkatleri kendi üzerinde toplayacak şekilde elini çırptı. Kendinden emin duruşu ister istemez odada bir otorite figürü haline gelmesine yol açıyordu. "Asıl meseleyi yine göz ardı ediyoruz." diye sitem etti. "Neden Gri Evdeyiz arkadaşlar? Önceliğimiz bunu bulmak olmalı. On üç kişiyiz. Hepimiz on altı yaşındayız. Bunun ötesinde olan bir bağ olmalı aramızda. Bu bağı bulursak gerisi de gelecektir."

"Kaçıncı defa aynı şeyi tartışıyoruz. Yok işte! Bağ falan yok ortada!" diye yakındı Ida.

"Bu sefer farklı; İnanıyorum ki hep birlikte bulacağız..." diye üstüne basa basa vurguladı Akay. Odanın tam ortasına yürüyüp bakışlarını tek tek kızlar üzerinde gezdirdi. Sonuca ulaşabilmek için bir koro şefi gibi kızlar arasında bir ahenk yaratmaya çalışıyordu sanki.

"Adale, Khloe ve Eva Limanlı, geri kalanımız Yarımadalı..." diyerek densiz bir başlangıç yaptı kızlardan Kyrei. Yarımadalı olan ailesi Benoitler, kolektör idi. Bu tarz bir ayrım ile başlaması çok da olağan dışı değildi esasında.

Bu ayrıma pek de gücenmiyormuş gibi bir tavırla Eva söze atıldı. "Konunun zenginlik olmadığı aşikâr yani..." Kızın sesindeki netlik, şemailindeki sevimliliğe tezat idi.

Bu kısır döngü tartışmalardan bıkmış usanmıştı Ida ve azarlar bir dille "Boşuna çabalıyorsunuz!" diyerek bakışları üzerinde topladı tekrar. "Görmüyor musunuz? Ailelerimiz gıklarını çıkarmadan buraya verdi bizi. Hanginizin ailesi direndi ha! Bundan kaçış yok arkadaşlar. Bu şekilde sadece kendinizi hırpalıyorsunuz. On altı yaşındakiler için basitçe kura çekilmiş olabilir. Ne bileyim... Tanrıçamız Rhea, isimlerimizi başrahibeye fısıldamış falan olabilir. Mars, Arz'a küsmüş, Sithis tersinden kalkmış olabilir. Off! Binlerce..."

Öteki lafını bitiremeden yatağından fırladı Eva. Birkaç adım dizinin üzerinde süründükten sonra ayakları üzerinde doğrulmayı başarıp Ida'nın yakasına yapıştı. Diğer kızlar neye uğradıklarını şaşırmıştı. Zira Eva'nın yüzündeki dehşet ifadesi bulaşıcıydı. "Ne dedin! Az önce ne dedin!" diye tısladı soluk soluğa. Ida afallamış, dili tutulmuştu. Kekeleyerek "Sithis tersind..." derken Eva tekrar araya girdi. "Bir önceki!" Ida yutkunup cevap verdi. "Mars Arz'a küsmüş..."

Ida'nın yakasına tutunmuş elleri yavaşça çözüldü Eva'nın. Dalgın bakışları ve oval bir şekil alan ağzı, yakaladığı bilgiyi dikkatlice gün yüzüne çekiyor gibiydi. "Üçüncü çocuğum..." diye başladı kız çocuğu. "İki ağabeyim var. Babam iki haşarı erkekten sonra doğumuma o kadar sevinmiş ki bıkmadan usanmadan anlatır o günü. Kapının dışında gergince beklerken kendini rahatlatmak için piposunu yakmış. Dumanı şehrin isine karışırken bulutların arasından onu görmüş. Mars'ın mavi ışığını..."

