Dağlar Duman

By EleizarJr

175K 6.2K 2.8K

NOT: WATTPAD'TAKİ İLK TERÖR HİKAYESİDİR. Bedirhan Hamidian , dünün öfkesi yarının ise intikamıyla yaşayan İr... More

1. BÖLÜM
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5.Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm PART 1
8. Bölüm PART 2
9. Bölüm
10. Bölüm
...
11. BÖLÜM
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
ÖNEMLİ!!
16. Bölüm
SINIR
BÖLÜM GELIYOR
17. Bölüm
ÖZÜR DİLERİM!
18. Bölüm
Sınır
19. Bölüm
TEKRAR MERHABA
20. Bölüm
21. Bölüm
22.Bölüm
23. Bölüm
TEŞEKKÜR EDERİM
24.Bölüm
25.Bölüm
26. Bölüm
YENİDEN MERHABA
NOT
RICA
28. Bölüm (PART 1)
ÜNİVERSİTE SINAVI
29. Bölüm (Part 2)

27. Bölüm

5.2K 163 77
By EleizarJr


Gece baş döndürecek kadar berraktı. Ay son dördünden henüz kurtulmuştu, güzelliğini sergilemekten hem haz hem mahcubiyet duyan genç bir kız gibiydi. Her ne kadar ayaz vurmuş olsa da erkeklerin bunu pek önemsediği yoktu. Önü açık, genişçe bir çadırın altına kilimler serilmiş, en rahat yastıklar, minderler döşenmişti. Evin büyükleri çakırkeyif bir halde rakılarını tokuştururken, gençler kenarda köşede çaktırmadan bir iki sigara tüttürüyor, sonra halayın arasına karışıp "şenliğin" tadını çıkarıyorlardı. Kadınlar, daye Umran'ın evinde toplanmış, bir yandan hizmet ediyor bir yandan eğlenmeye çalışıyordu. Bense kılımı dahi kıpırdatmadım. Hiçbir şeye ses etmedim. Oturduğum sedire çakılıkalmış bir vaziyette, sanki bakışlarımla devirebilecekmişim gibi saatlerdir izliyordum onu. Kalabalığın ortasında gümüş kabzalı bir silah gibi parlıyordu adeta. Ve çoktan ateş almıştı...
———————-
~2 GÜN ÖNCE~

Bedirhan yerde ben yatakta tam uykunun kollarına düşmek üzereyken ona iki üçtür gördüğüm rüyamdan bahsettim.

"Herkes vardı.... Abdullah amca, xalti Rukiye, Serkan, Seher, annem, babam... daye Berfin bile.." boğuk bir mırıltıya sarfettiğim kelimeleri anlayıp anlamadığını umursamayarak devam ettim konuşmaya. "Ve her şey çok güzeldi. O kadar mutlu görünüyorlardı ki hiç bitmesin istedim..."

"..."

"Sonra sen geldin, kucağında bir bebekle. Beyaz örtülere sarınmış çok güzel bir bebekti. Onu , öpüp kokladıktan sonra gülümseyerek bana uzattın ben de aldım. Sonra birden... çok kötü bir şey oldu." Bedirhan belli belirsiz "Ne?" diye sordu. "Bilmiyorum." dedim. "Gök öyle bir gürledi ki yer yerinden sarsıldı sanki. İnsanlar aniden kaçışmaya başladı. Bir köşede dövüne dövüne ağıt yakan bile vardı."

"..."

"Sana seslendim ama gelmedin. Olduğun yerde durdun sadece. Kucağımda feryatlar koparan bebeğe bakınca çarşafının kana bulandığını gördüm. O an öyle bir şey oldu ki... nasıl desem... şuurumu kaybettim sanki. Zaten hemen sonrasında uyandım."

"..."

"Birkaç defa gördüm bu rüyayı... hatta son görüşümde Benal, Nigar, çocuklar da vardı."

"..."

"Bir anlamı var mıdır sence?"

"Bilmem... bir şeylerden etkilenmişsindir herhal. Ben yokken daye Berfin'in oğlu ölmüştü, ona üzülmüşsündür belki."

"..."

"Yarın Hicran'la Ömer gelecek. Öğleye değin burada olurlar herhal. Onlar gelir gelmez ben yola koyulacam." Yatağımda hafifçe gerinirken "Nereye gideceksin?" diye sordum. "Irak."

"Sonunda yüce davan (!) uğruna kendini feda etmeye mi karar verdin yoksa?"

"Vücudumun parçalanarak dört bir yana savrulduğunu duysan dirseklerine varasıya kına yakarsın değil mi?" Cevap vermek yerine sağ omzumun üzerine uzanıp zifiri karanlığı izledim. Sonra birden ona ''Hiç, bir askeri şehit ettin mi?'' diye sordum. Afalladığı sesinin iyice netleşen tonundan belli oluyordu.

''Ne saçmalıyorsun sen?''

''Neden afallıyorsun, Hizbullahçı da olsan bir terörist liderisin sen...''

''Terörist lideri olduğum yeni mi aklına geldi?''

Askerlerin cepheyi terk etmesinin ardından oluşan o ağır ama bir o kadar da buruk sessizlik çöktü üstümüze. Ellerimi kucağımda birleştirmiş bir halde gözlerimi tavana çakmış, yüzüme tokat gibi çarpan lafların hesabını yapıyordum. 

Kendi kendimle cebelleşmeye henüz başlamıştım ki araya girdi. ''Bugüne değin tek bir askere bile elimi sürmedim... gücüm yettiğince de sürdürtmedim.'' Kaşlarımı hafif çatıp ani bir hareketle ona doğru döndüm. ''Bakma bana öyle, tıpkı Ömer gibi kendime kardeş bildiğim, can dostum gözümün önünde şehit edildi.''

''Ne!?''

Yerinden yavaşça doğrulurken hemen yanına duran sigarasına uzandı. Yakıp uzun uzun bir nefes çekti. Sonra birden gülmeye başladı. ''Efulim derdi hep nişanlısına. Has Laz erkeğiydi, böyle gözü kara, az buçuk deli... ama adam gibi adam.''

''...''

''Lusadzin gideli bir ay kadar falan olmuştu herhal. Aklım hala yerinde değildi. 99 senesinde Abdullah Öcalan yakalanmıştı, ortalık karışıktı anlayacağın. Ama benim etrafı görecek halim yoktu. Bir gün sokakta yürüyorum, Midyat'a gelmiştim. Her yer bomboş, yürürken adımlarımın yankısından başka ses yok öyle diyeyim sana. Birden bir iki el atış açıldı. Olduğum yere kalakaldım tabi. Yanımda silah falan da yok. Ne oluyor demeye fırsat bulamadan üç dört asker sardı etrafımı. Ellerimi kaldırmamı istediler filan ( kollarını kaldırıp o anı canlandırıyor). Kimim, neyim, dışarda ne arıyormuşum... O da aralarındaydı, yanıma geçti böyle. Dedi 'Birader, canına mı susadın sen?!'' anlamadım tabi. Niye diye sordum, bana dalga mı geçiyorsun der gibi baktı. Meğersem sokağa çıkma yasağı varmış... Evime gitmemi söyledi.'' Burada duraksadı. Tekrar sigarasını dudaklarına götürüp gergin bir şekilde parmaklarını saçına geçirdi.

