AYNALI SALON

By ezgi_caglar

1.3M 76K 15.6K

**WATTYS 2020 YENİ YETİŞKİN KAZANANI** Yasak bir aşktan kaçan İrem'in yeni partneri Meriç sayesinde girdiği;... More

Hikaye Başlamadan
Bölüm 1
Bölüm 2
Salona Girmeden
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bölüm 44
Bölüm 45
Bölüm 46
Bölüm 47
Bölüm 48
Bölüm 49
Bölüm 50
Bölüm 51
Bölüm 52
Bölüm 53
Bölüm 54
Bölüm 55
Bölüm 56
Bölüm 57
Bölüm 58
Bölüm 59
Bölüm 60
Bölüm 61
Bölüm 62
Bölüm 63
Bölüm 64
Bölüm 65
Bölüm 66
Bölüm 67
Bölüm 68
Bölüm 69
Bölüm 70
Bölüm 71
Bölüm 72
Bölüm 73
Bölüm 74
Bölüm 75
Bölüm 76
Bölüm 77
Bölüm 78
Bölüm 79
Bölüm 80
Bölüm 81
Bölüm +1
Bölüm +2
Bölüm +3
Bölüm +4
Bölüm +5
Bölüm +6
Bölüm +7
Bölüm +8
Bölüm +9
Bölüm +10
Bölüm +11
Bölüm +12
Bölüm +13
Bölüm +14
Bölüm +15
Bölüm +16
Bölüm + 17
Bölüm +18
Bölüm +19
Karakterler ve Sürprizler
Bölüm +20
Bölüm +21
Bölüm +22
Bölüm +23
Bölüm +24
Bölüm +25
Bölüm +26
Bölüm +27
Bölüm +29
Bölüm +30
Bölüm +31
Bölüm +32
Bölüm +33
Bölüm +34
Bölüm +35
Bölüm +36
Bölüm +37
Bölüm +38
Bölüm +39
Bölüm +40
Bölüm +41
Bölüm +42
Bölüm +43
Bölüm + 44
Bölüm +45
Bölüm +46
Bölüm +47
Bölüm +48
Bölüm +49
FİNAL
AYNALI OKURLARININ DİKKATİNE!
AYNALI OKURLARININ DİKKATİNE VOL.2
AYNALI OKURLARININ DİKKATİNE VOL.3

Bölüm +28

4.5K 358 122
By ezgi_caglar

Herkese selam,

Yine yeniden çok ama çok hızlı bir şekilde yeni bölüm geliyordu. Olaylar giderek kızışırken yazar da kendini hikayeye kaptırmıştı ve yazmadan duramıyordu... Sonumuz hayrolsun.

Siz bölüme başlamadan şunu belirtmeliyim ki bu yazması oldukça zor bir bölüm oldu benim için. Gerçekten gözümden yaş gelen yerler oldu yazarken :'( Bakalım siz neler hissedeceksiniz.  Bana katıldığınız yerlerde bir damla emojisi bekliyorum :')

not: Multimedia'daki şarkı mutlaka dinlenmeli. Sanki bu bölüm için özel yazılmış gibi. 

Keyifli okumalar canlar <3

E.Ç.

***

I still think that we were meant to be
Ooh-oh, lie to me now.

***

BÖLÜM: +28

SULU GÖZ

"Hayır bence en korkuncu ilk odaydı." diye inatlaştı Rüzgar. "Yani bir sürü güzel Samba şarkısı var, nereden bulmuşlarsa o müzikleri?"

Başımla onayladım. "Haklısın o da kötüydü, ama en azından dans edebiliyorduk. Son girdiğimiz oda neydi peki öyle? Bildiğin Hint müziği açmışlar dalga geçmek için."

Rüzgar kahkaha attı. Az önce yapmaya çalıştığımız komik hareketleri düşününce az bile gülmüştü aslında. Kötü bir Bollywood filmindeydik sanki. Bir sarilerimiz eksikti üzerimizde. Bu maskeli balo oyununa bir ara vermeye karar vermemiz de tam olarak bu acıklı deneyimden sonra olmuştu. İnsanlar neşeyle bir odadan diğerine koştururken biz maskelerimizden kurtulmuş, kol kola alt kata iniyorduk Rüzgar'la.

Üzerimdeki bu uçuş uçuş elbiseyle ve yanımda dünyanın en yakışıklı prensiyle kedimi şatosunda davet veren bir asilzade gibi hissetmem normaldi sanırım. Her şey tam hayal ettiğim gibi, hatta hayal ettiğimden bile güzel olmuştu. Evin kapısında bekleyen sevgilimin beni gördüğünde yüzünde oluşan o şapşal heyecanı hayatım boyunca unutamayacaktım sanırım. Ah bir de üzerindeki takımla nasıl beni benden aldığını bilseydi...

Kendimi öyle iyi hissediyordum ki... Kafam içtiğim şampanyalardan güzel, vücudum ettiğimiz danslarla sıcacıktı. Mütevaziliği korumaya çalışsam da harika geçen gösterimizin sonunda aldığımız iltifatlarla hala yere tam bastığımı söyleyemezdim. Rüzgar'la bana çevrilen her göz hayranlıkla açılıyor, ardından ya kocaman bir sırıtış ya da takdir dolu bir söz geliyordu. Bora ve Zehra'nın bu davete katılamayacağını öğrendiğim andan beri harika bir gece geçireceğimi biliyordum zaten ama bu kadarını beklememiştim doğrusu.

Aşk, arkadaşlık, huzur, eğlence, başarı... bir insanın isteyebileceği her şeye sahip olduğum, o en korkutucu andaydım. Hani elindekileri fark edip ya kaybedersem diye içinin içini yediği o anda... Neyse ki dimdik yanımda duran sevgilim beni bırakıp hiçbir yere gidecekmiş gibi durmuyordu. Gözleri bana çevrildiğinde yine aynı aşkla yayılmıştı gülüşü tüm yüzüne. Ettiğim onca danstan sonra saçım başım dağılmış, terden makyajım akmış olmalıydı. Yine de aynı hayranlıkla izliyordu ya beni....

