Aşk ve Nefret

By pinkcivert

5M 93.1K 25.3K

Ya bildiğin tüm gerçekler aslında koca bir yalansa? More

1. Bölüm "Bahis"
2. Bölüm "Gangster"
3. Bölüm "Dövüş"
4. Bölüm "Al yanak"
5. Bölüm "İlk Dokunuş"
6. Bölüm "Kötü Karşılaşma"
7. Bölüm "Karanlık Sokak"
8. Bölüm "Gizemli Not"
9. Bölüm "Adliye"
10. Bölüm "Gece"
11. Bölüm "Ateşli ve Islak"
12. Bölüm "Suç çetesi"
13. Bölüm "Barlar Sokağı Sekizlisi ve Fahişeler"
14. Bölüm "Depo"
15. Bölüm "İlk Görev"
16. Bölüm "Tuzak"
17. Bölüm "Seks Kulübü"
18. Bölüm "Acı"
19. Bölüm "Yasak"
20. Bölüm "Ceset"
21. Bölüm "Kokain"
22. Bölüm "Yüzleşme"
23. Bölüm "Cennet"
24. Bölüm "Alışveriş"
25. Bölüm "Takip"
26. Bölüm "Sinema"
27. Bölüm "Gerçekler"
28. Bölüm "Şüpheli"
29. Bölüm "Arzular"
30. Bölüm "Plan"
31. Bölüm "İntikam"
32. Bölüm "Halüsinasyonlar"
33. Bölüm "Soygun"
34. Bölüm "Karanlık"
35. Bölüm "Hayal Kırıklığı"
36. Bölüm "Kan"
37. Bölüm "İtiraflar"
39. Bölüm "Hasta"
40. Bölüm "Baskın"
41. Bölüm "İyileşmek"
42. Bölüm "Gözyaşları"
Final
43. Bölüm "Hep birlikte"
44. Bölüm "FİNAL"

38. Bölüm "Aile"

62.9K 1.5K 452
By pinkcivert

Arkadaşlar, her şeyin fazla karmaşık olduğunu söyleyen okurlarım var. Lütfen, bana söyleyin ki, gerek kişisel mesaj atarak, gerek hikayenin yorum kısmına yazarak, ama yeter ki söyleyin ve bende bu durumdan sizi hızlıca kurtarayım. Ben finali kafamda önceden iki şekilde kurguladım, kötü son olur diye düşünmüştüm. Tüm bu “karmaşa” bu sebepten. Olur da mucizevi bir şekilde iyi sona karar verirsem, yine hepsini bir bölümde toplarım. Kafanızdaki soru işaretlerini bana belirtin. Bunları açıklamaktan keyif alırım J

Dudakları dudaklarıma değince, bedenim şokla kasıldı. Neler oluyordu böyle? Annemle babamın inlemesi ayrı yandan kötü hissettirirken birde Aslan’ın şuan beni öpüyor olduğu gerçeği vardı. Elini sırtıma götürüp beni kendine çekince ağlayacağım zannettim. Bu kadarı da olmaz, dedikçe, o kadarı da oluyordu.

Kendimi geri çektim. “Aslan…” yüzüne bakamıyordum. Bir süre daha bakamazdım sanırım. “Özür dilerim.” Dedi hızlıca. Cesaretimi toplayıp yüzüne baktığımda gözlerinin neredeyse kararmış olduğunu gördüm. “Seni o kadar uzun süre görmedim ki. Benim olmasan da sürekli etrafımda olman yetiyordu işte.”

Sesler yükselince utancım iki kat arttı. “Terasa çıksak ya.” Dedim yere bakarken. Ayakkabılarıyla odama giren gireneydi zaten. Neden bunu düşündüğümü bile bilmiyordum. Şaşkına uğramıştım. Bir de o kadar alkol kokuyordu ki yanında çakmak bile gezdirilmesi bir patlamaya sebep olur gibiydi.

Eliyle yanağıma dokundu. “Seni çok istiyorum.”  Şaşkınlığımdan kusacak gibi olurken merak ettiğim bir şey vardı. Koray’a ihanet etmek, onun yaptığı gibi, nasıl olurdu acaba? Biraz da onun canını yakmak. Tamam. Üzgündü. Ama hala ihanetin, sevgilisi tarafından, ne demek olduğunu bilmiyordu.

Aslan üzerime eğilince bu sefer onu ben öptüm. Gözlerimi kapattım ve şimşeklerin çakmasına izin verdim. Sarsak adımlarından çakırkeyif olduğu anlaşılıyordu. Beni kaldırıp yatağıma götürmesine izin verdim. Yatağa uzanınca üzerime çıktı, ağırlığını vermiyordu. Koray gibi hissettiriyordu.

Yanaklarımın ıslandığını fark ettim. Ben yapamıyordum işte. O beni tanımadan önce ablamla yatmıştı. Ben yapamıyordum. Ben onun kardeşiyle yapamazdım. Aslan kazağımı çıkarmaya çalışırken “Dur.” Diye mırıldandım elimi göğsüne yerleştirerek.

“Lütfen. Her şeyi göze aldım.” Kendime değil de ikisinin arkadaşlığına üzülüyordum. Araları bozulacaktı. Bugün değilse bile bir gün. Sanırım yapamazdım. İki aydır beni bunu yapmaktan alıkoyan bir şeyler vardı. Ben tecavüze uğramıştım. İki kez. Bu kolay bir şey değildi ve olmayacaktı da. Takvimde belki iki ay geçmişti ama ben dün gibi hatırlıyordum. Yaparsam onu hatırlayacaktım. Yapamazdım. Ne kendime ne de Koray’a.

“Sana anlatmam gereken bir şey var.” Dedim nefes nefese. Acı çekiyormuş gibi inledi. “Terasa çıkalım.” Kazağımı giydim, bir kahve yapabilsem ne güzel olurdu.

Terastaki puflara karşılıklı bir şekilde oturduk. Buradan manzara çok güzeldi. Genelde burada içiyordum. Hatta arkadaşlarımla okey gibi oyunlar oynadığım yer de burasıydı. Bu mevsimde bile oldukça soğuk oluyordu ve buna karşılık hep bir battaniye bulunduruyordum.

Yumuşak yün battaniyeyi ona doğrulttuğumda istemediğini söyledi. Bende kendi üzerime sarıp bir sigara yaktım.

“İki ay önce.” Şubatın son haftası. “Şule’lerin evine gittiğimde Ceren’in orada olduğunu gördüm, Şule’nin boğazına bir bıçak dayamıştı. İçeri girer girmez biri de benim kafama silah dayadı ve…”

Duraksayınca “Şule bana bundan bahsetmedi.” Dedi, “Karı koca olarak hiç konuşmuyor musunuz?” diye sordum gülümsemeye çalışarak. “Hayır,” güldü. “Hiç görüştüğümüz yok ki. Bazen Ecem için geliyor o kadar. Senin gerçekten depresyonda olduğunu söyledi.”

“Öyleydim.” Dedim, “Devamını anlat,” dedi o da kendine bir sigara çıkartırken.

“Onu öldürmeye çalıştığımı biliyorsun. Çok korktum. Arkamda duran adam aniden kafama silahını geçirince bayıldım. Ondan sonrası çok daha kötüydü. Ceren tecavüze uğramış. O gün kafasını taşla ezdiğim halde ölmemiş, yukarıdaki kulübelerden birinde yaşayan ayyaşın teki ona günlerce tecavüz etmiş.”

“Çok korkunç.” Dedi dudakları şokla aralanırken.