''Sonra ne oldu?'' diye sordum. Kısa bir sessizliğin ardından cevap verdi: Yere çöküp birden ağlamaya başladım, deyince şaşkınlıktan nutkum tutuldu. ''Ağladın mı?''

''He ya... sesimi aldım bildiğin.''

''Neden?'' Dumanı bir yana savurarak omuz silkti. ''Bilmiyorum. Lusadzin'den sonra gelmiştim buraya, xalti Rukiye'nin yanında yaşıyordum o vakitler. Ama bana evime gitmemi söyleyince kendi kendime dedim ki gidecek.hiçbir.yerim.yok. (kelimeleri ayrı ayrı vurguluyordu).''

Aklıma bana 'o evde' söyledikleri geldi: Sen bana aitsin! Gidecek hiçbir yerin yok!

''...''

''Askerler neye uğradığını şaşırdı tabi. Koca adam karşılarına geçmiş çocuk gibi ağlıyor. Sinir boşalması neyim yaşıyordum herhal. Koluma girip ayağa kaldırmışlardı beni. Diğerleri telsizlerden durumu rapor ederken üstlerine o sırtımı sıvazlayıp benimle konuşmaya çalışıyordu.Sonunda kendime gelince geri çekilip tökezleye tökezleye yürümeye başladım, arkamdan hemen koşup yetişti. Gel, dedi. 'Seni kendi evime götüreyim...' İşte böylece arkadaş olduk. Ben kendimden yarım yamalak bahsettim o da kendinden. Nişanlısı vardı işte dediğim gibi, neydi ya adı kızın... hah Asiye! 'Karadenuzumun asi kizu. Efulim...' Telefonlar o zamanlar iyi çekmiyor ya, nasıl konuştuğunu bir göreydin yıkılırdın valla. Asker olunca zaten eve fazla girdiği olmazdı, girse de koltuğun üstüne tüner, pencerenin kenarına çıkardı garibim. Bir hafta gibi kaldım onda. Bu evi yaptıktan sonra da ben bir kere buyur ettim onu. Zaten o da son görüşüm oldu.''

''Nasıl şehit edildi peki?''

''Ailesinin yanına gidecekti birkaç günlüğüne, ortalığın yatışacağı yok zaten hiç değilse bir iki gün hasret gideriyim diyordu. Yola koyulduk, Mardin'den otobüse binecekti işte. Merkeze daha yeni varmıştık ki birden ateş açıldı üstümüze. İkimizde silahlıydık bu sefer ama gel gelelim namussuzlar kalabalıktı. Düşürebildikleri kadar asker düşürmek için her şeyi göze almışlardı anlayacağın. Şimdi destek isteyecek ama sivil, telsiz melsiz yok yanında. Şerefsizler de dur durak bilmeden sıkıyor. O da tam karşılık vermek için doğrulmuştu ki...''

''....'' Sigaradan son bir duman çekip izmariti kartonun üstüne bastırdı. ''Kafasından vuruldu.''

''!?''

''Ne yapacam ne edecem bilemedim. O öyle önüme yığılınca karşımda sanki Lusadzin'i görür gibi oldum. Gene çaresizdim. En son bıraktım silahı bir kenara. O an gerçekten yaşamaktan tamamen vazgeçmiştim. Ölümle defalarca karşı karşıya gelmiştim, bu seferde benim için gelse onu memnuniyetle karşılardım. Ama olmadı. Kurşunlardan ben de nasibimi almıştım ama sonunda gözlerimi açmıştım hastanede. Sonrası belli zaten, ifade verdim, cenazesini köyüne götürdüm, anası boynuma sarılıp Lazuri ağıtlar yaktı, nişanlısı fenalık geçirdi, hasta oldu.... Haftalarca o hastaneden bu hastaneye koşturdum. Göstermediğim doktor kalmadı. Ama derdine derman bulamadık. Efuli'sinin gidişi deli etmişti kızcağızı, kederinden yitti o da.''

''Öldü mü!?''

''İntihar etti.''

İnlemeye benzeyen acı bir ses çıktı boğazımdan. İçimde bir şeyler parçalanmıştı adeta. ''Şimdi ondan geriye sadece Kardeşleri kaldı. Okumaları için neyim var neyim yoksa hepsini döktüm önlerine. Biri şimdi doktor, öteki ziraat mühendisi. Hala arada görüşür ederiz.''

''...''

Sırtımı tekrar ona doğru dönüp sessizce ağlamaya başladım. İçimde hep aynı soru dönüp duruyordu: Neden!?

''İsmi neydi peki?''

''Eyyub.''

-----------

Sabah Bedirhan uyandırmıştı beni. Daha önce hiç böyle bir şey yapmadığından, mahmurluğumun da etkisiyle kötü bir şey olduğunu sanıp yerimden fırlamıştım. Ne oldu demeye kalmadan da Hicran ve Ömer'le burun buruna gelmiştim.

''Hicran!?'' genç kız onunla konuşmamın verdiği şaşkınlık ve mutlulukla boynuma sarıldı. ''Hangi ara geldiniz? Hiç duymadım bile.''

''Ağabeyime uyandırmamasını söyledim ama işte...'' geri çekilip yüzümü avuçlarının arasına aldı, bir şeyler demek istiyor ama sanki dili varmıyordu. Yüzünde garip bir hal vardı, gözleri kan çanağına dönmüş beti benzi solmuştu. Ona 'iyi misin?' diye sormak istedim ama sonra bunun saçma bir soru olacağını fark ettim. Ağabeyi ile benim aramda kalmışken nasıl kötü olabilirdi ki(!)

''Sen de hoş geldin Ömer.'' genç adam cevap verip vermemekte tereddüt ediyordu. Onun yerine bir baş işareti verip yüz hatları el verdiğince gülümsemeye çalıştı. 

''Evra, Ömer ne lazımsa her şeyi aldı. Gene de bir ihtiyacın olursa xaltiye söyle. Zaten iki gün sonra dönmüş olacaz.''

Onu duymazlıktan gelip yerde duran poşetlere yöneldim. Neredeyse bir ay boyunca yetecek kadar yiyecek içecek almışlardı. Hatta kahve, icetea, puding gibi tatlılar ve hazır yiyecekler de vardı. 

