AYNALI SALON

By ezgi_caglar

1.3M 75.7K 15.6K

**WATTYS 2020 YENİ YETİŞKİN KAZANANI** Yasak bir aşktan kaçan İrem'in yeni partneri Meriç sayesinde girdiği;... More

Hikaye Başlamadan
Bölüm 1
Bölüm 2
Salona Girmeden
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bölüm 44
Bölüm 45
Bölüm 46
Bölüm 47
Bölüm 48
Bölüm 49
Bölüm 50
Bölüm 51
Bölüm 52
Bölüm 53
Bölüm 54
Bölüm 55
Bölüm 56
Bölüm 57
Bölüm 58
Bölüm 59
Bölüm 60
Bölüm 61
Bölüm 62
Bölüm 63
Bölüm 64
Bölüm 65
Bölüm 66
Bölüm 67
Bölüm 68
Bölüm 69
Bölüm 70
Bölüm 71
Bölüm 72
Bölüm 73
Bölüm 74
Bölüm 75
Bölüm 76
Bölüm 77
Bölüm 78
Bölüm 79
Bölüm 80
Bölüm 81
Bölüm +1
Bölüm +2
Bölüm +3
Bölüm +4
Bölüm +5
Bölüm +6
Bölüm +7
Bölüm +8
Bölüm +9
Bölüm +10
Bölüm +11
Bölüm +13
Bölüm +14
Bölüm +15
Bölüm +16
Bölüm + 17
Bölüm +18
Bölüm +19
Karakterler ve Sürprizler
Bölüm +20
Bölüm +21
Bölüm +22
Bölüm +23
Bölüm +24
Bölüm +25
Bölüm +26
Bölüm +27
Bölüm +28
Bölüm +29
Bölüm +30
Bölüm +31
Bölüm +32
Bölüm +33
Bölüm +34
Bölüm +35
Bölüm +36
Bölüm +37
Bölüm +38
Bölüm +39
Bölüm +40
Bölüm +41
Bölüm +42
Bölüm +43
Bölüm + 44
Bölüm +45
Bölüm +46
Bölüm +47
Bölüm +48
Bölüm +49
FİNAL
AYNALI OKURLARININ DİKKATİNE!
AYNALI OKURLARININ DİKKATİNE VOL.2
AYNALI OKURLARININ DİKKATİNE VOL.3

Bölüm +12

5.5K 399 50
By ezgi_caglar


Herkese merhaba,

Uzun aradan sonra buradayım. Bir takım sıkıntılı dönemler, sorunsallar, uğraşlar, kendini arayışlar arasında pek yazamadım. 2020 zor başlamış olabilir, ama bu bölümün bu talihsiz döngüyü kırmasını ve kaldığım yerden size güzel bölümler yazmayı umuyorum :)

Size bu bölümde eski bir arkadaşı getiriyorum. Kaderin gidişatı da tam olarak bu bölümde değişiyor. 

Keyifli okumalar:)

E.Ç. 

***

Girl
I'm twisting and turning
This room here is burning
There's smoke in the air

***

BÖLÜM: +12

ATEŞ VE DUMAN

Meriç'den...


"Uno, due, tree... başlıyoruz."

Başlıyoruz diye tekrarladım içimden. Sağ adım ve sol adım. Ve şimdi yine sağ ve sol. Nefes al. Nefes ver. Sağ, sol, sağ, sol... Bir zamanlar dans ederken de aynı böyle sayıyor olmalıydım adımları içimden. Oysa şu an tek amacım devrilmeden karşımda görünen kapıya ulaşabilmekti.

"Yavaş." dedi Sofia bir an dengemi kaybeder gibi olduğumda. "Acele yok."

Oh, öyle çok acelem vardı ki aslında... Yine de başımla onaylayıp sesli bir nefes verdim ve yeniden, daha temkinli bir adım attım. Tek kolumun altına sıkıştırdığım koltuk değneğini sıkıca kavramış parmaklarım kasılmış, avucum ter içinde kalmıştı. Yine de halime şükür etmeliydim sanırım. Tekerlekli sandalyemden terfi ettiğim bu yeni metal uzvumla neredeyse kendi başıma hareket eder hale gelmiştim. Neredeyse...