Eva'nın kaşları çatıldı ve bakışlarını Laetitia'ya döndürdü. "Benimle aynı gün eve katıldın arkadaşım. Secunda'nın yirmi sekizinde doğdun değil mi?" diye sordu. Kız çocuğu yutkunup başıyla hızlıca onayladı. Korku, elmacıklarından titrek yanaklarına doğru süzülüyordu; gözlerinde kristal netliğinde bir kaygı belirmişti.

"Biraz zorlama değil mi?" diye lafa girdi Akay. Eve katılmalarının bu kadar rastlantısal olmasını kabul edemiyor gibiydi.

"Hayır değil..." diye fısıldadı Eva. "Öğretsel'de gök cisimleri de öğretilir bize. Limanlılar sandığınız kadar cahil değil yani. Mars, yılın ilk altı ayı rastgele belirir semada. Ama bir gün var ki hep semadadır. Son gün... On üçüncümüzün katıldığı gün..."

Akay ciğerlerine mahkûm ettiği ölgün nefesi çok demeden serbest bıraktı. Hiç hoşuna gitmese de kabullenmişti. Dudaklarından "Yaz gündönümü..." diye bir fısıltı koptuğunda diğerleri gibi gözleri sessizce yatağına sinmiş haldeki Sura'ya kilitlenmişti.

###

Sırtı kaskatı kesilmiş bir halde uyandı gri rahibe Agnis. Dünkü toplantıdan sonra evine gidememiş, gece yer yatağında yatmak zorunda kalmıştı. Aslen nöbetçi, bu sabah kahvaltıdan sonra çaylaklarla kapalı oturum yapacak gri rahibe Maesa olduğu için güzel yatağı da ona kaptırmıştı. Taş kesmiş vücudunu doğrultmaya çalışırken bulabildiği her nefesi başrahibeye söverek harcıyordu o esnada. Şu Sura davası çözülmez ise galiba sonsuza kadar ikinci bir nöbetçi olarak Gri Eve mahkûm kalacaktı.

İri vücudunu ayakları üzerinde sabit bir şekilde tutmaya başardığında Maesa'nın yatağında olmadığını fark etti. Başrahibe yetmezmiş gibi o da kendisinden geceleyin vakit buldukça ortalığı kolaçan etmesini rica etmişti. Neymiş... Yarın çaylaklarla görüşmesi varmış hanımefendinin. Yardımcı olursam çok minnettar olurmuş... Seni uyanık Maesa!

Nöbetçi odasını terk ettiğinde gözleri sağ tarafa, başrahibenin odasına kaydı istemsizce. Kapı eşiğinden sızan ışık huzmesi içeridekinin derdini dışarı kusuyor gibi dalgalanıyordu. Görünüşe göre kötü bir gece geçiren sadece kendisi değildi. Agnis, başrahibeyi kaygılarıyla yalnız bırakıp yemekhaneye doğru ilerledi. Salona girdiğinde Maesa'yı, gözleri kapalı, bir köşede duvara yaslanmış halde buldu. Agnis için her daim bir muamma idi bu kadın. Bu halleriyle keyfini demliyor da olabilirdi, dertlerini elekten geçiriyor da olabilirdi. Kim bilir? Boş masaların arasından geçip arkadaşı Maesa'nın yanına vardı. Keyifsizce kadına selam verdi. Tersine, Maesa'dan gayet güler yüzlü bir karşılık geldi.

"Zor bir akşamdı, değil mi?" diye sordu Maesa. Sesi o kadar da umutsuz gelmiyordu. "Bir o kadar da zor bir geceydi..." diye karşıladı Agnis. Sedası iğneleyici, sarı kaşları kaskatı duruşu gibi çatıktı. Maesa hiç de üzerine alınmış gibi görünmüyordu. "Kızı teste tabi tutamamamız ne kadar da kötü Agnis; bir çırpıda şu işi çözebilirdik oysaki."