''Sadece iki günlüğüne gittiğine emin misin?'' diye sordum alay edercesine. Her zamanki soğuk sesiyle ''Onlar sadece sizin için değil.'' deyince kaşlarımı hafifçe çatıp ''Biri mi gelecek?'' diye sordum. Tam o sırada soğuktan yüzleri donmuş Nigar ve Benal damladı içeriye. ''Senin üşümüyor olman demek bizim de üşümediğimiz anlamına gelmiyor ağabey. Hadi biz neyse, şu kızı da mı düşünmedin? Aylardır sobasız nasıl yaşayıp uyudunuz siz bu evde?'' diye söyleniyordu Nigar. Ellerindeki odunu bir kenara bırakırken Ömer'e her zamanki o buyurgan tavrıyla ''Git şu Rukiye midir nedir ondan sobayı getir.'' dedi. Ellerini silkeleyip üstündekilerden kurtulur kurtulmaz da sıkıca sarıldı bana.

''Güzelim... daha dün gittin ama hemen alışmışım sana. Nasılsın iyi misin?'' Geri çekilip bakışlarıyla şöyle bir süzdü beni. Tebessüm ederek ''İyiyim.'' dedim. Yüzüme kuşkuyla baktı bu sefer. Hepimiz ''Nasılsın?'' gibi kibar bir sorunun şu aralar ne denli tehlikeli olduğunun gayet farkındaydık.

Ömer içeri geçip aceleyle sobayı kurmaya başladı. ''Xalti kahvaltı hazırlıyormuş gidecekseniz gidin yanına.'' Nigar gözlerini bir yandan etrafta gezdirirken ''Eksik kalsın onun kahvaltısı, evde dört kadın var elimizden bir şey gelir herhal.'' dedi. Nedenini bilmiyorum ama anlaşılan xalti Rukiye'den pek haz etmiyordu. 

Hepimiz ayakta durmuş saf saf bakıyorduk birbirimize. Üstümde hala dünden kalma günlük kıyafetlerim vardı (pijamalarımı giymeye üşenmiştim) Halim kim bilir nasıldı. Etraftan söz etmeye bile gerek yok. Hicran'la birlikte hızla yatağı toparlayıp biraz havalansın diye camları açtık. O sırada kendimi lavaboya atıp hızla üstümü değiştirip kendime olabildiğince çeki düzen verdim. Girip çıkalı olsa olsa beş altı dakka falan olmuştu ama Nigar, Benal ve Hicran'la kahvaltı sofrasını çoktan kurmuş hatta Bedirhan'la didişmeye bile başlamışlardı:

''Oldu olacak evi taşıyaydın buraya ha Nigar? Zini, örtüler, valizler...''

''Merak etme onu da yapıcam, belki adam akıllı yaşanılabilir bir hale gelir burası. Şu hale bak!''

''Neredeyse yirmi yıldır yaşıyorum ben bu eve, halim keyfim de yerinde.'' 

''Ahırda da yaşasan halin keyfin yerinde olur senin Bedirhan ağa. Seni düşünmeyi bırakalı çok oldu ben şu kızı düşünüyorum. Ocak bile yok evde, yemekleri hep o kadın mı yapıyordu size.''

''Çok konuşma da işine bak Nigar, yola çıkıcam zaten gider ayak sinir etme gene beni.''

''Ooo bu sefer yolculuk nereye ağam?''

''Irak'a Nigar, gel beraber gidelim. Kod adında şalvarlı tehlike olur, muhbirlik falan yaparsın.'' Ömer'le Benal birden kahkahayı koparınca Nigar onlara zehir gibi bir bakış attı. ''Git çocukları çağır, bir şeyler yesinler sonra gene oynarlar kar. Güzelim. Gelsene sen de niye durmuşsun orada?''

''Dalmışım sadece.'' Sofraya oturacağım sırada Bedirhan üstüme ceketimi atıp katı bir şekilde ''Dışarı gel bi.'' dedi. 

''Dışarı gelsin tabi, ev normal bir ev olmayınca konuşmak için gidebileceğiniz başka bir oda yok nede olsa. Hem niye burada konuşmuyorsun? Bak kızı rahatsız etme Bedirhan.''

''Ya Rabbi sabır! Bir sus artık ya. Yürü hadi sende.''

Oflaya puflaya ceketi üzerime geçirip ayaklarımı sürükleye sürükleye peşine takıldım. Evin arkasına doğru o önde ben arkada biraz yürüdük. O sırada çocukları içeri almak için ciddi bir çaba sarf eden Benal'la karşılaştım. Çocuklar beni görünce yanıma koptular. Gülümseyerek dün isteyip de yapamadım o sıkıca sarılmayı bu sefer gerçekleştirdim. Gülümseyip biraz sohbet ettim ve içeri geçip kahvaltı ederse Ali'yle dışarıda oynayacağıma söz verdim. Eyyub içinse aklımda başka bir şey vardı. Makul bir anlaşmanın verdiği sevinçle eve doğru koşturdular. Onlar gidince Benal ile karşı karşıya kaldım. Neyi nasıl söyleyeceğimizi ikimiz de bilmiyorduk. Ona sadece ''Hoş geldin.'' dedim. O da sadece ''Hoş buldum.'' dedi. Bedirhan'a şöyle bir bakış attıktan sonra eve doğru yürüdü. İyice uzaklaştığından emin olduktan sonra gözlerim yerde ''Ne oldu?'' diye sordum. 

''Konuşacağımız yere daha gelmedik.'' deyip yürümeye devam etti. ''Ne konuşacaksan burada konuş Bedirhan.''

''Yüzüme bak.'' kayıtsız bir ifadeyle dediğini yaptım. Düne göre daha bir yorgun görünüyordu sanki. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Ama ifadesinde değişen bir şey yoktu. ''Şimdi yürü.'' İstihza ile dudaklarımı kıvırıp yürümeye devam ettim. Beni daha önce bir kere getirdiği o uçurum kenarına getirmişti. Sisli havanın altında insanın içine ürperti veren bir güzelliği vardı önümdeki koca boşluğun.

Büyükçe bir kayanın üstüne dizlerimizi kenara çekerek yan yana oturduk. O uçurum tarafındaydı. Bakışlarımız birbirinden ayrı yerlere sabitlenmişti. Etraf o kadar dingindi ki saatlerce burada oturabilirdim. Ama sessizlik çok da uzun sürmedi.

''Irak'a silah sevkiyatı için gidiyordum.'' dedi birden. Kaşlarımı hafifçe çatarak ''Bunu söylemek için mi çağırdın beni?'' diye sordum. 

''Dün gece durduk yere teröristliğime vurgu yapınca söylemek istedim. Iraktan alacağımız silahların bir kısmı ÖSO'ya gidecek bir kısmı da Tel-Aviv'de koğuşlanan müslümanlara.''

''...''

''ÖSO TSK ile birlikte bu arada. Yani sevkiyattan Türk askerleri de yararlanacak.''

