Free • (Harry Styles)

By holystylesx

86.8K 4.7K 1.7K

She had demons with her. He became hell to find a place for her demons. More

2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23.Bölüm
24.Bölüm
25.Bölüm
26.Bölüm
27.Bölüm
28.Bölüm
29.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm
32.Bölüm
33.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
36.Bölüm
37.Bölüm
38.Bölüm
39.Bölüm
40.Bölüm
knock knock

1.Bölüm

7.7K 236 93
By holystylesx

Sarah.

Gözlerimi ciddi anlamda açık tutamıyordum. Hadi ama, Cumartesi sabahıydı, normal bir sosyal yaşama sahip bir üniversite öğrencisi için bu durum çok ama çok normaldi.

Dün gece güzeldi. Tamam, doğrusunu söylemek gerekirse harika ötesiydi ama pek bir şey hatırlamıyordum. Sadece Shelby ve Julia'yla birlikte kimin evi olduğunu bile bilmediğim bir eve girdiğimizi ve klasik cuma gecesi modumuzla içmeye başladığımızı anımsıyordum.

Ertesi sabah mahkemenin emriyle lanet bir psikolojik destek grubu seansına katılmam gerektiğini unutmuştum. Evet, mahkeme emri. Eğer bilmeyenleriniz varsa, ki daha henüz kendimi bile tanıtmadım, ben bir hükümlüyüm. Tamam, biraz abartmış olabilirim ama tutuklandım. Ciddi ciddi hem de. Yani polisler geldi ve ellerimi kolumun arkasımda birleştirip kelepçeyi bileklerime geçirdiler çünkü kızın birini fena benzetince ve o kızın beyin yoksunu arkadaşları çareyi polisi aramakta bulunca insanın başına bunlar geliyordu.

Zeyna'nın modern versiyonu olduğumdan falan değildi ama kız, yani Brooke, beni kelimenin tam anlamıyla delirtmişti. Artık eski en iyi arkadaşım Monica'yla takılmaya başladığına dair bir şeyler gevelemişti ve hayır, beni sinirlendiren bu değildi.

Tam karşımda dikilip ağzındaki sakızı insanı delirtebilecek derecede sesli bir şekilde çiğneyerek sadece Monica ve benim aramda kalması gereken şeyleri bir bir ortaya dökmüştü. Şimdi dönüp düşündüğümde, sanırım kafamdaki şarteli attıran sakız sesiydi. Bilmiyorum.

Sonrası bir karmaşaydı işte. Dediğim gibi, dövüşmeyi öyle pek de iyi bilmezdim ama Brooke gerçekten çok ama çok sarhoştu ve ben ona kıyasla baya ayıktım. Tabii her şey, o anlık sadece, benim lehime gelişti.

Polisler beni arabaya tıkmadan önce son gördüğüm saçı başı dağılmış, yüzü tırnak izleriyle dolu ve dudağının kenarından incecik kan sızan bir Brooke'tu. İnkar etmeyeceğim, kendimle fena halde gurur duymuştum. Hatta beni merkeze götürürlerken polislerden birine sırnaşmaya bile çalışmıştım. (Arabadan indiğimizde adamın hiç de arka koltuktan göründüğü gibi olmadığını, kocaman göbeğiyle kırklı yaşlarında olduğunu fark ettiğimde çenemi kapamıştım tabii.)

Aceleyle bodrum kattaki hücrelerden birine atılmıştım. İçerideki herkes gözlerini bana dikip bakmıştı ve o an bir gerçeklik kafama dank etmişti. Öyle ağır bir suç işlediğim falan yoktu ama tutuklanmıştım. Kodesteydim ve bu olay sicilime işlenecekti.

Ben orada öylece otururken ne kadar vakit geçmişti bilmiyordum ama gardiyan kadın gelip adımı söylediğinde tamamen ayılmıştım. Hızla yerimden kalkıp onu takip etmiştim ve üst kata çıktığımda, ellerinde beni buraya getirdiklerinde elimden aldıkları şahsi eşyalarımla bekleyen Shelby ve Julia'yı görmüştüm.

Benim iki ebedi dostum kefaretimi ödemiş, beni o geceliğine kurtarıp eve götürüp saatlerce uyumama izin vermiş ve beni pohpohlamışlardı ama cumartesi öğleden sonra bir telefon gelmiş ve karşıdaki kadın bana Brooke Hadson'ın benden şikayetçi olduğunu, iki hafta sonra mahkemeye çıkmam gerektiğini söylemişti.

Telefonu kapattığımda odada gücümün yettiği ne varsa devirmiştim ve Brooke'u öldürmeye gitmeme engel olan tek şey Julia'nın beni tokatlaması olmuştu.

