Uzak Dur [bxb]

By sunysunyA

471K 24.5K 5.8K

🏳️‍🌈 -Uzun süreli bir savaş olacak. Hatta bazen kan akıtacağız. Ellerin kirlenecek belki. Ama kazanacaksın... More

bir
2
üç
4
beş
6
yedi
8
dokuz
10
on bir
12
on üç
14
on beş
16
on yedi
18
on dokuz
20
Yirmi bir
22
yirmi üç
24
yirmi beş
ÖLÜ DENİZ.
MELANKOLİ
SKYFALL
30
HABERİN YOK ÖLÜYORUM.
DUYURU
32
Otuz üç
34
Otuz beş
Final.

VERGEEF ME

5.6K 358 223
By sunysunyA

Medyada duran parça kıymetlimdir.
******************************************

Darwdan..

-Beyfendi! Beyfendi! Bekleyin lütfen çıkışınız onaylanmadı.

-Fazla bile kaldım.

Gelişinin aksine dinç bir şekilde çıktı hastaneden. Adamları kapıda bekliyordu. Hızlı hızlı akan kanı yüzünden yanakları hafif kızarmış, nefes alışverişleri hızlıydı. Genç adam heyecanlıydı. Yapacağı şey, bu güne dek yapacağı en büyük çılgınlık olacaktı. Fakat biliyordu ki, kendine yakışan buydu.

Görevlinin açtığı kapıdan bindi arabaya. Evine sürmesini söyledi. Kimseyi bulaştırmadan, ama olabileceğinin en iyisiyle halledecekti işini. Bir yerlerde kendini bekleyen bir deniz vardı. Bekletme fikri dahi kahrediyordu. Bir an önce yanına gitmesi gerekiyordu. Bir an önce.

Dikkat çekmemeye özen göstererek dikiz aynasından kendine yönlendirilen gözlerin farkındaydı. Öyle ya, dün ki yıkım sonrası bu erken toparlanış, bipolar alametiydi. Kendi gözlerine ziyadesiyle benzeyen gözler dikkatini çekmişti lakin üzerine düşünmedi.

Terleyen avuç içlerini pantolonuna bastırdı. Yüzünde ki psikopat sırıtıştan habersiz, yapacağı şeyi düşünüyordu. Gözlerinde patlayan kıvılcımlar, kana susamış bir yaratığın rivayetiydi. Şeytan gurur duyacaktı evladıyla.

Evine vardıklarında korumayı beklemeden indi.

-Sizi arayacağım burada beklemeyin.

Arabaların uzaklaşmalarını bekleyip evine girdi. İhtiyacı olan malzemeleri bulması normalde bir hayli zaman gerektiriyordu. Lakin kaybedilecek saniyeler dahi yoktu. Denizin yanına gitmesi gerekiyordu derhal. Şehir ışıklarının yerini gün ışıkları almadan yanına gitmeliydi ki, tanrının lütfu olan o tepede, güneşin doğuşunu beraber izleyebilsinler.

Kimden tedarik edeceğini biliyordu. İşi hızlandıracak olan altın element elbette ki paraydı. Ne zamandır banka hesabında yüklü bir mebla bulundurmuyordu. Abileri onun hisse karşılığı olan parayı aile hesaplarına geçiriyorlardı. Rembrandt'ı aradı. Finans ondan sorulurdu.

-Darw.

-Rembrandt.

Abisi iyi olup olmadığı konusunda ısrarcı davransa da nihayetinde istediği parayı hemen havale edeceğini söyledikten sonra çok kısıtlı ama kan donduran bir cevap alabilmişti kardeşinden.

-Son kaybımı verdim.

Abisinin endişeli ses tonunu duymak istemediğinden son sözünü söyleyip kapattı. Onları özleyecekti. Dünya alemine ait bir onları özleyecekti hatta.

Gerekli tüm parçaları listeleyip gönderdiği adam paranın kokusunu almış, teslimatın gün içinde olacağına teminat vermişti.

Üst kata çıkıp üzerindekilerden kurtuldu. Ilık suyun altında kaldı bir süre genç adam. Sanki, tüm kayıpların bedenine attığı çentiklerin izleri kazıyarak geçirebilecekmiş gibi hoyratça yıkadı bedenini. Ardından giyinme odasına geçti. Parmakları, her biri özel dikim gömleklerin üzerinde gezinirken, siyah olanı çekip aldı. Başka bir renge tahammülü yoktu.