"Bunu yapmak zorunda değilsin, biliyorsun değil mi?" dedim sesimin nefes nefese çıkmaması için insan üstü bir gayretle. "Sonradan Greta'yla da gelebilirdim ben gösteriye. Benim yüzümden provaya geç kalacaksın, annem çılgına dönecek, bale hayatını bitirecek ve sen tüm boşa çıkan zamanını benim kolumda, kaplumbağa hızında yürüyerek geçirmek zorunda kalacaksın."

Sofia kaşlarını çatıp yandan bana baktı, ama dudakları muzipçe yukarı kıvrılmıştı. "Öyle bir şey olursa seni satıp annene zorla bana kendini evden aldırdığını söylemeyi düşünüyorum. Oğlu yerine baş dansçısının sözünü dinler herhalde değil mi?"

"Hımm... Muhtemelen."

Sofia'nın gülüşü tüm yüzüne yayılırken "Hadi!" dedi. "Yeterince mızmızlandın. Geldik zaten."

Onun son birkaç önemsiz adımdan bahsettiğine emindim. Sahiden de bir iki metre sonra içeri girmiştik aslında. Ama bu durum bana sonsuzluk gibi gelen yolculuk yüzünden kan ter içinde kaldığım gerçeğini değiştirmiyordu.

"Gel, seni güzel bir yere oturtalım." dedi Sofia soldaki kapıya yönelip. Oysa ben hareketsiz kalınca o da durmak zorunda kalmıştı.

"Bundan sonrasını ben hallederim." dedim onu kendime çevirip. "Hadi daha fazla gecikmeden kulise geç sen."

"Miro..."

"Hadi..." İtirazına devam edecektiyse de uzanıp dudaklarına yumuşak bir buse bıraktığımda gözlerini kapayıp gülümsedi Sofia.

"Aralarda yanına gelirim, tamam mı? Kıyafetlerini de getiririm. Gösteriden önce hazırlanman için Greta yardıma gelecek miydi? Gelemese de sorun yok, ben de buradayım ama belki prova uzarsa..."

"Sofia..." Kaşlarımı kaldırıp ona hayretle baktığımda ufladı. "Git hadi."

Ve yanağıma aldığım küçük öpücükle birlikte Sofia beni olduğum yerde bırakıp kulise koşturmuştu. Koridorda kaybolmadan hemen önce son kez bana bakıp güldüğünde yine onu bir pamuk şekere benzetmeden edemedim. Pembe saçları, kızarmış yanakları ve çilek rengi dudaklarıyla gri hayatıma yeniden renk getirmek için karşıma çıkmış bir masal kahramanıydı sanki. Kimliksiz bedenimin bu dünyadaki varlığına yeniden anlam katıyordu ve ben neden, niye sormadan, sonunu umursamadan onunla sıfırdan keşfediyordum hayatı her gün en baştan.

Kısa bir soluklanmanın ardından değneğime asılıp tribüne açılan kapılara doğru ilerledim. Basamakları çıkmak düşündüğümden bir hayli zor olsa da sonunda sahneyi çaprazdan gören güzel bir koltuğa popomu koymayı başarmıştım. Parkenin üstü ısınan dansçılarla dolmuştu bile. Ve az sonra tüm hayatım haline gelmiş iki kadın da konuşarak görüş alanıma girmişlerdi. Annemin gösteriyle ilgili talimatlar yağdırdığını anlamak için suratını görmek yeterliydi ya Sofia'nın koltuklarda dolanan gözlerinden annemden çok benimle ilgilendiğine emindim. Göz göze geldiğimizde dudakları istemsizce yukarı kıvrılsa da Lale Hanım'ın ters bakışıyla hemen kendimi toparladı Sofia. Hemen sonra diğer dansçıların arasına karışıp ısınmaya başlamıştı.