“Beni o kulübeye götürdü. Uyandığımda hem çıplak hem de bağlıydım. Olmak istediğim en son pozisyon. İnan bana. O herif Serhat çıktı.”

“Hangi Serhat?”

“Beni taciz ettiği için deponun birinde göğsüne tek kurşun sıktığınız Serhat. Polis olan.”

“Ananı sikeyim!” diye yanlışıkla bağırınca kendini zar zor toparladı. “Devamını getirme.” Dedi, “Sakın.” Sigarayı masaya koydu. “Siktir.” Diye mırıldandı. “Sikeyim böyle işi!” titrek bir nefes alırken “Hayat bazen o kadar kolay olmuyor işte.” Dedim, “Yüzümdeki her yeri patlatana kadar bana vurdu.”

“Sağ yanağındaki ufak çizik…”

“O zamanlar çok büyüktü.”

Şule’nin geçmeyecek dediği çizik geçmemişti ama en azından makyajla kamufle edilebiliyordu ve küçülüp rengi soluklaştığı için göze çarpmıyordu. “Bana o dakika söyledi Aslan. İnan bana Koray’ı affedebilirdim ama yaşayabileceğim en ağır şeyi yaşarken onları duymak beni mahvetti. Anlarsın ya? Ölmek istedim.”

“Sikeyim, bu… Bu çok kötü Avşar. O pezevengi gömdünüz değil mi?”

Başımı salladım. Gözlerim dolmuştu. Biten sigarayı masadaki küllükte söndürdüm. Yanıma gelip bana sarılınca battaniyeyi ikimizin üzerine örttüm. “Sen inanılmaz güçlü birisin Avşar.” Dedi, “Kırılgan görünüyorsun. Ama en başından beri öyle değildin.” Birine sarılmak, ağlamayı hızlandırıyordu. Orada kendi gözyaşlarıma boğulurken beni teselli etmedi. Sadece sarıldı ve sanki bir suçu varmış gibi özür diledi.

Ona geri kalanları da anlattım. Bağımlılık sürecinden, Şule’den, ablamdan, ailemden… Her şeyden konuştuk. Gün ağarınca terastan üzüm bahçesine atlayıp arka komşunun, arka bahçesinden sıyrılarak gözden kayboldu.

O geceki dördüncü sigaramı da söndürüp yatağıma kıvrıldım. Kuşlar ötmeye başladı. Hava eskisine nazaran daha sıcaktı. Yaz geliyordu. Fakat eski yaz gibi asla olmayacaktı. Bundan bir önceki yaz, Koray’ı tanıdığım günkü gibi.

                                            ♥♠♦♣

Sabah Şule’nin sürekli attığı mesaj sesiyle kalktım. Kendini hatırlatıyordu. Ona küsmeme rağmen işleri yoluna koymak için çabaladığını görmek güzeldi. Saate baktım, öğlene doğru biri beş geçiyordu ve ben çok az uyumuş sayılırdım. Kahretsin. Hemen çıkıp eve kapıdan girmem gerekiyordu. Üstelik dün gece pijamamı da giymemiştim.

Masamdaki naneli sakızı alıp sessizce deodorant sıktım ve terastaki postallarımı giyerek arkadan dolaştım ve hiçbir şey olmamış gibi kapımızı çaldım. Beni buna hayat zorluyordu.

“Geldi.” Diye bağırdı annem. Bir de şaşırmış numarası yapmam gerekecekti ki bu en acısıydı. Her şeyi kaldırabiliyordum ama rol yapmaktan nefret ediyordum. Kapıyı annem açınca “Annecim!” diye oldukça yapmacık, Yeşilçam filmlerindeki babası fabrikatör kızlar gibi bir sevinç çığlığı attım.

Annem hemen bana sarıldı. “İyi günümdeyim. Ağzına sonra sıçacağım. Tadını çıkar.” Diye kulağıma fısıldadı. “Sana sürprizimiz var.” Önümden çekilince salondakilerle göz göze geldim.

Aman Tanrım.

Utku ve Şule’nin burada olması normaldi. Hatta ablam ve oğlunun –sevgilimin oğlu, yeğenim- bile burada olması normaldi. Hatta ve hatta halam ve Alperen’in neredeyse sarmaş dolaş bir şekilde birbirlerini ellemesi de.

Ceren neden buradaydı?

Önce küçük Anıl’a, sonra evrim geçirmiş ablama ve en sonda dünyanın en tatlı kızıymış gibi gülümseyen Ceren’e baktım.

Başım dönmeye başladı. Ailemin yerini kocaman siyah bir boşluk ve kar taneler kapladı. Karanlı bir ortam ve beyaz aşağıya doğru akan noktalar görüyordum. Burnum sızladı. Kafayı bulmuş gibiydim. Ama bu kez bilincim tamamen kapalıydı ve yere düştüm.

Son duyabildiğim Utku’nun “Yakışıklılığım fazla geldi.” Diyen sesiydi. Şu sıralar en çok Utku’yu ve yalandan nefret etmesini özlemiştim.

                                    ♥♣♦♠

Hastanede gözlerimi açtığımda o kadar bitkin ve uyuşmuştum ki bir daha uyumak istiyordum. Bayıldığımı hatırlıyordum, sonra aradaki zamanlar kopmuştu sanki. Zaman kavramını yitirmiştim. Kendimi haç işaretli başörtüsü almış gibi saçma hissediyordum.

Yanımda birilerinin olmasını “Bakın uyandı parmakları oynuyor.” Demesini falan beklediğim için bu sessizlik canımı sıkmıştı. Aslına bakılırsa kimse yokken daha rahattım. Artık kime güveneceğimi bilmiyordum. Ne yapacağımı, kime sığınacağımı bilmiyordum. Kollarımda bir sıcaklık vardı sanki. Ölüme sığınmak istiyordum.

Yanımda duran pet şişeden bir yudum su aldım ve sigara ihtiyacıyla kıpırdandım. Vücudumun biraz zehire ihtiyacı vardı. Kolumdaki bantları öyle yapıştırmışlardı ki çıkarken acımıştı. Kolumda bir iğne takılıydı ve çıkartırken tüm damarlarım sızlamıştı. İğnenin vücuttan çıkması iğrenç bir olaydı.

En çok merak ettiğimse, hastanede bu hayalet elbisesini bize kimin giydirdiğiydi. Aniden kalkınca yine gözlerim karardı ve beynim uyuştu. Birkaç saniye bekledim. Bu süre boyunca sanki birileri beni geriye doğru çekiyordu.      Bedenim yatay pozisyona gelmek için tüm metotları deniyordu.

Yatağın ucunda, genelde otellerde olan, bez terlikler vardı. Peçeteden terlik yapmışlardı. Onu giymek ve giymemek arasında hiçbir fark yoktu. Zengin bir leydi olarak özel odaya alınmıştım. Yatağım televizyonu çok iyi görebilecek şekilde ayarlanmıştı ve odam ayak kokmuyordu.

Ama her zaman hastanede beni kendime getiren bir koku vardı. Tentürdiyot? Bir fikrim yoktu ama hastanenin kendine has kokusu baliden daha iyiydi. Uhu, araba egzozu ve hastane kokusu. Koray’ın kokusundan, hatta Chanel No 5’ten bile daha iyiydi.

Kapıyı açar açmaz karşımda bir personel belirdi. “Kalkmamanız gerekiyordu.” Dedi elinde poşetlerle. “Temizleyeceksen yatağa işeyeyim?” gülümsedi ve geçmeme izin verdi. Parmağımda aniden bir sızı hissedince kaldırıp baktım ve iğne izi olduğunu gördüm.

