Özel 'Asi'stan

By theokuryazar

2.3M 74.9K 6.8K

Hırslı bir iş adamı. Ve onun asi küçük 'asi'stanı. Hazel ve Yiğit'in hikayesi. Asi mi asi ama bir o kadar da... More

Tanıtım
|1|•Belalı Kahve
|2|•İş Yemeği
|3|•Resmiyet
|4|•Geleneksel Anneler Eziyeti
|5|•Buluşma
|6|•Ağır Sözler
|7|•Yeni Bir Başlangıç
|8|•Yeni Asistan
|9|•Hayal Kırıklığı
|10|•Yeni Ortak
|11|•Karışık Durumlar
|12|•Belirsizlikler
|13|•Hastalık
|14|•Yeniden
|15|•Sevgilim Ol
|16|•Sahte Sevgililik
|17|•Acı
|18|•Gitmek
|19|•Anılar
|20|• Bulunmak Ya Da Bulunmamak
|21|•Unutamamak
|22|• Kayboluş
|23|•Benimle Gel
|25|• Sevmek
|26|• Korku
|27|•Kaçış
Çok Önemli Bir Duyuru
Özlem Dolu Bir Not
|28|• Dönüş
|29|• İhtimal
|30|•Savaş
|31|•Acının Ayak İzleri
|32|•Yiten Bir Sabahın Ardında
|33|•Vicdan
|34|• İyileşmek
|35|• Sevilmemelerin Meşru Müdafaası
FİNAL

|24|• Gerçekler

53.2K 1.6K 145
By theokuryazar

Bölüm Şarkısı :Junkook, G Dragon, Rose- 2U X Without You.

...
Hazel*

Gözlerimin ardındaki parlaklık, göz kapaklarıma baskı yapıyordu. Belimde anlatması güç olan büyük bir sızı vardı. Omuzlarım, içine batırılıp çıkarılan binlerce bıçağa ev sahipliği yapıyor gibiydi. Başımın arkasına batan dallar, saçlarımın arasında gezintiye çıkmıştı.

Göz kapaklarımı zorlukla araladım. Güneş, doğrudan irislerime saldırdığında yerimde rahatsızca kıpırdandım. Bacaklarım uyuşmuştu. Üzerimdeki uzun eteğin uçları çamurdan dolayı simsiyah görünüyordu.

İlk birkaç saniye nerede olduğumu anlamak için kendime zaman tanıdım. Dün yaşadıklarım bir bir zihnime düştüğünde yüzümü buruşturdum. Uzattığım bacaklarımı kendime çekip kollarımı açarak gerinmeye çalıştım lakin sırtıma giren ani sancıyla beraber bundan vazgeçerek eski halime döndüm. Hava soğuktu. Burnumun ucunu hissetmiyordum. Vücudumdaki tüm hücreler büzüşmüş, tüm uzuvlarım küçük bir harekette bile binlerce iğne batırılıyormuş gibi acıyordu.

Üzerimdeki monta şaşkınca bakıp kafamı yana çevirdim. Yiğit yoktu. Yanıldığımı düşünüp birkaç kez gözlerimi yumup açtım. Yokluğu, bir tokat gibi yüzüme çarptığında korkuyla yerimden doğruldum. Etrafıma bakıp ondan herhangi bir iz bulmaya çalıştım. Lakin yoktu. Ne sesi, ne cismi ne de ayak izleri yoktu.
Hızla ayaklanarak kavuktan çıktım. Bu hasta haliyle nereye gidebilirdi ki? İçimdeki endişe ve korku büyürken derin bir nefes alıp sakin olmaya çalıştım.

Bir süre etrafımda dolanıp çevreyi kontrol ettim lakin bir iz bile yoktu. Sanki ben dün gece kendi kendime bir rüya görmüştüm. Sanki Yiğit beni hiç bulmamış, biz hiç kulübeye gitmemiş ve beraber kaçmamışız gibi.

Kaçmamışız gibi?

Yoksa Yiğit'in bahsettiği kişi bizi bulmuş muydu? Yoksa...
Hayır, hayır bu mantıksızdı. Yiğit'i tek götürecek halleri yoktu. Bulsalardı beni de alırlardı. Değil mi?

Daha düne kadar ona kızgınken, daha düne kadar onun gitmesini isterken şimdi ise onun için deli gibi endişeleniyordum. İçimde taşıdığım istikrarlı duruşa şapka çıkaracağımı bir kenara not ederek yürümeye başladım. Burkulan bileğim düne nazaran daha iyi görünüyordu. Morluğu eski bir yara rengini almış şişliği biraz da olsa inmişti. Yine de üzerine tam basamıyordum.