Yemekhanenin yer yer kararıp çatlamış ahşap duvarlarından seken titrek mum ışıkları Agnis'in delici bakışlarını daha da ürpertici bir vaziyete bürümüştü. "Dalga gücüne vakıf değilse ve yüzüne o şamarı indireceğimiz vakit kız geri çekilmezse... O zaman ne olacak? Sura'nın gelişimi sekteye uğrar; buraya bakışı geri döndürülemeyecek üzere değişir. Tanrıçamızın gözünden kaçmaz Maesa... Bir ayını henüz doldurmuş bir çaylaktan bahsediyoruz." Maesa başıyla onaylamakla yetindi. Haklılık, dalları budanmış çıplak bir ağaç gibiydi. Eskisi gibi öyle kolayca tepesine çıkıp aksini kanıtlayacak bakış açısına sahip olamazdın artık.

İki gri rahibe huzursuz bir sessizliğe tutulmuşken ikinci yaşıtlar ellerindeki kahvaltılıklarla yemekhaneye girdi. Masaları düzenleyip yiyecekleri sehpalara yerleştirmeye başladılar. Kısa süre sonra diğer kız çocukları da gruplar halinde salona gelmeye başladı. Agnis'in gözü Sura'yı arıyordu. Yine uyuyakalmamıştır herhalde diye içinden geçirdi.

Çok geçmeden kız çocuğu da yemekhaneye girdi. Arkadaşları kendi masalarına kurulurken Sura bir süre öylece ayakta bekledi. Farkında değildi o esnada ancak Agnis'in gözlerini kendi üzerinde ablukaya almıştı. "Yine ne haltlar çeviriyor şu Athea veledi?" diye yakındı Agnis. Sura ayakta dikilip ikinci ve üçüncü yaşıtların masalarına bakıyordu. "Bir şey düşünüyor gibi..." diye fısıldadı Maesa. Ötekinin bu bariz tespitine öfkelenip derin bir of çekti Agnis. "Elbette bir şeyler düşünüyor! Biz ne bok yiyeceğiz bu çocukla! Kapalı oturum için sana iyi şanslar dilerim arkadaşım. Zira burnuma kötü kokular geliyor yine."

Liman standartlarından bile kötü olan kahvaltı bittiğinde, gri rahibe Maesa pek de heyecan içermeyen bir ses tonuyla çaylaklara kapalı oturum çağrısı yaptı. Sura ve arkadaşları itaatkârlıkla yola koyuldular. Üst üste iki görüşme olağandışı idi. Zaten ikinci yaşıtlar da bulaşıklar yine kendilerine kaldığı için homurdanıyordu.

Gri rahibe Maesa görüşme odasının kilidini açıp çaylakları içeri davet etti. Ardından o da içeriye girip oturakların karşısındaki sandalyeye kuruldu. Bir süre konuşmadan kızları izledi. Her birinin suratına garip, irkilmiş bir ifade yerleşmişti. Dün de mi böyleydiler acaba? diye aklından geçirdi gri rahibe. Neyse... Şimdi önünde başrahibenin talimatı gereği hızlandırılmış bir görüşme vardı. Baş edebilecek miydi? Emin değildi... Peki, kızlar baş edebilecek miydi? Muhtemelen hayır... Yine de bu talimat bir seçim değil, zaruret idi.

"Evet, kızlar bugün de buradayız." dedi gülümseyerek. "Öncelikle ben gri rahibe Maesa. Teolojik fizikçiyim. Biraz zor bil daldır; kimseye tavsiye etmem. Her neyse... Başrahibemiz, sayınız on üçe tamamlandıktan sonraki bir aylık boşluğun çok da doğru olmadığına kanaat getirdi. Sonuç itibarıyla bugün yine buradayız."