Baştan sona siyaha bürünürken ne denli güzel olduğundan habersizdi. Darw cehennem prensiydi belki de önceki hayatında. Onun belirtisiydi belki de kana olan hassasiyeti. Zira bir defa ateşlediğinde o silahı, kurt misali dişine kan deydikten sonra geri dönüşü olmuyordu kalan hiçbirşeyin.

Küçükken aşık olduğu bir yılanı vardı. Ona neredeyse tapardı. Kafesini açması yasaktı, lakin, yasaklara uyma gibi bir huyu asla olmamıştı ve yanlız olduğuna emin olduğu ilk an derhal yılanı salıvermişti. Bunu yapmaya alışmıştı. Yanlız kaldığı her an yılanı bırakıyor, vücudunda gezdiriyor hatta neredeyse oyun oynuyordu onunla.

Bir gün yılanı kafesine koymayı unutup uyuya kalmıştı. Odasına gelen görevli kadın yılanı görünce olmayacak tepkiler verip ürkütünce, yılanın ısırığıyla ödemişti bedelini. Darw uyandığında çok geçti. Babası onu öldürmüştü. Bir defaya mahsus olmazdı yılanların ısırıkları, başladılar mı, geri dönüşü kesinlikle olmazdı.

Şimdi düşününce, satan adını verdiği yılanının ruhunu taşıyordu belki de içinde. Bunun sorumlusu hasta bir psikolojiye sahip babasıyla büyümüş olmasıydı belkide. Hasta zihniyetler, hastalandırırdı nihayetinde.

İçinde, kendini sağa sola fırlatan kötülük, ateşin celladı ol diye fısıldıyordu. Lakin darw bunu yapacak bir adam değildi. Savaş, düşmana benzeyince kaybedilir diyordu aliya izzet begoviç. Belki sevdiği adamın ellerinden kayıp gitmesine öncü olmuştu. Lakin ona en büyük ceza, arkasından ağlamaya dahi yüzü olmayacak halde kaybetmiş olmaktı denizi. Darw ona bir şey yapacak olsa, kırılırdı deniz. Ona kıyamazdı. Ateşe duyduğu hassasiyeti çiğneyemezdi.

Arabasına binip kararlaştırılan yere sürdü. Acelesi yoktu. Vedalaşması gereken kimse kalmamıştı. Korkmuyordu. Aksine sinsi bir heyecan vardı içinde. Bir tilkiye benziyordu.

Rıhtıma yaklaştı. Yük gemileri hazırlanmış, sefere çıkmaya hazırdı. Bir kaç büyük balıkçı ve yunanistana kaçılacak mültecilerin tıkıldığı bakımsız tekneler.

Ülkeyi illegal ziyaret eden siyahi adam darwı gördüğünde gülümseyerek ona yaklaştı

-Hey Ahbap yine karanlık sularda yüzmeye başlamışsın!

-O suları karartan bizzat benim. Benden önce maviydi çünkü.

-Bunlar çok güçlü malzemeler. nasıl kullanacağını bildiğinden emin misin ? Bak ahbap; işine karışmak istemem. Ama eğer çocuklara falan bir şey yapmayı düşünüyorsan.. paramı aldığım sürece çokta önemli değil ama yinede uyarmış olmak istiyorum, bir katliam düşünmüyorsun değil mi?

Darw yalnızca yüzüne baktı. Fazla tehlikeli bakışları vardı. karşısındaki adamı, annesinin medusa olduğundan şüphelendirecek kadar hemde.

Parayı elden teslim edip kendisine uzatılan siyah çantayı açıp eksik olup olmadığını kontrol etti her şey tamamdı. Tekrardan selam verme gereği duymadan, dönüp arabasına yürüdü. geldiği gibi sakin bir şekilde döndü evine. Çantayı aldı ve odasına çıktı, üzerinde ki ceketi çıkartıp gerekli düzeneği kurduktan sonra yeleği üzerine geçirdi.

Telefonuna baktığında abilerinden gelmiş onlarca arama ve mesajı gördü. Rembrandt.. ağzını asla sıkı tutamazdı. Yine de gülümsemişti, iyi adamlardı kardeşleri. Tanrı bütün lanetini darwa yöneltmişti.