"Yiğit?" diye seslendim, benden başka nefes alan bir tane bile canlının olmadığı ormana doğru. Sesim, içinde barınan endişeli tınıyla beraber yankılanarak bana geri döndü.
Tekrar seslendim. Tekrar ve tekrar...
Lakin bir ses bile yoktu. İçimdeki korku bir dağ gibi büyüyordu.

"Yiğit?!" Dün sığındığımız ağaç epey arkamda kalmıştı. Hangi yöne gitmem gerektiğini bilmesem de, hiçbir şey düşünmeden ilerliyordum. Aklımda sadece Yiğit'i bulmak vardı.

Yaklaşık yarım saat kadar yürüdüm. İçimdeki korku katlanarak dev bir kemirgen haline gelmiş ve içimi sürekli kemiren bir canavara dönüşmüştü. Kalbimin atışı kulaklarımda yankılanıyordu. Bir damla ben izin vermeden yanağım boyunca ilerleyerek çeneme düştü. Hızlı soluklarım acıyan ciğerlerime derin darbeler indirirken, zonklayan bileğimin acısına dayanamayarak yere çöktüm.

"Yiğit?!" seslendim bir kez daha umut ederek. Lakin sesimin bana dönüşünden başka bir cevap alamadım. Nereye gitmişti? Dün gece hali kötüydü. Başına bir şey gelmiş olmasından, bir yere yığılıp kalmış olmasından korkuyordum.
Yüzümü ellerime gömüp hıçkırıklarımı bastırmaya çalıştım. Derin nefesler alıp sakin olmak için çabaladım. Her şeyin yolunda olduğuna dair kendime yalan söyleyip bu yalana inanmayı bekledim. Ama ahmaktım. Koskoca bir ormanın ortasında, sevdiğim adamın nerede olduğundan haberim yoktu. Ve ben kendimi her şeyin iyi olduğuna inandırmayı seçecek kadar ahmaktım. Buna inanmayı bekleyecek kadar ahmak.

"Hazel?" Adımın seslenilmesiyle birlikte yüzümü avuçlarımdan ayırdım. Başımı kaldırıp sesin gerçek olup olmadığını kavramaya çalıştım. Oradaydı.
Gözlerimi birkaç kez yumup açtım. Yiğit tüm gerçekliği ile karşımda duruyor, bana şaşkın gözlerle bakıyordu.

Ayağa kalkıp ona koştum. Ellerim beline sıkıca sarılırken başımı göğsüne dayayıp kokusunu içime çektim. Gerçek olup olmadığını kontrol etmek için defalarca aynı şeyi tekrarladım.

Yiğit'in elleri şaşkınlıkla iki yanına düşerken, elinden düşüp saçılan böğürtlenleri yeni fark etmiştim. Göğsüm tekrar sarısılmaya başladı. Göz yaşlarım, sağanak bir yağmur gibi yüzümü yıkarken, Yiğit'in belindeki ellerimi sıklaştırdım. Kaçıp gitmesinden ya da bir anda avuçlarımın arasında toza dönüp yok olmasından korkar gibi.

Eli saçımı buldu. Büyük avucu saç tellerimde küçük darbeler bırakırken diğer kolunu belime sardı.
"Şşş... Geçti."

İlk birkaç dakika öylece kaldık. Kendimi toparlamak adına büyük çaba sarf etsem de içimdeki o korku henüz tam geçmiş değildi.

Ondan ayrılıp elimin tersiyle göz yaşlarımı sildim. Ona öfkeli olduğum aklıma yeni dank ettiğinde kendimi tokatlamak istedim.
Bana yaklaştığında bir adım geriye atıp uzaklaştım. Kaşları çatılsa da bir şey söylemedi.
"İyi misin?" diye sordu yalnızca. Başımı sallamakla yetindim.

Arkamı dönüp gerisin geri ağaca doğru yürümeye başladım. Benim duvarlarım neden bu kadar zayıftı? Ona karşı diktiğim tüm duvarlar neden benim üstüme yıkılıyordu? Neden küçük bir hareketinde tüm gardım yerle bir oluyordu?

Ona karşı neden böylesine güçsüz ve savunmasızdım? Neden sadece ona sığınarak güvende hissedebiliceğimi düşünüyordum?

Sorularımın cevabı gayet açıktı. Ama ben bu gerçeği bir kez daha kabul etmekten korkuyordum.