Ay... İçimden taşan aşkla bir anda uzanıp yanağını öptüğümde şaşırıp suratıma baktı Rüzgar. "Ne oldu?"

"Şu ilerideki kızlar yiyecek gibi bakıyordu sana." diye yalan söyledim. Tam o sırada tuvaletlerin önünden geçtiğimizi fark edip durmuştum. "Bir de seni beş dakika yalnız bırakacağım için ön hazırlık yapmak istedim sevgilim. Sen bu öpücükle idare ede dur ben iki dakikaya geliyorum. Şu saçımı başımı düzeltmem lazım."

Rüzgar gülüp çenemi okşadı ve "Çok gecikme." deyip bara doğru ilerledi.

Aklıma takılan şarkılardan birini mırıldanarak tuvalete girdim. Gülüşerek dışarı çıkmakta olan kızların görüş alanımdan çekilmesiyle tanıdığım bir sima belirmişti karşımda. Tıpkı benim gibi toparlanmak için kendini aynanın karşısına atmış olmalıydı.

"Hadi itiraf et, Hint müziği çalan odaya girdin sen de değil mi?" diye sordum diğer aynanın önüne geçtiğimde.

Beren önce yansımamı sonra beni görüp gülümsedi. Sanki saatlerdir dans ediyormuş gibi yanakları al al, gözleri çakmak çakmaktı. Nefesini kontrol edip bana cevap veremediğini fark ettiğimde onu böyle serseme çeviren şeyin belki de dans olmadığını düşündüm. Hayır tuvalete makyajını tazelemeye gelmemişti Beren. Yalnız başına kalıp düşünmek için saklanacak bir burayı bulmuş olmalıydı. Kaygılanmam gerekiyor muydu emin değildim, çünkü yüzünde pek alışık olmadığım şaşkın bir mutluluk vardı.

"İyi misin?" diye sorduğumda içindekileri söyleyip söylemeye karar verememiş gibi alt dudağını ısırdı.

"Ben..." Yeniden aynaya dönmüştü şimdi. Akan suyla elini ıslatıp ensesini serinletmesini izlerken sessizce bekleyip ona zaman vermeyi tercih ettim. Parmakları boynunu ve yüzünü dolaşırken tenine değen suyla yeniden huzuru bulmaya çalışır gibiydi. "Burası çok mu sıcak?" dedi sonunda yandan bana bakıp. Kendimi kontrol etmeye çalıştığım halde bir anda gülmeye başladığımda neyse ki bozulmak yerine o da bana katılmıştı.

Mutluydu Beren. Daha önce onu hiç görmediğim bir şekilde hem de... hatta o kadar mutluydu ki kendi bile inanamıyormuş gibiydi yaşadığı duygulara. Ve nedense içimden bir ses bunun bu gece partiye kol kola geldiği adamla bir ilgisi olduğunu söylüyordu.

"Biraz hava almaya ne dersin?" dedim bir anda. "Hem belki neyin içini böyle yaktığını da anlatırsın bana." Sesimin onun suçuna ortak olmaya hevesli bir arkadaş gibi çıktığının farkındaydım ve bu kesinlikle Beren'in hoşuna gitmişti. Yine de teklifimi değerlendirip değerlendirmeye karar verememiş gibiydi. Yeniden aynaya dönüp bir süre sessizce kendi yansımasını izledi. Sonunda musluğu kapatıp bana baktığında "Biraz daha burada kalabilir miyiz?" demişti.

Gülümsedim. Sahiden de birinden saklanıyordu Beren. "Peki..." dedim dikkatle onu süzerek. Biraz daha üstelersem benden de kaçıp gideceğinden korktuğum için özellikle doğru kelimeleri seçmeye çalışıyordum. Ama konuşan o oldu.

"Hani sana sorduğum bir soru vardı ya..." dedi heyecanla. "Alışverişe gittiğimiz gün..." Başımla onaylayınca iç çekti. "O gün ne demek istediğini anladım sanırım. Yani... Rüzgar'ın nasıl her şeyi değiştirdiğini, nasıl seni kurtardığını."

Gülüşüm yüzüme yayılırken kalbim heyecanla çarptı. Evet Beren'in bu hali kesinlikle Caner'le ilgiliydi. Demek bahçede yaptığımız konuşmadan sonra bir karar verip harekete geçmeyi seçmişti arkadaşım. Beren'e ne söylemişti, ne yapmıştı da onu geçmişi dahi unutabileceğine inandırmıştı bilmiyordum, ama... karşımdaki kızın gözlerinde sadece umut vardı şu an.

Yine de "Korkmam normal mi?" diye sordu çocuksu bir merakla.

Popomu lavaboya çevirip tek seferde sıçradım ve mermer zemine oturdum. Bu konuşma kolay bitmeyecek gibi görünüyordu. "Dürüst olmak gerekirse..." dedim. "Korkmuyor olsan bir yanlışlık olduğunu düşünürdüm." Beren rahatlamış gibi gülünce ben de gülmüştüm. "Rüzgar'a karşı bir şeyler hissettiğimi ilk anladığımda bu beni öyle dehşete düşürmüştü ki... Sadece Meriç'in en iyi arkadaşı olduğu için değil... Zaten paramparça olmuş kalbime yeni birini almaya cüret ettiğim için. Yeniden birine güvenmek, hem de tüm tecrübelerin o güvenin getirdiği acıyı sana hatırlatırken..."