Evinden ayrıldı. Uzun bir yol vardı önünde. Yapacağı şey, denizi uyuduğu yerde yanlız bırakacaktı. Asla yan yana gelemeyeceklerdi bu saatten sonra, fakat genç adam gömülmeyi hak eden bir yaşam sürmemişti. Böylesine ceset dolu bir geçmişle uzanamazdı onun yanına. Eğer biraz şanslıysa, kısa süreliğinede olsa, cehenneme gitmeden evvel denizin yanına varıp tepeden güneşin doğuşunu seyrederdi.

Uzun yol, uzun vicdan muhasebeleri demekti. Darwın tek yarası deniz değildi. Deniz bardağı taşıran son damlaydı. Babasının gözdesi olabilmek için sevdiği şeyleri yok etmişti önce, sonra insanları. Ella ve kızı babası yüzünden öldürülünce insanlığını. Babasını öldürürkende ruhunu. Deniz ise darwdan geriye ne kaldıysa alıp götürmüştü. Geriye zerre bırakmadan.

Karabasanları ile beraber yok olacaktı dünyadan. Hak edileni vermeye giderken, kendinede güzellik yapmayı ihmal etmeyecekti. Bu akşam herkes hak ettiğini alacaktı. Yolun sonu görünüyordu artık. Zerre korku hissetmeden yürüyordu. Denize kedi gibi iz bırakmadan yürüdüğü için kızıp ayaklarını betonlamakla tehdit etmiş olan bu adam, denizin izini unutulmayacak bir şekilde kazımaya kararlıydı.

Eve yerleştirdiği kendi adamlarıyla iletişime geçmişti. Kör bir noktaya aracını bırakarak indi arabadan. Gün geceye karışmıştı. Tamda şeytanın çocuklarının gezinti zamanıydı bu saatler.

Cebinde titreyen telefon rembrandt'tan gelen belki de ellinci çağrıydı. Reddedip yapmak zorunda hissettiği, içinde kalmış ufak iyilik kırıntısına karşı çıkmadan, ateşin numarasını tuşladı. Çaldıysada açan olmadı. Telesekreterin devreye girmesine kalan son saniyede cevapladı ateş çağrıyı.

-Darw.. Neredesin?

-Beni bekliyorsun değil mi?

-Geldiğini umut ediyorum.

-Geldiğim doğru. Ama senin için değil.

-Sona sakladığın özel parçanım değil mi?

-Hevesini kırmak istemem ama, sen sıralamaya dahi girmedin.

-Ne demek bu?

-Senin için geç değil demek. Benim kadar batmadın henüz.

-Ne sikim konuşuyorsun! Üç kişilikti bu oyun beni ortada bırakmaya hakkın yok.

-Oyun kurucu benim. Ve bitiriyorum. Lakin kazandığını da düşünme, sen elendin.

-D..de.denizi Ben öldürttüm! Haberim vardı yapacaklarından! Ben yaptım! Durdurmadım. Ben gömdürdüm onu hatta hatta...

-Ateş. Sen denizi kurtarmak için aradın o gün.

-Beni geride bırakma.

Tuhaftır ki ateşin ağlayarak öldürülmek için yalvarması darwın bir şeyi fark etmesini sağladı. Üçü görünmez bir bağ ile bağlanmıştı. Ve şimdi onu geride bırakacağı için pişman değildi. Bu defa doğruyu yapıyordu.

-İyi bir adam ol ateş. Senin için hala umut var.

Telefonu kapatıp arabanın içine bıraktı. Evin arka kapısına yürürken kafasını kaldırıp gökyüzüne bakmadı. Yüzü yoktu. Utanıyordu yapacak oluğu şeyden.

Demir kapının önünde bekleyen iki adam onu görünce aralayıp geçmesine izin verdiler.

-Ben bahçeden geçince yanlızca sokak ışıkları açık kalacak. Tüm aileyi kapıya çıkartacaksınız.

Adamlar onu onaylayıp yanından ayrıldılar. Adrenalin yüzünden hızlanan kalp atışlarını ve hafif terleyişini önemsemeden kendisi de ön bahçeye ilerledi.
Bütün korumaların emir komutası kendisindeydi. Korumaların yarısı kendi adamıydı, lakin geri kalanlar değildi.