Dışarı çıkar çıkmaz, koridorda, salondaki takımın doğrudan buraya taşınmış olduğunu gördüm ve korkuyla odaya geri kaçtım. Tanrım. Binlerce soru birikmişti. Ben geri giderken babam ayaklanmıştı. Şu sedyenin altına saklanmak istiyordum.

Hemen bantı koluma geri takıp yatağa girerek uyuyormuş gibi yaptım. İnandırıcı olması için bir de ağzımı hafif aralık bırakmıştım. Kapı tıklanınca heyecandan kalbim tekledi. “Avşar.” Babamın sesini duyunca sanki rüyamın en güzel yerindeymiş gibi nefes alıp vermeye başladım.

“Uyumuyorsun.” Gözlerimi açmadan “Hayır, uyuyorum.” Dedim. “Cidden çocukluk etmenin sırası değil. Altı saattir uyanmanı ve sana hesap sormayı bekliyorum.”

“Yine ne yaptım?” diye sordum gözlerimi açarak. “Kanında eroin bulmuşlar lan!” diye öyle bir bağırdı ki personel kadınla beraber yerimizde sıçradık. Kadın yaptığı işi bırakıp usulca odadan çıktı.

“Güzel malmış yalnız.” Dediğimde babamın dudakları aralandı. “Şaka yapıyorum.” Dedim, Ceren meselesi yüzünden kendimi haklı görüyordum nedense.

“Ceren’i bildiğini biliyorum. Yeni bir başlangıç için herkesi topladım. Annenle yeniden birleşme kararı aldık. Utku geldi. Bir yeğenin var.”

Sevgilimin oğlu, evet.

“Yoruldum artık.” Dedim sıkıntılı bir nefes alarak. “Bende yoruldum.” Dedi babam refakatçi koltuğuna oturarak. “Yalnız değilsin merak etme. Bende bu yollardan geçtim.”

Cevap vermeden öyle uzanıp beyaz ışıklandırmalı tavanı izledim. “Malı nereden buldun?” diye sordu. “Eski bir polisten.” Dedim. Cesedi şuan da parçalar halinde ormanın derinliklerinde gömülü olan eski bir polisten.

“Hemen ismini veriyorsun. O adamı işinden attırmakla kalmayıp, bir de bir daha çalışmamasını sağlıyorum.”

“Herif öldü baba. Öldürüp cesedini parçalara ayırmışlar. Ne kadar cani insanlar var değil mi? Kesin bir ormana gömmüşlerdir. Belki biraz işkence de yapmışlardır?”

“Gebersin pezevenk. Küçücük kıza uyuşturucu satmış. Orospu çocuğu. Elime geçseydi var ya…”

“Satmadı baba. Borçlandım. Sonra ödersin fıstık dedi ve göz kırptı. Anlarsın ya?”

Bana öyle bir baktı ki, nefes almayı unutup “Şaka.” Demeyi de unuttum. Kendime geldiğimde ise “Şa-ka, şaka.” Diyebildim. Gülmeye çalıştım ama acınası halime ağlıyormuş hissi veriyordu bu.

“Seni öldürürüm lan.” Dedi kısaca. “Peki.” Babamdan korktuğum zamanlardan birindeydik yine. Koray’la iyi ki bitmişti. İnanmıyordum. İnanmak istemiyordum ama bir şekilde babam vardı ve babama Koray’la değil sevgili, arkadaş hatta aynı market sırasına girdik desem yine beni bir güzel paralardı.

“Annenle yeniden evleniyoruz.”

“Müthiş.” Dedim, aslında o kadar çok sevinmiştim ki ağlayacaktım. Her şey düzene giriyordu sanki. Annemle babamın boşanması her şeyi yıkmıştı fakat yeniden evleneceklerdi ve her şey düzene girecekti. Zamanla iyileşeceğime inanıyordum.

“Neden ağlıyorsun?” diye sorana kadar ağladığımdan haberim bile yoktu. Ağladığımı fark edince rahat rahat hıçkırmaya başladım. Babam hemen yanıma geldi ve elini yüzüme koydu. Yüzümü hep güvendiğim eline yasladım. “Her şey mahvolduktan sonra mı karar verdiniz buna?”

Yüzü asıldı ve bana üzüldü. Sırtımdan tutup kaldırırken bana sarıldı ve bende ona sarıldım. “Benim küçük kızım…” dedi saçlarımla oynarken. “Seni çok seviyorum baba.” Babamın kollarında rahat rahat ağlarken kapımız çaldı.

Sarı bir kafa kafasını kapıdan içeri sokmuştu. Bu Utku’dan başkası değildi. “Bölüyorum sanırım.” Babam benden ayrılınca “Hayır saçmalama içeri gel.” Dedim heyecanlanarak. Bana yalan söylemeyen tek insandı. Utku’yu hep sevmiştim. İyi, çok iyi biriydi. İçimizde mutlu olmayı hak eden tek insandı.

“Gelsene.” Dedi babam da bana destek çıkarak ve yataktan kalktı. “Siz biraz hasret giderin. Biz de gelmişken kan verelim.”

“Neden?” diye sorunca gülümsedi. “Evleniyorum lan.” Mutluluğu bana mutluluk verirken elimde olmadan sırıttım bende. “Hemen mi?” diye bir soru sordum tekrardan. Utku şaşırmadığına göre babamlar herkese açıklamıştı. Hatta Ceren’e bile. Tanrım. Yemin ediyorum, hayat bir sınavsa, ben sınav kağıdımı yırtmaya çoktan hazırdım.

Babam bizi Utku’yla yalnız bırakınca ayağa kalkıp ona sarıldım. O kadar özlemiştim ki. Sevdiğin birine kavuşmak çok güzeldi. Utku saçlarımı karıştırdı. “Seni öyle özledim ki, sen bile bu kadar özlendiğine inanamazsın.” Dedi. Acaba Utku gitti diye mi ben böyle olmuştum? Paranoyaklaşıyordum belki de.

Utku yatağın ucuna oturunca bende yanına bağdaş kurarak kocaman gülümsedim. “Yaşananların hiçbirini bilmiyorsun. Değil mi?” başını hayır anlamında salladı. “Şule sana ne anlattı?” diye sordum.

“Beni çok özlediğini ve seninde depresyonda olduğunu. Zaten buradan bakılınca anlaşılıyor. Koray’la ayrıldığını düşündüm.” Gülümsedim. “Koray ablamı hamile bırakmış.” Dudakları aralandı. “Şaşırma sırası işte şimdi geliyor, Şule her şeyi biliyormuş. Koray’ı tanıyormuş önceden.”

Biraz daha şaşırırken yüzündeki ifadeyle eğlenerek “Asıl bomba şimdi geliyor, Şule Aslan’la evlendi.” Yüzü çarpıldı. “Ama en can alıcı kısmı, Ceren bana tecavüz etti.”

“Ve ben Serhat’ı…” kulağına doğru eğildim “Öldürüp cesedini parçalara ayırarak gömdüm. Hatta Koray’la beraber ona işkence ettik.Çünkü bana tecavüz etti.”

“Ananı sikeyim ama.” Dedi Utku. “Benimle taşak mı geçiliyor?”

“Burada kurban benim, lütfen.” Dedim, bir şekilde tüm bu pislikten sıyrıldığımı hissediyordum. “Neden hepsini bir anda söyledin? Tansiyonum düştü.” Eliyle yüzünü kapatıp bir süre bekledi. “Sadece üç ay yoktum. Size belaya bulaşmayın demiştim.”

