Zindan

By PearlHarbor35

6.2M 182K 56.2K

Karşımdaki adamın bakışları ruhsuzdu. Taş kalpli ve duygusuzdu. Hareketleri sert ve umursamazdı. Tolgay Par... More

Bölüm-1
Bölüm-2
Bölüm-3
Bölüm- 4
Bölüm-5
Bölüm-6
Bölüm-7
Bölüm-8
Bölüm-9
Bölüm-10
Bölüm-11
Bölüm-12
Bölüm-13
Bölüm-14
Bölüm-15
Bölüm-16
Bölüm-17
Bölüm-18
Bölüm-19
Bölüm-20
Karakter Değişimi
Bölüm-21
Bölüm-22
Bölüm-23
Bölüm-24
Bölüm-25
Bölüm-26
Bölüm-27
Bölüm-28
Bölüm-29
Bölüm-30
Bölüm-31
Bölüm-32
Bölüm-33
Bölüm-34
Bölüm-35
Bölüm-36
Bölüm-37
Bölüm-38
Bölüm-39
Tanışma
Bölüm-40
Bölüm-41
Bölüm-42
Bölüm-43
Bölüm-44
Bölüm-45
Bölüm-46
Bölüm-47
Bölüm-48
Bölüm-50
Soluksuz Tutku
Bölüm-51
Bölüm-52
Bölüm-53
Bölüm-54
Bölüm-55
Bölüm-56
Bölüm-57
Final/1
Final/2
Teşekkürler

Bölüm-49

63.4K 2K 462
By PearlHarbor35

Bazı durumları sorgulamamak lazımdı. O an hayat bize ne sunduysa onu seçmeliydik. Eğer düşünürsek işin işinden çıkamazdık ve bu bizi fazlasıyla yorardı.

Tıpkı benim başıma gelenler gibi...

Arabanın rahat koltuğunda büzülmüş korkulu gözlerle dışarıya bakıyordum. Her şey sıradan ve sıkıcıydı. Her zaman mı böyleydi acaba?

Burnumu çektim ve ağlamaktan ağrıyan gözlerimi ovuşturdum. Gözlerimin içi müthiş bir şekilde yanıyordu. Bundaki en büyük etkenlerden biride uykusuzluktu. Kaç gündür adam akıllı uyumuyordum. Besin girmeyen vücudum uykusuzlukla beraber iyice yorulmuştu.

Bunlar bir şekilde hal olacak şeylerdi. Önemli olan ben bu hayatıma nasıl devam edecektim? Gizem yoktu ve bir daha hiç olmayacaktı. Onun yanımda olması için her şeyimi verirdim ama iş işten çoktan geçmişti. Biz insanoğlu bazı şeylerin kıymetini ne yazık ki kaybedince anlıyorduk. Böyle vasıfsız canlılardık.

"Nasıl hissediyorsun?"

Tolgay'ın sorusu, daldığım düşünce aleminden çıkardı beni. Beni yokladığını biliyordum ya da kendince vicdanını rahatlatıyordu. Her şey muhtemeldi.

"İyiyim."

Geçiştirmek amacı ile verilmiş bir cevaptı benim kisi. Kötüyüm desem nedenini bilmek isteyecekti ve ben bir şeyleri anlatamayacak kadar kendimi yorgun hissediyordum.

"Buna inanır mıyım sence?"

Tek kaşını kaldırarak konuşmuştu. Daha sonra önüne döndü ve arabayı sakince kullanmaya devam etti. Ben ise ona cevap vermeyerek önüme döndüm. Onla uğraşamayacaktım. Gerçi uğraşacak halim de yoktu.

Fazlasıyla acınası ve zavallıydım!

Öksürdüm ve kollarımı birbirine doladım. Bugün hava garip bir şekilde soğuktu. Vücudum ise titremeye dünden müsaitti. Dişlerimi birbirine kilitledim ve ufalabildiğim kadar ufaldım.