Sustum. Sustuk. O günlere dönmek göğsümde bir ağırlık yaratmıştı, ama Beren'i daha da korkuttuğumu fark edince şefkatle gülümseyip eline uzandım. "Ama sonra... delice korkan kalbimin bir tek onun yanında huzur bulduğunu fark ettim. Benden önce o güvenmeyi seçti Rüzgar'a. Mantığım neden birlikte olamayacağımızla ilgili tonla şey söylerken gidip onu öptüm. Bir anda. Rüzgar'ı bile şoka sokarak..." O gece aklıma gelince istemeden kıkırdamıştım.

"Sen mi onu öptün?" dedi Beren heyecanla. Bu düşüncenin onun gözlerinde yarattığı umudu görünce başımla onayladım.

"Rüzgar... o kadar ince düşünceli ki.... Sevdiği birine zarar vermektense kendini sonsuza kadar tüketebilir. O yüzden... Birimizin harekete geçmesi gerekiyordu ve ben de onu öptüm."

Beren dünyanın en güzel haberini almış gibi güldü. Onu neyin bu kadar mutlu ettiğini anlamaya çalışıyordum ki "Ben de Caner'i öptüm." dedi. Daha sözcükler ağzından çıkarken yüzü kızarmış, bakışları benden uzağa kaçmıştı. Arsız bir kahkaha kaçtı dudaklarımdan. İnanamadığım o kadar çok şey vardı ki... sonunda iki yaralı kalbin birbirini bulması, Caner'in yıllar sonra gerçekten önüne bakması ve Beren'in tüm bunları birine, hayır bana, anlatması...

"Daha önce bir oğlanı öptüğüm için utanacağımı söyleseler onlarla inat olsun diye odadaki en yakışıklı çocukla yatardım." dedi gülerek. Sahiden de benim tanıdığım Beren öyle yapardı. Oysa en gizli sırrını bana emanet eden karşımdaki bu yeni kız delice korkuyordu attığı adımdan. İlk kez o öpücüğün bir anlamı vardı çünkü. Demir'den sonra ilk kez birine önem veriyor ve bu onu dehşete düşürüyordu.

"Biz kızlar bu kadar cesur olmasak bu oğlanlar ne yapardı?" dedim onu eğlendirmek için. Bu işte yalnız olmadığını, benim de aynı yollardan geçtiğimi bilmek ona öyle iyi geliyordu ki her söylediğimle biraz daha aydınlanıyordu yüzü.

"Şimdi ne olacak peki?" dedi bir cevabım olduğunu umarak. Ama korkarım bundan sonrası onun kendi yolculuğuydu.

"Sadece akışına bırak." dedim oldukça klişe olduğumu bilerek. Ama işin doğrusu buydu. Yaraları bir öpücükle iyileşmeyecek, yarın uyandığında her şey bir anda düzelmeyecekti. Ama... Her anı, her yeni sürprizi yavaş yavaş içine çekerek değişecekti Beren de zamanla. Tıpkı benim gibi...

"Şimdi hava almaya ne dersin?" dedim o sözlerimi düşünmeye daldığında.

Bir an emin olamasa da sonunda başını sallamıştı. "Temiz hava çok iyi olur."

"Buyurun önden." dedim kapıyı işaret ederek. Beren'i gördüğüm anda nasıl göründüğümü tamamen unutmuş, karşımdaki bu gizemin heyecanına düşmüştüm. O yüzden saçlarım hala dağınık, makyajım hala geceden kalmışım gibiydi. Hiç de umursamıyordum şu an açıkçası. Yalının terasına doğru yürürken Beren'in yanında olabildiğim için öyle mutluydum ki... Tanrım sanırım aşka aşıktım ben. İki ruhun birbiriyle buluşmasına şahit olmak öyle keyif veriyordu ki bana... Beren'den daha çok sırıtıyordum şu an belki de.

"Acaba çıkışta başka bir yerlere mi gitsek?" dedim bir an heyecanım içime sığmayınca.

Beklemediği bu cazip teklifle Beren'in gözleri açılmıştı. "Bol bol içip dağıtacağımız bir yer olabilir mi? Bu gece ne kadar az kendimde olursam o kadar iyi sanrım."

Güldük. Her şey sonunda yoluna girmiş gibi... Yepyeni güzel günlerin başındaymışız gibi... İki aşık kız gibi... Heyecanla, umutla, yeni doğmuş bir bebeğin coşkusuyla...

Ve sonra...

Durduk. Olduğu yere çakılı kalan ilk Beren'di. Ne yaptığını anlamaya çalışarak, şapşal şapşal sırıttığım birkaç saniyenin ardındansa onun bakışlarını takip etmiş ve nefes dahi almayı bırakmıştım. Benim mideme bile bir balyoz gibi inen görüntü Beren'i nasıl metrelerce uzağa savurmamıştı bilmiyordum. Öylece durmuş gerçek olamayacak görüntüye bakıyordu tüm rengini kaybetmiş suratıyla. Tıpkı benim gibi onun beyni de bir bilgisayar gibi çalışıp Oya'nın Caner'in kollarında ne yaptığını açıklayacak bir milyon farklı olasılığı hesaplıyordu şu an şüphesiz. Hayır, sadece onun kollarında değildi Oya. Caner'in yüzünü elleri arasına almış, tutkuyla öpüyordu.

O ana kadar tatlı bir meltem gibi tenime dokunan rüzgarın iliklerime kadar bedenimi dondurduğunu hissettim. Gökyüzü kapanmış, yıldızlar karanlık bulutların arkasına kaçmıştı sanki. Ve o yıldızlardan en parlağı tüm ışığını kaybetmiş bir halde yanımda dikiliyordu şimdi. Bakışlarımı imkansız manzaradan ona çevirdiğimde Beren'in titrediğini fark ettim. Kalbine hücum eden buzlar ağır ağır damarlarında ilerliyor, tüm bedenini sarıp sarmalıyordu sanki. Teni bembeyaz, ıslak gözleri cam gibi kristal bir maviydi artık.