“Bu kez bela bize bulaştı, babalık.” Dedim gülümsemeye çalışarak. “Bu arada tüm haplarını bitirdim.” Yüzü çarpılarak bana baktı. “Avşar.”

“Üzgünüm. Babamınkiler yeterli gelmedi. Onları satacağını biliyordum. Ama senin için satacak başka bir şeyler bulabilirim.”

“Sorun o mu sanıyorsun?” dedi “Sana yapma dedim! Seni uyardım. Bu pislikten kurtulmak hayatından bir seneyi götürüyor.”

“Hayatım mı kaldı sanıyorsun?” diye bağırdım elimde olmadan, bu sırada annem içeri giriyordu. Ama bizi görünce hemen çıktı. Herkes sırayla ve izin alarak girer olmuştu.

“Bunlar seni yıkmamalı!” diye bana karşılık verdi. “Kötü günler geçirdiğini anlayabiliyorum. Ama bu daha kötüsü Avşar. Hayatını sikip atmak istemezsin.”

“Sen ne için başladın peki?” diye sordum ona çıkışarak, “Babana ceza vermek için. Bir hiç için kendini mahvettin! Ama ben zaten bittim.”

“Geride bırakamayacağın insanlar var. Biz varız. Babanla bunları konuşamadığını biliyorum. Ama baban yoksa ben varım anladın mı?” Utku her zaman beni sahiplenmişti. Bizden daha olgun olmuştu. Bize babalık yapmıştı. Ona babalık dediğim zamanlar bile oluyordu. Haklıydı. Bana her zaman nasihat verirdi. Ama bu kez farklıydı. Bu kez tüm bildiklerimizden farklıydı.

“Şu hayatta babam bile bana yalan söyler, Şule söylemez diyordum. Ama o bile… Utku. Bu kez olmaz.”

“Şule bile yalan söyler fakat ben söylemem. Hiçbir zaman söylemedim. Onun dengesiz olduğunu biliyorsun. Mutlaka senin iyiliğin için yapmıştır.”

Sevgilisini korumuyordu. İyi hissetmem için en yakın arkadaşımı koruyordu. Tarafsız olduğu için Utku’ya minnettardım.

“Koray’ın ablamı hamile bıraktığını biliyormuş. Ama bizim birlikte olabileceğimizi düşünmüş. Ona mı kaldı lan söylesene! Hayatımı sikmek ona mı kaldı?”

Cevap vermeyince devam ettim. “Şimdi git onunla konuş. Aslan’la evlendi. Kağıt üzerinde sadece ama ona ben sahip çıkamadım. Bu kez yapamadık Utku. Onun sana ihtiyacı var.” Yatağın üzerinde elimi tuttu. “Tüm bunlar için üzgünüm.” Dedi, gözleri dolmuştu. Her zaman sert olamıyordu.

“Bence biz bu işin sonunda seninle bir sahil kasabasına kaçıp oryaya yerleşeceğiz.” Dedim ağlamak üzere olduğunu anlayınca, güldü ama ağlıyordu da. “İstediğin sahil kasabası olsun, güzelim.” Elimi öptü. “Dikkat et.”

“Ederim.”

O odadan çıkınca arkasından “Sıradaki!” diye bağırdım. Şule kafasını uzatınca “Defol.” Dedim, “Hadi ama.” Sinirle ona fırlatacak bir şeyler ararken “Sen defol!” beni dinlemeden içeri girip kapıyı kapattı. “Beni dinlemek zorundasın. Hey. Utku bana neden öyle bakıyor?”

“Ağzımdan bir şeyler kaçırmış olabilirim.”

“Aferin!”

Hem suçlu hem de güçlüydü. Bunun farkına varmış olacak ki sustu. “Neyse ki o beni seviyor. Hatamı kabullenebilir.” Dedi bizim durumumuzu ima ederek. Beni iğneliyordu aklı sıra. “Sevmek kabullenmek değildir.” Dedim.

“Siktir git. Bunu nereden okudun?”

“Az önce kıçımdan uydurdum.”

“Bak güzel cümleler kuramayabilirim fakat kaşarlık yaptım. Kabul ediyorum. Ama bana da hak ver. Piç kurusu beni tehdit etti. Üstelik sana nasıl baktığını gördüm. Söyleyemedim işte.”

“Bak, yalancı bir sürtük olduğun için sana kızgın değilim. Hatta Koray’a bile. Ben kendime kızgınım.”

“Yalan söyleme. Bizi deşmek için can attığını biliyorum. Seni tanıyorum. Koray’ı da öyle. Allah belamı versin ki seni çok seviyor ya anlasana. Yapamadım işte. Yalan mı sende onu çok sevdin. Hayatının en güzel günlerini yaşattı sana.”

“Sadece dörtlü takılalım diye yaptın bunu. Hep bana birini bulmak istemiştin. Yalancı orospu.”

“Orospu demeyi kes.”

“OROSPU!” Diye bağırdım.

Gözleri yerdeki fayanslara takıldı. “Onu affetmek zorundasın. Ablanla yattığında seni tanımıyordu bile. Senin babanı öldürseler sen ne yapardın? Köpek gibi pişman. Gözlerimin önünde ağlayan bir erkek yalan söylemez Avşar.”

Ağlaması. Dünyanın en güzel ağlamasıydı ama insanın canını yakıyordu. Benim Canımı yakmıştı. Belki de her şey üst üste geldiği için ona bu kadar kızgındım. Bilmiyordum. Fakat kızmıştım işte. Canını yakmak istemiştim.

“Alkol komasına girip hastanelik oldu. Sana yaşadıklarının hiçbirini anlatmadım. Çünkü sende çok şey yaşadın. Kolay olmayan şeyler.”

Dudaklarımı kemirmeye başladım. Benimde gözüm takılmıştı. Bu kadar sevilir miydi? Babam gibi içiyordum. Babam gibi küfrediyor hatta babam gibi seviyordum işte. Çok seviyordum. Ölecek kadar çok.

Çok kez kalbim durur gibi olmuştu. Nöbetler geçirmiştim. Her gece kabus görmüştüm. İlaçlar bile beni ayakta tutamamıştı.

“Uyuşturucuya ihtiyacım var.” Dedim, “Babamın sakinleştiricilerini getirir misin?” ona baktığımda eliyle savuşturdu. “Uğraşamam sinir krizi geçiriyormuş gibi yap sakinleştirici verirler. Hatta hazır hastanedeyken kendini kes.”

“Ne biçim arkadaşsın lan?”

“Vallahi çok üşeniyorum gitmeye.”

Benim kendimden önce ailem gelirken Şule’nin kendisinden önce rahatı geliyordu. “Yaktınız lan beni. İlaç getir hemen Şule. Titremek istemiyorum.” En son Koray’ın evinde ufak bir kriz başlangıcı olmuştu ama neyse ki erkenden bitmişti. Onun dışında bağımlı olduğumun farkında bile değildim. Babam gibi olmuştum.

“Gidip ilaç odasından morfin çal. Bir şeyler yap Şule.”

“Bak o çok heyecanlı. Yaparım.” Gözlerimi devirdim. O çıkarken babam girdi. Şule’nin odadan çıktığını görürken bizi asla anlamayacağını belirten bir bakış attı.

Babam ağır adımlarla yatağımın yanına gelip otururken “Sana söyleyeceğim iki şey var.” Dedi ve dizime dokundu. Babamın hep yere bakıp hem de dizime dokunması pek de iyi bir şey değildi. Telaşlanarak “Evet?” diye onu dinlediğimi belirttim.