Hasta olacaktım sanırım. Bir bu eksikti. Nedense her şey üst üste geliyordu. Biraz bekleyemez miydin? Psikolojik olarak çökmüştüm. Hastalık çekecek halim yoktu.

Tolgay üşüdüğümü anlamış olacak ki arabanın klimasını açtı. Sıcak hava anında arabanın içine dolmaya başlamıştı ve bu vücudumu inanılmaz rahatlatmıştı. Şüphesiz bulunmaz bir nimetti.

"Üşüdüğünü neden söylemiyorsun?"

Tolgay beklentiyle gözlerimin içine baktı. Bende omuz silkerek önüme döndüm. Ne diyebilirdim ki? Salak saçma bir cevap verecektim ve ben bunu istemiyordum.

"Nereye gidiyoruz?" Sesimin çatlaklarından kan akıyordu. Bu kan ölmüş ruhumun kalıntılarıydı. Yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyordu ve her geçen saniye beni küle çevirmekten geri durmuyordu.

"Ormanlık alanda bir tanıdığımızın evi var. Oraya götürüyorum seni. Temiz hava iyi gelir."

Kaşlarımı çattım. Beni evden uzaklaştır derken bunu kasıt etmemiştim. Sadece bir hava alıp dönmem kafiydi.

"Oraya gitmeye gerek var mı?"

Sesimin sitemkar çıkmasına engel olamadım. Belki de iyiliğimi düşünüyordu. Başımı iki yana salladım. Tolgay ve benim iyiliğimi düşünmek?

Tanrım, bu delilikti!

"Canım böyle istedi."

Her zaman ki ukala cevaplarından birisiydi. İstediği her şeyi yapabileceğini sanıyordu. Halbuki dünya Tolgay'ın etrafında dönmüyordu ama beyimiz bunu anlamamak konusunda ısrarcıydı.

"Neden böylesin?"

Soru benden bağımsız bir şekilde dudaklarımdan dökülmüştü. Merak ettiğim nadir şeylerden birisiydi. Acaba böyle davranması gerektiren de neydi?

Arabanın hızını biraz daha arttırmıştı. Direksiyonu tutan elleri gergindi. Bakışları ise düz ve stabildi. Her zaman ki Tolgay'dı işte.

"Nasıl biriymişim?"

Dalga geçercesine sorduğu soru kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Alay etme konusunda sınır tanımıyordu.

"Kaba, bencil, itici, umursamaz, saygısız, pislik ve psikopat birisin."

Tolgay gülümsedi. "Bitti mi?"

Başımı iki yana salladım ve son kelimemi de ekledim. "Ve de piç!"

Tolgay büyük bir kahkaha patlattı. Beyaz ve düzgün dişleri anında dikkatimi çekmişti. Dolgun ve kalkık dudakları onun için bulunmaz bir lütufdu. Hala beni bu kadar etkileyebilmesi saçmaydı. Kendimden iğrenmeliydim sanırım.

"İçinde ne varsa döktün. Bugünü mü bekliyordun?"

Sahte bir şekilde gülümsedim ve ona sırtımı döndüm. Akan yolu izlerken tek düşündüğüm Gizem'di. Sanırım uzun zaman yaşadıklarımın etkisinden çıkamayacaktım. Yaşama sevincim elimden alınmıştı. Okuma veya hayata tutunma isteğim yoktu. Ne olmuştu bana böyle?

"Bade?"

Tolgay'ın yatıştırıcı sesi kulaklarıma doldu. Artık bana Bal kafa demiyordu. Buda büyük bir gelişmeydi. O lakabı oldum olası sevmemiştim zaten. Kulağa garip ve saçma geliyordu.

"Efendim?"

"İstersen eve dönebiliriz."

Bana fikrimi soruyordu. Büyük ihtimal yorgun ve psikolojik travmada olduğum için böyle davranıyordu. Yoksa böyle davranmazdı. Ben malımı bilirdim.