Evin bütün ışıklarının kapanmasının ardından, saniye arayla büyük çelik kapı aralandı. Ev ahalisinin çıkmasını bekliyordu. Gönderdiği adamların değil. Kaşlarını çatarak baktı yüzlerine. Yaklaşmaya başlamış yüzlerindeki ifadeyi çözmeye çalışıyordu.

-Efendim. İçerde sizi bekleyen biri var.

Yutkundu.

-K..kim?

Aklına gelen kişi olsun diye her şeyi yapardı. Her şeyden vazgeçerdi. Öyle bir raddeye gelmişti ki, deniz desin diye ayaklarına bile kapanabilirdi..

-Kendiniz görseniz daha iyi.

İçeri daldı. Herangi bir tuzak olabilirdi. Fakat, üzerinde evle beraber yakınında duran her şeyide patlatacak kadar güçlü düzenek varken, ona sıktıkları bir kurşun, dar ağacında kendi kürsülerini ayaklarıyla devirmek anlamına gelirdi. İstediklerini yapabilirlerdi.

Daha önceden içinde gezdiği evde ezbere adımlarla salona girdi. Deniz, iç mimarına bir güzel sövmüştü buranın. Haklıydı da. Lakin öyle bir hale gelmişti ki, bu mide bulandıran evi görmezden gelebiliyordu darw şimdi.

Genç adam salona girdiğinde büyük boş odaya baktı. Demek tuzaktı. Zira kimse yoktu odada. Konu deniz olunca, hemen ümitleniyordu şu sıra. Sonrada ortada kalıyordu. Kelebeklerin ömrü daha uzundu tartışmasız.

Parkelere çarpan ayakkabının sert topuğu tok sesler yaymaya başladığında, odanın ortasında tüm ihtişamıyla dikilen adama baktı. Her daim guru olmuştu. Gerile gerile adını zikreder, varlığına tapardı. Yaptığı küçük bir yanlış yüzünden kaybetmişti onu. Ve şimdi affedilmek için her şeyi yapmaya hazır, dikilecekti önüne.

-Hallo jongen. heb je je vader gemist?
(Merhaba oğlum. Babanı özledin mi?)

Dehşetle kendisine dönen bedene içi titreyerek baktı. Kendi dışında kimsenin felemenkçe konuşmasından hoşlanmazdı oğlu. İkisi arasında özel bir bağı vardı ana dillerinin. Ve şimdi karşısına kanlı canlı dikilirken, geçmişte yaşanmış herşeyi unutmaya hazırdı. Yanlışlar yapılmıştı elbette. Lakin halledilmeyecek gibide değildi. Oğlunu kazanabilirdi tekrardan.

-V.. Vader?
(Baba)

Seneler olmuştu güzel sesini işitmeyeli.

-Darw.

-Hoe? hoe kun je hier zijn?
(Nasıl? Nasıl burada olabilirsin?)

Cevabı basitti. Oğlunu çok iyi tanıyordu. Kaybının ardından intikamını elbette alacaktı. Buraya geleceğini tahmin etmesine dahi gerek yoktu. Beyninin her hücresi babasından öğrendikleriyle hareket etmeye programlanmıştı. Hatta üzerinde ki patlayıcılarında farkındaydı. Oğlu hep yanlış aşklar seçiyordu kendine. Başta bir fahişe, ardından bir erkek. Fakat aynı sınavdan tekrar kalmayacaktı.

-Laat het me uitleggen.
(Açıklama yapmama izin ver.)

-Heb je mijn liefde opnieuw genomen?
(Aşkımı tekrar mı aldın?)

-Nee. Ik heb je deze keer je liefde gered.
(Hayır. Bu sefer aşkını kurtardım.)

-Wat?
(Ne?)

-Hij is in het ziekenhuis.
(O hastanede.)

İnanamıyordu darw. Seneler önce kendi elleriyle öldürdüğü babası, karşında duruyordu. Toprağa dahi kendi gömmüştü. Nasıl.. nasıl! Yaşıyor olsa bile, türkiye de, bu ailenin evinde ne işi vardı. O adam kendinden üstün bulmadığı kimseyle görüşmezdi, konuşmazdı bu aileye bulaşmazdı asla. Denizi kurtarmazdı. Yalan söylüyordu. Lakin kendi elleriyle gömdüğü halde böyle kanlı canlı karşısında bulmak, tramva geçirmesine sebep olacak şeyler hissettiriyordu.