Onu izlerken artık alıştığım o tanıdık keyfin yine bedenimde karıncalandığını hissettim. Yukarı kalkan kollar, öne uzayan bedenler, kıvrılan parmaklar, yerden sekip gökyüzüne yükselen adımlar... Müziğin ritmiyle ahenk içinde salınan balerinler kendi hareketlerini çalışırlarken düzensiz bir düzen yaratmışlardı farkında olmadan. Ve her şeyin ortasında Sofia o ciddi surat ifadesi, kendinden emin duruşu ve su gibi akan hareketleriyle ulaşılmaz bir dansçıya dönüşmüştü bir kez daha.

Annemin komutuyla piyano sesi kesildiğinde provanın başlayacağını anlayan balerinler hızla toparlanıp ip gibi dizildiler hocalarının karşısına. Sonrası benim için iki saatten uzun süren yalnız bir bekleyiş ve bana özel sergilenen bir gösteriydi. Zamanımın neredeyse tamamını salonda geçirdiğim için ezbere biliyordum tüm koreografiyi elbette. Ama bu eski binada, bu koca sahnede, dekorların arasında her şeyin hayat bulmasını izlemek... İşte bu yeni tattığım bambaşka bir duyguydu. Sanki ruhum bu hissi hatırlıyor, bedenim eski günlerdeki gibi bu şölene katılmak için can atıyor, ama inatçı zihnim tek bir anıyı bile hatırlamamak için hala direniyordu. Yerimden kalkıp o parkeye adım atabilsem tüm gizem çözülecekti sanki. Kalkamıyordum. En azından şimdilik...

"Gözlerinin en az beş dakika başkalarının üzerinde gezindiğini gördüm." dedi Sofia diğerleri gibi kulise gitmek yerine doğrudan yanıma gelip oturduğunda.

Yüzüme ciddi bir ifade takınıp "Beğendiğim bir iki kız daha var." dedim ona bakmadan. "Şu sarışın çilli kız hiç fena değil mesela. Kızıl olanın da ayrı bir albenisi var. Hani böyle..."

Sofia yumruğunu karnıma geçirdiğinden kelimeler yerine ah çıktı ağzımdan. Tam kalkıyordu ki onu bileğinden yakalayıp kendime çekince gerisin geri oturuverdi. Dudakları dudaklarımın tam önünde, gözleri benimkilerin içindeydi. Onunla eğlendiğimi biliyordu muhtemelen. Kaşları çatılsa da dudağının sağ kenarı hafifçe yukarı kıvrılmıştı. Yine de şansımı zorlamamak için daha fazla oyunu uzatmadım.

"Bazı sahnelere katlanamıyorum."

"Ne?"

Omuz silktim. "Gereksiz bir samimiyet var koreografide bence. Hayır oğlan kıza aşık bile değil ki? Hikayeye ters bir kere. Karakterin doğasına aykırı tüm bu yakınlaşmalar, öptü öpecek gibi yersiz bir samimiyet..."

Şimdi Sofia gerçekten tebessüm ediyordu. Kaşları yukarı kalktı ve hayretle bana baktı. "Thomas'ı kıskanıyor olamazsın değil mi? Hayır, çünkü düşününce..."

Düşününce bu ihtimal epey saçmaydı. Çünkü cinsel seçimlerini açıkça sergilemekten çekinmeyen Thomas'ın baş dansçı olarak Sofia yerine her fırsatta poposunu izlediği Luca'yı tercih edeceğine ve onu eline geçirdiği her fırsatta öpücüklere boğacağına emindim. Yine de... "Ben tamamen profesyonel bir gözle eleştiriyorum." dedim umursamaz bir edayla bakışlarımı boşalmış sahneye çevirip. "Sonuçta izleyiciler hikayeyi doğru anlamalı."