O iki haftayı nasıl geçirdiğimi bilmiyordum ama mahkeme gelip çattığında aptal sürtük burnunda bir bandajla davacı koltuğunda oturuyordu ve hakim beni, kamu hizmetine ve zorunlu psikolojik destek cezasına çarptırdı. Evet, psikolojik destek bir ceza olarak görülüyordu son zamanlarda. Ayrıca, çatlak bir burun için de iki yüz pound tazminat ödemem gerekti.

Hakim cezamı okurken tek düşünebildiğim sürtüğün burnunu çatlattığım için kendimle ne kadar gurur duyduğumdu.

Şimdiyse, kendini benden üstün gören bir ihtiyarın çevresinde daire şeklinde dizilmiş sandalyelerden birinde oturmuş tişörtümün ipliklerini yoluyordum. Bu tür adamların kendilerini üstün gördüklerine dair bir inancım her zaman vardı ama bu ihtiyar bu düşüncesini saklamakta hiçbir sakınca görmüyordu. Etrafında oturan otuz kadar kişinin psikolojik sağlığı onu zerre kadar ilgilendirmiyordu ve bunun için haklı sebepleri de vardı çünkü dürüst olmak gerekirse bu otuz kişi buraya herhangi bir şekilde iyileşmek için gelmiyordu.

Her şey Brooke yüzündendi.

Tanrı aşkına böyle kızların adı neden hep Brooke oluyordu?

One Tree Hill'de de Peyton'la Lucas'ın arasını Brooke bozmuştu zaten.

"Mesela! Buna kendimizden örnekler verebiliriz, değil mi?"

İhtiyarın bir anda yükselttiği sesi beni saçma sapan düşüncelerimden ayırırken bana söz vermesi ihtimaline karşılık gözlerimi kucağımda birleştirdiğim ellerime diktim.

"Siz, bayan,"

Ön sıradaki ilgili tiplerden birine seslendi.

"Hayatınızı güzelleştirdiğini düşündüğünüz bir ayrıntıdan bahseder misiniz?"

Soruyu yönelttiği kadın bir süre etrafa ürkek ürkek baktıktan sonra konuşmaya başladı.

"Im, çay?"

"Çay! Güzel seçim!"

İhtiyar sesini aniden yükseltip durmasa uyumaya çalışıyordum.

"Birer İngiliz olarak, hepimiz çayı severiz. Bazımız sütle, bazımız balla, bazımız sade, şekerli, şekersiz, bergamotlu... Ama ortak birleştiğimiz nokta çaydır değil mi?"

Burnumdan alaycı bir şekilde soluk vererek gözlerimi devirdim.

Açıkçası çaydan nefret ederdim.

"Siz, bir arka sıradaki uyuklayan bayan,"

İhtiyarın bana seslendiğini anlamam için tüm gözlerin bana çevrilmesi gerekti. Siktir. Herkes benden bir tepki beklerken yutkundum.

"Evet?"

"Çayınızı neyle içersiniz?"

Adama ters ters baktım. Çay sevmediğimi söyleyip konuşmayı uzatmaktansa daha basit bir cevabı tercih ettim.

"Ağzımla."

Adam bana boş boş baktı.

"Yani, çayının içine ne koyarsın?"

"Baksana, neden başkasına sormuyorsun?"

Neden birdenbire huysuzlaştım bilmiyordum ama bu kendini beğenmiş ihtiyarla konuşmak istemiyordum işte, tamam mı? Uykum vardı ve burda olmak istemiyordum. O kadar.

"Çünkü seni seçtim?"

"Başkasını seçebilirsin?"

Adam gürültüyle iç çekti. Grup içindeki otoritesini sarsıyordum ve bu bana sadistçe bir zevk veriyordu.

"Ama seni seçtim. Bize adını söyler misin?"

"Hayır."

Çocuk gibi davranıyordum ama burda olmak ciddi anlamda canımı sıkıyordu.

"İstersem adını dosyamdan bulabilirim ama içimden bir ses buna gerek olmayacağını söylüyor. İki medeni yetişkin gibi konuşabilmemiz için sana bayandan daha spesifik bir hitapla seslenmem lazım."

Orta parmağım havaya kalkmak için adeta seğiriyordu. Kurduğu uzun cümleden aklımda kalan tek şey spesifik ve medeni yetişkin gibi sinirimi -mümkünmüş gibi- daha da çok bozan kelimelerdi.

"Dolly Donna."

Destek grubundaki sessizliği karşımdaki sıraların en arkasından gelen küçük, minicik, yumuşacık bir kahkaha bozdu ve o kahkaha, bugün duyduğum en güzel sesti.