Ayak sesleri arkamda yankılanmadığında dönüp ona baktım. Yere saçılmış olan böğürtlenleri toplamaya çalışıyordu. O halini gördüğümde içim acıdı. Hasta haliyle yiyecek bir şeyler bulmak için gitmişti ve ben bu durumda bile ona karşı böyleydim.

Ah neden böyleydim? Neden bir iyi bir kötüydüm? Neden bir şeyi yapma konusunda istikrarlı değildim?

Ayaklarıma söz dinletemeyerek tekrar ona doğru ilerledim. Söz dinletemediğim ayaklarım mıydı yoksa kalbim miydi, orası tartışılırdı.

Önünde eğilip yere saçılan taneleri toplanmasına yardım ettim. Şaşkınca yüzüme baksa da bir şey söylemedi.
Yerdeki tüm taneleri topladığımızda ikimiz de ayağa kalktık.

Kahverengi hareleri doğrudan gözlerime bakıyordu.
Bir süre öylece dursak da sonunda rahatsız olarak bakışlarımı başka yöne, yapraklarının hepsi intihar edip onu terk etmiş bir ağaca diktim.

"Ye." dedi Yiğit. Elindeki böğürtlenleri bana uzattı. Kıpkırmızı renge boyanmış parmaklarına baktım. Şekilli elleri, bir kadının ellerinden daha güzeldi.
"Aç değilim." dedim yalan söyleyerek. Oldukça açtım. Ama dayanabilirdim. Öncelikle bu ormandan çıkmanın yolunu bulmalıydık. Çünkü üzerimdeki çamurlu kıyafetlerim kendimi oldukça pis hissetmeme neden olmuştu.
"Bunları ye." dedi Yiğit bir kez daha. Sesindeki sinirli tonu görmezden gelerek arkamı döndüm.

Lakin adım atamadan Yiğit'in eli elimi tuttu. Olduğum yerde donakalırken gözlerimi yumdum. Zorlukla yutkunup tekrar ona döndüm.

"İki gündür tek bir lokma bile yediğini görmedim. Üstelik dolabın geldiğimde boştu." Kaşlarının çatıklığı belirgin bir hâl almıştı. Gözlerimi devirerek alaylı bir şekilde güldüm.
"Afedersiniz Yiğit Bey. Geleceğinizden haberim olsaydı bir hazırlık yapardım."
Yiğit sabır dilenircesine yukarı baktı. Şu an sabıra ihtiyacı olan bendim halbuki.
"Ondan bahsetmediğimi biliyorsun Hazel." dedi sinirle. "Ne kadar zayıfladın farkında mısın? Seni ilk gördüğümde yanlış yere gelmiş olduğumu düşündüm. Ve gerçekten karşımda gördüğüm kişinin sen olmamasını diledim." Gözlerini yumdu. Ses tonunda, yaralı bir hayvanın iniltisi vardı.

Ona karşı gardımı indirmemek için direniyordum.
"Sence bunun nedeni ne olabilir?" dedim Yiğit'e. Bir cevap bekliyordum. Gerçekten bana bir cevap vermesini, her şeyi yanlış anladığımı söylemesini istiyordum. O biriyle evlenmek üzereydi ve ben gerçekten bir ahmak gibi cevap bekliyordum.
"Hazel..." dedi Yiğit, zorlukla nefes alarak. "Hiçbir şey düşündüğün gibi değil." Allah'ım kafayı yiyecektim.

"Açıkla o zaman Yiğit. Neden böyle yapıyorsun? Neden düştün peşime? Biz neden kaçıyoruz? Benden ne istiyorsun?" Aklımı kurcalayan, içimi bir böcek gibi kemiren bu soruları tek çırpıda söylediğimde derin bir nefes aldım.

Dünden beri zihnimde koca bir kaosa neden olan tüm sorular, ortaya çıkmıştı. Ve hepsine bir cevap bulmak için yanıp tutuşuyordum.

Yiğit, zorlukla yutkundu.
"Her şeyi anlatacağım. Ama önce bunları ye. Ve burdan olabildiğince hızlı bir şekilde gitmeliyiz."
Gözlerimi devirdim. Ve ona acıyarak baktım. O buydu işte.
"Bana verecek bir cevabım yok değil mi Yiğit?" dedim sesimdeki alaylı tınıyla. Elimi avucunda çekip kurtardım.