"O zaman..." diye fısıldadı Sofia iyice dibime sokulup. "Gösteriden sonraki davette bu değerli yorumlarını herkesle paylaşmalısın. Tabi benim o sahnedeki en iyi dansçı olduğumu, muhtemelen beş yıl içinde dünyaca ünleneceğimi ve bugün şovu izleyenlerin bir yıldızın doğuşuna tanıklık ettiklerini söyledikten sonra..."

Sofia kendi sözlerine kıkırdamaya başlayınca sahte ciddiyetimi bir kenara bırakıp gülüşüne katıldım. "Artık kulise gitmem lazım. O aptal peruğu tutturmaları iki saat sürüyor, biliyorsun. Gel hadi sen de benimle. Yardım ederim hazırlanmana."

"Git sen." dedim yüzüne düşen pembe perçemi kulağının arkasına takıp. "Ben kendim inerim aşağı birazdan. Annem kulise bırakmıştır takımımı zaten. E, Thomas da ordadır nasılsa, yardım eder bana."

Sofia azarlarca bana baktı. "Beni partnerimle kıskandırmaya çalışmıyorsun değil mi?"

Güldüm. Önceki hayatımda tercihlerim neydi bilmiyorum, ama kızarmış yanakları, birbirine karışmış saçları ve ince askılı mayosuyla Sofia önümde dururken karşı cins hiç de cazip gelmiyordu şu an bana. "Git hadi!" diye üsteledim bir kez daha yanağını okşayarak. "Annemin çıldırıp beni eve göndermesini istemiyorum. Seni en önden izlemeye geldim ben."

Sofia gülse de Signora Lale'nin öfkeli görüntüsünün gözünün önüne geldiği irileşen bakışlarından anlaşılıyordu. İyice sokulup beni öptükten sonra "En çok sen alkışla, tamam mı?" deyip ayaklandı ve sekerek basamakları tırmanıp karanlıkta kayboldu.

Derin bir nefes aldım. Onun peşinden kulise gitmemin de hazırlanıp koltuğuma yerleşmemin de dudaklarımdan döküldüğü kadar kolay ve sorunsuz olmayacağının farkındaydım. O yüzden ilk adım olarak değneklerimden destek alıp ayaklanmaya odaklandım. Neyse ki pratik yapa yapa iyice güçlenmiş olan üst bedenim bu zorluğun üstesinden kolayca gelmişti. Ben de yersiz bir cesaretle kulislere uzanan çetrefilli yola düştüm bir başıma. Acele etmeden, temkinli ve biraz da korkarak hareket ediyordum. Arada karşıma çıkan dansçılardan beni fark edenler hocalarının oğlu olduğum için anında yardıma yeltense de beş on dakika içinde bir düzinesini başımdan savuşturmayı ve tek başıma kulislerin olduğu koridora ulaşmayı başarmıştım.

Üzerime yapışan 'sakat çocuk' damgası her gün daha çok canımı sıkıyordu. Gözümü ilk açtığımda tutmayan uzuvlarım, sonrasında mahkum kaldığım tekerlekli sandalye ve şimdi bana eşlik eden değnekler arasında epey yol kat etmiş olsam da hala eksik, hala yardıma muhtaç bir adamdım işte. Son adımları bu hırsla, kimseyle göz göze gelmemeye çalışarak kat ettim. Neyse ki soyunma odasının içi tam bir mahşer yeriydi. Panik halinde oradan oraya koşturan dansçıların o an hiç de umurlarında olmamam iyi bir şeydi sanırım. Bana doğru sallanan birkaç el ve bir iki tebessüm arasından hızla sıyrılarak üzerinde adım yazan takımı alıp çıkmıştım bu sayede.

Hala kulağıma yabancı gelen İtalyanca kelimelerin arasında ve o dansçı çocukların ortasında gömleğimi giymek bir palyaço burnu takıp şaklabanlık yapmamla eş değerdi ne de olsa. Ben de koridorun en ucunda kalan minik depo odasını gözüme kestirip kayarak içeri girdim. Loş odanın anında etrafımı saran sakinliği hoşuma gitmişti. En uca kadar dura kalka ilerleyip takımı eşya yığının üzerine attım ve değneği duvara yaslayıp kendimi tozlu sandalyenin üzerine bıraktım. Devam etmeden önce iyice soluklansam ve güzel bir duş alsam hiç fena olmazdı aslında. Nefes nefeseydim. Saunadan çıkmış gibi boncuk boncuk ter birikmişti alnımda ve daha smokinin kılıfını açamamıştım bile.