“Kanında uyuşturucu tespit etmişler. Halüsinasyon görüyor musun?”

“Kafam güzelken mi yoksa ayıkken mi?”

“Benimle haydut ağzıyla konuşma öldürürüm seni dayaktan. Senin babanım ben.”

Yere bakıp yutkundum. “Sadece benim babam değilsin ama.” Babamla hep aramızda özel bir bağ olmuştu. Onun için tek kızı benmişim gibi geliyordu. Bir başkası, hele de nefret ettiğim birinin, babamın kızı olması… Bu kaldırabileceğim bir şey değildi.

Ama yine de ben atlatmıştım. Benim tek yaptığım sorunlarla başa çıkabilmekti. “Saçmalama.” Dedi “sen benim göz bebeğimsin. Sen herkesten farklısın. Bunu bilmiyormuşsun gibi konuşma.” Bu sözleri gururumu okşasa da bana yalan söylediği gerçeğini değiştirmiyordu.

“Baba,” dedim söze nereden başlayacağımı bilemeyerek. Sesim hüzünlü çıkına eliyle saçımı okşadı. “Söyle kızım.” Sadece iki kelime. İnsanı ne kadar da mutlu ediyordu. Seni seviyorum. Canım kızım.

“Ben çok zor günler geçiriyorum.” Dedim, ben konuşma açmasam babam ablamı nereden bildiğimi soracaktı. Zaten ablamla yüzleşmeye hazır mıydım onu da bilmiyordum. “Farkındayım.” Dedi yumuşacık bir sesle.

“Annen gittiğinden beri hiç iyi olmadığının farkındayım. Bunun için annenle yeniden evleneceğiz. Söz veriyorum. Her şey çok daha iyi olacak.”

“Her şey daha güzel olacak ama artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.” Dedim. Duraksadı. “Haklısın.” Dedi ve usulca başını salladı. “Haklısın.” Teskin edercesine bacağıma dokunup odadan çıktı.

Bu sefer kim gelecek diye bekledim. Açıkçası Ceren gelirse olay çıkarmaya hatta gerekirse buradaki herhangi bir nesneyle kafasını ezmeye hazırdım. Ama gelen başka biri oldu.

Kucağında sarışın, yeni doğduğu anlaşılan bir oğlan çocuğuyla içeri girdi. Ablama nefret kusmayı planlıyordum. Hatta oğlundan bile nefret edecektim. Gerekirse ablamı dövecektim. Ona laf çarpacaktım. Ama hiç beklediğim gibi olmadı. O güzel bebeği görünce tüm nefretim buhar olup uçtu.

Bir çocuk bu kadar mı masum bakardı?

Ablam da kavgaya hazırlıklıydı belli ki ama bebeğe şaşkınca baktığımı görünce sırıttı ve direk bana pasladı. “İnanamıyorum.” Diye mırıldandım. Ne çok şey değişmişti bir yılda.

Sevdiğim adamın bebeğini mi yoksa ablamın bebeğini mi kucaklıyordum?

Yumuşacık bir şeydi. Yumuşacık hem de. Bembeyaz tenli, pembe yanaklı, sarışın, kocaman yarı uykulu bir şekilde bakan mavi gözleri vardı. Babamın küçültülmüş versiyonuydu. Hiç tepki vermiyordu ama. Hastane havasından mı yoksa uykusu olduğundan mı bilmiyordum.

“Çok güzel.” Dedim kokusunu içime çekip alnından öperken. Kucağıma hemen uyum sağladı. Tuhaf bir şekilde sesi çıkmıyordu. Sanırım uykusu vardı. “Biliyorum benim oğlum.” Dedi hemen. Dediği ilk şey bu olmuştu. Elimde olmadan gülümsedim. “Seni özledim abla.”

“Bende seni özledim.” Dedi ve elimi tuttu. Neden çökmüştü.

“Bu bebeğin nesi var? Çok sessiz.” Dedim, “Uykusuz mu kaldı?”

“Hayır.” Dedi “O hasta.”

Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Gözlerimi bebekten ayırıp ablama baktım. Benim gibi gözleri dolmuştu. O gülümsemeye çalışırken benim dudak çizgilerim aşağıya kayıyordu. “Küçükken de böyle ağlardın.” Dedi gülüp göz yaşlarını silerek. “Hemen gözlerin sulanır sonra dudakların titrerdi. O kadar çok titrerdin ki morarırdın bir süre sonra.”

Genelde küçüklüğümden bahsedilirken dayanamayıp gülerdim. Bu kez nasıl gülüneceğini unutmuştum gibiydim.

Bu güzel bebek nasıl hasta olurdu? Kocaman mavi gözleri de mi yani?

“Otistik.” Dedi aklımdaki soruyu cevaplarken. “Beyninde demir varmış. Ve kör. Ama düzelme şansı var.”

Dayanamayıp ağlamaya başladım. “Ahın mı tuttu Avşar?”

Sanki be doğurmuşum gibi sarılmaya başladım. Ablamın değil de sevdiğim adamın çocuğuna sarılıp ağladım. Hasta olduğu için değil de her şey bu kadar biriktiği için ağladım. Her şey bu kadar sıradanken bir anda tepe taklak olduğu için ağladım. En çok da babam için ağladım.

Şiddetli şekilde hıçkırırken ablam “Lütfen ağlama.” Dedi. İki ay önce bu hayatta bir kadının başına tecavüzden daha kötü ne gelebilir diye düşünüyordum. Sanırım bebeğinin hasta olması daha kötüydü.

“Neden ahın tuttu dedin?” diye sordum. Tama çok kızmış ikisini de öldürmek istemiştim ama bu çocuk benim de oğlumdu.

“Koray’la olduğunu biliyorum.” Şuan olduğumdan daha fazla şaşırmadım. “Nereden biliyorsun?” diye sordum sadece. Bir tek halam biliyordu. O da kimseye söylememişti üstelik ayrıldığımızı sanıyor da olabilirdi.

“Koray ve seni gördüm de ondan. Önce seni ona maçta tezahürat yaparken gördüm, sonra garajında antrenman yaparken. Birbirinize nasıl baktığınızı gördüm.”

“En başından beri biliyordun ve hiçbir şey söylemedin?”

“Bazen güzel şeylerin yaşanabilmesi için sessiz kalınması gerekir.” Dedi elimi tutarak.

“Abla seni sikip atmış bir herifin nasıl beni mutlu edeceğini düşündün? Beni kullanacaktı.”

“Seni kullanmayacağını biliyordum. Bunu yapmak istese aşık etmek için neden uğraşsın ki? Seni kaçırıp başka şeylerde yapardı. Üstelik ben anlarım. Bir erkeğin nasıl baktığından ne hissettiğini.”

Anneme bu denli benzeyen ablama bakamadım ve onun yerine sevdiğim insanlardan bir parça olan bebeği elime alıp havaya kaldırıp ona baktım. Bu güzel gözler nasıl görmezdi?

“Bizi hiç göremeyecek mi?” diye sordum.

“Bir yıl tedavi edip bekleyeceğiz. Sonuç çıkmazsa on iki yaşında ameliyat olacak. Acil bir durum olursa yedisinde.”

Bebeğin güzel kokusunu koklayıp onu biraz daha kendime sardım. O kadar güzeldi ki… Zaten oldum olası bebekleri seven biriydim. Bu bebek ise sevdiğim tüm insanlardan bir parça taşıyordu. Sanki benim gibiydi. Onu öpücük yağmuruna tuttum bir süre. Keşke daha önceden görebilseydim. Kim bilir Koray nasıl sevmişti bu bebeği? Ona bakınca aklına ben gelmiş miydim?