Yiğit sıkıntılı bir şekilde ellerini saçlarından geçirdi.
"Eğer bizi bulurlarsa sana gerçeği anlatacak zamanımın olmamasından korkuyorum." dedi. "Anlamıyor musun? Şu an büyük bir tehlikenin göbeğindeyiz. Ve sana bir şey olacak diye aklım çıkıyor."
Son kelimeleri bağırarak söylediğinde yerimde sinmek istedim.
Şu an çok sinirli görünüyordu.
"Peki." dedim sessizce. "Her şeyi anlatman için sana zaman vereceğim."
Yanına gittim ve avucundaki böğürtlenleri aldım. "Ama eğer yalan söylüyorsan, bir daha yüzümü bile görmemen için ülkeyi terk edeceğim."

Yiğit, başını salladı.
Ben önde o arkada bir süre sessizce yürüdük. Aramızdaki gerginlik elle tutulacak kadar belirgindi.
Yine de ikimizden çıt çıkmıyordu. Diyeceklerim net ve doğruydu. Anlatacakları yalan olursa hiç düşünmeden şehri terk edecektim. Annemi de alarak.

Yaklaşık iki saat kadar yürüdük. Güneş tam tepeye çıkmış, havanın soğu az da olsa kırılmıştı.
Yiğit'in üzerinde siyah kazağından başka bir şey olmadığı için zorla da olsa montu ona giydirtmiştim. Onunla gelmeyeceğimi söyleyip tehdit etmek istemesem de buna mecbur kalmıştım. Ama işe yaradığı için mutluydum.

Onu kendimle korkutmak bana haz veriyordu. Ve Yiğit'in bunu hak ettiğini hepimiz biliyorduk, öyle değil mi dostlarım?

Öğleden sonra saatin ikiye yaklaştığını tahmin ediyordum. O sıra şehre giden yolu zar zor da olsa tahminlerime dayanarak bulmuştum. Bundan sonra nereye gideceğimiz hakkında pek bir fikrim olmasa da Yiğit'i dinleyerek onu takip etmeye karar verdim.

Yolun başındaki durağa vardığımızda yorgunlukla banka çöktüm. Yiğit, elinin tersiyle alnındaki teri sildi. Bana baksa da bakışlarımı ona çevirmemeye kararlı olduğum için başka tarafa baktım.
Yaklaşık yarım saat bekledikten sonra dolmuş yolun başında göründü.

Sevindiğimden mütevellit hızla ayağa kalktığımda ağrıyan bileğim ile beraber sevincim kursağımda kaldı.

Dolmuş durduğunda önce ben ardımdan Yiğit bindi. Dolmuştakilerin garip bakışları ikimizin üzerinde dolandığında ilk önce sebebini anlamasam da kir pas içindeki kıyafetlerimizin dikkat çektiğini fark edip utanarak gülümsedim.

En arkadaki boş koltuklara ilerleyip oturduk. Yiğit, elimi tutup sıktığında şaşkınca ona baktım. Çekmek için yeltendim ama izin vermedi.
"Ellerim üşüyor." dedi dudaklarını oynatarak. Dişlerimi sıkıp bırakması için tısladım lakin görmezden gelip önüne döndü. Bıyık altından güldüğünü görsem de sessiz kalıp gideceğimiz yere kadar sabrettim.

Nihayet bir saat sonunda şehre varmıştık. Bundan sonrası artık Yiğit'e kalmıştı. Onun ağına takılmış sürükleniyordum ama şu an için ona güvenmekten başka çarem yoktu.

Dolmuştaki herkes aşağı indiğinde en sona biz kaldık. Yiğit, şoföre ilerleyip cebinden çıkardığı yüklü bir miktar parayı adama uzattı. Ona şaşkınca bakıp ne yaptığını sorar gibi kaşımı kaldırdığımda cevap vermedi.
"Afedersin Ağabey, telefonunu iki dakikalığına kullanabilir miyim? Bir arkadaşı aramam gerekiyor." Adam anlayışla başını sallayıp telefonunu Yiğit'e uzattı.

Dolmuştan aşağı inip onu bekledim. Birkaç dakika sonra dolmuştaki adama teşekkür edip o da indi.
Adam kornaya basıp önümüzden geçip gittiğinde Yiğit başını sallayarak selamladı.

"Evet." dedim Yiğit'in karşısına geçip kollarımı göğsümde bağladığımda. "Şimdi ne yapıyoruz Yiğit Bey?" Yiğit, sabır istercesine yukarı bakıp elimi tuttu. Bugün haddini oldukça aşmıştı. Elimi çekip ondan kurtardım.
Tekrar tuttuğunda sinirle ona baktım.
"Ne yaptığını sanıyorsun?"

Yiğit bir müddet yüzüme öylece baktı.
"Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum. Tuttukça güçleniyor, kalabalık oluyorum."
Dedi gülümseyerek.
Hah! Bu mu yani? Beni şiir okuyarak etkilebileceğini mi sanıyor? Hem de en sevdiğim şairin şiiri. Sevgili Turgut Uyar'ın şiiri.