Ona yaklaştı. Yaşlı gözlerine baktı. Babasıydı. Gerçekten oydu.

-Ella bedroog jou. Die jongen was niet van jou. ook al heb ik tegen hem gezegd dat hij moet bekennen, hij heeft tegen je gelogen.
(Ella seni aldatıyordu. O çocuk senden değildi. itiraf etmesini söylememe rağmen sana yalan söyledi.)

-je liegt!
(Yalan söylüyorsun!)

-Nee.
(Hayır.)

-ik zal je vermoorden!
(Seni öldürürüm)

-je hebt het eerder geprobeerd.
(Daha önce denedin.)

Evi hızlıca terk etti. O adam attığı iftiranın cezasını çekecekti elbette. Lakin denizin intikamı daha mühimdi.

Ya gerçekse.. koşmaya başladı. Arka kapıya vardı. Yalan değilse.. arabasına koşar adım giderken tek derdi kafasında susmaları için yalvardığı seslerden uzaklaşmaktı. Lakin kaçamazdı kendisinden. Kendi sesini susturamazsın. Ellerini kulaklarına bastırıp çığlık attı. Kaç sene yas tuttun darw..

-Hayır! Yalan! Ella beni seviyordu. Be.. benim bebeğimdi o. Yalan söylüyor. Yalan söylüyor!

Boğazını ağrıtarak çığlık atarken, elleri kulaklarını tıkamış, sanki bu beynini susturabilecekmiş gibi sıkı sıkıya tutunuyordu bu düşünceye.

-Yalvarırım yalan olsun. Tanrım ne olur! Onları kaybetmenin acısıyla yaşarım. Ama bununla yapamam.. Lütfen yalan..yalan olsun..

Neden yalan söylesin?

Yumruk yaptığı ellerini kafasına vurmaya başladı.

-Sus! Yalan söylüyor! Sus artık!

Kendine yaptığının bilincinde değildi. Arabasına bindi. Titreyen ellerle kontağı çevirdi. Lakin midesi deli gibi bulanıyordu. Tekrardan dışarı attı kendini. İner inmez kusmaya başladı. Hiç bir şey yememiş olduğundan safra kusuyordu. Gözlerinden yaşlar aktı. Başı döndü. Ve yeterince kusup halsiz düşünce, bindi arabasına.
Denizi defalarca götürdüğü uçuruma sürdü. Neredeyse kör gözlerle saatler süren bir yolculuk sonrası, nihayet varmıştı.

Sendeleyerek indi, uçurum kenarına kadar yürüdü. Ağlamaktan kanlanmasına rağmen, cam gibi parlıyordu gözleri. Oturduğu yerden baktı karanlık geceye. Kayalara çarpan sular, güneşin aynası dolunay, milyarlarca yıldız şahidiydi. Görülmemiş acılardı bunlar.

İçinde öyle kavurucu bir his vardı ki, bu geçmezdi. Bu öldürürdü. Süründürürdü. Geberene kadar kavuracaktı onu acı. Sahi neden gebermiyordu darw? Neden öldürmüyordu kendini?

Ayağa kalktı. Yıldızlara çevirdi gözlerini.

-Vergeef me denis.
(Affet beni deniz.)

-Darw! Denizin sana ihtiyacı var.

Duyduğu sese döndü. Bu kendine benzettiği adamıydı. Gözleri gri olan..

-Sen.. Kimsin sen?

Adam duraksadı bir süre.

-Babanın ikiz kardeşi babamdı.

Şimdi rayına oturmuştu bazı şeyler. Öldürdüğü, babası sandığı adam da kendisine yabancı gelen şeyler, sessiz kabullenişleri. Ve bu adam.. bugün öğreneceği başka ne kalmıştı?

-Babanı defalarca bıçaklayarak öldürdüm.

-İşte o yüzden, denizi yanlız bırakmaman gerekiyor. Aksi taktirde intikamımı ondan alırım.

-Denis.. Yaşıyor mu gerçekten?

-Seni ona götüreceğim.

