Esnaf İşi Aşk (I-II-III)

By __SAS__

5.7M 323K 88.2K

❤ Esnaf İşi Aşk'ın ilk kitabı "Ay Çarpması" ve ikinci kitabı "Güneş Tutulması" Artemis Milenyum aracılığıyla... More

Yeniden Merhaba
Esnaf İşi Aşk 1. Kitap: Ay Çarpması
Tanıtım (Kitap versiyonu)
Prolog (Kitap versiyonu)
1. Bölüm (Kitap versiyonu)
ALFA YAYIN GRUBU'NDAYIM!
2. Bölüm (Kitap versiyonu)
3. Bölüm (Kitap versiyonu)
4. Bölüm (Kitap versiyonu)
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
Esnaf İşi Aşk 2. Kitap: Güneş Tutulması
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm (İkinci kitap sonu)

27. Bölüm

117K 8.4K 1.6K
By __SAS__

Canlar Şirket Oyunları'nın ön siparişe açılması şerefine yarın (3 Aralık) saat 22'de Instagram'dan (sezen.aksin) canlı yayın yapacağım. Yayımladığım ön okuma bölümlerini okuyup çıkın çıkın gelin, uzun zaman sonra bi kavuşalım artık :*


Leyla'dan kurtulduktan sonra koşar adım apartmana girdim. En üst kattaki asansörün gelmesini bekleyecek sabrım olmadığından merdivenleri üçer beşer tırmandım.

Anahtarımla eve girdiğimde annemi mutfakta buldum. "Anne duydun mu ne olmuş?!" diye bağırdım nefes nefese üzerimi hiç çıkarmadan. Annem mikserle kek harcı karıştırıyordu dünyadan haberi yokmuş gibi.

Kafasını kaldırmadan dertli dertli "Ah duydum kızım duymaz mıyım?" dedi beni şaşırtarak. "Bu oğlanlar ömrümüzü yedi..."

Felaketi duyunca kekli meditasyon yapmaya mı karar vermişti? "Ne yapıyorsun peki tam da şu an?"

Mutfak masasını işaret etti kafasıyla. "Karakola götüreyim bunları dedim." Ben de o an fark ettim masanın üzerindeki tepsileri. Hazır yufkadan acil durum böreği, sade kolay poğaça, yirmi dakikalık nişastalı kurabiye. Emektar davul fırınla, ankastre fırın karşılıklı fazladan mesai yapmıştı anlaşılan. "Onların aklına yemek filan gelmemiştir şimdi. Karınlarında bulunsun dedim."

"İyi yapmışsın..." diye mırıldandım. Böyle durumlarda annem ışık hızında bir orduyu doyurabilirdi. Sanırım faydalı bir yetenekti. "Neymiş işin aslı sen öğrenebildin mi?"

"Bilmiyorum ki..." Kekin bir kısmını kalıba döküp kalanına toz kakao serpti. Yeniden başladı çırpmaya. Bir yandan da bağırıyordu sesini duyurabilmek için. "Kürşat aradı beni. Anlattı bir şeyler. Anlamadım. Adamın biri çalıntı bilezikler mi ne satmaya kalkmış Fatih'e. O da anlamış... Hırpalamış adamı herhalde... Almışlar içeri. Oluyor mu öyle ki? Anlamadım hiç," derken koyu kahveye dönmüş kakaolu harcı da kalıbın üzerinde gezdirdi.

"Adam şikayet etmiş. Leyla da öyle dedi..."

Annem eğilip keki de sürdü sıcak fırına. "O da mahallenin esas muhtarı! Tevfik Amca'dan daha hakim mahallede olan bitene."

Hay yaşa anneciğim.

Tevfik Amca bizim mahallenin yaklaşık otuz yıldır muhtarlığını yapıyordu ve sessiz sakin bir adamcağız olduğundan Leyla'nın eline su dökemezdi annemin de dediği gibi. "Babamlar gitmiş mi karakola?"

"Kürşat gitmiş. Dükkanda kimse yok bugün. Osman izinli. Baban kalmış o yüzden."

"Birsen Teyze'ler peki?"