“Eve gelecek misin?” diye sordum. Eskisi gibi küçük kavgalar yaşamayacağımızı umuyordum. “Evet.” Dedi, “Madem yeniden birleşme kararı almışlar.”

“Koray’ı seviyor musun?” diye sordum hiç alakasız bir yerde. “Evet,” diye yanıtladı beni. Tanrım sırf ablamı aşık etti diye onu dövesim vardı. Nasıl herkesi kendine aşık etmeyi başarırdı? Onu bir tek ben sevmek istiyordum. Bir an öce buradan kurtulup onun yanına gitmek istiyordum. Nasıl olurda oğlu hasta olan aşık bir adamı üzmüştüm ben? Yine de kızgındım işte. Bazen sevmek kızgınlığı götürmüyordu.

“Tamam.” Diyebildim sadece açık sözlülüğüne karşı. “Bende seviyorum.” Herkesi sevebilirdi ama ben farklıydım. Farklı olmak zorundaydım. Beni bu duruma düşürerek çok yanlış yapmıştı.

“O da seni seviyor. En başından beri. Size mani olmak gibi bir niyetim yok.” Bu cümle. Kurması belki birkaç saniye ama içerdiği anlam insanın hayatının koca bir kısmını değiştiriyordu. Size karışmıyorum demişti. Bu nasıl bir olgunluktu? Sevdiğim adamı ölüm pahasına paylaşmazdım. Ölürdüm, daha iyiydi. Ablam bunu söylemişti. Ablam bunu asla söylemezdi. Ben yapamazdım. Ben sevdiğim adamın bensiz mutlu olmasına izin veremezdim.

Sadece bir cümle tüm hayatımıza yön verebiliyorken, ben sevmiyorum diyemezdim.

Şule nefes nefese içeri daldı. “Özür dilerim. Avşar baban yakaladı. Elinden zor kaçtım yemin ederim.”

“Yine ne yaptınız?” diye sordu ablam. Ben “Hiç.” Diye mırıldanırken Şule “Bana morfin çalar mısın fenayım.” Diyerek beni ispiyonladı. “orospu.” Diye tıslarken ablam yüzüme bir tokat attı. “Ah.” Diye inledim sızlayan yanağımı tutarken. “Bu niyeydi?”

“Bunu yapmayı unutmuşum! Ne demek uyuşturucuya alışırsın sen ya?”

“Uyuşturucu değil hap.” Dediğimde bir tokat daha attı.

Bir süre daha küçük Anıl’ı sevdim. Hayatı çok zor olacaktı. “Doğuştan mı kör?” diye sordum. “Hayır. Neden olduğunu bilmiyoruz.” Elimden destek alarak yavaşça yumuşacık saçlarını öptüm ve bebek kokusunu içime çektim. “Ama yine de çok güzel.” Ablam gülümsedi.

Bu bebek aynı anda hem Koray’ın hem babamın, hem de annemin kanını taşıyordu. Daha kötüsü benim de biraz katkı payım vardı. Resmen tüm aileyi bir bebek de toplamıştık. Daha doğrusu ablam yapmıştı bunu. Koray yapmıştı. Minyatür Koray elimdeydi.

Sesi soluğu çıkmıyordu. Yani Ecem gibi kıpır kıpır değildi. Sanki bebek değil de bütün hafta çalışıp cuma günü iş çıkışında karısının ailesini yemekte gören adam bakışı vardı çocukta. Öyle bıkmış bakıyordu. Çocuk daha konuşmayı öğrenmeden hayatın nasıl bir şey olduğunu öğrenmiş gibiydi.

“Tedavi için birkaç ülke gezeceğiz. Beynindeki demirleri ilaç yardımıyla eritmeye çalışıyoruz. Büyürse tedavi olacak. Körlüğe sebep olan şeyin de bu olduğunu düşünüyoruz.”

Yeğenimi biraz daha kucakladım. “Peki ya erimezse?” diye sordum bunun olmamasını umarak. “Erimezse hep otistik kalacak. Otizm hastaları konuşamıyor ama genelde akıllı oluyorlar, görsel zekaları güçlü oluyormuş. Gerçi anne diyemedikten sonra sikerim görsel zekasını tabii ama o da bir şey.”

Akmaya başlayan gözyaşlarını hızlıca sildi. “Avşar… Öyle zor ki.”

O an kimin elini tutacağımı, kime üzüleceğimi bilemedim. “Hastalığı öğrendiğimizden beri su içmiyor.”

Dudaklarım şokla aralandı. Bir insan nasıl su içmezdi? “Nasıl ya? Su olmadan nasıl yaşıyor ki?”

“Suda demir olduğu için. Her şeyi yiyemiyor. Meyve sıkıyorum sürekli. Bazen ayran içiyor.”

O anda gerçekten üzüldüm. Bu bebeğe, ablama, Koray’a, babama, anneme, bize… Ne zaman mutlu olacaktık?

“Ben ilaçlar ve eğitimden çok aile faktörünün çok etkili olduğuna inanıyorum. Yani, bir aile ortamında olursa belki daha hızlı düzelir. Ne bileyim…”

Bebeği omzuma yaslayıp bir kolumla sırtına destek verirken diğer kolumu ablama uzatıp elini tuttum. Bana bakınca ona gülümsedim. “O düzelecek.” Dedim “Söz veriyorum. Artık çok mutlu olacağız.” Ona tecavüze uğradığımdan bahsetmedim. Son iki aydır hayatın en karanlık yüzünü gördüğümden veya her gece ağladığımdan kabuslar gördüğümden bahsetmedim. Kimseye bahsetmeyecektim. Kötü olan her şey son bulacaktı.

“Peki neden böyle olduğuna dair bir fikriniz var mı?” diye sordum. “İki sebebi var. Araştırıyoruz.”

Hamileyken ablama vurmuştum. Karnındaki şişliği aldığı kilolara bağlamıştım. İster istemez kendimi suçluyordum.

Birkaç saat daha dünyalar tatlısı yeğenimi sevdim ve Koray’a lanet okudum. Sebebi yoktu. Sadece bizi bu hale getirdiği için ona kızgındım. Ondan nefret edemediğim için en çok da kendime kızgındım.

Babam odaya gelince çıkacağımı anladım. “Çok sıkıldım burada. Ne zaman eve gidiyoruz?” diye sordum babama. Babam acı bir şey söyleyecekmiş gibi yüzünü buruşturunca kalbim sıkıştı. “Sen gelmiyorsun.” Ona kaşlarımı çatarak baktım. Bu sırada ablam kucağımda sızmış olan küçük Anıl’ı alıp dışarı çıktı. Şule’nin de gidişinden bir şeylerin ters gittiğini anladım ve korktuğumu hissettim.

“O niye?” diye sordum derin bir nefes almaya çalışarak. Ama sigaraya başladığımdan beri rahat nefes alamıyordum.

“Bir süre daha burada kalacaksın. Seni Utku’nun gittiği rehabilitasyon merkezine yatırmayı düşünüyoruz. Bir süre orada psikolojik destek alırsın, hem de hapları bırakmanda yardımcı olurlar.”

“Ne demek bu?” diye bağırdım elimde olmadan. Beni nasıl ailemden uzağa gönderirlerdi? Benim psikolojik desteğe ihtiyacım falan yoktu. O kadar sinirlenmiştim ki bir şeyleri avucumun içinde ezmek, parçalamak istiyordum

“Buna ihtiyacın olduğunu hepimiz biliyoruz, bebeğim. Sadece birkaç aylığına.” Hayatımdan zaten koskoca iki ay çalınmıştı. Bir iki ay daha mı boşa gidecekti? Ben daha fazla yalnız olmaya katlanamazdım. Artık olmazdı. Bu cezaevine girmekle eş değerdi.