Aslına bakılırsa, hayatım boyunca duyduğum en güzel sesler sıralamasında ilk onu zorlardı. Çocukça bir kıkırdama gibiydi ama çok daha kalın bir sesten oluşuyordu.

"Pekala Dolly, biraz birbirimizi tanıyalım."

Ama ben o sese odaklanmıştım. Neden bu kadar etkilendiğimi bilmiyordum ma bu sesin sahibini görmem lazımdı. Hemen.

"21 yaşındayım."

"Güzel, peki neden burdasın?"

"Çünkü mahkeme böyle istedi."

Çevremizdeki insanların bazıları huzursuzca kıpırdandı.

"Mahkemeye çıkmak için ne yaptın?"

"Bak, bu seni gerçekten ilgilendirmiyor."

"Öyle mi dersin? Ben sana yardım etmek içini burdayım. Ama sen bana izin vermezsen bu toplantının hiçbir faydası olmaz."

Gözlerimi devirdim.

"Bana yardım edip etmemenin umrunda olmadığını biliyorum. Neden rol yapıyorsun ki? Siktiğim burnunu başka birinin işine sok."

Adam gözlerini kıstı ve sıktığı yumruklarından gerçekten sinirlendiği belli oluyordu. Sarah: 1 İkiyüzlü ihtiyar: 0

"Dışarı çık."

Kahkahama engel olamadım.

"Ne?"

"Beni duydun. Çık."

Olan bitene inanamıyordum. Lise öğrencisi değildim sonuçta. 21 yaşında yetişkin bir insandım. Hangi hakla bana ne yapmam gerektiğini söylüyordu?

Ama neden bilmiyorum, ayağa kalktım. Hayır, ona itaat ettiğimden falan değildi. Sadece o bok çukurundan çıkmak istiyordum. Hem de çok fazla.

Sandalyenin ayağına yasladığım çantamı kaptım ve sandalyeyi gürültüyle sürterek yerimden kalktım.

"Hepinizi sikeyim. Hepiniz iki yüzlü yalancılarsınız."

İhtiyar hala bana öfke dolu bakışlar atmakla meşguldü ama onu umursayamıyordum bile çünkü kanım kelimenin tam anlamıyla damarlarımda kaynıyordu ve en son Brooke'u döverken bu kadar öfkeli olmalıydım.

Kapıyı çarpıp çıktım ve danışmanlık merkezinin koridorunda öylece dikildim. Yasak olmasına aldırmadan çantamdan sigaramı çıkarıp pratik hareketlerle yaktım. Hayır. Düşünülenin aksine içtiğim sigara normal sigaralardan değildi.

Bilirsiniz. Ot. İnsanoğlunun keşfettiği en güzel şeylerden biri.

Bir psikolojik danışmanlık merkezinin koridorlarında kafayı bulmak ne kadar mantıklı bir hareketti, onu sorgulayacak ruh halinde değildim. Ama tek bildiğim rahatlamak istediğimdi.

Yere çökmüş bir halde, dirseklerim dizlerimde ne kadar vakit geçirmiştim bilmiyordum ama tepemde dikilen karaltıyı fark ettiğimde sigaram bitmişti ve boş koridorlarda insan sesleri duyulmaya başlamıştı.

"Orda baya iyiydin."

Kafamı kaldırıp bana seslenen kişiye baktım.

"Sen de kimsin?"

Cevap vermeden önce pembe dudaklarını hafifçe dişlerinin arasına çekti.

"Ben Harry. Az önce aynı gruptaydık."

Yüzüne baktığınızda dikkatinizi çeken ilk şey büyük ihtimalle parlak, açık yeşil gözleri olurdu. Yeşilin bu en güzel tonunu kıvrık, kahverengi kirpikler çevreliyordu ve kirpikleriyle aynı renk uzun, dalgalı saçları bordo bir banadanayla geriye doğru toplanmıştı. Dudaklarıysa adeta başlı başına bir sanat eseriydi. Bir erkek için normal olmayan bir derecede dolgun ve biçimliydi ama bu ona feminen bir hava katmanın aksine onu daha da güzelleştiriyordu.

Keskin bir çene hattı vardı ve dudaklarının biraz altında, sol tarafta minik bir ben göüme çarpıyordu. Burnu dümdüz ve büyüktü ama yüzüne o kadar çok yakışıyordu ki kendiminkinden utanmaya başlamıştım.

Skinny pantolonu o kadar dardı ki -tamam, skinny pantolonların amacı dar olmaktı zaten ama onun üstündeki bir başkaydı- üstünde sanki pantolon yokmuş da bacakları siyaha boyanmış gibi duruyordu. Siyah bir tişörtün üstüne siyah beyaz kareli bir gömlek giymişti ve kelimenin tam anlamıyla mükemmel gözüküyordu.