Sıkıntıyla ofladım. Böyle anlarda annemin anlattığı, o bir zamanlar dans ederken insanları kendine aşık eden adam olduğuma inanmak öyle zordu ki. Bir gün... yeniden... o inanması imkansız masal kahramanı olabilecek miydim acaba? Kenardan yüzüme gülen metal sopalar aksini söylese de şu an için bu umuda tutunmaktan başka şansım yoktu sanırım. Ben de derin bir nefesle bugün ve bu ana geri dönüp takımıma uzandım. Fakat daha elim fermuarı bulmadan kapı hışımla çarpıp yeniden kapanmıştı. Gelen her kimse onu göremiyordum. Dekorların arkasında kuytu bir köşeye saklandığından o da benim varlığımı fark etmemiş olmalıydı, çünkü şimdi fısıltılar geliyordu kulağıma. Sert, keskin, öfkeli ve panik içinde...

İtalyanca sözcükler arasından ancak bazılarını yakalayabiliyordum. Neden... gördüm sizi... yalan söyledin... onu mu seviyorsun?... ne zamandır?... nasıl?... ölüm... ölmek... yada öldürmek? Ne diyordu bu çocuk Allah aşkına? Kim kimi öldürüyordu? Ve ona cevap yetiştirmeye çalışan kız hıçkırıkları arasında ne anlatmaya çabalıyordu? Kesik kesik çıkan sesinden ne kadar korktuğu öyle belliydi ki hiç umurum olmaması gerektiğini bilmeme rağmen müdahale etmem için avaz avaz bağıran iç sesime karşı koyamadım ve bir köşeden destek alarak ayaklanmayı denedim.

Metal parçaların ve kumaşların ardındaki iki gölgeyi seçebiliyordu şimdi gözlerim. Biraz daha dikkatli bakınca oğlanın elinin kızın boynunu kavradığını görmüş ve onu sertçe duvara yapıştırmasını izlemiştim. Hayır diyordu bir yanım. Karışma sen, ne olduğunu bile bilmiyorsun. Ama öyle rahatsız edici, öyle isimsiz bir his vardı ki içimde... Neden bu kadar tanıdık geliyordu önümdeki sahne söyleyemezdim. Bildiğim tek şey o oğlanın öfkesini kendi bedenimde hissettiğim, kızın korku dolu hıçkırıklarını beynimin en derinlerinde işittiğimdi.

"Per favore... Ascoltami!" diye inledi kız. Lütfen... Dinle beni! "Düşündüğün gibi değil!"

Fakat konu her neyse oğlan karşısındaki kıza inanmamayı seçmişti. Sırtı bana dönük olsa da gözlerinden çıkan cehennem ateşini hayal edebiliyordum. Dişleri arasından "Sus!" diye bağırdıktan sonra elinin ulaştığı ilk şeyi alıp kızın kafasının yanında duvarda parçaladı.

Duvarda patlayan şişenin sesi sanki bir bomba gibi kulaklarımdan girip tüm hücrelerimde şok etkisi yaratmıştı. Cam kırıkları havada parıldayarak bu iki insanın üzerine yağarken aniden başıma saplanan ağrıyla inledim. Acı öyle büyüktü ki istemsizce gözlerim kapanmıştı, ama kırıkları görmeye, çığlıklar duymaya devam ediyordum. Bilincim aniden kopup gitmişti sanki. Artık bu depoda, şu anda değildim, biliyordum. Bir ev vardı... bir kız... öfke... çok büyük bir öfke... ve kan... çığlıklar... göz yaşı... karşımdaki ela gözlerden dur duraksız süzülen yaşlar...

