Dağlar Duman

By EleizarJr

175K 6.2K 2.8K

NOT: WATTPAD'TAKİ İLK TERÖR HİKAYESİDİR. Bedirhan Hamidian , dünün öfkesi yarının ise intikamıyla yaşayan İr... More

1. BÖLÜM
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5.Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm PART 1
8. Bölüm PART 2
9. Bölüm
10. Bölüm
...
11. BÖLÜM
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
ÖNEMLİ!!
16. Bölüm
SINIR
BÖLÜM GELIYOR
17. Bölüm
ÖZÜR DİLERİM!
Sınır
19. Bölüm
TEKRAR MERHABA
20. Bölüm
21. Bölüm
22.Bölüm
23. Bölüm
TEŞEKKÜR EDERİM
24.Bölüm
25.Bölüm
26. Bölüm
YENİDEN MERHABA
NOT
27. Bölüm
RICA
28. Bölüm (PART 1)
ÜNİVERSİTE SINAVI
29. Bölüm (Part 2)

18. Bölüm

4.2K 151 59
By EleizarJr


Berf bari... (kar yağıyor.) Gece tipi şeklinde yeryüzüne inmiş, sabahleyinde durulmuş naif naif yağar olmuştu. İçimde çocuksu bir heyecan. Gidip oynamak, yere uzanıp baş ağrısına nasıl sebebiyet verdiğini bir türlü anlayamadığım masumiyet temsili beyazlığa bakmak, bir kez daha çocuk olmak istiyordum. En son annemle oynamıştık kar. Hastalanırım diye korkmasına rağmen ses etmez nasılda mutlu olduğumu izlerdi. Her bir kahkahamda yemyeşil gözleri mücevherler gibi ışıldardı. Annemin ölümünden sonra bir keresinde Murat'la da oynak istemiştim. Serkan'ın mızmızlığı tutmuş, oynaya gelmemişti bizimle. Zaten bu yüzden daha dışarı adımımızı atar atmaz Seher küplere binmiş bir halde soluğu yanımızda almış yakapaça geri içeri sokmuştu bizi. İlk defa o gün Murat bir şeye bendem daha çok ağlamıştı. Ben sekiz o ise on iki yaşındaydı ama yinede tombul ve biraz da kısa olduğundan sevimli bir çocuk görünümündeydi. Herkesin onu bu kadar tatlı bulmasına karşın annesinin daha az kilolu ve solgun duran diğer oğlunu kendisinden neden daha çok sevdiğini anlayamıyordu. Onu sakinleştirmek için tüm gün uğraşmıştım ama nafile... Ağlaya ağlaya bir köşede uyuyakalmış ertesi günü ise hiç sesi çıkmamıştı. Doğrusu bende merak ediyordum, Serkan'ın neden böylesine dengesiz buna karşın annesinin göz bebeği olduğunu. İçine kapanıktı aslında ama bir o kadar da hırçındı. Her an saldırmaya hazır bir kaplam gibiydi. Murat'ın aksine okumaya hiç hevesi yoktu, oysa ki zeki olduğunu hatırlıyorum. Ve derken onunla ilgili hatırladığım 'iyi' sayılabilecek bir şey daha geliyor aklıma. Anlık, oldukça tesadüfi bir sohbet.

Bundan bir yada iki yıl önceydi. Serkan yine eve geç ve sarhoş gelmiş, ayakta duracak hali kalmamıştı. O sırada su içmek için mutfağa inmiştim. Eşikte yığılı kalmış bedenini görünce bir şey oldu sanıp bir hışımla yanına varmıştım. Kalkmasına yardım etmek istedim ama o bunun yerine bileğimi kavrayıp benide yanına oturttu. Bir süre kan çanağına dönüşmüş çatık bakışlarını yüzümde gezdirdikten sonra belli belirsiz "Çok güzelsin..." diye söylendi. "Hiç değişmedin. Hala eve geldiğin günkü o çocuksun..." bir şey söylenmeye yeltendiysemde buna izin vermedi. "Faruk nede çok severdi seni!" Babamdan bahsediyordu. Ama neden? "Hiç kıyamazdı sana, hatırlıyorsun değil mi?"