Ve o an Beren'in beyninden gelen klik sesini duydum. Değişim göz açıp kapanıncaya kadar yaşanmış, tarihi her şeyiyle silerken yepyeni bir gelecek yaratmıştı. Artık Beren ne onu ilk tanıdığımdaki mesafeli kızdı, ne de bu gece korkarak bana hislerini açan arkadaşım. Kendini bu dünyaya, insanlara, duygulara kapamış; yaşamayan bir et yığınına dönmüştü sanki birkaç saniyede. Şimdi eski kırık dökük halinden bile kayıp bir ruhtu. Geriye doğru bir adım attığında yere yığılacağını düşündüm bir an. Ama sonra bir adım daha atmıştı Beren. Ve sonra bir tane daha. Arkasına dönüp koşar adım yalıya daldığında son bir kez Caner'e bakıp ben de peşine düştüm.

"Beren dur!"

"Rahat bırak beni!" dedi Beren bana bakmadan. İhanete uğradığını düşünüyordu elbette. Hem de sadece Caner tarafından değil, onu bir peri masalına inandıran benim tarafımdan da... Haklıydı. Söylediğim tüm sözler Caner'in Oya'ya dokunan dudaklarında eriyip gitmişti. Ama kafama oturmayan öyle çok şey vardı ki gördüklerimde. Gözlerimin yakaladığı manzara fazlasıyla açıklayıcı olsa da bir yandan da hiçbir şey anlatmıyordu bana. Başka bir nedeni olmalıydı. Bilmediğim, idrak edemediğim, başka bir açıklama...

"Beren lütfen dur." dedim çaresizce. "Bir yanlışlık olmalı. Önce bir konuşalım."

"Rahat bırak beni!" diye bağırdı Beren bir kez daha. Hem ağlıyor hem hız kesmeden çıkışa yürümeye devam ediyordu. Ana kapıdan çıkar çıkmaz saçına asılı maskeyi fırlatıp yere attı ve koşarak basamakları indi. Ne çantası ne de telefonunu almaya yeltenmişti. Üzerindeki incecik elbise bir pelerin gibi ardında dalgalanırken tüm zaaflarını ardındaki yalıda bırakmış kaçıyordu sanki. Bahçeden geçerken ona ne desem dönüp bakmamış, söylediğim hiçbir söz durmasını sağlayamamıştı.

Ana yola çıktığımızda kapkaranlık bir boşlukta asılı kaldığını gördüm gözlerinde. Nereye gidecekti şimdi? Tüm dünya son bir kez onu hayal kırıklığına uğratmışken sığınacak kimi kalmıştı ki? Gözlerinden süzülen yaşları nefretle sildi ve kaldırımda bir iki adım attı. Yola indiğinde karşıdan gelen arabaların ona çarpma ihtimalini bile umursamaz gibiydi.

Bir arabanın altında kalmasını beklediğim korku dolu bir dakikanın sonunda daha fazla dayanamadım ve "Beren yapma böyle!" dedim kolundan tutup onu kaldırıma çekerek. "Bekle en azından çantamı alayım, bir taksi bulur eve gideriz. Ama böyle olmaz..."

"Rahat bırak beni!" dedi Beren bu gece üçüncü defa. Bir ahmak olduğumu düşündüğünden bu kez kelimeleri üstüne basa basa, doğrudan gözlerimin içine bakarak söylemişti. Kızgınlığı o kadar büyüktü ki kime öfkelendiğinin önemi yoktu artık. Caner, Oya, ben, ailesi, Demir... Herkes kötüydü. Hepimiz suçluyduk. Tüm İstanbul'u peşinden yürüsem de uzattığım yardım elini tutmayacaktı Beren. Umut beslediği tüm kahramanlar kolunu kanadını kırmış, kapkaranlık bir cehennemin içine hapsetmişti onu. Son şansını da az önce yitirdiğine o kadar emindi ki... onu bu hayattan alıp götürecek bir Azrail arıyordu gözleri. Ve aradığı o Azrail tam olarak yolun karşısında tırpanıyla bekliyordu onu.

Yo yo yo, olamaz! diye çığlık attı iç sesim. Zamanı durdur, arkasına bakmasına engel ol, görmesin! Beren bu çocuğu görmesin!

Ama ben daha kendim gördüklerimi sindiremeden Beren arkasını dönmüştü. Amacı benden, Caner'den, bu yalıdan, bu geceden olabildiğince uzağa gitmekti. Gözleri beni nefessiz bırakan görüntüyü yakaladığındaysa olduğu yerde kalmıştı o da. Nasıl bir şanstı bu Allah'ım? Ne işi vardı bu çocuğun burada? Gittiği her yerde Beren'i takip ediyor olmalıydı takıntılı bir manyak gibi, yoksa başka ne tip bir açıklaması olabilirdi ki bu talihsiz karşılaşmanın.

Gözleri Beren'inkilerle buluştuğunda bir süre olduğu yerden onu izledi Demir. Varlığını kabullenmesi için Beren'e zaman vermek istiyordu sanki. Sonra fiyakalı arabasını bırakıp yolu geçmiş, acele etmeden bize doğru gelmişti. Yüzündeki o kendinden aşırı emin ifadeyle "Güzelim." dediğinde biri tırnaklarını metale geçirmiş gibi içim kalktı. Öyle yanlış bir şeyler vardı ki bu çocukta... ben fark edene kadar elim koruma içgüdüsüyle Beren'in kolunu kavramıştı.

"Hadi Beren." dedim. "İçeri dönelim. Lütfen."