Kimdi bu kız? Kimindi bu anılar? Kontrolsüzce şuuruma akan bu görüntülerden hiçbiri bana ait olamazdı, hayır. Ama oradaydım işte. Bir şekilde orada olduğumu biliyordum. Ellerimi lekeleyen kan beyaz mermer basamaklara damlayıp yeri kırmızıya boyuyordu. Öfkeyi tenimin her zerresinde hissediyordum. Az önce kız arkadaşının başında şişe kıran adam bendim sanki. Kıskançlık ne zaman bu denli dayanılmaz olmuştu, düşünemiyordum.

Görüntülerden de bana ait olmadığına emin olduğum duygulardan da kurtulmaya çabaladım aldığım nefesle. Gözlerim aralansa da şakaklarımdan inen ağrı görüşümü bulanıklaştırmaya devam ediyordu.

"Sen..." dediğini işittim oğlanın hayal meyal. Beni fark etmiş, kızı olduğu yerde korkudan titrerken bırakıp üzerime yönelmişti. Suç üstü basıldığı için duyduğu öfkeyi saklama gereği duymuyordu belli ki.

Ona ne yaptığını sormak istedim. Neden yaptığını... Peki ben nasıl yapmıştım? Neden? Ellerimde kan vardı. Ne zamana aitti bu anı? Daha önemlisi kime aitti? Ben olamazdım. Olmamalıydım. Ama kulaklarımda yankılanan çığlıklar görüntülere karışıp sel olmuş ciğerlerime akıyor, beni soluksuz bırakmaya devam ediyordu. Gerçekti işte. Bir şekilde hepsi gerçekti, biliyordum.

Dik durmak istedim. İki adımda aramızdaki boşluğu kapatmış çocuğa karşı kendimi savunmak için kolum havaya kalkmıştı. Ama yanağıma inen yumruk öyle şiddetliydi ki sadece görüntüleri silmekle kalmadı, dünyamı da anında karanlığa gömdü. Yanağımın değdiği soğuk zemin hissettiğim son şey olmuştu. Şikayetçi değildim. En azından katlanılmaz sesler kesilmiş, zihnimin hiçbir köşesinde bulamadığım görüntüler geldikleri gibi aniden yok olmuştu.

Artık sadece karanlık vardı. Ve uçsuz bucaksız bir boşluk... Ne kadar süre bilinçsizce bulutların arasında süzüldüğümü söyleyemezdim. Çok uzaktan bir ses duyuyordum şimdi. Cehennem kucaklamış gibi sıcacıktı bedenim. Gözlerimi açmayı denediğimde ensemden başıma yayılan ağrı nefes almaya çalışan ciğerlerimdeki sızıyla birleşip hızla ayılmamı sağlamıştı. Öksürükler arasında yerden destek alıp doğrulsam da ayağa kalkmama yardımcı olacak güç yoktu bacaklarımda.

Öksürdüm. Tekrar ve tekrar. Bilincim açıldıkça gözlerimi perdeleyen sis bulutunun nedeninin gerçekten etrafımı sarmış dumanlar olduğunu fark etmiştim. Her nefesle zehir çekiyordum sanki içime. Gözlerimi açık tutmaya çalıştıkça ince kıymıklar batıyordu içlerine. Sahiden ya ölmüş ve cehenneme düşmüştüm ya da Azrail kıyameti ayağıma kadar getirmişti. Kapının ardında duyduğum bağırış çağırırlar kaosun çanları gibiydi ya, mücadele ettiğim canavarın kim olduğunu anlayamamıştım hiçbirinden.

Ben de bağırdım. "Hey! Buradayım! Yardım edin!" Birkaç saniyelik umutlu bekleyişim hüsranla sonlanınca yerden kalkmak için kendimi zorladım, fakat avucumda hissettiğim keskin sızıyla anında geri sıçramıştım. Yanlışlıkla kavgalarının ortasına düştüğüm çift artık odada olmasa da onlardan kalan cam kırıkları hala zemindeydi. Küfretmek istedim. Şöyle ağız dolusu bir iki kötü laf etsem rahatlardım belki, ama öksürükler artık kesintisiz hale gelmişti. Gözlerimden boşalan yaşları kontrol edemiyordum bile. "Yardım edin! Buradayım! Kimse yok mu?"