Maesa'nın görebildiği kadarıyla, kızların içine kapanmış, ürkek halleri hala yerli yerindeydi, Gri rahibe ayağa kalktı. Sağa sola volta atmaya başladı. Hareket ediyordu; durmuyordu. Yürümeye devam ederken "Şu anı bana tanımlar mısınız?" diye sordu kızlara. Yanıt yoktu. Sanırım bu iş zor olacaktı. "Kızlar... Hadi ama!" diye yakındı. "Beni bir arkadaşınız olarak düşünün. Belki de çalışmalarınıza eşlik eden bir Konsey asistanı... Tekrar soruyorum: "Şu anı, şimdiyi nasıl tanımlarsınız?" dedi, hız kesmeden yürümeye devam ederek.

Bir vızıltı şeklinde ses geldi kızların birinden. Laetitia idi konuşan. Maesa, hem yürüyor hem de sönük, tiz bir sesle vızıldayan kıza bakıyordu. "Yani... Şu an, şu andır işte. Tam olarak şu an; şimdiki an..." diye saçmaladı Laetitia. Cevabı işitmemezliğe gelmiş gibi görünen gri rahibe Maesa, yürümeye hiç ara vermemişti; kızların başı dönmeye başlamıştı kadını takip etmekten. Bir süre sonra "Sen şu an diyene kadar, o tarif etmeye çalıştığın an, çoktan geçip gitmiyor mu peki?" diye sordu kızın söylediğine karşılık. Yürürken kıza baktı. Siyahi bir ten, zümrüt yeşili gözler, zarif bir beden, ama pek de zeki değil... diye içinden geçirdi.

Kızlardan Akay, söze girdi. Sesinde bir önceki kıza kıyasen kendinden emin ve pek de tevazu barındırmayan bir tını vardı. "O zaman şöyle desek... Biz tarif etmeye çalıştığımız şu anı, durmadan akmaya devam eden şimdiki anı, zihnimizle bir kesit şeklinde yakaladığımızı farz edelim. O, şu an olmaz mı?"

Maesa, kızın sorusu bitince biraz daha hızlı şekilde volta atmaya başladı. Gözleri kapalıydı gri rahibenin. "İlginç..." dedi tatlı bir buse kondurduğu dudaklarının arkasından. "Kızım o kesit bana başka bir şeyi anımsattı ama. Emin misin şu anın sadece bir kesit olabileceğinden? Tamam, başka bir açıdan deneyelim. Zor bir konu haklısınız." Birden kızların tam karşısında durdu.

"Geçmiş için ne düşünüyorsunuz peki? Sakın bana geçmiş, geçmiştir diye bir yanıtla gelmeyin." dedi, karşısındakilere gerçekten önem veren bir tavırla.

Kızlardan Adela söze atıldı. Öyle heyecanlı bir şekilde doğrulmuştu ki o sırada içi geçmiş kızları rüzgâr gibi silkeledi. "Az önce arkadaşımın kesit diye bahsettiği şey geçmiş mi oluyor yani?" diye sordu Limanlı kız çocuğu. Bunun üzerine Maesa tekrar yürümeye başladı. "Aynı zamanda gelecek..." dedi, kıza bakmadan odada ileri geri volta atarak.

Eva bir hışım "Bir şey, aynı anda hem geçmiş hem de gelecek nasıl olabilir!" diye çıkıştı. Çaylaklar, Eva'nın bu ani yükselişine iyice oturaklarına yapışmıştı. Küçük gözleri ile sakinleş der gibi bir bakış atıyorlardı Eva'ya.

Sessizliği bir mırıltı bozdu. "Sonsuzluk..." dedi biri. Hızlı hızlı volta atan gri rahibe birden durdu. "Kim söyledi onu! Sonsuzluk diyen kim?" Maesa'nın fıldır fıldır dönen gözleri kızların üzerinden sekerek cevap vereni arıyordu. Arka sıranın sol köşesinden kız çocuğu "Benim..." dedi. Maesa nedense sözün arkasından Sura'nın çıktığına hiç şaşırmamıştı. "Neden peki? Açıklayabilir misin?" diye sordu Maesa. Gözleri kocaman açılmıştı kadının. Gelecek cevabı büyük bir iştahla bekleyen bir avcı gibiydi o anda. "Ben bilmiyorum... Sadece bir önsezi sanırım." demekle yetindi Sura. Kız çocuğu gerçekten de neden sonsuzluk demişti bilmiyordu.