Demir ukala bir tavırla önce parmaklarıma sonra da yeniden Beren'in yüzüne baktı. Sokaktan geçen herhangi biri de Beren'in kızarmış mavi gözlerini görüp berbat bir şey yaşandığını söyleyebilirdi, ama Demir bundan fazlası olduğunu biliyordu. Bir kez kalbini paramparça ettiği kızı yeniden aynı halde görmek ona tanıdık gelmiş olmalıydı. Hangi damara nasıl basacağının öyle farkındaydı ki... Hüzünle gülümseyip Beren'in yanağını okşadığında muhteşem bir oyunculuk sergilediğini kabul etmeden edemedim.

"Şu haline bak." dedi olabilecek en yumuşak ses tonuyla. Gözleri Beren'i baştan aşağı süzerken elini yüzünden çekmemişti. "Ah sevgilim..." diye iç geçirdi saçlarını okşarken. "Şu dönüştüğün kıza bak. Şu... şu haline bak Beren. Sen bu değilsin ki... bu süslü kıyafetler, katıldığın bu gösterişli davetler..."

"Çek elini!" dedim sinirle. Ne haddimeydi bilmiyordum, ama Beren'i kendime doğru çekmiş, güya onun önüne kendimi siper etmiştim.

Demir'se sanki hiç aralarında değilmişim gibi ilgiyle Beren'e bakmaya devam ediyordu. Sıkıntıyla nefes verdi ve biraz daha sokuldu Beren'e. Dudakları neredeyse yanağına dokunuyordu şimdi. "Ah aptal kız..." diye mırıldandı. "Seni benden başka kimsenin anlayamayacağını ne çabuk unuttun."

"Beren!" dedim kaygıyla. Demir'in beni kale almayacağını kabullenmiş, son bir şans hala arkadaşım olduğunu umduğum kıza sesimi duyurmak istemiştim. Ama Beren onu kıskacına almış çocuğun pençelerinin arasına kayıyordu her saniye biraz daha. Demir konuştukça kendini daha da kaybediyordu korkularının içinde sanki. Titremesi şiddetlenmiş, gözlerinden akan yaşlar çoğalmıştı.

Demir belinden tuttuğunda onu itmesini beklediysem de cansız bir oyuncak bebekten farksızdı artık Beren. Kendini kaybetmekten en çok korktuğu kötülük bir kez daha iplerini ele geçirmişti ve direnmek için hiçbir nedeni kalmadığını düşündüğünden artık savaşmıyordu.

"Sadece ben Beren..." diye üsteledi bunun gayet farkında olan Demir. "Hatırla sevgilim! O hastane odasını hatırla! Herkes sana sırtını çevirdiğinde yanında kim vardı? Ailen... arkadaşım dediğin insanlar seni terk ettiğinde elinden kim tuttu? Şimdi farklı mı olacak sandın sahiden?" Alay ederce güldü. "Hayır bebeğim. Hayır onlar seni anlayamaz. Sana söyledim, nereye gidersen git döneceğin yer hep benim yanım. Bana ihtiyacın var, benim de sana. Sana geldim bak. Senin için geldim! Yeniden birlikteyiz. Zaten biz ayrı olamayız ki... sen ve ben bebeğim. Maviyle siyah, hatırla!"

Resmen beyin yıkıyordu Demir. Ben bile gözlerimde dönmeye başlamış halkalarla ağzım açık onu izlerken Beren'in ne şansı vardı ki? Hele de Demir tatlı tatlı dudaklarını onun teninde gezdirirken... Her sözü, her hareketi tahrik etmek içindi sanki bu çocuğun.

"Beren..." diye çaresiz bir çağrı çıktı son kez dudaklarımdan, ama savaşı çoktan kaybettiğimi biliyordum.

Demir "Hadi!" deyip bileğini tuttuğunda Beren bir an durmuş, sonra kolunu benim elimden kurtarıp yola doğru bir adım atmıştı. Bir daha ne arkasını döndü, ne de bana baktı. Oysa Demir zaferini gözüme sokmak isterce Beren'i takip etmeden önce keyifle gülmüştü suratıma. Onun sinsi zaferiyle benim talihsiz mağlubiyetim de resmileşmiş oluyordu tabi.

Beren'in Demir'in arabasına binmesini izlerken bacaklarımın bağının çözüldüğünü hissettim. Artık benim de gözümden yaşlar boşalıyordu. Korkunç bir sonla biten bu masal benim bile olmadığı halde kötülük kalbimde koca bir yara açmıştı sanki. Bir insanın ellerimden karanlığın koynuna kaymasını izliyordum an be an. Geri dönüşü var mıydı bu yolun? Bir daha güneşin doğacağına inanacak mıydı Beren? Yoksa...

Elimle ağzımı kapatıp ağlamamı bastırmak istesem de kontrol edemiyordum kendimi. Onlar gaza basıp trafikte kaybolduktan sonra bile arkalarından bakmam ne yapacağımı bilmememdendi. Yalıya dönüp ne diyecektim Caner'e? Yaptığı şeyi yüzüne vurup Beren'in kusamadığı öfkeyi ben mi çarpmalıydım suratına? Hayır, hayır... Daha ne olduğunu bile bilmiyordum ki... Ne yaşamıştı Oya'yla? Nasıl böyle bir hata yapabilmişti Caner? Allah'ım şimdi ne olacaktı peki?

Beren... diye düşündüm acıyla. Beren gitmişti. Ona söylediğim sözlerin bir yalan olduğunu, hepimizin ona ihanet ettiğini düşünerek gitmişti. Onun kanatlarını koparan ben değildim belki, ama düştüğü yerden kaldırmak için de hiçbir şey yapamamıştım. Oysa Demir, pençeleriyle Beren'i yakalamak için hazır bekliyordu. Bir akbaba gibi sabretmiş, ölümün kokusunu aldığında da saldırıya geçmişti.