“Baba lütfen yapma. Bunu istemediğimi ikimizde biliyoruz. Benim tedaviye değil size ihtiyacım var. Lütfen.”

Babam elimi tuttu. Yere bakıyordu. Bense bana acıması için tam da gözlerinin içine bakıyordum. “Avşar, benim küçük bebeğim, daha iyi olacaksın. Söz veriyorum. Her şeyi ayarladım. Utku’yu düşün. Göz açıp kapayınca kadar geldi işte.”

“Baba o süre boyunca neler yaşandığını asla unutmayacağım. Hiçbir tedavi, hiçbir ilaç, hiçbir doktor bana bu yaşadıklarımı unutturamaz. Hiçbir şey, senin bana yalan söylediğin gerçeğini değiştirmeyecek.”

Babam yüzüme baktı. Neler hissettiğimi anlıyor muydu bilmiyordum ama bana üzüldüğü kesindi.

“Biliyorum. Biliyorum. Ama bu haplar seni sonsuza kadar değiştirecek, Avşar. İnan bana benim gibi olmaz istemezsin. Bu alkol seni mahvedecek. Sen daha çok küçüksün, bebeğim. Sen daha çok küçüksün.”

Küçük falan değildim. Büyümüştüm. Onun sandığından daha fazla hem de. Zamanla değil de ben tam da bu sene büyümüştüm. Her şeyin üstesinden gelebilecek, intiharla başa çıkabilecek kadar güçlüydüm.

“Baba. Lütfen bana bunu yapmayın. Gitmek istemiyorum.” Sesim giderek çatallaşırken ağlamaya başladım. “Ne olur. Gitmek istemiyorum. Sizinle kalmak istiyorum.”

Babamın da ağladığını fark ettim. “Benim küçük bebeğim…” dedi sarılırken. “Lütfen bunu daha fazla zorlaştırma. Senin iyiliğini düşündüğümü biliyorsun.” Son zamanlarda babama da çok fazla acı vermiştim. Bunun farkındaydım ama tüm aile bir arada olacaktık. Bundan iyi tedavi mi olurdu? Her sabah ailemle kahvaltı etmekten daha iyi bir ilaç var mıydı?

“Bir saat içinde seni almaya gelecekler. Hazır ol. Şule eşyalarını topladı bile.”

Ah, Şule!

Babam içimde büyük bir sıkıntıyla beni yalnız bırakırken ne yapacağımı, esas şimdi ne halt yiyeceğimi düşündüm. Ben bitmiştim. Kelimenin tam anlamıyla. Koray. Onunla konuşmam gerekiyordu. Babamın evdeki tüm ilaçları, içkileri ve sigaraları sakladığından emindim. Evde asla umduğum şeyleri bulamayacaktım. Acilen dışarı çıkmam gerekiyordu ama herkesin kapının önünde beklediğinden emindim.

Hızlıca üzerimi giyinip özel hastane odasındaki küçük banyoya girdim. İşimi gördükten sonra yüzüme su çarparken bir anda aynada gördüğüm manzara beni şoke etti. Tam tuvaletin tepesinde kocaman bir havalandırma boşluğu vardı.

 Yüzümde o sinsi sırıtış belirdi. Son zamanlarda bu kadar bir şeye sevindiğimi hatırlamıyordum. Kendimi aşırı kurnaz hissederek tuvaletin kapağını kapatıp üzerine çıktım. Uzun boylu olduğum için bir ara anne ve babama teşekkür edecektim.

Havalandırma deliği kocaman bir dikdörtgendi. Kenarlarındaki vidaları nasıl çıkaracağımı düşündüm. Tel toka takmadığım için kendime lanet okurken aklıma aniden gelen bir fikirle sutyenimi çıkartıp telini içinden almaya çalıştım. Bunun için bir kısmına dişimle ufak bir delik açmam gerekmişti. Sutyenimi biraz elimde büzüştürüp teli tamamen çıkartıp yeniden giydim ve ince teli ikiye bükerek vidanın içindeki artıya benzeyen şekle sokarak çevirmeye başladım. Her yaptıktan sonra birkaç saniye yere bakıp dinlenmem gerekiyordu çünkü sürekli tepeye bakmak bana iyi gelmiyordu ama yine de hızlı olmak zorundaydım.

Havalandırma kapağındaki tüm vidaları söktükten sonra yavaşça kaldırıp yere koydum. Hatta istediğimde neler yapabileceğimi görmeleri için sutyen telimi de yere atıp kollarımı soğuk deliğe sokarak kendimi çekmeye çalıştım. Aşırı zordu. Ama yine de yapmıştım.

Kendimi tamamen küçük bir kutu da gibi hissetmeme sebep olmuştu. Şimdi nereye gideceğimi bilmiyordum ama yine de yatakta çaresizce beklemekten iyiydi. Bu delik elbette bir yere çıkacaktı.

Kendimi boşluğa göre sığdırıp dizlerimden de yardım alarak sürünmeye başladım. Şimdilik sadece ileriye doğru gidiyordum. Bir anda içim daraldı. Öyle sıkıldım ki geri dönmeyi düşündüm ama geri geri gitmek bilmediğin bir yerde sürüklenmekten daha zordu. İlerledikçe sesler arttı. Sanırım başka odaların havalandırmalarının üzerinden geçiyordum.

Kendimi tam bir Michael Scofield gibi hissederken ertesi gün babama ne hesap vereceğimi düşünüyordum. Beli vazgeçerdi belki de beni bu yaptığıma pişman ederdi. Ama yine de Koray’ı görmeden hiçbir yere gitmiyordum.

Son bir kez ona vuracak sonra da öpecektim.

Neredeyse yarım saatten fazla havalandırma deliğinde gezindim. Metal olduğu için fare veya böcekle karşılaşmamıştım ama aşırı pisti. Ve çok küçüktü. Yine de sürünerek de olsa gidiyordum işte. Kollarım acımaya başlamışken bir anda bir serinlik geldi ve yol ikiye ayrıldı. İşin tuhafı iki tarafta aydınlığa çıkıyordu. Metallerin yansımasından bunu görebiliyordum. Ama diğer yoldan hava da geliyordu. Oraya doğru ilerlerken bir anda duraksadım.

Altımdaki havalandırma deliğinden bir kayıp bildirisi yapılıyordu. Korkudan durdum. Ne yapacağımı şaşırmış ve tuhaf bir şekilde çok korkup heyecan yapmıştım. Sanki hapishaneden kaçıyordum da gardiyanlar hemen yanımdaymış gibi. Bunun sonunda ölüm olmadığını kendime hatırlattım.

“Yetmiş iki numaradaki kız. Evet. Babası bildirdi. Havalandırmadan kaçmış sanırım.”

Aniden uygunsuz bir pozisyonda yakalanmışçasına durdum.

“Tüm havalandırmaları kontrol edelim o zaman. Kim bilir ne yapıyor şimdi. Delirmiş bu gençlerin hepsi.”

Sırf bunu söyleyen adama inat olsun diye biraz daha hırslandım ve harekete geçtim. Serinliğin geldiği yöne giderken eskisi kadar ses çıkarmamaya dikkat ediyordum. Sanırım o ses resepsiyondan geliyordu çünkü ben çıkışı bulmuştum.

Koskoca hastanede!