Yüzümde peydahlanan gülümsemeyi gizlemek adına başımı başka tarafa çevirdim.
"Gidelim." dedi elimi sıkıca tutup beni ardında sürüklemeye başladığında. Karşı gelemeyip elimi tutmasına tekrar ve tekrar izin verdim.

Yaklaşık yarım saat yürüdükten sonra küçük pansiyonların olduğu bir caddeye çıktık. Yiğit, cebinden bir kart çıkarıp üzerindeki adrese baktı.
İki sokak daha yürüdükten sonra nihayet bir binanın önünde durduk. Çünkü artık dizlerimde derman kalmamıştı ve bileğim eskisine nazaran daha çok ağrımaya başlamıştı.

İçeri girdiğimizde küçük bir lobi bizi karşıladı. Yiğit, resepsiyona ilerlediğinde elimi tuttuğu için beni de ardında sürükledi.
"Merhaba." dedi resepsiyondaki görevli kadına.
"Hoşgeldiniz efendim." dedi kadın güzel ve etkileyici bir gülümsemeyle. Kadın güzeldi. Hem de çok güzeldi. Güldüğünde yanaklarında çıkan gamzeler ve yeşil gözleri bir insanın tekrar dönüp bakmak isteyeceği türdendi.
Yiğit sıcak bir şekilde gülümsediğinde sinirle ona baktım.
"Biz bir oda kiralamak istiyoruz." dedi kadına.

Bir oda? Bir. Oda.

Kafayı yemiş olmalıydı. Onunla aynı odada kalacağımı düşünüyorsa yanılıyordu. Yiğit'in kolundan tutup onu, resepsiyonist kadının duyamayacağı bir mesafeye kadar çekiştirdim.

"Ne bir odası? Seninle aynı odada kalacağımı düşünmüyorsun değil mi?" Yiğit, kaşlarını kaldırıp indirdi. Cebinden çıkardığı parayı bana gösterip saydı.
"Param bu kadar. Sadece bir oda tutabiliriz." Benimle dalga geçiyor olmalıydı.
"Seninle asla aynı odada kalmam." Yiğit gözlerini devirip arkada duran fiyat listesini gösterdi. "Param yok diyorum Hazel." dedi sinirli bir şekilde.
"Başka bir yere gidelim. İllaki ucuz bir yer vardır."
Yiğit alayla gülümseyip arkasına döndü.
"Bana uyar. Eğer farelerden, sıçanlardan korkmuyorsan ucuz bir yer bulabiliriz."

Fare? Sıçan?

Allah'ım çıldıracağım.

Yiğit, resepsiyona ilerleyip vazgeçtiğini, teşekkür ettiğini söylediğinde kolundan tutup onu çekiştirdim.
"Tamam." dedim. "Seninle aynı odada kalacağım. Eğer bir yanlış yaparsan seni öldürürüm."

Yiğit kahkaha atmamak için kendini zor tutarken zorlukla yutkundum.
"Nasıl bir yanlış?" dedi küçük bir kıkırtı dudaklarının arasından kaçtığında.
Gözlerimi devirip önüme döndüm.

Yiğit resepsiyona ilerleyip bir oda kiraladığında bu durumdan hemen kurtulmak için dua etmekten başka çarem yoktu.

O önde ben arkada odaya ilerledik. İkinci katın ilk odasının önünde durduk. Yiğit kapıyı açıp geçmem için yol verdi. Dikkatli bir şekilde gözlerine baktığımda, gözlerini belertip içeriyi işaret ederek girmemi söyledi.

Sessizce yutkunarak içeri girdim. Oda sıcaktı. Üzerimdeki çamurlu ceketi çıkarıp koltuğun kenarına bıraktım. Oda büyük değildi ama küçük de sayılmazdı. Çift kişilik bir yatak odanın ortasında duruyordu. Yatağın üzerine iki temiz havlu bırakılmıştı.
"Sen bir duş al. Ben dışarıda olacağım." dedi Yiğit gülümseyerek.
"Gerek yok." dedim sakince. "Temiz kıyafetlerim yok."
Yiğit, kapının önünde duruyor ve dikkatli bir şekilde bana bakıyordu.
"Ben halledeceğim. Sen düşünme ve bana bırak." daha sonra kapıyı ardından kapatarak gitti.
Dediğini ilk yapmak istemesem de sonra kendime olan tahammülümün sıfır noktasına indiğini bildiğim için el mecbur banyoya girdim.