"Onlar gitti çoktan. Kadının yüreğine inecek. Aman ne deli kan var Fatih'de de! Korku da yok ha! Ya bıçağı filan olsaydı adamın? Çekip çekip geziyor öyleleri. Saplayıverecekti Allah muhafaza..."

Annem benden de beterdi.

Kek olana kadar o kırk dakika nasıl geçti bir ben bilirim bir de Allah! Türlü felaket senaryoları üretti. Her birinin sonunda, değişmeyen tek şey Fatih'in gençliğine doyamadan Hakk'ın rahmetine kavuşuyor oluşuydu.

Kurtuluş haberim fırının alarmıyla geldi. Annem keki de çıkardı fırından.

Sonunda plastik saklama kaplarının içine özenle yerleştirilmiş eserlerine gururla baktı. "Bunlar tamam. Çay da demledim. Termosa koyduk mu hazırız. Plastik tabağımız, bardağımız da var. Elleriyle de yiyiversinler hı? Islak mendil de götürürüz." Sonra bir düşündü. "Kola filan da mı alsak? İsteyen olurdu belki..."

Karakola değil de pikniğe gider bir halimiz vardı. Nasıl taşıyacaktık bu kadar şeyi? "Anne boşver kolayı filan. Kola da içmeyiversinler. Bunları bile taşıyamayız. Taksi çağırayım ben en iyisi mi."

Annemin de gözü yemedi elimiz kolumuz dolu belediye otobüsüne binmeyi. "E iyi ya. Hadi çağır kızım."

Bizim Taksi'yi aradım. Neyse ki durakta varmış taksi de gönderdiler hemen. Taksiye atladığımız gibi Fomara'daki Çarşı Karakolu'nun yolunu tutabildik nihayet.

****

Karakol görüş alanıma girdiği gibi kalbim hızla çarpmaya başladı. Ellerim buz kesmişti. Midem de bulanıyordu. Sanki her an bir suçumu ortaya çıkarıp ipimi çekeceklerdi. Öyle bir suçluluk psikolojisi, öyle bir telaş.

Gittiğimizde gördüm ki benden daha çok telaş edip, çok daha erken davrananlar mevcuttu; karakolun önü mahalle teyzelerinin istilası altındaydı.

Ne ara gelmişlerdi? Kim getirmişti? Hepsi sıklıkla ağrıyan dizlerinden şikayet eder, özellikle kış aylarında romatizmalarının azdığını söylerlerdi. Çarşıya inemiyorlardı ama Çarşı Karakolu'na benden önce gelmeyi başarmışlardı!

Mevcut kalabalığın içeride barınması tahminimce pek mümkün olmadığından, karakolun etrafında boş bank bırakmamışlardı. Allah'tan hava yumuşak sayılırdı - bu romatizmaların azmasına engel mi emin değilim tabii.

Annem bulduğu boş bir yere oturdu. Olabildiğince sakin görünmeye çalışarak annemin yanına iliştim sessizce.

Annem sormak isteyip de soramadığım soruyu bekletmeden hemen sordu neyse ki. "Fatih nasıl? Nedir durum?"

Cemile Teyze kendini aşmış, örgü örüyordu! "Nezarethanede. Boyu devrilesice hırsız şikayet etmiş. Biz de bekliyoruz."

Siz neden bekliyorsunuz acaba?

"Birsen'ler nerede?"

Hayriye Teyze giriş kapısının ötesinde uzanan derin koridoru işaret etti. "Komiserin yanına girdiler şimdi. Hüseyin'le Kürşat da yanlarında."

Avukatsız ve abimsiz asla! Fatih'i bırakacakları varsa da bırakmayacaklardı ayarsız abim yüzünden!

Huriye Teyze de yerini almış yine dövünme modundaydı. Derdi de çok başkaydı. "Bilezikler benimkiler değilmiş. Ah ne üzüldüüüm! Ne üzüldüm!"

Onunkiler olma ihtimali neydi ki zaten? Kocası Kemalettin Amca da benimle aynı fikirdeydi. "Hanım, bir hırsız bu mu koca şehirde?"