Gri rahibe tekrar volta atmaya başladı. "Kimse yok mu sonsuzluk ile az önceki konuştuklarımızın ne alakası var?" Kimse konuşmadı. Kızlar beş dakika boyunca gri rahibenin volta atmasını izlemişti.

Sonra, kızlardan Eva, adeta kükredi. "Akış!" diye bağırdı. "Akış... Sonsuzluğun zıttı. Geçmiş zaman yitip giden şeyler, şimdiki zaman bana kalırsa aslında olmayan... Ve gelecek yeniden doğacak olan. Aynı o efsanevi anka kuşu gibi. Ölür, dirilir, sonra tekrar ölür, sonra tekrar dirilir. Bu tüm zamanlar aslında bir akış..."

"Yani?" diye sordu kocaman bir gülümseme ile Maesa. "Bu, bizi tam olarak nereye götürüyor?"

Sura anlamıştı; her şey berrak bir nehir gibi gözünün önünde akıyordu. "Sadece sonsuzluk ve onun dışında akış var... Durmaksızın hareket var. Zaman sadece bir hareket, bir akış..."

Gri rahibe ilkinden çok sonra tekrar sandalyesine oturarak "İşte! Bugün gelmesine pek de imkân vermediğim cevap. Yine de geldi." dedi, cevabı verene huşu içinde bakarak. "Bu hakikat, bizi çözmemiz gereken başka bir mefhuma götürüyor ama... Ki bana kalırsa asla çözemeyeceğiz!"

Maesa oturduğu yerde bacak bacak üstüne attı. Bir sonraki soruya geçmeden önce kendini hazırlar gibi bir hali vardı. Çaylaklar ise gri rahibenin bir önceki görüşmeyi yapan Lettice'e kıyasla daha sevecen bir ahvali ruhiyeye sahip olduğundan olsa gerek üzerilerindeki o çekingenliği bir nebze kenara atabilmişti.

Gri rahibe sandalyeyi yerinden kaldırıp kızlara yaklaştı ve sandalyenin yüzünü tersine çevirdikten sonra bacaklarını ayırıp oturdu. Tam karşısındaki Caithlin ile neredeyse burun buruna gelmişlerdi. "Öldükten sonra, Baştanrı Kal tarafından bize bahşedilen ruhlarımız Baştanrıça Fer'in yaratımı olan bedenlerimizi terk edip Arş'a gidecek değil mi kızlar?"

Gri rahibenin tam karşısında olması sebebiyle Caithlin, soruyu cevaplama zorunluluğu hissetmişti. "Doğru bildiklerimiz öylece dağılıp giderken... Evet, ruhlarımız Arş'a gidecek; Arş'ın on üç efendisi ile tekrar bir olacağız." dedi çekine çekine.

"Sizce Arş nasıl bir yer olmalı?" diye sordu gri rahibe Maesa. Akabinde sandalyesini münasip olan hale döndürüp usturuplu bir şekilde tekrar oturdu. Kadın yerinde duramayan cinsten idi. "Baştan söyleyeyim... Öyle nehirler, bahçeler, şaraplar, servis yapan elemanlar falan demeyin ha! Bozuşuruz."

Kızlardan Leslah, sırma saçlarıyla oynamayı kesmeden o bal rengi gözlerini gri rahibeye doğrulttu. "Gün gibi ortada değil mi?" dedi füsunkâr bir tınıda. "En başta sonsuz olmalı tabii ki. Ruhlarımızın sonsuzluğu tadacağı bir yer olmalı." Kızın dudaklarından sıyrılan kelimeler ve yüzene yerleşmiş belirgin mimikler, bir tiyatro sahnesinde icra ediliyormuş gibi bir havaya sahipti.