Üzerimdeki pis kıyafetleri bir çırpıda çıkarıp duşakabine girdim ve sıcak suyu açarak bedenimde gezinmesine izin verdim.
Şu anki mutluluğumu tarif edecek bir kelime yoktu. Sıcak su damlaları üzerime düştükçe tüm pislikten arınıyormuşum gibi hissediyordum. Sanki dünyanın tüm kiri benim üzerimdeymiş gibi.

Elime döktüğüm şampuanı saçlarımda gezdirdim. Odanın açılıp kapanan kapısıyla beraber yerimde korkuyla sindiğimde Yiğit'in sesiyle beraber korkum yerini utanca bıraktı.
"Kıyafetleri getirdim. Ben dışarıya çıkıyorum. Birkaç işim var. Yarım saate dönerim."

Yiğit'e cevap veremeden odanın kapısı tekrar açılıp kapandı. Derin bir nefes alıp saçımı hızlıca yıkadım ve bedenimi köpükleyip yıkadıktan sonra duştan çıktım. Ben, birinin evinde zar zor tuvalete giden ben, bir otel odasında duş almıştım. Ve bu benim için büyük bir şeydi.

Banyonun kapısına geldiğimde, üzerimdeki bornoza sıkıca sarınıp kapıyı araladım. Başımı içeri uzatıp kolaçan ettikten sonra kimsenin olmadığına kanaat getirdim. Hızlıca çıkıp yatağın üzerindeki kıyafetleri aldım. Kıyafetler yeni alınmıştı. Yiğit'in bana yalan söylediği kafama yeni dank ettiğinde sinirle dişlerimi sıktım. Parası yokmuşmuş. Bunun hesabını ona soracaktım.

Poşetin içindeki iç çamaşırlarına utanarak baktım. Bunları o almış olamazdı değil mi?
Ah hayır, yüzümün domates gibi olduğuna emindim.
İç çamaşırlarını hızlıca giyip kot pantolonu üzerime geçirdim. Beyaz, boğazlı kazağı ıslak saçlarımdan geçirip giydiğimde bedenimi kaşındıran tüyleri görmezden geldim.

Banyoya girip kirli kıyafetlerimi poşete koydum ve kenara, yere bıraktım. Bir süre sonra açılan kapının sesiyle beraber içeri girdim. Yiğit gelmişti. Elinde tuttuğu poşetleri, kapının önünde duran sehpanın üzere bıraktı.
Beni baştan aşağı süzdüğünde utanarak başımı yere eğdim. Bu halime gülümsemekle yetindi. Sanırım onun da duş alması gerekiyordu.

Kapıya, ona doğru ilerledim. Botlarımı alıp ayaklarıma geçirdiğimde bana şaşkınca baktı.
"Lobiye iniyorum. Sen de bir duş al." Yiğit başını salladı.
"Bir yere gitme." dedi üzerine basarak.
Gözlerimi devirerek arkamı döndüm.
"Nereye gidebilirim?" cevap vermedi. Ben de cevap vermesini beklemeden kapıyı ardımdan kapatıp çıkmıştım zaten.

Bundan sonra ne olacağı hakkında bir fikrim yoktu. Her şeyi artık ona bırakmıştım.
Sabahtan bu yana ne annemi ne de Murat'ı aramadığım aklıma geldiğinde lobiye hızlıca inip resepsiyona ilerledim.
"Afedersiniz?" dedim resepsiyondaki güzel kadına. Gülümseyerek bana baktı. Yiğit'in ona sıcacık gülümsemesi aklıma geldiğinde yüzümün asılmasına engel olamadım.
"Buyrun, nasıl yardımcı olabilirim?"
'Mesela Yiğit'e gülümsemeyerek güzel kız' demek istesem de saçmalamayı bırakarak sabit telefonu işaret ettim.
"Telefonunuzu kullanabilir miyim?" dedim mahçup bir şekilde. Kız gülümseyerek başını salladı. "Tabii, kullanabilirsiniz."