''Bedirhan lafı nereye getirmeye çalışıyorsun?''

''Benden nefret etmen için bir sürü sebep var Evra ama askerinin canına kast eden bir terörist olmak bunlar arasında değil.''

''Senden nefret etmiyorum.'' Kısa bir sessizliğin ardından kuşkuyla ''Gerçekten mi?'' diye sordu. Boğazımdan ''hıhı'' diye onaylayan bir ses çıkardım. ''Ben... sadece öfkeliyim. Bundan başka hissedebildiğim bir şey yok.''

''...''

''Nigar ve Benal'ın da geleceğini neden söylemedin bana?''

''Geleceklerini ben de bilmiyordum. Seni o yüzden uyandırdım. Yıllarım burada geçti ama Nigar daha bir kere olsun gelmedi buraya.Görünce neye uğradığımı şaşırdım.''

''Xalti Rukiye'ye nasıl düşman oldu o zaman?''

''Valla bilmem. Kadını bir kez görmüşlüğü bile yok hani. Gerçi Nigar burayla ilgili olan her şeyden nefret ediyor. Gelir gelmez ev için bir ton laf etti duymadın mı?''

''...''

''Üşüyor muydun gerçekten?''

''Ne?''

''Soba yakmadım ya, ben kendim üşümeyince sen de üşümezsin zannediyordum.''

Üstümde yattığını, giydiğim kalın kazakları ve yün yorganları getirdim gözümün önüne. ''Ha... yo hayır üşümüyordum. Yorganlar yeterli geliyordu zaten.''

''Yinede haklı Nigar. Yaz gelince daha büyük, güzel bir ev yapalım olur mu?''

''Söyleyeceklerin bittiyse gidelim artık.''

Sigarasını bulmak için bir süre cepleriyle cebelleşti. Bir iki nefes çektikten sonra izmariti bana uzattı. ''İster misin?''

''Hayır. Pek bana göre değil.''

''Asıl konuya gireyim o zaman, biliyorsun iki gün yokum.''

''...''

''Nigar'ın gelmesini beklemiyordum ama niçin geldiğini biliyorum.''

''Neden gelmiş peki?'' sorumu duymazlıktan gelerek ''Ben dönene kadar siz 'hanımlar' ve köydeki diğer kadınlar hazırlıklar yapacaksınız.'' dedi.

''Ne hazırlığı Bedirhan? Ne için ayrıca?''

''Geldiğimde çoktan öğrenmiş olursun zaten merak etme. O yüzden sürpriz olsun.'' Omuz silktim. Ellerimi ovuştururken ''Ne yapacağım peki?'' diye sordum.

''Yemek, tatlı, şerbet ve benzeri şeyler işte.'' 

''Şenlik gibi bir şey mi var yoksa?'' Ağzından 'tsıh' gibi gülümsemeyi andıran bir ses çıkardı. ''Evet Evra, şenlik var.''

''...''

''Bazı adamlarımı burada tutucam, gözleri üzerinde olacak. Ben yokken uslu dur. En ufak bir şey yapacak olursan aman demeye fırsat kalmadan karşında bulursun beni ona göre.''

''Beni tekrar o eve mi götürürsün yoksa?''

''!..''

Yerimden hızla kalkıp yürümeye başladım. Çok geçmeden kolumdan tuttuğu gibi kendine çekti beni. 

''Şimdi ne istiyorsun?'' diye sordum yüzüne bakmadan. ''Gitmeden önce sarılabilir miyim sana?'' 

Aniden duraksayıp rüzgarı ciğerlerime doldum. Sanki koşturmuşum gibi nefes nefeseydim. Az ilerde oynayan dört beş çocuğun çığırtısı dışında oldukça sessizdi, ve tek kelime dahi ederek bu dinginliği bozmak istemiyordum.

Onun yerine nefesimi tuttum ve gözlerimi sıkıca kapadım. Derken aniden vücudumu bir titreme aldı. Soğuktan değil, bedenimi saran kollarından ve içime varasıya işleyen sıcaklığından...

----------------

Bedirhan ve Ömer gittikten sonra evde dört kadın kalakaldık. Nigar dışında ortaya laf atan yoktu. O da çok uzun sürmüyordu zaten. Eyyub hemen yanımda, ona bana verdiği kitaptan en sevdiğim şiirleri göstermeye çalışırken Ali onunla dışarıda oynamam için adeta yalvarıyordu.

''Annecim rahat bıraksana ablanı, hem buz gibi dışarısı daha demin girdin içeri. Hasta olucan valla.''

''Babam onun da annem olduğunu söyledi ama. O yüzden gelip benimle oynamalı.''

''ALİ!''

''Benal tamam! Ben ilgilenirim.'' Nigar gözlerini fal taşı gibi açarak içi soğumuşçasına gülümsedi. Hicran'ın kulağına eğilip ''Maşşallahh kendine gelmiş bu. Ağabeyimle aralarını mı düzelttiler acaba?''dediğini duydum ama ses etmedim. Ali'nin tombul yüzünü avuçlarımın arasına alıp ''Gelicem merak etme. Ağabeyine bir iki şey göstericem sadece. Çok uzun sürmez merak etme.''

Çocuk isteksizce kabul edip yanıma oturdu. Benal mı? Başından aşağıya kaynar sular dökülmüş gibi bir hali vardı. 

''Hah işte bu Eyyub. İspanyol Meyhanesi. En sevdiğim şiiri buydu birde.''

''O kadını merak ettim hep: İspanyol meyhanesinde bir kadın,

                                                         Çığlık çığlığa şarkı söylüyor

                                                         Belli yıkılmış bir kadın

                                                         Hayli çirkin, hayli geçkin, hayli ağlamaklı...

''Ne kadar güzel okuyorsun öyle. Arada bir ben seçeyim sen oku bari olmaz mı?''

''Ne zaman istersen Evra abla.'' Eyyub'un yanağına tüm içtenliğimle bir öpücük kondurmak istedim ama zaten utangaç olan bu güzel varlığı daha fazla mahcup etmemek için saçını okşamakla yetindim.

''Ali gel gidelim hadi.'' Çocuk sevinçle yerinden zıplayıp göz açıp  kapayıncaya kadar dışarı atmıştı kendini. ''Hicran gelsene sen de.''

Genç kız mahzun bir ifadeyle gülümseyerek peşime takıldı. Üstümüzü giyinirken ''Nigar abla, Bedirhan hazırlık falan var dedi. Ne zaman başlayacağız yapmaya?'' dedim.

''Ali'nin gönlünü edin de sonra düşünürüz.'' Tam kapıdan çıkacakken durdurdu beni. ''Senle konuşacağımız şeyler var. Fazla oyalanma olur mu?'' dedi. İçimi bir sıkıntı kapladı ama yinede belli etmeyerek gülümsedim ve kafa salladım. Çıkar çıkmaz söylenmeye kaldığı yerden devam ettiğini duydum: Bu Ömer'de zılla akıl yok! Doğru düzgün harç görmeyi bile beceremiyor!