Hayriye Teyze de yüzünü ekşitti. "Duyan da bir senin bilezikler çalındı sanacak, Huriye. Oğlan orada canının derdinde sen hala bilezik diyorsun."

"Heveslendiydim bileziklerim bulundu diye..." Birden diklendi Huriye Teyze. "Suç mu? Kefen paramdı onlar benim."

Hayriye Teyze kahkahayı patlattı. "Senin kefeni altın kaplama yapacaklar herhalde? Bizden önce göçersen biz seni kefensiz koymayız, üzülme sen Huriyeciğim."

Huriye Teyze ters ters Hayriye Teyze'ye baktı oturduğu yerden. "Tövbe estağfurullah. Ben niye senden önce gidiyormuşum? Nereden baksan beş yaş büyüksün benden!"

"Babam beni büyük yazdırmış. Hem o iş sıraya bakmıyor hiç." Teselli gibi de ekledi. "Allah gecinden versin tabii de..."

"Amin," dedi Huriye Teyze sinirli sinirli. Konu neyse ki kapandı.

Annem gerginlik yatışınca kaldığı yerden sorularına devam etti. "Fatih nereden anlamış adamın hırsız olduğunu?"

"Bunca yıllık esnaf, insan sarrafı olmuştur artık," dedi Hayriye Teyze makulce.

"Aman verilmiş sadakası varmış, ya adam bir şey yapsaydı?"

"Ay öyle vallahi. Zaman çok kötü oldu," diye onayladı Hayriye Teyze.

Cemile Teyze hırsla bir ters bir düz gidiyordu. "Adamlarda utanma da kalmamış! Bizden çalıp bize kakalayacaklar! "

Hayriye Teyze de adamdaki arsızlığa hayret etmişti. "Adam tutmuş bir de estetik parası istiyor. Böyle de yüzsüzünü hiç görmedim doğrusu..."

'E yuh!' dedim içimden. Hırsızın cinsi de Fatih'i bulmuştu.

Hayriye Teyze çok üzgün göründü bir an. "Ah ne günlere kaldık. Hırsızların namuslulardan daha çok sesi çıkıyor..."

Huriye Teyze de kefen parasını unutmuştu. "O meymenetsiz at hırsızı suratına da kalkık hokka burun pek yaraşır!"

Cemile Teyze de onaylamaz bir biçimde cıkcıkladı. "Fatih için, beni tehdit etti bilezikleri bırakıp kaçmak zorunda kaldım demiş utanmaz. Bilezikler anasınınmış güya."

Ya inanırlarsa adama? Nereden bilecekler bileziklerin çalıntı olduğunu ki? Kanıt gerekmez miydi? Nasıl kanıtlanırdı ki böyle bir şey? Adam belgesiyle gezmiyordu ki 'bunu şuradan şu saatte çaldım' diye!

Ben böyle kafamda milyon tane soru, karaları bağlamış otururken Hüseyin Amca, abim, Birsen Teyze'ler karakoldan çıkıp yanımıza geldi.

Feray Abla'yla Birsen Teyze benim yanıma, Cezmi Amca da Kemalettin Amca'nın yanına oturdu.

Abim karşımızdaki duvara yaslanıp kollarını göğsünde kavuşturdu. "Komiser tanıdık çıktı bırakmıyor Fatih'i..."

Tam tersi olması gerekmez miydi tanıdıksa eğer? Ağzımı geldiğimden beri ilk kez açtım. "O da ne demek abi?" diye sormaktan alamamıştım kendimi.

"Geçen bizi ağırlayan komiser sağ olsun." Sesini alçalttı etraftaki memurları bir kolaçan ettikten sonra. "Ders veriyor aklı sıra. Hüseyin Amca ikna etmeye çalıştı ama adam nuh diyor peygamber demiyor."

Hüseyin Amca da elinde evrak çantası karşımızdaki banka oturdu. Canı çok sıkkın görünüyordu. Yüzünün halini görünce beni de bir ümitsizlik sardı. "İfade alıp bırakması gerekirdi normalde..."