"Gerek yok. Evden uzaklaşmak istiyorum."

Usulca başını salladı ve arabayı daha da hızlandırdı. Söylenecek pek bir şey yoktu. Bende gözlerimi kapadım ve bu sıkıcı yolun biran önce son bulmasını diledim.

***

Yarım saatlik yolun ardından sonunda varabilmiştik. Yolda uyumamıştım. Zaten pekte uyuduğum söylenemezdi. İlaçların sayesinde uyuyordum. Buda bir şeydi.

Geldiğimiz ev tek katlı ve ufaktı. İçerisinde İki oda bulunuyordu. Ufak bir mutfak ve oturma odası vardı. Eşyalar sıradan ve vasatlardı. Günü birlik kalınan bir yer olduğu belliydi. Kafa dağıtmak için uygun bir yer miydi bilmiyordum.

En azından kimse rahatsız etmezdi. Konuşacak kimsede yoktu. Evin her tarafı ağaçtan geçilmiyordu. Şimdiden sıkılmıştım. Halbuki eve geleli daha bir saat olmamıştı.

"Acıktın mı?"

Tolgay'ın sorusuyla bakışlarımı boş araziden aldım. Üstündeki kazağın kollarını dirseklerine kadar çekmişti. Bakışları yumuşak ve anlayışlıydı. Hem de hiç olmadığı kadar.

"Canım bir şey istemiyor."

Kaşlarını çattı. Aldığı cevap onu memnun etmemişti. "Bir şeyler yemen lazım."

Ağrıyan gözlerimi kırpıştırdım. Uykusuzluk gözlerimi fazlasıyla acıtıyordu. Hala ayakta durduğuma şaşırıyordum. Vücudum beklediğimin aksine dirençliydi. En azından beni yarı yolda bırakmayacaktı.

"İstemiyorum dedim ya."

Sinirlenerek konuştum. Israr etmesi boşunaydı. Boğazımdan bir şey geçmiyordu. Ne kadar zorlasam o kadar kötü oluyordum. Sonu malum yerde bitiyordu. Kusmak ve midemde ne varsa dışarı çıkarmak. Bunu istediğimi sanmıyordum.

Tolgay bir şey demedi ve arkasını dönerek mutfağa girdi. Bende derin bir nefes aldım ve içimdeki sıkıntının dağılmasını ümit ederek oturduğum koltukta geriye yaslandım. Yorgun bedenim uyku için yalvarırken ona istediğini vermeyecektim. Bu yaptığım saçmalıktı. Kendimi böyle cezalandırıyorum. Ne yazık ki bu kadar zavallıydım!

Önüme konulan tepsiyle irkildim. Büyük bir tabağın içinde mercimek çorbası vardı. Üstünde dumanı tütüyordu ve bu yeni yapıldığını resmen belgeliyordu. Yanında bir dilim ekmek vardı. İştah açıcı olması lazımken tam tersine olmayan iştahımı kapatmıştı.

Gözlerimi kırpıştırdım ve sorgular bir tavırla konuştum. "Bu nedir?"

Tolgay omuz silkti ve ifadesiz bir tavır takınarak konuştu. "Çorba, içmen için yaptım."

Yanlış duymadım sanırım. Tolgay benim için çorba mı yapmıştı? Halbuki bir ay öncesine kadar beni bir kaşık suda boğmak istiyor gibiydi. Zaman bir çok şeyi değiştiriyordu ve bunu tuhaf bir şekilde fark edemiyorduk.

"Zehirlenmek istemiyorum."

Tolgay kısık bir şekilde güldü. Kalbim sıkışırken bakışlarımı ondan kaçırdım. Vücudumun verdiği tepki fazla saçmaydı.

"Güzel çorba yaparım. İçmelisin bence."