Telefonu kaldırıp ahizeyi kulağıma dayadım ve evin telefonunu çevirdim. İkinci çalışta telefon açıldı.
"Alo?" Annemin yorgun sesi kulağımda yankılandığında burnumun ucu sızladı.
"Anne." dedim sesimin titrememesi için büyük çaba sarf ederken.
"Hazel." dedi annem sesindeki mutluluk ve rahatlama tınısıyla.
"Sonunda be kızım. Niye açmıyorsun telefonu?" Ne diyecektim şimdi anneme? Başıma gelenleri ona anlatamazdım.
"Telefonumun şarjı bitti. Şarj aletim de bozulmuş. Bu nedenle bir komşunun evinden arıyorum seni."
Annem anladığını belirtircesine mırıldandı. Daha ne kadar yalan söyleyecektim, bilmiyordum.
Onunla biraz daha konuştuktan sonra Murat'ı arayacağımı söyledim.
"Murat'a ulaşamazsın." dedi annem hızlıca.
"İş için şehir dışına çıktı. Bir hafta boyunca telefonu çekmeyebilirmiş. Onu aradım ama ulaşamadım."
Annemle vedalaştıktan sonra telefonu kapadım ve cam kenarındaki bir masaya oturdum.

Çok geçmeden Yiğit aşağı indi.
Üzerinde yeni aldığı kot ve siyah boğazlı kazağı vardı.
Yanıma ulaşıp durdu. Elinde tuttuğu bereyi fark ettiğimde bana yaklaştı. Aramızda bir adımlık mesafe ya var ya yoktu.
Elindeki bereyi saçlarımın üzerine geçirdi. Dışarıda kalan saç tutamlarını özenle düzeltip gözlerimin içine baktı.

Kahverengi hareleri koyu bir tona bürünmüştü. O gözlerde kaybolan bir bedevi vardı. O bedevi bendim. Yolumu bulmaya çalışsam da dönüp dolaşıp aynı yere çıkıyordum.

"Yemek yiyelim." dedi elimden tutup pansiyonun çıkışına ilerlediğinde. Elimi çekmek için bir harekette bulunmadım. Yemekte her şeyi öğrenecek olmanın verdiği stresten olsa gerek buna yeltenmedim.

Yiğit beni çekiştire çekiştire küçük bir lokantanın önünde durdu.
İçeri girdiğimizde yüzüme çarpan sıcak havayla beraber derin bir nefes aldım.

O pansiyon, bu küçük lokanta, o tıklım tıkış dolmuş... Hiçbiri Yiğit'e göre değildi. O şehir dışına her çıktığında beş yıldızlı otellerde kalırdı. Her daim altında özel arabası, yemeklerini yediği lüks restoranlar oldurdu. Bugün yaptıkları ona hiç uymuyordu. Ama yine de kısa sürede adapte olmuş, hiçbirini yadırgamamıştı. Bu çabasının benim için olduğunu tahmin edebiliyordum.

Cam kenarında, kalorifere yakın bir yere oturduk. Yanımıza gelen garson elindeki küçük broşürleri bize uzattı.
İçeriye sinen lezzetli yemek korkularından dolayı karnımın açlığı beynime ağır sinyaller gönderiyordu. Yiğit, listede dolanan kararsız bakışlarıma gülümsedi.
"Senin için seçmemi ister misin?" Bir süre ona baktım. Sonrasında başımı sallayarak onayladım.
"Biz iki tane çorba alalım. Birinin biberi az olsun. O çok acı yiyemiyor. Bir tane salata alalım ama içinde maydanoz olmasın. Maydanozu sevmiyor. Son olarak iki porsiyon mantı alalım." ona şaşkınca bakarken o elindeki broşürü garsona uzattı.
Benim hakkımda bu kadar çok şey bilmesi, hele de annem dışında kimsenin bilmediği şeyleri bilmesi inanılacak gibi değildi.
"Bunları nereden..?" Gülümsedi. "Uzun denilebilecek bir süre yanımda çalıştın." dedi bakışlarını gözlerime dikerek. "Seni sandığından daha iyi tanıyo..." dedi hüzünlü bir sesle. "Hayır, seni sandığından daha fazla önemsiyorum Hazel." sertçe yutkundum. Kabul etmek istemesem de etkilenmiştim.

Yaklaşık beş dakika sonra yemekler önümüze kondu. İştahlı bir şekilde masadaki yemekleri süzdüm.
"Hadi başla." dedi Yiğit elindeki ekmeği bana uzatarak.
Utanarak ekmeği aldım ve bir parçayı çorbaya batırıp ağzıma attım. Midemin haklı isyanları durulduğunda memnun bir şekilde gülümsedim.

Ben önümdeki yemeği iştahla yerken Yiğit bana bakıyordu. Bunu fark ettiğimde kaşığı elimden bırakıp gözlerimi ona diktim.
"Neden yemiyorsun?" Gülümseyip kaşığını eline aldı. "Seni izlemek daha güzel."
Yanaklarım tekrar ve tekrar kızardığında başımı önüme eğdim.