Ali üzerimize kar topları atmaktan biraz yorulunca onun için bir kardan adam yapmaya koyulduk Hicran'la beraber. Tedirginlikle bana 'gerçekten' nasıl olduğumu soruyor ve ben de pekte emin olmayarak 'gerekten' iyiyim diyordum. ''Ama sen iyi değilsin. Değil mi Hicran?''

''Neden ki?''

''Gülmek için zorluyorsun resmen kendini. Durgunsun da. Bir şey mi oldu?'' 

''Ağabeyimin ettiklerinden sonra nasıl iyi olayım Evra?''

''...''

''Bakma sen ablamın hiçbir şey yokmuş gibi davrandığına, öğrendiğinden beri terör estiriyor. Çocukları azarlıyor, durduk yere bağırıp çağırıyor, gram tuz katmadığım yemeğe; tuzda bırakmışsın deyip hayvanların önüne döküyor... Karşına çıkmaya yüzümüz yoktu inan.''

''Sizin bir suçunuz yok.''

''Ömer arabada sıkı sıkı tembih etti bizi, ağabeyim arayıp senin artık konuştuğunu söylemiş. Yanında 'saçma saçma hareketler' etmeyecekmişiz.  Öyle bir mutlu olduk ki dersin bir mucize gerçekleşmiş. Ablam gelmeyecekti normalde sırf senin için gitti çantasını hazırladı.''

''Neden öyle olduğumu bilmiyorum. Aklım pek yerinde değildi. Nasıl geldiğini de bilmiyorum gerçi.'' derin bir iç geçirip kardan adamın kafasını yerine koydum.

''Olan oldu artık, elden gelen bir şey olmadığına göre...'' dedim ama lafımı kızın hıçkırıkları kesti. Birden gelip boynuma sarılınca ne diyeceğimi şaşırdım. Sırtını sıvazlayıp onu rahatlatmaya çalışıyordum ama sanki içini boşaltıyordu. Kaşlarımı hafifçe çatıp geri çekildim. ''Hicran, başka bir şey olmadığına emin misin?'' diye sordum. Kafa salladı. ''Ağabeyimden yediğim darbe yetmedi sevdiğim adam da mahvetti beni Evra... omuzlarıma koca yük bindirdiler. Kime ne diyeyim bilmiyorum.'' Hicran'ın hali hal değildi. Etrafta diğer çocuklarla koşturan Ali'ye şöyle bir göz atıp kızcağızı bir kenara çektim.

''Hicran ne diyorsun sen ne oldu?''

Derin derin iç geçirip hıçkırığını durdurmaya çalıştı. ''Haftalardır tutuyorum kendimi artık daha fazla gücüm kalmadı.'' diye söylenip duruyordu sürekli.

''Ne oldu Hicran söylesene, korkutma insanı!''

''Ağabeyim seni götürdüğü gün Ömer karşıma geçip evleneceğini söyledi Evra.''

''Ne!?''

''Ağabeyim şart etmiş. Başka çaresi yokmuş. Zaten onun acısıyla kıvranırken sonra siz geldiniz bir de sana yaptıklarını öğrendim. Ayakta kalmaya mecalim kalmış gibi bir de bana onun düğününe hazırlık edeceğimi söyledi!''

Duyduklarım karşısında dumura uğramıştım adeta. Hazırlığını yapacağımız şenlik Ömer'in düğünü müydü!??

Genç kız ayaklarımın önüne çöküp sesini aldı. Ali fark etmesin diye bir yandan takdir edilecek bir güç sarf ediyor bir yandan da rahatlasın diye Hicran'a elimi dahi sürmüyordum. Acaba Ömer'le Hicran'ı mı öğrenmişti? Ama öyle olsa Ömer'i havaya uçurması, Hicran'a da dünyayı dar etmesi gerekirdi. Bedirhan... diye söylendim kendi kendime. Ne yaptın sen...

--------------

Sonunda içeri girebildiğimizde Hicran'ın yüzü tıpkı felç geçirmiş gibi görünüyordu. Fark etmesinler diye kafasını eğip hemen lavaboya attı kendini. Benal bir köşede kıyafetleri katlıyor Nigar ise kolları sıvazlamış ne olduğuna pek anlam veremediğim bir şeylerle uğraşıyordu.

''Xalti'nin geldi daha demin buraya. Kendini Bedirhan'ın anası falan sanıyor herhal. Neyi nasıl yapacağımı bilmiyorum ben sanki.''

''Ne oldu Nigar abla, niye öfkelendin böyle?''

''Sofra kurmuş bize, ben yemek yapamıyor muyum sanki?''

''Abla kötü bir niyeti yoktu onun. Allah razı olsun kahvaltımızı yemeğimizi hep o hazır eder.''

''Benim akılsız ağabeyim sanki kimsesizmiş gibi sığınırsa buraya acıyıp el uzatırlar tabi.''

''Nigar ab-''

''İşin var mı şimdi senin?''

''Y-yok.. noldu da?''

''İyi, gel hele benle.''

''Nereye gidiyoruz, gene dışarıda mı duracaz?''

''Hayır Ömer'in evine geçicez.''

Nigar buranın sahibi benim edasıyla yürüyordu önümde. Aylarımı geçirmeme rağmen Ömer'İn evine ilk kez girecektim ve bu durumdan hoşnut değildim zira onun izni olmadan yapıyordum bunu. Ama o gayet de emindi kendinden. Hicran'ın evin neresi olduğunu öğrenmiş ve sanki kendi mülküymüş gibi gayet rahat bir şekilde içeri girmişti. 

''İyi Allah'tan burası bir şeye benziyor.'' Ceketini ve örtüsünü çıkarıp minderlerden birine kuruldu ve bana da karşısına geçmemi işaret etti. 

''Lafı dolandırmayacam Evra, çocuk değilsin. Seninle ne hakkında konuşacağımı biliyorsundur herhal.''

''...''

''Bedirhan'la yaşamak istemiyorsan çekinme söyle bana. Napar eder onu ikna ederim seni götürmek için.''

Ben ve Benal aynı çatı altında. Hiç de iç açıcı bir seçenek değildi.

''A-abla ben... beni düşündüğün için çok teşekkür ederim ama... böyle iyiyim.'' Yüzünde acıma ya da çaresizliği andıran tuhaf bir hal vardı. 

''Bedirhan sana deli oluyordu.''

''...''

''Onu her gün arardım nasıl iyi mi diye. Adın geçince sesi öyle bir olurdu ki...''

''...''