Daha çok öksürdüm. Duman mı bana bunu yapıyordu yoksa gerçekten mi ağlıyordum emin değildim. Dışarıdan gelen çığlıklar giderek uzaklaşırken her saniye çaresizliğim biraz daha katlanıyordu. "Binayı boşaltın!" dediğini işittim yabancı bir sesin. Koşarak deponun kapısının önünden geçen adımların tıkırtısını daha fazla bağırış çağırış takip etmişti. "Dışarı! Herkes dışarı!"

Ne olmuştu, ben kendimi kaybettiğim sırada ne yaşanmıştı bilmem imkansızdı, ama bu andan sonra başıma iyi şeyler gelmeyeceği ortadaydı. Her koşulda kendimi toplayıp bu delikten çıkarmanın bir yolunu bulmalıydım. Artık tenimi kesen cam parçaları en küçük sorunum olduğundan kollarıma batan kırıkları umursamadan dirseklerimin üstünde kapıya süründüm. Dolaptan destek alarak bedenimi yukarıya çekmeyi istediysem de ilk deneme kafama raftaki kutuların inmesiyle noktalanmıştı. Yılmadım. Kalan son nefesime, kan içinde kalmış kollarıma ve inatla düzgün çalışmayan uzuvlarıma rağmen üçüncü seferde ayağa kalkmayı başarmıştım.

"Yardım..."

Sesim çıkmıyordu artık. Koridora çıkmamla yüzüme çarpan sıcaklık iki katına çıkmış, zehir ciğerlerimin tamamını kaplamıştı. Sanki doğrulmak için o kadar uğraşan ben değilmişim gibi bir kez daha dizlerimin üstüne devrildim.

"Yardım..." diyordum bir yandan. Avaz avaz bağırdığıma inanmak istesem de sesimin çıkmadığına emindim. İçinde bulunduğumuz bina benimle birlikte cayır cayır yanıyordu ve aciz bedenim sürünmeyi bile bırakmıştı. Anne... diye düşünebildim bilincimin son çırpınışıyla. Sofia... ben... onca zaman karanlıkta bekleyip tam şu an ortaya çıkan gerçek ben... Meriç...

İlahi bir şakaydı şüphesiz şu an hayatımın sonuna gelmiş olmam. Gözümün önünde aylardır aradığım görüntüler... yine kan... yine ölüm... Her şeyi bilerek terk etmem gerekiyordu bu dünyayı. Alevler vücudumu sarsa da küllerin temizleyemeyeceği bir yükle yanmaya gidiyordum cehenneme. Tıpkı hak ettiğim gibi.

Meriç diye düşündüm gözlerim tamamen kapanmadan önce.

Bu bendim. Artık biliyordum. 

***

-BÖLÜM SONU-

Ve şeytan uyanır...

Bundan sonrası için tahminleri alabilirim :) Meriç tam da hafızasını geri kazanmışken ölecek mi dersiniz? Peki ölmezse neler olur bizim diğer karakterlerimize?

Hadi yazın bana. Benim de moralim düzelsin size bol bol çok çok bölüm yazayım :)

Sizi seviyorumm <3

Şimdilik öpücükler. 

E.Ç.

Continue Reading

You'll Also Like

2.2M 121K 30
Bir mahalle hikâyesidir.
375 42 10
Bir Uzman Çavuş'un Anıları
117K 5.5K 41
Kelimelerinizin tükendiği bir nokta olmalı . Hani böyle tir tir titrediğiniz, beyninizin bom boş olduğu bir nokta. Hani kalbinizin sanki ağır bir kal...
922K 55.7K 46
Hale, sosyal medyada yazdığı bir yorumun hayatını bu denli değiştireceğini nereden bilebilirdi ki.