"Ne demeye tutuyor çocuğu?" diye sordu Hayriye Teyze. "Ne yapmış yani bu çocuk? Hırsızı adalete teslim etmiş."

"Hayriye Abla ilk vukuat olmayınca... Öyle ha deyince bırakmıyorlar."

Huriye Teyze etliye sütlüye karışmamaktan yanaydı. "Fatih sesini çıkarmadan alsa altını hiç açılmayacaktı başına bu işler..."

Hüseyin Amca hayretler içindeydi. "Olur mu Huriye Abla? Fatih'lerin de başı derde girer. Ceza kanununa göre çalıntı mal almak, bilmeden de olsa suç. Üç yıla kadar hapis cezası var. İyi yapmış Fatih." Kafasını kaşırken çaresiz göründü. "İşte adamı dövmeyeydi iyiydi..." (*Yazarın kendine notu: Bu konuyu etraflı bir araştırmam gerekiyor yeniden)

Cemile Teyze ceza kanunu hiç uygun bulmadı. "Herkes faturayla mı geziyor Hüseyin? Düğünde takıyor millet. İnsanların ihtiyacı oluyor satıyor. Nereden bilecek kuyumcu çalıntı mı değil mi?"

"Altın bozdurmak için sabıka kaydıyla mı dolaşacağız çocuğum?" diye sordu Hayriye Teyze. "Kimde yastık altındaki bileziğin faturası var?"

"Kanun böyle Hayriye Abla."

"Üç bilezik için ne hale düşüyor insanlar..." diye söylendi Cezmi Amca. Onun da rengi kireç gibiydi.

"Esas birlikte çalıştığı, çalıntı işinde olan başka bir kuyumcu vardır. Büyük kısmını daha ucuza ona satıyordur. Ama asla ele vermezler onu, Cezmi Abi. Kalanı da böyle küçük küçük bozdurmaya çalışıyorlar işte. Hapisten çıkınca yapacağı iş belli yine," dedi Hüseyin Amca. "O kuyumcuya çalışacak."

Gözleri dolu dolu "Öyle birinin sözüne güvenip neden benim oğlumu bırakmıyorlar," diye sitem etti Birsen Teyze.

"Yarın bırakırlar abla. Endişelenme," dedi Hüseyin Amca. Ama bana çok da eminmiş gibi görünmüyordu.

"Nereden biliyorsun Hüseyin? Komiser hiç ümit verici konuşmadı."

"Sen güven bana. Bırakacak."

"Ne yiyecek peki bu çocuk yarına kadar?"

İçim bir fena oldu. Ne yapacaktı öyle tek başına?

"Onu düşünürler merak etme sen."

Hayriye Teyze "Necla'nın getirdiklerinden verseydik?" diye önerdi. "Sıcacık hala."

Evet verseydik! Neden vermiyorduk?

"Komiser izin vermiyor, Hayriye Abla."

Birsen Teyze Feray Abla'ya döndü. "Hiç aklımıza da gelmedi Feray, giyecek bir şeyler getirseydik ya!"

"O telaşla ben kendi adımı unuttum anne. Kıyafet nereden gelecekti aklımıza? Hem yarın çıkacak diyor Hüseyin Abi. Bir gece kıyafetleriyle oturabilir paşazade."

"Kızım belli mi olur? Dünyanın binbir türlü hali var. Sen de ne rahatsın! Kardeşin orada aç mı açıkta mı bilmiyoruz."

"Anne yapma. Orada dediğin yirmi metre ötesi. Biz nasıl oturuyorsak o da öyle oturuyor işte. Bırak aklı biraz başına gelsin. Çocuk değil artık. Koskoca adam. Her sinirini bozanı dövecek mi?"

Ağzım ayrılacaktı şaşkınlıktan. Feray Abla, hırsıza değil kardeşine kızmıştı!

****

Tüm karakol çevresi ve içi annemin mamülleriyle ihya olmuştu.