"Serkan, ne oldu?" Beni duymuyor yada duymak istemiyordu.

"Babam niye sevmedi beni? Ben ona ne yaptım!?"

"!.." korkutucu ve bir o kadarda sessiz bir kahkaha attı. "Çünkü ben adi piçin pezevengin tekiyim! Zavallı bir hilkat garibesi! Beni kim neden sevsin ki ha!?"

"Serkan! Deme şöyle... sen iyi bir insansın. Hem babanın seni sevmediğini de nereden çıkardın?" Bir kez daha güldü. "Çünkü gitti! Beni de bir köpek gibi burda bu orospuyla bıraktı! Ben..." daha fazla devam edememiş ve kendini tutamayarak hüngür hüngür ağlamıştı. Tüm hayatım boyunca o gece Serkan'a karşı içimde bir sevgi ve merhametin olduğu ilk ve son gece olmuştu. Zira, tüm yaptığı iğrençliklerin, ondan nefret etmeme neden olan ona fiilin doğduğu an konuştuğumuzun daha ertesi günü başlamıştı. Birden bire olduğundan daha hırçın, saldırgan vede tehditkar bir hale bürünmüş bana bakışları değişmişti. Seher beni suçluyordu haliyle. Oğlunu ben bu hale getirmiştim onun gözünde. Ne olup ne bittiğine anlam veremeyince tüm konuştuklarımızı gidip Murat'a anlattım. Sözlerim bitti ve bu seferde o ağlamaya başladı. Ağabeyim... ağabeyim diye sayıklayışı gitmiyor hala kulaklarımdan. Meğersem babaları yani Kemal Yıldırım, aslında eşine ve çocuklarına düşkünlüğü ile bilinen saygın bir adammış. Taki bir gün "çok sevgili eşi (!)" Seher'in ihanetine uğrayana kadar. Seher onu en yakın arkadaşı ile defalarca aldatmış. Olan bunla bitse iyi zavallı adam daha sonra Murat'ın aslında kendi öz oğlu olmadığını öğrenmiş. Öfkeden deliye dönmüş, ne yapacağını bilmer bir halde soluğu o sözde en yakın arkadaşının yanında almış. Hıncını alasıya dek bıçakladıktan sonra (o dönem gazetelerin manşetinde "Saygın Bir İş Adamı Olan Kemal Yıldırım Ortağı Tahir Semiz'i 18 Yerinden Bıçakladı!" şeklinde yer edinmiş) kendi canın kıymıştı. Murat bunları yıllar sonra öğrenmişti. Aralarında sadece bir iki yaş olmasına rağmen Serkan onun kadar şanslı olamayıp her şeyi anı anına yaşamıştı. Seher vicdan azabından ve Murat'ın öz babasına olan benzerliğinden olsa gerek Serkan'dan başka bir şey görmez olmuştu. Ama işte bu hiç bir şeyi telafi etmemiş oğluna kendini affettirememişti. Ya değilse kim annesine orospu derdi!? Hoş Seher'in kendini affettirmesi gereken asıl kişi Murat'tan başkası değildi benim gözümde. O hep bir yanı eksik ve aslında olmaması gerek bir fazlalık olmuştu evin sınırlarında.

Karın yağmasından buraya dek sürüklendi kalemim. Belkide fazla birikmişliğim vardı. Bilmiyorum. İnsanların doğuştan mutlak bir kötülük potansiyeline sahip olduğu düşüncesini kesinlikle red ediyorum. Bedirhan mesela. Serkan mesela. Seher mesela.....