Maesa ayağa kalkıp teker teker kızlara baktı. "Evet... Sonsuz bir yer hayal ediyoruz o zaman. Hadi bakalım! Zihninizin tüm kapılarını açın, dehlizlerini silip süpürün! Sizden sonsuzluğu istiyorum!" diye çığlık attı, histerik bir heyecanla. Gri rahibe sandalyesini kızlarla arasında daha makul bir mesafe olacak şekilde uzaklaştırıp oturmadan ayakta dikildi. "Hadi size bir tüyo... Sonsuz olanla sonsuz olmayanı karşılaştırabilirsiniz."

Çaylaklardan Akay, cüretli bir ifadeyle "Zamana, yani akışa dâhil olanları ayırt edersek Arş'ı daha iyi anlayabilir bir noktaya varabiliriz." dedi. Nedense kız çocuğunun hali ve tavrı diplomatik bir görevdeymiş gibi bir izlenim yaratıyordu.

Görüşmenin başındaki tüm o umutsuzluğunun tersine büyük bir keyifle, "Yani?" diye sordu ortaya gri rahibe Maesa. Herhalde görüşmede en çok eğlenen gri rahibenin kendisiydi. Eva söze girdi; kızın bakışlarından kafasının içinde bir şeylerin döndüğü belliydi. " Zaman akışın bir sonucu ise... Hayır... Daha doğrusu zaman ve akış ancak birlikte var olabiliyorsa; zaman dediğimiz aslında hareketin, akışın sadece bir yanılsaması. Var ama... Off... Varlığını tam ifade edemiyorum işte."

Gri rahibe Maesa tatlı tatlı gülümsüyordu. "Güzelim kendini o kadar yorma... Hareket eden her şey gibi biz de zaman mefhumunun demir parmakları arasında sıkışıp kalmışız. Görüp işitemediğimiz, dokunup tadamadığımız bir şeyi ifade etmek öyle kolay değil."

Sura'ın içini bir ürperti kapladı. "Arş..." dedi. "Arş'ta hareket yok. Arş'ta akış yok. Arş'ta zaman yok. Sadece ruhumuz layık. Geri kalan her şey buraya ait..." Kız çocuğu düşünmüyordu bile. Kelimeler sanki başından beri dilinin ucundaydı öylece.

Eva da ürkütücü bir dinginlikle arkadaşı Sura'ya katıldı. "Arş... Hareket yok... Akış yok. Hiçbir cisim oraya layık değil. Duyulacak bir ses olamaz. Tadılacak bir lezzet barınamaz. Güzel bir çiçeği koklayamazsın. Hatta... Sithis'in ışığı bile layık değil. Geriye kalan sadece..."

Gri rahibe, sandalyesine son kez oturup ifadesiz bir suratla "Karanlık..." diye tamamladı.

Beğenip yorumlamayı unutmayalım arkadaşlar. Eğer okurken keyif aldıysanız destek olmak amacıyla arkadaşlarınıza da tavsiye edebilirsiniz.

Ga verder met lezen

Dit interesseert je vast

80.8K 3.6K 30
Bir berdel hikayesidir.. Havin sevdiğinden ayrılırken nerden bile bilirdi evleneceği adamın kuzeni olduğunu herşeyden habersiz berdeli kabul etmişti...
2.5M 104K 27
Psikiyatrist, karanlık kadar çekici ve zeki bir adam... Şizofren, öldürücü güzellikte bir kadın... Her şey çok normaldi ta ki kadının aslında şizofre...
102K 13 1
Duru, şehrin en işlek caddesindeki kütüphanede bir kadındır. Kırmızı saçları kadar eşsiz ve yalnızdır. Yeryüzündeki pek çok canlıdan farklı olduğun...
67.1K 3.5K 19
Elindeki siyah çöp poşetini zorda olsa ucurumdan atmıştı sadist bir gülüşle 20.kurban diye geçirdi içinden... Jeon Jungkook psikopat bir katildi. On...