Birkaç saat içinde Kaan Abi de vardiyasından çıkıp yanımıza geldi. Feray Abla'yla birlikte tüm teyze tayfasını ve Birsen Teyze'yle Cezmi Amca'yı da eve gitmeleri için ikna etmeyi başardı; yoksa karakolun önünde buz tutacaklardı. Abimle birlikte evlere iki araba servis yaptılar.

Etraf da bir sakinledi böylelikle. Ben de karakola giren çıkan polis memurlarını izliyordum boş gözlerle. Kafamda da türlü sorularla felaket senaryoları yumak halinde dönmeye devam ediyordu. Ben de annemin kızıydım en nihayetinde!

Daldığım kuyulardan annemin sesiyle çıktım. "Kızım ben bir tuvalete bulacağım. Sinirden termosun yarısını içtim!"

"Tamam anne," dedim belli belirsiz.

Yandan Feray Abla'nın endişeli bakışlarını üzerimde hissettim. "Senin betin benzin iyice attı Nil..." Kolunu omzuma atıp beni yamacına çekti. Zaten normalde Casper gibi dolaşıyordum. Şimdi arkamızdaki kireç rengi duvarla aynı renktim tahminen. "Korkma kuzum. Olmaz bir şey..."

Karakolun önünde oturmak beni daha da beter yapmıştı. Saatler ilerledikçe ruh halim daha da kötü bir hal alıyor, yeni bir gelişme olmadığından açık havada bile daralıyordum. Kim bilir Fatih ne hissediyordu parmaklıklar arkasında... Dokunsalar ağlayacaktım. Feray Abla'nın gözlerine dolu gözlerle bakmamak için bakışlarımı zemindeki gri kaldırım taşlarına diktim. "Olmaz değil mi?"

"Tabii olmaz," diyerek gülünce inanamadım. Birsen Teyze'nin dediği kadar vardı. "Sen hiç hırsız dövdü diye mahkum olan birini duydun mu?"

Duymamıştım ama Fatih ya ilk olursa? "Duymadım," dedim yine de.

"Bak gördün mü?"

"Ödüm kopuyor..." Hemen kendime geldim. Abimi de kattım işin içine. "Abimle ikisinin başına bir şey gelecek... Olaysız bir günleri geçmiyor..."

"Ben de ona kızıyorum ya! İkisi de birbirinden deli. Kime çektilerse artık? İnsan biraz düşünür. Ama nerede?? Karşı taraf hastanelik olmadan sakinleşemiyor bizimkiler!" Biraz sakinleyip bana baktı gülümseyerek. "Sen de çok yoruldun Nil boşu boşuna. Hava da soğudu iyice. Kürşat gelince sen de bekleme artık. Necla Abla'yla gidin eve. Yapacak bir şey yok işte burada. Biz Kaan'la kalacağız her ihtimale karşı." Beni tereddütlü görünce de üsteledi. "Bir şey olursa ben sana haber veririm. Tamam mı? Sözüm söz."

"Peki," dedim. Peki.

Nasıl itiraz edebilirdim ki? Kim bilir ne düşünüyordu artık? Bir de kalacağım ben diye tutturamazdım ya!

****

Ertesi gün okulda zaman geçmek bilmedi. Elim telefona gidip gidip geldi. Kimseyi arayamamak, eser miktarda endişeleniyormuş numarası yapmak çok zordu. Hayatımda ilk kez ders dinlemedim, kimseyle de konuşmadım. Telefonumun ekranını göz hapsine almıştım.

Öğlene doğru telefon insafa geldi, Feray Abla'nın beklenen mesajı ulaştı nihayet. Sağlık kontrolünden sonra Fatih'i serbest bıraktıklarını yazıyordu.

Akşamı dar ettim. Eve neredeyse koşarak gittim. Evde akşam yemeği yiyemedim. Anneme okulda yediğimi söyledim. Yerimde duracak halim yoktu; ne olduğunu anlayamıyordum bana.

İnsan içinde şüphe çekmeden duramayacağımı anladığımda odama çekildim ama orada da duramıyordum yerimde. Hayatımda ilk defa odamın dört duvarı dar geliyordu bana. Pencereye çıkıp duruyordum. Perdeyi açıyordum. Sonra kapatıyordum. Sonra içim sıkılıyor, bir daha açıyordum.