Ah Beren... Kaldırımdaki ağaçtan destek almaya çalıştım. Göz yaşlarımı kurulayıp derin birkaç nefesle kendimi toplamayı denesem de yalıya doğru yürümeye başladığımda hala ağlıyordum. O gece bir prenses gibi havalarda uçarak girdiğim bahçeye bu kez bir enkaz olarak dalmıştım. Öncekinden çok daha kalabalıktı şimdi bahçe. Belki de balo bitmiş, eve dönme vakti gelmişti. Bizim bal kabağına döndüğümüze şüphe yoktu da prensin bundan haberi var mıydı acaba?

Caner'i bulmalıyım diye düşündüm panikle. Ardındansa Hayır, önce Rüzgar'ı bul! diye komut verdim kendi kendime. Derhal sevgilimle konuşmalıydım. Bu noktadan sonra durumu düzeltmek için bir şansımız olmadığına neredeyse emindim ama yine de... Rüzgar bir çözüm düşünebilirdi. O her zaman bir çözüm düşünürdü.

İnsanların arasından yüzümü saklayarak ilerlerken ayakkabıma taş bağlamışlarca zor atıyordum her adımımı. Her basamak farklı bir işkenceydi. Nihayet girişe ulaşıp yalıya daldığımda daha büyük bir kalabalıkla karşılaşmıştım bu kez. Allah'ım... tam da şu köşeden geçmiştik dakikalar önce Beren'le. Al al olmuş yanaklarımızla gecenin geri kalanı için planlar yapıyorduk safça. Oysa şimdi... Beren gitti... diye hatırlattı iç sesim. Yeni bir atak bastırıp elimi kolumu işlevsiz bırakınca kolonlardan birine tutundum çaresiz. İnsan kalabalığı dalga dalga çıkışa akarken önlerine çıkmış bir kaya parçasından farksızdım. Ah... kendimi azıcık toparlayabilseydim...

"Mendil?" dedi o an bir ses solumda.

Kalabalığın gürültüsünden zar zor işitmiştim konuşanı. Öyle beklemediğim bir jestti ki bu yaptığı, hıçkırığım boğazımda kalırken içine saplandığım kabustan da gerçek hayata çekivermişti beni. Önümde sallanan beyaz mendile, sonra da onu uzatan adama baktım. Yüzünün tamamını kaplayan bir maske tercih ettiğinden kim olduğunu ya da yaşını anlamak imkansızdı davetsiz misafirimin. Ama diğer elinde tuttuğu bastona bakarak bağışçı iş adamlarından biri olduğunu tahmin etmiştim. Zaten bizim jenerasyondan kim ağlayan bir kadına ipek mendil uzatmayı akıl edebilirdi ki?

"Çok teşekkür ederim ama iyiyim." dedim aynı naziklikle karşılık vermeye çalışarak. Adamcağızın canım mendilini akmış makyajımla rezil ettiğimi düşünmem kendimi hızla toparlamama yardımcı olmuştu. Elimden geldiğince gülümsedim ve "Size iyi akşamlar." dedim. Hemen sonra Rüzgar'ı bulmamı öğütleyen beynimi dinleyerek adamın yanından geçmiş ve bara yönelmiştim.

Üçüncü adımımdı sanırım. Belki dört, belki de beş... Arkamdan gelen ses bir kez daha beklenmedik bir yıldırım gibi üzerime düştüğünde olduğum yere çakılı kaldım. Bu kez onu gayet net duymuştum. Hem sözlerini, hem de sesini... Dehşet öyle büyüktü ki o ana kadar gözlerimden kurtulmuş tüm yaşların yüzümde kuruduğuna yemin edebilirdim. Sadece iki saniye içinde kanım çekilmiş, kalbim atmayı bırakmış, organlarım iflas etmişti.

"Ah sulu göz... Hiç değişmeyeceksin değil mi?"

Duyduklarım bir başkası için hiçbir anlam ifade etmezdi muhtemelen. Belki şimdi de hiçbir anlam ifade etmiyordu. Tabi o sözleri söyleyen ses bu kadar tanıdık gelmeseydi bana... Nefes dahi alamadığımı fark ettim aynı kelimeler tekrar tekrar kulaklarımda yankılanırken.

Sulu göz... sulu göz... sulu göz...

Hayır! diyordu ona inat aklım, mantığım, bildiğim her şey... Nasıl olabilir ki? Nasıl olabilirdi yani? Başımı çevirebilsem tüm bunların bir yanlış anlaşılma olduğunu görecektim şüphesiz. Ama... Görünmez kelepçeler beni olduğum yere mimlemiş, arkama dönmeme engel oluyordu. Sağımdan solumdan geçen insanlar yolda durmuş nefes dahi almayan kızın ne yaptığını düşünüyor olmalıydı. Bilseler... bir hayalet tarafından avlandığıma inanırlar mıydı? Ben inanıyor muydum ki?

Ah sulu göz...

Hayır! diye çığlık attı bir ses beynimin içinde. Korkularımla inatlaşırca hışımla arkamı döndüm. Ne görmeyi ya da ne görmemeyi ummuştum emin değildim, ama Meriç'in hayaletinin dünyaya inmediği kesindi. İnsanlar birbiri ardına yalıyı terk ederken aralarında bana mendilini uzatan yabancıyı görmeyi denedim. Konuşan oydu. O olmalıydı. Benimle alay etmişti ve bunu o kadar kusursuz yapmıştı ki bir an gerçekten...

Neden diye sormak istiyordum şu an her şeyden fazla. Kimdi? Bana o şekilde seslenmesi bir tesadüf olabilir miydi? Peki ya o sesi? Meriç'inkiyle birebir aynı olan o sesi... Beren'e üzülmekle meşgul aklımın bana oynadığı bir oyun muydu o da?