Başımı iki yana salladım. Bu siyah saçlarımın yüzüme çarpmasına neden olmuştu. Sarı saçlarımı özlememiştim ve siyah saç içimdekileri resmen yansıtıyordu.

Karanlık ve bıkkın!

"İstemiyorum Tolgay. Sen içebilirsin benim yerime."

Tolgay derin bir nefes aldı ve önüme geçerek dizlerinin üstüne çöktü. Tepsideki kaşığı aldıktan sonra çorbaya daldırdı ve yavaşça üfledi.

Ne yapıyordu?

Daha sonra kaşığı bana doğru uzattı. Ne yani, çorbayı kendimi içirecekti? Halbuki istemediğimi düzgün bir şekilde belirmiştim.

"Canım istemiyor dedim ya. Zorlamasana!"

"Sinirlendirme beni de iç şunu. O kadar emek verdim."

Gülümsedim. Tolgay'ın bakışları gülümsemem de takılmıştı. Eski haline yavaş yavaş geri dönüyordu. Sinirli ve agresif. Ben o Tolgay'ı tanıyordum. Bu hali yapmacık ve samimiyetsiz geliyordu.

"Neye gülüyorsun?"

"Gerçek yüzün ne zaman çıkacak diye merak ediyordum. Kendini ele verdin sanırım."

Kaşığı tutan eli hala havadaydı ve içmem için duruyordu. Bu kadar ısrarcı olmakta nereden çıkmıştı. Kaşlarını çattı.

"Siktirme gerçekleri! İç şu çorbayı."

Beklemediği bir şey yaptım ve uzanarak kaşıktaki çorbayı içtim. Ilık çorba ağzımın içinde anında dağılmıştı. işin tuhaf yanı midem bir gram bulanmamıştı. İtiraf etmem gerekirse tadı oldukça güzeldi. Bu işte gerçekten de başarılıydı.

Tolgay gülümsedi ve kaşığı tekrar çorbaya daldırdı. Kaşığı tabağın kenarına sürdükten sonra tekrardan bana doğru uzattı. Başımı iki yana salladım.

Tam ağzını açacağı sırada sözünü kestim. "Sıra sende."

Kaşları havalandı. "Anlamadım."

Omuz silktim ve ifadesizce konuştum. "Beraber içeceğiz. Yoksa bir kaşık dahi içmem."

Başını salladı. Ayağa kalkmak için yeltendi ama kolunu tuttum. Sorgular bir şekilde bana baktı. Tepkilerimi garip bulduğu aşikardı.

"Aynı kaşıktan içebiliriz, sorun değil."

Ağzı şokla aralandı. Benden böyle bir şey beklemiyordu. Gerçi kendimden ben bile bunu beklemiyordum ama canım öyle istemişti. Sonuçta dünyaya bir daha gelmeyecektim. Canım ne istiyorsa onu yapmalıydım.

Yavaşça yerine oturdu. Şaşkınlığı hala üzerinden atamamıştı. Elinde tuttuğu kaşığı yavaşça ağzına götürdü ve içti. Dolgun dudakları yavaşça kapandı. Dudakların da daha fazla oyalanmadan bakışlarımı çorba kasesine indirdim. Sıra bendeydi.

Kaşığı bana doğru uzattı. Yavaşça içtim. Kabul ediyordum, tadı daha çok hoşuma gitmişti. Bu tuhaf mıydı? Kesinlikle sorunlu birisiydim.

Tolgay kendi hakkını içti ve tekrar kaşığı bana doğru uzattı. Bu iş hoşuma gitmeye başlamıştı. Oturduğum yerden çorba içiyordum. Tolgay'a eziyet ettiğimi atlamamam gerek.

Kaşıktaki çorbayı yavaşça içtim. Dudaklarımı istemsiz bir şekilde yaladım. Bu Tolgay'ın bakışlarını oraya çekmişti. Anında kendini toparladı ve kaşığı ağzına daldırdı. Hafif teptirmesi ile çorba üst dudağına bulaşmıştı ama Tolgay bunun farkında değildi.