Bu açıp kapatma işlemi Fatih'in ışığının yandığını görene kadar sürdü.

Titrek ellerle telefonuma uzandım. Dayanamayacaktım artık. İlk aklıma geleni yazdım.

Yalnız mısın?

Ne?

Haklı olarak 'ne' diyecekti tabii. Benden gelen soru oldukça anlamsızdı kısa tarihimiz düşünüldüğünde. Konuyu açtım biraz.

Birsen Teyze'ler yanında mı?

Hayır. Şimdi eve çıktım.

Biliyorum. Sapık gibi seni izlediğimden.

Aşağı iner misin?

Neden?

Evet Nil. Neden? Açıkla bakalım. Ama ben kendim bilmiyorken nasıl açıklayacaktım?

Lütfen.

Neyse ki çok üstelemedi.

Tamam. Nereye?

İlk aklıma gelen yeri yazdım.

Böcekevi Sk. Olur mu?

Aklıma gelen en sakin yer orasıydı. Kimseler olmazdı bu saatte o civarda.

Olur. Geliyorum.

Anneme ne dedim, aşağı nasıl fırladım bilmiyorum.

Bizim sokakta bile kimseler yoktu. Caddeye doğru biraz inip soldaki ara sokağa saptım. Yanan sobalardan yükselen tutuşmuş odun kokusu ciğerlerimi doldurdu. Hava kirliliğinin başlıca nedenlerinden de olsa, bana hep güzel şeyler anımsatırdı bu koku.

Onu sokağın başında elleri montunun cebinde, bir aşağı bir yukarı yürürken görünce ayaklarım komutlarımdan bağımsız neredeyse koşmaya başladı.

Tek kelime etmesine fırsat vermeden atıldım üzerine. Kollarım da komut dinlememişti.

Dondu kaldı.

Parmak uçlarımda kollarım boynuna dolanmışken tehlike çanları çok uzaklarda çalıyordu. Duyamadım. Düşünmeden konuştum. "Çok korktum Fatih..."

Hala sarılırken geri çekilip yüzüme baktı. "Ne dedin sen?"

Ateş hücum etti yüzüme. Kollarımı boynundan çektim hemen. "Ne dedim?" diye sordum sormuş olmak için.

"Fatih dedin."

"Demedim."

"Duydum. Fatih dedin. Ama abi demedin."

"Demiş olamam."

"Desene bi daha."

Sen neyin peşindesin arkadaşım? "Korktum diyorum sana ben!"

"Bu yüzden mi çağırdın beni?" diye sordu ukala bir gülüş eşliğinde. "Çok mu korktun benim için?"

"İyi misin diye merak ettim." Onu tepeden tırnağa inceler gibi yaptım. Ellerimi havaya kaldırıp boyunu bosunu, sağlıklı duruşunu gösterdim. "Ve de görüyorum ki gayet iyisin! Endişelerim boşaymış!"

Gerisin geri eve dönecektim ki kolumdan tuttu. "Nil..." derken ukala halinden eser kalmamıştı. "Lütfen. Bi kere söyle..."

Sesindeki bir şey gitmeme engel oldu. Ve o şey her neyse dediğini de yapmama neden oldu. Ama az önce sakınmadan ağzımdan çıkan isim bu kez çok zor terk etti dudaklarımı. "Fatih..." dedi bana ait olmayan kısık bir ses.

Kolumu bıraktı. Eli şaşkınlıkla ensesine gitti. Birkaç adım geriledi. "Öleceğim aklıma gelirdi de bunu duyacağım gelmezdi..."

Bayağı kök saldım sokağın ortasında. Boğazıma kadar battığımı hissediyordum. Hem de sadece ve sadece kendi çabalarımla.

Hala şaşkın "Benim için bu kadar korkacağın da gelmezdi aklıma..." dedi sessizce.

Battı balık yan gider. "Birlikte büyüdük. Tabii ki korkarım..."