"Evra?" Kağıdı katlayı kalemle birlikte bir kenara koydum ve oturduğum köşeden "Buradayım." diye seslendim. Bedirhan'ın üstünde hala uyku mahmurluğu vardı. Omzunu duvara yaslayıp "Yerde oturmuş ne yapıyorsun öyle?" diye sordu.

"Hiç. Bir şeyler karalıyordum."

"Hmn... ne zamandan beri uyanıksın?"

"Çok olmadı, belki on beş dakka filan."

"Tamam, iyice acıkmışsındır o zaman. Xalti Rukiye'ye söyleyeyimde bir şeyler hazırlayıversin." Üstüne bir şeyler giyinirken "Aslında..." diye şöyle bir mırıldandım. Arkasına dönmeden boğazından boğuk bir ses çıkartarak devam etmemi belirtti. "Ben söylemeye gitsem daha iyi olur. Dün kek yapmıştım ya, hem ona hemde Hicran'a götürürüm. "

"Başını örtüp kalın giyindiğin sürece sorun yok." Eski kahverengi bir kazak ve aynı tonlarda paçaları çamurlu bir pantolon giyip yatağa oturdu ve yüzünü garip bir yorgunlukla sıvazladı.

"Bedirhan, iyi midin?"

"Akşam Hakkari'ye gidecem. Benal aradı, çocuklar durmuyormuş. Haklıklarda geçen aydan beri hiç gitmedim yanlarına." Bir an tam olarak ne diyeceğimi bilemedim. Tezgaha dayanıp "Oğullarını görmeye gidiyorsun işte, canın niye sıkkın?" diye sordum.

"2 hafta dönmeyecem."

"..."

"Kardeşim Nigar'da onlarla kalıyor, belki Hicran bahsetmiştir sana ondan."

"Bir ara söylemişti Şemdinli'de yaşayan bir ablam var diye-de ben hala anlamadım canının neden sıkkın olduğunu." Yerinden doğrulup bana doğru yöneldi. Ellerini tezgaha dayayınca ikisinin arasına sıkışmıştım. "Seni görmeden geçirdiğim tek bir saniye özleminle yanıp tutuşuyorum ben! Haberin ver mı bundan?"

"..."

"Yok tabi. Koynunda yatmama rağmen özlerim ben seni. Bazen kalkar uzun uzun seyrederim, yüzün masmavi halesinden sıyrılan mehtap gibi apaydınlık olur, dağılmış saçların ise geceye meydan okur korkusuzca..." baş parmağıyla hafifçe çenemi okşayıp konuşmasına devam etti, "Dudakların davetkâr bir şekilde aralandığında içime yakıp kavuran bir ateş düşer. Hele nefesinin sesi!.. kulaklarımda ki uğultusu ninni gibi gelir... sana muhtaçlığım gelirde aklıma, düşünmeden edemem, o da sever mi beni böyle diye?"

"B-Bedirhan!.." dudaklarında istihza bir gülüşle bakışlarını kısıp gözlerime kilitledi. "Söyle?"

"Kar!"

"Ne?"

"Kar oynayalım mı? Hicran'la Ömeri'de çağırırız?" onca güzel sözün ardından böylesine bir saçmalığı kim olsa beklemezdi elbette. Bir an ne diyeceğini bilmese de sonradan gülümseyip anlayışla gözlerini kırptı. "Tamam olur. Sen güzelce giyin bende senin şu meşhur kekinden xaltiyle Hicran'a götürürüm. Siz oynayana kadar xalti de kahvaltıyı hazırlamış olur." Tamam anlamında kafa sallayıp kollarından getirdiği bavulların içini karıştırıp kalın ve yumuşacık bir kumaşı olan toz pembe renginde bir kazak (yumuşaklığına bayılmıştım) grimsi bir pantolon ve ceket çıkarttıktan sonra aceleyle giyindim.