''Yediği haltı duyunca tüm iç organlarım böyle ağzımdan yere döküldü sanki. Lusadzin'de olduğu gibi gene kaybedecek dedim kendini-''

''Lusadzin'i biliyor musun sen!?'' Acı acı güldü. ''Hicran ve Benal hariç hepimiz biliyorum Evra.''

''Ama Bedirhan dedi ki-''

''Onun bildiğimizden haberi yok.'' Aklımda ne kadar düşünce varsa hepsi birbirine girmişti. ''Nasıl öğrendiniz o zaman?'' yüzünü tiksintiyle buruşturdu. ''Amcam sağolsun...''

''Abdullah amca...''

''Sen nereden tanıyorsun o soysuzu!?''

''Batman'a geldiğimde benimle öz kızıymışım gibi ilgilenmişti. Ona öyle bir değer veriyordum ki... Bedirhan'dan korumaya bile çalışmıştı beni.''

''Allah'ın sopası yok. Daha onun ne hallere düştüğünü bir bilsen... Bedirhan'ın Benal'ı zorla kaçırdığını zannediyor. Halbuki Benal evvel zamandır yanıktı Bedirhan'a.''

''...''

''Evra, güzel kızım, bak Bedirhan'la aramda on yaş var amma dersin ben onun büyüğüm. Zamanında onun yanında olamadım, İran'da kalıyordum yaşım da daha küçüktü.''

''...''

''Ne zaman ki Benal'ı getirdi Şemdinli'ye sözümona kadın diye (bunu söylerken burun kıvırmıştı) anca o vakit yanına varabildim. Gelgelelim Ömer ve Hicran hariç istemedi hiç birimizi. Benim kardeşim, karısını da doğmamış çocuğunu da kaybetti, adını bile bilmediğim örgütlerde ölüm peşinde koşturdu, yapayalnız kaldı ve ben ses edemedim Evra.''

''Xalti'ye bu yüzden mi öfkelisin? Senin değil de onun yanında kaldığı için.'' Çarçabucak sildi gözyaşlarını. ''O kadının şu kadar aklı olsaydı büyüklük eder, Bedirhan'a ailesine dönmesini nasihat ederdi.''

''Onu zorla anasının bağrından koparan babası ve hayatını mahveden amcasını mı kast ediyorsun aile derken?''

''Hiç değilse bana!'' sesini yükseltince olduğum yere sindim. Kadının gözleri yaş dolmuş dur durak bilmeden taşıyordu. ''Annem kederinden yatağa düştü, elleri öyle bir titriyordu ki gönderdiği mektupları güç bela okuyordum. Her mektupta başka bir yalan uydurdum: Bedirhan çok iyi, kendini yavaş yavaş toparlıyor, sağlığı yerinde, Hicran ve Ömer'le oyalanıyor. Hatta bazen sanki Bedirhan mektubu yazmış gibi yapardım. Bir sonraki mektubunu okuduğumda içim paramparça oluyordu benim. Ciğerim yanıyordu. Haberi yoktu ki oğlundan haber alamadığımdan.''

Boğazımdan bir hıçkırık kaçana kadar ağladığımın farkında değildim. Yüzüm sırılsıklam olmuştu. Tırnaklarımı etime geçirip durdurmaya çalıştım kendimi. 

''Bedirhan ayrı, anam ayrı, sen ayrı yaktın içimi a güzel kızım... Kardeşim o Allah'ın belası örgütlerde kimin ne olduğunu bilmediğim insanların arasında tüketti ömrünü. Sırf acısını dindirsin diye! Eyyub doğduğunda dünyalar benim olduydu. Dedim belki baba olunca durulur biraz, yanımıza gelir. Aile oluruz yeniden. Akılsız başım... Daha da kötü oldu Bedirhan. Karısını ve çocuğunu öldüren adamın torunu, evladıydı. Ne edeceğini bilmedi. Birkaç ay yanımızda kaldığı o zamanlar her Allah'In günü içti durdu. Ne dediysem ne yaptıysam ikna edemedim onu. Gitgide kaybediyordu kendini. Ali'de de değişen hiçbir şey olmadı. Zaten onu insan eden ne varsa kaybetmişti hepsini. Oğullarını canından çok seviyordu o ayrı, ama bir daha ne yüzü güldü ne de içindeki öfke dindi. Bedirhan içeri girdiği vakit herkesler korkudan bir köşeye siner oldu. Ben hariç. Allah şahidim olsun Evra, Bedirhan için yapabileceğim her şeyi yaptım.''

''...''

''Ama olmadı.''

Gözyaşlarımı elimin tersiyle kazağıma silip alt dudağımı hınçla ısırdım. Sonra ''Xalti Rukiye'de Bedirhan'ın resimleri var. Eğer istersen getireyim sana.'' dedim. İki kadın, aklın ve erdemlerin sınırına meydan okuduk o gün, o odada ve de sessizce...

--------------

Tüm gün hiç de tatlı olmayan bir telaş içinde geçmişti. Kadınların bir kısmı ''buke'' (gelin) için iki sandık dolusu eşyayı iki gün içinde yetiştirmek için muazzam bir çaba gösterirken bir kısmı (aralarında ben ve Hicran da vardı) yeni ve ski tüm çarşafları buz gibi havada ellerimiz morarıncaya kadar çiteleyip yıkıyorduk. Bir kısmı da (özellikle Xalti Rukiye, Benal ve Nigar hanım) yemeklerle tatlılarla alakadar oluyordu. Tandırlar, tüm köye yetecek hatta fazla gelecek ekmekleri hazır etmek üzere yakılmıştı. Yanılmıyorsam dördü büyük, dördü küçük baş olmak üzere sekiz tane hayvan köyün erkeklerince kesilmiş bir kenarda yüzülüyor, parçalanıyor ve kıyma olacaklar karton kutulara güzelce poşetlenip arabalara götürülüyordu. Çocukların keyfi yerindeydi. Bir tek Eyyub evde kalmıştı, uyumak istiyordu çünkü. 

Nefes nefese kalmış bir halde yerimden kalkıp isyan ettim ''Hicran vallahi billahi belim koptu. Ellerimi hissedemiyorum artık. Bak, kaynar sudan çıkıp buz gibi soğuğu yiyince yarıldı resmen. Gözünü seveyim başka bir iş yapalım biz.''

''Ne gibi mesela?''

''Yemeğe yardım edelim?'' Bana attığı bakışla ne kadar saçmaladığımı anladım. ''Yemeğe bir el sürelim de gelen gideni zehirleyelim değil mi?'' 

''Fena mı olur bakarsın kızı vermekten vazgeçerler.''

''Sen gideceksen git, ben tüm bu çarşafları yorganları elden geçirmeden hiçbir yere gitmeyeceğim.''