"Korkma," diyerek yeniden bir adım attı bana doğru. "Bir şey çıkmaz diyor Hüseyin Abi. Adamın buradan Duaçınarı'na kadar sabıkası var. Bir sürü suçtan da aranıyormuş. Gönderdiler bile cezaevine."

"Ödül vermeleri lazım sana..." diye mırıldandım. "Onun yerine ceza vermeye çalışıyorlar."

"Adalet öyle işlemiyor-muş. Bu da bana ders olsun-muş." Meşhur komiserin cümleleriydi herhalde. O an bana bakarken üzerimdeki eski eşofmanlarla babaanne hırkasının ilk kez farkına vardı. Ayağımda da sabolar vardı. "Evdekilere ne deyip çıktın sen böyle?"

"Boza alacağım diye çıktım..." Abimin zayıf noktasıydı boza. Bu saatte ancak onun midesine indirebileceği bir nedenden ötürü dışarı adım atabilirdim.

Kafasını cadde tarafına doğru yatırdı. "E hadi gidip alalım bari..."

Eve boş gidecek halim yoktu. Boza almaya gidip bozasız dönmek ölüm fermanı olurdu benim için. "Tamam."

Yokuş aşağı caddeye doğru yürümeye başladık. Aramızda bir metre boşluk vardı; ona değil kendime güvenemiyordum. Maazallah bir daha atlardım filan üzerine... Hırkaya sarındım; ellerim de boş kalmasın. Kalbim güp güp atıyordu. "Ne yaptın orada?"

Gülünce yandan diş macunu reklamı modellerini kıskandıracak dişlerini gördüm bir anlığına. "Yapacak fazla bir şey yoktu. Oturdum. Düşündüm... Sonra biraz daha düşündüm."

Komiserin istediği de bu olmalıydı. "Anladım..."

Cadde ara sokağın aksine, akşamüstü çıkan ayaza rağmen cıvıl cıvıldı. Dükkanlar açıktı. Aileler, sevgililer tura çıkmıştı; o gece kimse yalnız değildi sanki.

Setbaşı Köprüsü'ne doğru ilerlemeye başladık. Bozayı alacağım pastane eve fazla uzak değildi. Sadece birkaç on metre yürümemiz gerekti.

Pastanenin hemen girişinde, tezgahın üzerinde yan yana duran iki litrelik pet şişelerden birini alıp kasaya götürdüm.

Kasada bir şimşek çaktı beynimde. Fatih'in yanına yanaştım çaresiz. "Param yok benim yalnız" diye mırıldandım. Yer yarılsaydı da yerin dibine girseydim keşke. Boğazıma kadar kızarmıştım kesin. Dışarıda görmezdi belki ama spot ışıklarının altında fark etmemesi imkansızdı. "Aceleden cüzdan almak aklıma gelmemiş de..."

Gülerek elini cebine attı. Kasadaki kıza parayı uzattı. Kız para üstünü verip iyi akşamlar diledi.

Ben de "İyi akşamlar," a benzer bir şeyler mırıldanıp derhal mekanı terk ettim. Fatih de peşimden takip etti. Hala gülüyordu pis.

Pastaneden çıkıp geldiğimiz yoldan geri yürümeye başladık. "Teşekkür ederim boza için..." dedim yüzüne bakamadan. Adamı sebepsiz yere dışarı çıkarıp bir de boza aldırmıştım kendime.

"Afiyet olsun." Hafiften dalga geçer gibi de yanından geçtiğimiz kuruyemişçiyi işaret etti. "Leblebi de alalım mı yanına?"

"O var evde," dedim mırıl mırıl kaldırım taşlarını sayarken.

Bir müddet sessizce yürüdükten sonra "Nil?" diye seslendi.

Yüzümü ona döndüm. "Efendim?"

Gözlerinde öyle bir bakış vardı ki... Biraz ürkek. Biraz heyecanlı. "Bu ne demek?"

Gözlerimi kaçırıp yutkundum zaman kazanmak için. Ama o süre içinde bir cevap bulamadım. "Bilmiyorum..."