Kabullendi. Ayrı arabalara bindiler ve darw onu takip etti. Bir hastanenin otoparkına kadar. Ardından selam vererek ayrıldı adam. Darw kaldı. Üzerindekileri etkisiz hale getirerek ayırdı vücudundan ve arabada bıraktı.

Onca acıya rağmen içinde peydah olan ufak heyecana tutundu. Yerini öğrendi danışmadan.

253 nolu oda.

Kapıya vardı varmasına. Girecek gücü bulamadı sadece. Bekledi. Bir kapıyı aşamamak, dağ gibi bir adam için zordu. Darwı mahvetmişlerdi.

Belki bir, belki iki saat sonra nihayet toparlandı. Usulca süzüldü odaya. Kısa, loş aydınlatmalı, tablolu koridoru aşıp, asıl muhatabının boylu boyunca uzandığı yatağa baktı. Saçları yastığa dağılmış, yüzünü ağzını kaplamış bir oksijen maskesi. Öyle ya, yerin dibine gömülmüştü. Ne derece etkilenmişti bedeni bunu kestirmek imkansızdı.

Tavana diktiği gözlerini ağır ağır çevirdiğinde darwı gördü deniz. Neredeydi ki zaten şimdiye kadar, neydi bu hali?
Odanın ortasında dikilmiş yarı ölü bedenine baktı, kolunu kanadını kırmışlardı belliydi.

Bir hastane yatağı için geniş sayılabilecek yatakta kenara kayıp ona yer açtı. Lakin darw öylece durmuştu. Hareket etmiyordu. Ağlamak istedi deniz ona bakarken. Gömülen kendisi değildi sanki. Karşısında duran adamdı.

Yüzünde ki maskeyi çıkartıp kucağa alınmayı bekleyen çocuklar gibi uzattı ona kollarını. Otuzuna bir kaç sene kalmış bir adamdı deniz. Lakin yeni doğmuş bir çocuktan acizdi şimdi. Darwın ağlayarak ellerini yüzüne kapatışı, patlama noktası olmuştu. Deniz de ağladı. Fazla zarar görmüş solunum yollarını göz ardı etmiş, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı iki büyük adam.

İlk toparlanan darw oldu. Üzerindeki kirli gömleği bir çırpıda çıkartıp yere bıraktı. Ayakkabılarınıda bırakıp yanına geldi denizin.

-Uyusak mı ?

Cevap beklemediğini belli eden bir tavırla yaklaştı denize. Koca adam, bedeninin taştığı yatakta denizin göğsüne sığındı. Saçlarının arasında dolaşan parmaklarla yumdu gözlerini. İlacı buydu. Kurtuluşu bu adamdı.

Darw uyumuştu uyumasına lakin uykusunda bile derin derin iç çekiyordu. Nasıl bulacaklardı dayanacak gücü, her şey geride kalsa bile, nasıl devam edeceklerdi yola..

Saçlarına bir kaç öpücük bıraktı koklayarak.

-Biliyor musun? Kurtarılmasam muazzam bir manzarının tepesinde bekliyor olacaktım seni.

******
Beğenmenizi dileyerek atıyorum bu bölümü.. Umarım beklentilerinizi karşılayabilmiştir.
En uzun bölüm tacını bırakıyorum buraya.

Sizi seviyorum. Yorumlarınızı, fikirlerinizi. Bir önce ki bölüme gelen yorumlara öyle mutlu oldum ki, sürekli gülümsedim kendi kendime. Bana bunu yaşatan herkese sonsuz sevgiler.

Continue Reading

You'll Also Like

114K 8.9K 53
Kafama şaplak atmasıyla gülümsedim. Kafama vurmasını bile seviyordum, gerisini siz düşünün. "Ben seni ne zamandır dövmüyorum? Ayarların bozulmuş Anıl...
2.4M 106K 71
Bu imkansızdı işte ... "" Sözlüyüm ben ."" Dedi Havin . Cesur'un ise Havin'in bu tavrı hoşuna gitmişti. Her ne kadar ondan uzakta yaşamış olsa da Hav...
152K 8.4K 52
《 TAMAMLANDI》 Aşkın ENTRİKALI Hali serisi ilk kitap.... Bizim okulda masumiyet kazanılan değil, kaybedilen bir şeydi...
369K 28.6K 40
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...