Tamam kaldığım hastane özeldi ve devlet hastanelerine oranla daha küçüktü. Ama yine de hastanenin içi ayrı bir dünyaydı ve oldukça büyüktü. Sadece ben kaldığım oda bakımından şanslıydım. Neredeyse koşarak yolun sonuna ilerledim. Çimenleri görebiliyordum. İşin kötüsü sürekli ayaklar geçip duruyordu.

Peki bunun vidalarını nasıl açacaktım?

Yine aynı yöntemi uyguladım. Ve bu sutyeni son kullanışım olduğuna kanaat getirdim.

Neyse ki diğer tarafta da vidalar vardı. Ve tepeye bakmak zorunda değildim. Bunun için minnettardım. Elimi deliklere yerleştirerek kapağı dışarı attım. Bir kadın çığlık atınca kendimi çimlere atıp yuvarlanarak ayağa kalktım. Zavallı kadın beni görünce daha çok şaşırdı ve bağırdı. Hastanenin tam da arkasına çıkmıştım ve yanda bir sürü doktor, hemşire, personel sigara içiyordu. Bir süre şaşkınlıkla ben onlara, onlar bana baktı.

“Bu kaçan kız.” Dedi sigarasını yere atan kadın hemşire. Gülümseyip topukladım. Bu halimle bile onlardan hızlıydım.

Hastanenin önüne gelip çimenlere basarak dıştaki çitten atlayıp trafiğe karıştım. Şansıma yol boştu. Hızla koşuyordum ama nereye koştuğumu bilmiyordum. Neyse ki burada taksi çoktu. Hızla birine binip “Lütfen hızlı olun.” Dedim.

“Nereye hanım efendi?” aynadan baktığımda bir tane personelin buraya yaklaştığını gördüm. “Sen çalıştır şunu abi!” dedim yaşadığım adrenalin yüzünden biraz yüksek bir tonla.

“Aman ya. Herkes sinirli biz çok mutluyuz sanki.” Dese de motoru çalıştırıp hızlıca boş yolda ilerlemeye başladı. “Hah söyle şimdi nereye? Kimden kaçıyorsun yavrum?”

“Abi şuradan dön bak. Şu teke bayiinin oradan. Dön sen anlatırım.” Amca sigarasını dudağına sıkıştırıp camı araladı ve dediğim yerden döndü. Ona Koray’ın evini tarif ederken “Hastanedeydim. Beni rehabilitasyon merkezine yatıracaklardı. Kaçtım ama havalandırmadan.”

Yaptığımla gurur duyuyordum açıkçası. “Amına koyduğumun çılgını.” Dedi amca sigarasını üflerken. “Delirmiş lan bu insanlar.”

“Abi ben buradayım yalnız?”

“Yav biliyorum biliyorum da, sen delisin işte. Bırak biraz kafanı dinle. Çok mu meraklısın taksicilik yapmaya?”

Benden daha kederli insanlara katlanamıyordum maalesef. “Ya ne diyorsun be? Sen benim başıma gelenleri biliyor musun?”

“En fazla sevgilinden ayrılmışsındır. Ben bilmiyor muyum gençleri. Ah, ah.”

“Ne sevgilisi ya. Ben kardeşim tarafından tecavüz uğradım.”  Dedim direk. O kadar sinirlenmiştim ki neredeyse ön cama kafa atacaktım.

“Kötüymüş yav.” Dedi, “İçer misin abla?” dedi ondan küçük olduğum halde.

“Allah razı olsun biraderim.” Dedim erkek gibi ve bana uzattığı Winstondan bir tane alıp arabanın çakmağında yaktım. “Senin hayat nasıl?”

“Orospu karım çocuklarımı alıp kaçtı evden. Bir akşam geldim baktım kimse yok. Delirdim amına koyayım. Yav sen kimsin de benim kızlarımı alıp götürüyorsun orospu çocuğu?”

“Anasını sikeyim. Benim annemde kaçmıştı herifin birine dokuz ay önce. Dün paşa paşa geri döndü.”

“Bu devirde iki kız çocuğuna kim nasıl bakabilir? Benimle evlenmek için evden kaçtı şimdi başkasıyla evlenmek için benden kaçıyor amına koyduğum karısı.”

“Sen gençsin ama ya ne ara yaptın iki çocuğu?” diye sordum. Baya geçmişinde spor yapmış bir herifti. Sağ kolunda kocaman bir örümcek dövmesi vardı.

“Dört yıldır evliyiz biz. Ben üniversite okumadım. Aşçılık yapıyordum ama bizim oteli bombalamışlar. Şimdi taksicilikle idare ediyorum. O karı yüzünden üniversite okumadım ya ona yanıyorum.”

Tek dertli insan bendim sanırdım ama mutsuzluk her yerdeydi. O an dünyayı umduğum gibi değil bulduğum gibi kabul etmem gerektiğini anladım.

“İstersen sınavlara şimdi de girersin. Ama aşçılık iyiymiş yalnız. Şuradan sağa kır abi.”

Elimle işaret ettiğim yöne doğru direksiyonu çevirirken o bir sigara daha yaktı. Arabada sigara içmesi yasak olmalıydı. Ama bir şey demedim çünkü bende içiyordum.

“Şu kadını bir halledeyim de. Aptalın gidecek yeri olsa keşke. Her kavgada evden kaçmak nedir kardeşim ya. Çocuklara yazık.” Bilmez miydim? En çok çocuklar etkileniyordu. Kimisinin hayatı da benim gibi mahvoluyordu.

“Seviyorsun, ha?” diye sordum gülümseyerek.

“Seviyorum ama öldürmek de istiyorum bazen. Çok seviyorum ama lan.”

Sigaradan kalınlaşmış sesiyle güldü. “Mutluyduk ya ne bileyim. İdare ediyorduk işte.”

Adamda kendimi gördüm. Nefret ederek sevmek ne demek çok iyi biliyordum. “Şuradan düz git son bina bak.” Dedim Koray’ların sokağına geldiğimizde. Acaba üzerimde para var mıydı?

Ceplerimi kontrol ederken elime gelen kağıdı çektim. Tek yirmiliğim vardı. Parayı abiye uzattım. “Eğer birileri sana bir şey sorarsa çaktırmazsın abi, olur mu? Buranın adresini de verme.” Dedim.

“Kimse bir şey diyemez bana sen rahat ol.”

Üzerini verecekken “Aman kalsın ya.” Dedim, “Şimdi bozuklukla uğraşma. Hadi Allah’a emanet ol.”

Arabadan inerken kısa sürede dostluk kurduğum taksiciye el salladım. O da kornayla bana karşılık verdi. Esas sıkıntı bundan sonra başlıyordu. Apartmana girip daireye çıktım ve zile bastım.

Şimdi ne olacaktı?

Continue Reading

You'll Also Like

757K 31.6K 49
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
1.7M 39.4K 43
"O orospu çocuğunu öptüğün gibi beni de öp!" Dediği şeyle göz yaşlarımı daha fazla tutamayarak serbest bıraktım.Kafamı olumsuz anlamda sallayarak göz...
148K 8.3K 23
❝ Konserdeki Sevgilim: Mine, üç ay. Konserdeki Sevgilim: Sadece üç ay çıkıyormuş gibi davranacağız. Konserdeki Sevgilim: O kadar. Siz: Üç ayın sonun...
105K 8.2K 22
"Yine neyin var?"diye sordum bezgin bir ses tonuyla. Çünkü bezmiştim artık. Bu neydi canım?!Her gün,her saat insan hasta mı olurdu?! "Dün karnın ağrı...