Ne düşündüyse, pırıl pırıl dükkanların ötesindeki karanlık geceye bakarken yüzüne sıcak bir gülümseme yayıldı. "Olsun... Bu da bir şeydir," dedi ümit dolu bir sesle. "Hırsızın benden şikayetçi olması hayatta başıma gelen en güzel şeymiş galiba..."

"Saçmalama!" dedim hiddetle. Kalp krizi geçirecektim o hırsızın yüzünden ben!

"Bilseydim biraz daha kalırdım içeride."

"Birsen Teyze'm nasıl üzülürdü haberin var mı senin acaba?"

Sesli güldü. "Senin kadar üzülmedi galiba... Akşam ablamla bir olup bir haşladılar beni! Hırsızın hiç mi günahı yok anlamadım ki?"

Ben de güldüm klasik serzenişe. "Adamın burnunu kırmışsın... Hiç değilse estetik masraflarını üstlenmen şart."

"Bir görsen tipi. Burundan fazlasını yaptırmak gerek..."

Gülüşüm uzun sürmedi. Hırsız deyince direkt incinebileceğini hatırlıyordum. "Başına bir şey gelebilirdi. Adamın üzerinde silah olabilirdi..."

"Ama yoktu."

Hala durumun ciddiyetini kavrayabilmiş değildi. "Lütfen... Lütfen biraz sakin ol bundan sonra."

İtiraz etmeden "Tamam," dedi. Kendinden emin sesinden, sakin olmaya çalışacağına inandım en azından.

Bizim apartmanın önüne geldiğimizde kendi evine doğru yönelmedi.

"Beklemene gerek yok, girerim ben içeri," dedim.

Elleri ceplerinde "Gir sen hadi. Bekliyorum ben," dedi hiç 'bekleme' dememişim gibi.

Karşı çıkmak faydasızdı. "Peki, iyi geceler."

"İyi geceler, Nil..."

Bazen ilk kez görmüş gibi oluyordum onu. Saçları bu kadar siyah, teni bu kadar beyaz mıydı hep? Gözlerindeki bakış yabancıydı mesela. Benim hiç bilmediğim bir bakış. Sevecen. Sıcak. Aşık?

Apartmana girip asansörü çağırdım. Asansör geldiğinde, binmeden önce arkama baktım yeniden. Hala oradaydı. Gülümseyerek el salladı.

O an anladım.

Hala güvenmiyordum ona. Hala anlaşamayacağımızı düşünüyordum.

Ama görüyordum ki ben mantık ülkesini terk edeli çok oluyordu. Kendimi ne kadar telkin etmeye çalışsam da şartlamayı başaramamıştım işte. Engel olamamıştım kendime. Akıllı geçinen ben, kendime söz geçirememiştim. Başka bir ülkedeydim şimdi; kurallarını bilmediğim, nereye sürükleneceğimi öngöremediğim.

Bu konuda ne yapacağımı bilmiyordum. Ama bildiğim bir şey vardı.

Yolun sonunda görünen, kuvvetle muhtemel kalp kırığına rağmen, tutamıyordum kendimi.

Aşık oluyordum ona.



Amanın benden hiç beklenmeyecek romantiklikler olmuş burdaa sfkshfkh

Instagram: @sezen.aksin

Continue Reading

You'll Also Like

3.4K 626 21
Sonsuz Serisi I - Kaybolanın Yükselişi Teni tenime, ruhu ruhuma işlerken anladım. Tanımadığımı düşündüğüm bu adamın gözleri birkaç dakika, birkaç saa...
EHVENİŞER By S. Nur Unat

Mystery / Thriller

3.2K 445 54
"Ehvenişer ne demek biliyor musun?" Diye sordum sesimi ifadesiz tutmaya çalışarak. Elleri ceplerinde camdan dışarıyı seyrediyordu. Gri gömleği, geri...
111K 19.2K 15
oğlum sadece en sevdiği oyuncakları kırıyor. ben onun yok ettiği kumdan kalelerin kralıyım omegaverse, etl texting
33.8K 2.3K 32
Kapım davetsiz bir misafir tarafından çalındığında ruhumu dolduran o tatlı esintinin beni her şeyden vazgeçirecek güzellikte bir kadına ait olduğunda...