Lanet olsun! Şimdi daha da çok ağlamak geliyordu içimden, ama bu defa öfkeden. Dişlerimi şiddetle sıkarken gözlerimden akan yaşlar bir kez daha hızlanmıştı. Denizin ortasında yönünü kaybetmiş bir gemi gibi kalakaldım yalının ortasında. Duygusal çöküşümle o gece içtiğim tüm içkilerin etkisi de yüzeye çıkıyordu tam şu an. Başımın dönmesi, ellerimin titremesi, aniden gelen üşüme... Oturmam lazım diye düşündüm bir kez daha kolona tutunup. Bir Rüzgar'a ulaşabilseydim...

"Hey, you ok?"

Duyduğum sesle sevimsiz bir dejavu saniyeler öncesine götürdü beni. Ama bu kez bana uzatılan bir mendil de onu uzatan gizemli bir adam da yoktu. "Are you sick?" dedi üzerime eğilmiş olan kız. Hasta mısın? Tanıdığım biri değildi. Maskesinin ardındaki büyük gözleri merakla yüzümü inceliyordu. Pembe saçları gerçek miydi, yoksa balo için peruk mu takmıştı, süslü maskesi yüzünden emin olmak zordu. Az önceki beklenmedik deneyimim olmasa kızın yardımseverliğine kibarca karşılık verirdim şüphesiz. Oysa şu an herkesten korkuyor, tüm insanlardan kaçmak istiyordum.

Başımı belli belirsiz sallayıp onun elinden kurtuldum ve merdivenlere yöneldim. Tanrı daha fazlasını kaldıramayacağımı görmüş olsa gerek tam o an bana doğru koşturan sevgilim belirmişti ufukta. Ben derin bir nefesle ona doğru hamle yapsam da aramızdaki mesafeyi hızla kapatan Rüzgar oldu.

Kolumu tutup "Kimdi o?" dedi. "Ne dedi sana? Ne yaptı?"

"Rüzgar?" dedim hayretle. Tepkisi zaten hiç durmayan gözyaşlarımı hızlandırmıştı. Onun gibi arkama dönüp pembe saçlı kıza bakındım ben de, ama kalabalığın içinde yok olmuştu o da.

"Ne oldu İrem?" dedi korkuyla. "Neden bu haldesin?"

Caner hemen yanındaydı. "Her yerde sizi aradık İrem." diye açıkladı Rüzgar'ın korkusunun nedenini anlatmak isterce. Ama onun da gözleri kaygı doluydu. "Beren de ortada yok. Her yere baktık."

Konuşmak için ağzımı açınca istemediğim bir hıçkırık kaçıp beni iki büklüm bıraktı. Başımı Rüzgar'ın göğsüne gömüp bana dolanan kolları arasında huzuru aradım. Panikten deliriyordu şu an, hissedebiliyordum. Ne olduğunu bilmemenin korkusu tüm bedenini kaskatı bırakmıştı. Yine de saçlarımı okşayıp beni sakinleştirmeye çalıştı.

"Gel!" dedi sonunda beni merdivenlere doğru çekip ve basamaklara oturttu. Kendi de iki altımdaki basamağa, yanıma çökmüştü. "Sakin ol ve bana ne olduğunu anlat İrem, lütfen." dedi. "Yanında bir kız vardı, pembe saçlı. Ne diyordu sana?"

Başımı iki yana salladım. "O bir şey demiyordu. Kim bilmiyorum. Bana yardım etmek için durmuştu sadece." Yutkunup genzimden aşağı bastırdım gözyaşlarımı. Şimdi olayları hangi sırayla nasıl anlatmalıydım ki? "Meriç..." dedim sonunda. "Meriç'i duydum. Daha doğrusu... onu duyduğumu sandım. Aynı onun gibi seslendi biri bana. Kim tam emin değilim. Ama bastonlu bir adamdı sanırım. Sesi tıpkı onun gibiydi Rüzgar. İmkansız biliyorum, ama ben... o olduğuna o kadar emindim ki..."

Rüzgar dehşet içindeydi şimdi. Kısa bir an için Caner'le bakışmışlardı. Benim bilmediğim bir şey düşünüyorlardı kesin. Çünkü hemen sonra "Aynı kişi olabilir mi?" dedi Caner.

Hayretle ona döndüm. "Hangi aynı kişi?"

Rüzgar kesinlikle cevap vermek istemiyordu. Ikındı, sıkıldı, yüzünü ovaladı, saçlarını çekiştirdi ve sonunda bana baktı olabilecek en çaresiz ifadeyle. "Yarışma günü bana yapılan şaka da Meriç'le ilgiliydi. Ondan bir not aldığımı düşünmemi istedi biri"

"Nasıl?" dedim şok içinde. Onca zaman Rüzgar'ın itinayla benden sakladığı gizem buydu demek. "Kim?" sorusu döküldü dudaklarımdan bir cevabı olmadığını bilmeme rağmen.

"Sizi huzursuz etmek isteyen biri tabi ki." dedi Caner kenardan. "Basit bir şaka değilmiş demek ki, sahiden canınızı sıkmaya çalışan biri var. Kafayı baya baya size takmış."

Rüzgar'a döndüm yeniden. Az önceki korkusunun yerini alev alev bir öfke almıştı şimdi. Burnundan solurken aklından tonla şey geçtiğini gözlerinden görebiliyordum. Korkuyla eline uzandığımda daldığı karanlıktan uyanıp bana baktı ve yanağımı okşadı. "Merak etme güzelim. Bunu ben halledeceğim."

Ona nasıl demek istedim, ama Caner Meriç'in şokuyla unuttuğum asıl sorunsala getirmişti konuyu. "Beren nerede peki? Seninle değilse..."

Of... sonunda o korkunç ana gelmiştik işte. Benim doğru sözcükleri asla seçemeyeceğim, ne dersem diyeyim felaketle sonuçlanacak o ana... "Caner..." dedim sıkıntıyla. "Beren gitti."

"Gitti mi?"