"Bana adını söylemeyecek misin?"

Upuzundu. Ayağa kalktığımda belki omuz hizasına bile zor yetişeceğimi düşündüm. Kollarında ve üstündeki tişörtün cömertçe açık yakasından anladığım kadarıyla göğsünde onlarca dövme vardı.

Gözlerim istemsizce, belirgin köprücük kemiklerinin hemen altındaki kuş kanatları olduğunu tahmin ettiğim şekillerin üstünde oyalandı.

"Adımı gruptayken söylemiştim."

Küçük bir kahkaha attığında yanaklarında iki derin gamze belirdi ve o an parçalar yerine oturdu.

"Bir dakika, adımı söylediğimde gülen sendin."

Gözlerimi kıstım.

"Evet, bendim."

Bu sefer tek kaşımı kaldırdım.

"Komik olan bir şey mi vardı?"

Önümde çömelerek beni şaşırttı. Her hareketinden resmen özgüven akıyordu.

"Porno yıldızı değilsen bayağı bir komikti. Yoksa öyle misin?"

Diliyle alt dudağını hafifçe ıslattı ve kalbim tekledi. Karşımda çömelmiş ve yemyeşil gözlerini bana dikmişken dünyanın en seksi varlığıydı adeta.

"Sence?"

Diye üsteledim. Büyük ihtimalle iyi bir fikir değildi ama her şeyiyle beni o kadar tahrik ediyordu ki, otun da etkisiyle kendimi dudaklarımı dişlerken buldum.

Gözleri yavaşça dudaklarıma kaydı.

"Bence değilsin. Dışarıya sert kızı oynuyorsun ama iş oraya,"

Kafasıyla vücudumu işaret etti.

"Gelince bahse girerim küçük bir yavru kediden farksızsındır, yanılıyor muyum?"

Boğuk sesi o kadar yakından geliyordu ki kıpırdanarak geri çekildim ve kafamı çevirip koridordaki insanlara bakmaya başladım.

Rahatsızlığımı fark etmiş olacak ki biraz uzaklaştı ve hiçbir şey söylemeden elindeki kağıt parçasını bana uzattı.

"Al."

Gözlerimi zorlukla onunkilerden ayırıp sersemlemiş bir şekilde bana uzattığı şeye baktım.

"Katılım yoklaman. Mahkeme için."

Konuşamıyordum. Daha kötüsü neden konuşamadığımı bilmiyordum da. Benim için yoklama belgesi mi almıştı?

"Teşekkür ederim."

Muhteşem gamzelerini bir kez daha gözler önüne serdi.

"Bana adını hala söylemedin."

Adımı söylememek için artık ortada hiçbir sebep göremiyordum. Tanrı aşkına çocuk uğraşıp şartlı tahliyem için gerekli olan belgeyi getirmişti.

Yutkunup dudaklarımı aralamıştım ki hemen arkamızdan çok tanıdık birinin bana seslendiğini duydum.

Siktir.

"Sevgilim?"

Siktir.

Jayden.

Yeşil gözler aniden bulutlanırken Jayden birkaç adımda yanımıza geldi ve Harry elindeki kağıdı kucağıma kibarca attıktan sonra ayağa kalktı ve ellerini inanılmaz dar pantolonunun ceplerine sokarak geriye çekildi.

Yüzünde az önceki şımarık ifadeden eser yoktu.

"Ciddi misin? Bu işi burda mı yapıyorsun? Tüm koridor ot kokuyor. Bu herif de kim? Neden terapide değilsin? Neden ba-"

"Jayden yeter."

İş beni insanların önünde utandırmaya gelince müthiş başarılı olan sevgilimi daha fazla devam edemeden susturdum.

Kağıdı ikiye katlayıp dikkatlice cebime yerleştirdim ve kafamı kaldırdığımda koridorda sadece Jayden ve ben vardık.

Harry, gitmişti.

"Beni şu siktiğim yerinden çıkar. Yolda konuşuruz, tamam mı?"

Continue Reading

You'll Also Like

246K 23.4K 25
Jeon Jungkook, 20 yaşına gelen herkesin dolunay gecesi kurt cinsiyetini ôğrenmesi şerefine düzenlenen baloda, kardeşinin kurt cinsiyetini kutlamaya g...
333K 42.5K 41
bir ipe bağlanmayı öğretmek fwb texting / düzyazı slowburn⚠️
820K 66.4K 13
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar. taekook, tex...
332K 30.9K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...