Öne doğru uzandım. Başparmağım ile dudağına dokundum. Kaskatı kesildi. Uzatmadım ve başparmağım ile dudağına bulaşan çorbayı sildim. Gözlerini kıstı. Bende geriye çekildim ve koltuğa yaslandım.

Bunu neden yaptığımı anlamasam bile üstelememiştim. Sorgulamaktan sıkılmıştım. Artık içimden ne geçiyorsa onu yapacaktım.

Tolgay ile beraber çorbayı bitirmiştik. Bu biraz uzun sürse de ikimiz içinde sorun değildi.

Saatler birbirini kovalamıştı ve oturmaktan sıkılmıştım artık. Eve gitmek istiyordum. Yeterince burada vakit geçirmiştik. Eve gidip depresyona girebilirdim.

Tolgay yanımda otururken yavaşça ondan tarafa döndüm. Biçimli kaşlarını çatmış elindeki telefona bakıyordu. Neye bu kadar dikkat kesilmişti acaba? Bunu umursamamaya çalışarak isteğimi belirttim.

"Eve gitmek istiyorum."

Tolgay telefona bakmayı keserek benden tarafa döndü. Başını sallayarak ayağa kalktı. itiraz etmemişti. Bu benim için fazlasıyla iyi idi. Umarım biran önce eve gidebilirdim.

Sıkıcı bir yolculuğun ardından eve varmıştım. Tolgay beni bırakıp evine gitmişti. Oda yol boyunca konuşmamıştı. Bir şeyler kafasını sürekli kurcalıyordu. Acaba neyi bu kadar düşünüyordu?

Kafamı iki yana salladım ve düşünmek istemeyerek cebimdeki anahtarı çıkardım. Düşünmek bana yaramıyordu. Hele son zamanlardaki olaylardan sonra.

Anahtar yardımı ile kapıyı açtıktan sonra içeri girdim. Evin içi fazlasıyla sakindi. Bu ürpermeme neden oldu. Ölüm sessizliği vardı sanki.

Gergin bir şekilde yürümeye başladım. Bir ruh gibi sessiz bir şekilde ilerliyordum. Adımlarımı kendim bile zor duruyordum. Yavaşça salona girdim ama anında durmak zorunda kalmıştım.

Destek almak istercesine duvara tutundum. Nefesim kesilirken ayaklarımdaki derman çekilmişti. Bu nasıl olurdu?

Karşımdaki çift Annem ve Samet amcadan başkası değildi. İşin tuhaf yanı hararetli bir şekilde öpüşüyorlardı!

Başımdan aşağı kaynar su dökseler bu kadar afallamazdım. Ayaklarımdaki güç çekildi ve olduğum yere çöktüm. Gözlerim hızla dolarken güçsüz bir sesle fısıldadım.

"Anne!"

***

Merhaba

Vote ve yorum sınırı aşılmadığı halde bölümü paylaştım. Açıkçası beni hayal kırıklığına uğrattınız.

Yeni bölüm Aralık'ta gelecek. Malum Vizeler...

Merak edilenler için:

Instagram: emre.clha

Snapchat: emreclha


Continue Reading

You'll Also Like

527K 4K 10
Savaş ve Enis Vera'nın heyecan dolu hikayesi, gizli bir menfaatten doğan anlaşmalı bir evlilikle başladı. Savaş'ın, herkesten çok değer verdiği kard...
304K 11.8K 63
"Biz.. İkimiz imkansızız." "Neden?" "Çünkü ben siyahım, sen ise beyaz." "Doğru. Ama bir yerde hatan var. Sen siyahsın ve ben de siyaha tutkun..." ~ D...
508 93 9
Seven bir adam ve sevilen bir kadın... Öfkeden ve nefretten aşk doğacak mı?