Genç kız çarşafları çitelerken tüm hıncını çıkarıyordu sanki. İçimden onunla konuşmak geliyordu, ama ne diyebilirdim zaten? Üstelik beni dinleyecek gibi de değildi. Geçtim yanına bende kaynar suya basmaya koyuldum çarşafları. Akşam çökmeye başlayınca yün yorgan ve yastıklar da dahil olmak üzere her şey bitmişti. Biz de tabi. Belimin ağrısından inliyordum resmen. Parmaklarım oynamıyordu artık. Hicran ise benden daha kötüydü. Canı çıkmıştı adeta. Yüzü daha bir solmuş iyice bitap düşmüştü. Allah'tan Nigar'la Benal gelip kolumuza girdiler de eve kadar yürüyebildik hiç değilse.

''Rezil etmişsiniz kendinizi arada bir dinlenseydiniz keşke.'' dedi Benal. Artık bana karşı düşmanca tavırları yoktu. ''Ben bir kere gittim Eyyub'un yanına aslında. Ali'yle yesinler diye bir şey hazır ettim. Oturduk beraber ama Hicran hiç durmadı.''

''Afferin bacım, pek ey etmişsin. Dal kadar kızlarsınız zaten ne diye zorluyorsunuz kendinizi böyle.'' diye az bi azar çekti Nigar da.

''İyiyim ben. Birazcık yoruldum sadece o da normal.'' 

''Aliiiii! Oğlum gelsene artık dışarda dura dura kafayı üşüttün! Ya vallahi bu ocuk beni deli edecek bak bak bak nasıl koşturuyor tavuk gibi bak. Oğluuum kime diyorum!'' Anne oğlunun haline daha fazla dayanamayıp gülmeye başladık. Herhalde gün başladığından beridir attığımız tek gerçek gülücüklerdi bunlar.

-------------------

Yemeklerimizi yedik, Eyyub'a zar zor Bedirhan'ın üzerine Lusadzin ile ilgili bir şeyler karalamadığı bir kitap buldum, Benal ile birlikte bulaşıkları yıkadık, kahve içtik. Sonunda yere döşekler serip kendimizi attığımızda ise bulutların üzerinde havalanıyormuşum hissi uyandıran mide kramplarıyla uykuya hazır hale geldik. Nigar yatakta yatacaktı. Hicran, ben, çocuklar Benal ise bir şekil ayarlayıp zeminde yerimizi bulmuştuk. Uykuya fena halde ihtiyacım varken karanlıkta birden, tatlı bir sohbet başladı.

Nigar: Bizim işler zamanında hallolur da şu çeyiz düzenlerin hali hal vallahi.

Benal: Aynen öyle. Parmakları şişmiştir artık herhalde şiş, tığ tutmaktan.

Nigar: İki sandık az bile aslında. Kızın akrabaları burada değilmiş herhal. Tek başına getireceklermiş. Çeyiz meyiz hiçbir şey yok. İnşallah gönlünce bir düğünü olur.

Ben: Nasıl yani, annesi babası falan yok mu?

Nigar: He ya, gelmeyeceklermiş.

Benal: Neden ki?

Nigar: Valla bilmem. Ömer bizden habersiz bir iş mi karıştırdı acaba dicem... Ömer etmez ama öyle şey. Değil?

Benal: Haberi alalı bir ay oldu neredeyse, Ömer'lik olsa çocuk bi sevinir ya da ne bilem heyecanlı falan olur. Sanki evlenen o değil de sensin yani o derece.

Nigar: Ne diyon kız sen!

Benal kıkırdayarak: E abla valla sen daha heyecanlıydın Ömer'den. Hele Xalti ile bir itişmeleri vardı bunların gülmekten ölürdünüz yeminle bak. Dersin kendi düğününe hazırlık ediyor.

Benal ile birlikte ben de gülmeye başlayınca Nigar yastıklardan birini üzerimize fırlattı.

Benal: Abla yavaş çocuklarım uyuyor ama aaa!

Ben: Sahi Nigar abla sen neden evlenmedin cidden?

Nigar: Bunların götünü toplamaktan bana fırsat kalmadı ki.

Benal: Aslında ablamı ne hakimler ne savcılar ne mühendisler istedi de işte 'arkamız' fazla dağınıktı, o dağınıklık arasında da göremedi işte caanım taliplerini.

Nigar: Kız valla gelirsem bak oraya gösteririm dünyanın kaç bucak olduğunu. Şunlara bak utanmadan beni alaya alıyorlar. De yatın zıbarın hadi!

Benal: Şşşt Hicran, uyudun mu kız?

Hicran: ...

Ben: Uyumaya niyetin yok galiba.

Benden yana dönüp onda daha önce hiç görmediğim (en azından bana karşı) candan bir gülümseyişle karşılık verdi: Bugün hiç olmadığım kadar mutluyum.

Ben: Allah neşeni arttırsın da neden?

Benal: Yıllar sonra ilk defa Şemdinli'den çıktım.

Ben: Sen ciddi misin?

Kafa salladı. ''Başka bir yerde olmak o kadar güzel ki... tamam çok fark yok belki ama genede 'başka' bir yerdesin. Bu bile yetiyor insana.

''...''

''Üstelik burası bizim oraya göre daha kalabalık. Bizim civarda pek kişi yok, Bedirhan böyle olmasını istemişti. Baksana şimdi birkaç kadınla arkadaş bile oldum. Beraber bir şeyler yaptık...''

''Evet, Xalti ile Nigar ablanın nasıl atıştığını görseydim belki ben de böyle enerjik olabilirdim. Güldü. Sonra birden duraksayıp ''Bana kim olduğumu sordular.'' dedi. 

''...''

''Bedirhan'ın karısıyım diyecektim ama... dilim varmadı.''

''Neden? Sevmiyor musun onu?''

''Her şeyden çok. Ama ben asla ona ait olmadım. Çünkü o asla sevmedi beni.''

''....''

''O yüzden ben de Nigar'ın kardeşiyim diye geçiştirdim. Zaten burada çok durmayız, biz gittikten sonra kim hatırlayacak değil mi?''

''Benal.''

''Hı?''

''Hani demiştin ya, hepimiz bir bedel ödedik diye. Ne demek istemiştin?''

''Sana verdiğim fotoğraf duruyor mu hala?''

''Evet.''

''Babamın Bedirhan'ın amcası olduğunu anlamışsındır herhalde.''

''...''

''Ben Bedirhan'a aşık olmamın bedelini babamdan ayrı düşerek ödedim. Ona çok düşkündüm biliyor musun? Hani sen dedin ya Abdullah amca sizi merak ediyor, yaşayıp yaşamadığınızı bile bilmiyor diye, babamı unuttuğumu sanma diye verdim sana o fotoğrafı.''

''...''

''Aşık oluyorsan Evra, öyle ya da böyle bir bedel ödüyorsun işte. Ama en acısı ne biliyor musun?''

''...''

''Sevdiğin adamın gözlerinde başka bir kadını görmek.''