Artık zamanı gelmişti. Her şeyin sebebini söylemesi gerekiyordu. Arkama yaslanıp ona baktım. Bakışlarımı fark ettiğinde o da benim gibi ardına yaslandı.
"Evet." dedim kollarımı kucağımda birleştirdiğimde. "Seni dinliyorum." Yiğit, sert bir şekilde yutkundu.
"Ben...." konuşmak, daha doğrusu nereden başlayacağına karar vermek onun için zordu. Bunu görebiliyordum.
Sakince devam etmesini bekledim.
"Durum şöyle ki..." Derin bir nefes alıp gözlerini yumdu.
"Ben ve Lale arasındaki nişan gerçek değil."
Ağzım şaşkınlıktan araladığında konuşmasına devam etti.
"Babam çok hasta. Ve son isteği beni ve Lale'yi evlendirmek. Çünkü Lale'nin babası Fuat Bey, babamın yakın arkadaşı. Ve ona çok şey borçlu. Bu borcunu da beni Lale ile evlendirerek ödeyebileceğini düşünüyor." Duyduklarım karşısında şoka uğrarken nefes almayı unutmuş bir şekilde ona bakıyordum.
"Bu durumu Lale ile konuştum ve aramızdaki ilişkinin sahte olduğunu, onu asla sevemeyeceğimi söyledim. Bunu bilerek benimle nişanlanmayı kabul etti. Babamı ikna edene kadar nişanlı kalacaktık ve babam kabul ettikten sonra nişanı atacaktık."  Bir müddet nefes almak için duraksadı.
"Ama Lale, oyunu bozdu. Babam her şeyi öğrenince onunla evlenmem için baskı kurmaya başladı. Ve ben de çareyi kaçmakta buldum. Daha doğrusu seni bulmaktı niyetim. Çünkü babam bir şekilde seni öğrenmişti. Babam öğrenince ise kaçmaktan başka şansım kalmadı."
Bir süre söylediklerini sindirmeye çalıştım.

" Yani bizim... "
" Evet. " dedi Yiğit, gözlerini gözlerimden ayırmadan." Şu an peşimizden olan adam benim babam. Ve babamın hiç şakası yoktur Hazel. Seni ondan koruyabilmemin tek yolu o nişanı kabul etmekti."

Bir cevap veremedim. Onun yerine zorlukla yutkundum.
Yiğit, masanın üzerinden elime uzanıp  avuçlarının arasına aldı.
"Hazel.." dedi hüzünle.
"Ben uzun zamandan beri..." söyleyeceği şey ona zor geliyor olmalı ki bir müddet sessiz kaldı.
"Ben uzun zamandan beri seni seviyorum." dedi bir çırpıda.

Şaşkınlık tüm benliğimi esir aldığında ne diyeceğimi bilemeyerek ona baktım.

Şu an kesinlikle bir rüyanın ortasında olmalıydım. Ve ben bir rüyanın bitmesinden ilk defa korkuyordum...

***
Herkese selam 🤗🤚
Nasılsınız bakalım.
Ben çok yorgunum. Her zamanki gibi 😔
Bölüm epey geç kaldı. Bu yüzden size uzunca bir bölüm yazdım.
Umarım beğenirsiniz.

Bu bölüm her şey açığa çıktı. Dahası Yiğit Bey'imiz Hazel'e onu sevdiğini söyledi.
Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Sizce Hazel ne yapacak?
Bundan sonra işler nasıl yürüyecek?
Tahminlerinizi, düşüncelerinizi bekliyorum.

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum.
Kendinize iyi bakın. 🌼
Görüşmek üzere 🌼

Continue Reading

You'll Also Like

314K 11.5K 85
"Seni güneş ölünceye dek seveceğim." 29.03.2014 @littlebodyhugeheart ©Tüm Hakları Saklıdır. // All Rights Reserved. // fan fiction: 65 //
321 60 4
BU KİTAP, İMTİHANLAR VE NİMETLER SERİSİNİN İKİNCİ KİTABIDIR. ÖNCE BİRİNCİ KİTAP OLAN SÜKUT-U HAYÂL 'İ OKUYUNUZ. İslam'a tamamıyla yabancı kalmış özgü...
651 95 9
İnsanlar acılarına katlanarak yaşamayı öğrenir.Önemli olan acıların büyüklüğü değil bize öğrettiği derslerdir.Bir öğrenci hayatında derslerini çok iy...
248K 10.7K 29
Sakarlıklarıyla bezdiren bir kadın... Öfkeli ve bir o kadar anlayışlı bir adam... Klişelere kafa tutan patron ve asistanın hikayesi. '' Asistan neyi...