Yardım edebilirmiş gibi Rüzgar'a baktım, ama o da merakla söyleyeceklerimi duymayı bekliyordu. Ciğerlerimde tarifsiz bir acıyla nefes verdim. "Beren Demir'le gitti Caner. Biz... sizi gördük. Oya'yla sen terasta..." devam edemedim. İçimden o sahneyi dillendirmek gelmemişti, ama Caner zaten ne demek istediğimi biliyordu. Kolları başının üstüne kalkarken dudakları aralanmış, gözlerine kopkoyu bir çaresizlik çökmüştü. "Onu durdurmak için her şeyi yaptım." dediğimde gözlerimden yaşlar akıyordu. "Delirmiş gibi öylece sokağa attı kendini. Peşine takıldım ama... Demir oradaydı. Ona öyle şeyler söyledi ki..."

Caner dişlerini o kadar çok sıkıyordu ki az sonra parçalanıp ağzının içine döküleceklerdi neredeyse. Bakışları benim suratımda olsa da artık bizi gördüğünü sanmıyordum. Tonla ihtimal dolanıyordu kafasında. Benim kendime sorduğum sorulardan daha beterleri onu yiyor olmalıydı içten içe. Ne yapacağını bilmeden ileri geri birkaç volta atmış, saçlarını çekiştirmiş, gözlerini ovmuş sonunda yeniden karşımızda durduğundaysa ağlamaklı bir ifadeyle kollarını iki yana açmıştı.

"Bunu ben istemedim." dedi acı çekerek. "Oya'yı... Böyle olmasını istemedim ben. O bir anda karşıma çıkınca... Ben... ben ona söyledim. Olamayacağını söyledim. Çünkü biz Beren'le..."

Konuşamıyordu Caner. Kalbi gözümün önünde tekrar tekrar parçalanırken kelimeleri bile art arda getiremeyecek kadar kaybolmuştu pişmanlığının içinde. Sanki Beren'den dileyemediği özrü çıkarıp atmaya çalışıyordu içinden ama hayal kırıklığı öyle büyüktü ki... Beren gitmişti, hem de Demir'le. Onu dinlememişti. Dinlemeyecekti. Rüzgarların bahçesinde onu uyarmaya çalıştığım şey tam olarak gerçekleşmiş, zaten yaralı bir kuşu önce kurtarıp sonra kanadını daha çok kırmıştı Caner. Olanların geri dönüşü olmadığını o kadar iyi biliyordu ki ilk kez gözlerinin yaşardığını görüyordum sanırım.

"Siz..." dedi geri geri adım atmaya başladığında. "Siz kulisten bizim eşyaları da alırsınız değil mi?"

"Tabi." dedi Rüzgar hemen ama bir cevap almayı beklemeden arkasını dönmüştü bile Caner. Koşar adım kapıya ulaştı ve kendini gecenin içine attı. Hem Rüzgar hem ben seslenmiştik arkasından. Ne yapacaktı? Nereye gidiyordu? Bizi neden beklemiyordu?

"Onların peşine düşecek." dedim korkuyla. Rüzgar da benim gibi artık arkadaşımızın görünmediği kapıya bakıyordu boş boş. Başını aşağı yukarı sallarken en az benim kadar tükenmiş, belki benden bile çaresizdi. Artık kimsenin neden ağlıyorsun diyemeyeceği bir andaydım ve ben de tüm hüznümü hıçkırıklarımla kustum dünyaya. Rüzgar bana sarılıp teselli etmeye çalışsa da durmamış, tüm olanlara isyan ederce ağlamayı sürdürmüştüm.

Meriç'in ruhu her nereden bizi izliyorsa yine aynı şeyi düşünüyor olmalıydı şu an. Ah sulu göz... Hiç değişmeyeceksin değil mi?

-BÖLÜM SONU-

Bir damla gözyaşı bırakıyorum buraya. 

Büyülü başlayan masalımız tam bir çıkmaza doğru sürüklenecek bu noktadan sonra.  O yüzden yorumlarınız çok önemli. Karakterlerin başlarına gelecekler sizin elinizde olabilir.  

Beren Demir'le gitti. İrem'e geçmişten kopup gelen bir hayalet dadandı. Caner de Rüzgar da çaresiz. Birinin düşmanı bu dünyada, diğerininkiyse cehennemde. Şimdi bu çocuklar sevdikleri kadınları korumak için ne yapsın :(

ve işte size sorular: 

1. Caner Beren'i Demir'in elinden bir kez daha kurtarabilir mi? Hem de kendi elleriyle inşa ettiği güveni birkaç saniyede yerle bir ettikten sonra...

2. Peki Rüzgar... geçmişin ve imkansızın peşine düşer mi dersiniz? Ve eğer düşerse ve sahiden de bir hayalet çıkarsa karşısına, ne yapar? Siz ne yapardınız?

3. ve son olarak Beren... bize artık karanlıklardan bakan o kırık dökük kız... Son şansını da kaybettiğini düşünüyor musunuz siz de? Umut var mı?

Hadi yazın bana.  Azcık dertleşelim. Valla kalbim bu bölümden sonra çok buruk.

Şimdilik öperim hepinizi 

E.Ç.

Continue Reading

You'll Also Like

1.2M 75.1K 48
Hale, sosyal medyada yazdığı bir yorumun hayatını bu denli değiştireceğini nereden bilebilirdi ki.
2.4K 138 43
Kötü değilim,iyi hiç... Belirsiz bir kargaşanın içindeyim; Bir yanım neşe,diğer yanım fırtına sadece... Ben ise tam ortasında kalmış, Renksiz gökyüzü...
3.3M 123K 69
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum. İkiz erkek kardeşim yerine ben hayatta kalmıştım, ben yaşamıştım...
5.2M 282K 29
Sarhoş olduğu gece bir adamla birlikte olan Kayra, sabah uyandığında kendini tanımadığı bir adamla bulur. Evden apar topar kaçan Kayra, birlikte old...