''...''

''Hadi Allah rahatlık versin.''

''Saol sana da.''

Öbür yana dönüp ellerimi yanağımın altına aldım. Benal'ın söyledikleri beynimde gümbürderken Hicran'dan geldiğine yemin edebileceğim bir ses duydum. Genç kızın saçlarını hafif hafif okşadım ve derken ben de uyuyakaldım.

---------------

Bugün biraz daha rahattık. Etler yarın için hazırda bekletiliyordu. Xalti Rukiye her ne kadar bugün pişirmeyi istese de Nigar kabul etmeyip yarın pişirileceğini söyledi. Kadınlar bir sandığı tamamlamışlar ikincisi için uğraşıyorlardı. Erkekler çadırın geleceği yeri kardan temizlemeye başlamışlardı bile. Gece kar yağsa da çadırın dört bir yanını kapatıp yere kalın halılar sererek alanın bozulmasını engellemiş olacaklardı ayrıyetten. Hicran ve bana ise hem en kolay hem de en zor görev düşüyordu: Önce daye Umran denilen bir kadının evini hazırlayacaktık. Sonra da Ömer'in evini...

''Hicran, daye Umran'da işimiz bittikten sonra sen eve git. Gerisini ben hallederim.''

''Neden?''

''Dün sabah haşatın çıktı zaten dinlenmiş olursun biraz. Hatta istersen ben sana güğümleri kaynatırım yıkanırsın böyle sıcak sıcak ha?''

''Hayır. Ben de yardım edeceğim.''

''Ama Hicran-''

''Sevdiğim adamın odasını hazırlamayı çok görme bana.''

Ses etmedim artık. Daye Umran'ın evini baştan ayağa bir güzel temizledik, süpürdük, halıları silkeledik. Şerbet ve tatlıları dolaba koyduk dikkatlice. Sonra Ömer'in evine geçtik. Bir yandan temizlik yaparken bir yandan göz ucuyla Hicran'ı süzüyordum. Dikkatini tamamen yaptığı işe vermişti. Ağzını bıçak açmıyordu. Her yer pırıl pırıl olup mis gibi koktuktan sonra yere bir döşek atıp yatağını hazır ettik (Ömer'İn normal yatağı yoktu.) Dün yıkayasıya canımızı çıkaran çarşafları serdik özenle. Yastık, örtü, yiyecek içecek derken sonunda işimiz bitmişti. Şimdi odanın ortasında durmuş boş boş döşeğe bakıyorduk. Muhtemelen ben ses etmesem saatlerce öyle kalacağımızdan Hicran'ın koluna girip ''Gidelim mi artık güzelim?'' dedim. 

Buraya kadardı işte. Geriye yarını beklemek kalıyordu sadece. 

---------------

Ertesi günü Bedirhan adamları vasıtasıyla akşama doğru 'buke' ile birlikte geleceklerini haber etti. Herkes heyecanlı ve telaşlıydı. Son kez etrafı elden geçiriyorlar ışıklandırma ve ses sistemini kuruyorlardı. Kadınlar (özellikle genç kızlar) rengarenk şiplerini giyinmiş süsleniyordu. Delikanlılar traş olmuş, kızların karşısında kur yapıyordu. Bugün her şey çok güzel olabilirdi aslında...

-------------------

Şimdi tüm olan biteni düşününce, olacaklardan nasılda habersiz olduğumu görüyor ve insanoğlunun acizliğine bir kez daha şahit oluyordum. 

Akşamın yeni yeni çöktüğü vakit gelen oldukça lüks bir Jeep'ten önce Bedirhan ardından Ömer indi. Onların inmesiyle davul gümbürdemeye zurna inletmeye başladı. İkisi de üstüne başına her ne kadar çeki düzen vermeye çalışmışsa da yorgunluktan berbat görünüyordu. Ama hepimizin gözleri onlardan ziyade arkada oturan 'buke' de idi. Gelinlik yerine beyaz, sade bir elbise, üzerinde muhtemelen dizlerine kadar uzan siyah hoş bir ceket bulunun kız, gelinlere özgü şu kırmızı örtüyle örtülmüştü. Siyah bukleleri örtünün az altına uzanıyordu. Ömer ve Bedirhan 'buke'yi daye Umran'ın evine doğru ağır adımlarla getirirken kadınlar erbanelerle tuttukları ritmi benim hala yapmayı beceremediğim zılgıtı çekerek süslediler.

Ömer ile Bedirhan tam karşımızda duruyordu şimdi. 'Düğün sahibi' olarak zorla gülümseyerek ''Hoşgeldiniz.'' dedik. Ömer'in yüzü kirece dönmüştü adeta. Bedirhan'ın ifade ise gayet tatminkardı. 

Kızı alıp geçtik içeriye. Kadınlar durur mu hiç, hemen hem bize hem erkeklere hizmet etmeye koyuldular. Benal o sırada kulağıma eğilip ''Açsak mı örtüsünü?'' diye sordu.

''Bilmem, Nigar ablaya soralım.'' Ancak buna gerek kalmamıştı. Nigar hanım kanepenin ortasında oturan nazeninin etrafını saran kadınları geçip önce besmele çekti ardından ellerini kaldırıp bir dua okudu. Elini yüzüne sürünce hep bir ağızdan 'amin' dedikten sonra kızın örtüsüne uzandı. O sırada elimde 'buke'ye ve kadınlara ikram etmem için hazırlanan şerbet tepsisi vardı. Benal ve Hicran'la birlikte heyecanla genç kızın yüzünü görmek için öne çıktık.

Ne olduysa tam o anda oldu.

Kollarımda derman kesildi birden. Elimdeki tepsi yere devrildi. Kadınların şaşkın haykırışları dışarıda gümbürdeyen seslere karıştı. Keyif olsun diye sıkılan silahların tüm kurşunları beni tam göğsümden beni vurdu sanki. Gözyaşlarım birikti ama akmadı. İspanyol Meyhanesin'de çığlık çığlığa bir kadındım ben artık

''SEMA!?''






Continue Reading

You'll Also Like

3.8K 134 30
O soylu babasının gayri meşru kızıydı Soylu üvey annesinin istemediği Soylu üvey kız kardeşinin ablası olarak görmediği Soylu üvey abisinin kardeşi...
216K 9.2K 18
Ben Asenath. Prens Seth'in biricik hizmetkarı. Bir Firavun olduğunda, uğruma kendi kız kardeşini öldürdü. Ben Asenath. Canı beş para etmez bir köley...
5.2K 966 4
Dediğiyle bir lahza beklemeden defterini alarak gitmişti bey oğlu. Ardında dolu dolu olmuş gök gözler bıraktığını bilmeden öylece gitmişti. Genç kız...
algon By algon

Historical Fiction

29.5K 1K 34
Algonsuz hayat hayat mıdır lov