"Nasıl güzel olmuş mu?" Diye arkamı dönünce Bedirhan'ın zaten beni pür dikkat süzdüğünü gördüğümde utancımdan bakışlarımı kaçırmak zorunda kalmıştım. Neden sonra Bedirhan birden gülmeye başladı. Bakışlarım yeniden hızla onun abartısız kahkahalarıyla buluştu. Beğenmemiş miydi yoksa? Komik mi olmuştu? Model niyetine yapılan bolluğu yüzünden üstümde çuval gibi mi durmuştu? Ya niye böyle gülüyordu!?

"Dalga geç diye mi aldın bunu bana?!" Mahcubiyetimden bir hayli sinirli konuşmuştum. Yanıma gelip yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Ciğer parem! Dalga geçmiyorum ki ben seninle. Çok tatlı oldun, hoşuma gitti bende güldüm." Ama Bedirhan, bana öyle bakma!..

"Hem ben seninle neden dalga geçeyim güzelim? Haşa ne haddimize?"

"Yani öyle gülünce ben sandım ki... ya boşver. H-Hicran'ı çağır hadi sen." Yanağıma bir öpücük kondurdu. Ardından gülümseyip bir şey demeden tazgahtaki kekleri tabağa koyup dışarı çıktı. O çıkar çıkmaz kendimi yatağa bırakıp bir ton sövdüm kendime. Her defasında rezil olmayı nasıl başardığımı bende anlayamıyordum bir türlü. Ayrıca... gerçekten tatlı mı olmuştum?

Hızla kalkıp lavaboya doğru koşturdum. Aynadan görüntüme baktım. Önüme düşen hafif dalgalı saçlarım vede üstümde ki bu ponçik kazakla gerçekten sevimli bir çocuğu andırıyordum. Fakat bunun iyi mi yoksa kötü bir şey mi olduğundan emin değildim. Yinede üstünde fazla düşünmeye gerek duymayarak çıktım lavabodan. Bedirhan'ın ve bim dağınık kıyafetlerin yerde saçılmış bir halde duruyordu. Hicran gelip görse bu hali eminim hiç te hoş şeyler düşünmezdi. Bedirhan gelene kadar her yeri toplamış olmak için hızla yatağa yöneldim. Çarşafı avucumla şöyle bir silkeledikten sonra iyice gerip dümdüz yaptım. Yorganıda üstüne özenle örtüp yastığı koyduktan sonra kıyafetleri katlamaya koyuldum. Elimde Bedirhan'ın ceketi vardı. Katlarken ceketin cebinden bir şey düştü yere. Ne olduğuna baktığımda nedenini anlayamadığım bir şekilde kanım çekilmiş gibi hissettim. Bir fotoğraftı bu. Bedirhan ve karısı...

Lusadzin... dünyalar güzeli bir nazeninmiş... Fotoğraf eskimiş, yıpranmış fakat yinede Lusadzin'in yemyeşil gözlerindeki çocuksu heyecanı ve eşsiz gülüşü solduramamış. Bedirhan'ın dediği gibi simsiyah lüle lüle saçları dağınık bir halde omuzlarından dökülüyordu.

Yalnız fotoğrafta sadece bu güzel genç kız yoktu. Kollarını sımsıkı bir şekilde dolamıştı kocasının beline. Bedirhan... onun daha önce hiç böyle gülümsediğini görmedim. Ne bana nede bir başkasına. Gözlerinin içi parıldıyor adeta. Yüzünde o yara izi yok. Lusadzin'den önce olan hiçbir şey yok bu fotoğrafta. Sadece Lusadzin, o ve...

نه زنده ام از هجر تو اي شوح نه مرده
فرياد از اين نو وجود عدم آلود

Bu şiir.

"Evra?" Korkudan yerimden sıçrayarak arkamı dönünce Bedirhan'ın kaşlarını çatmış, sorgulayan bakışlarla beni süzdüğünü gördüm. Ardından gözleri elimde tuttuğum fotoğrafa kitlenmişti.

"Ben... ceketini katlıyordum... içinden düştü..."

"..." fotoğrafı ona doğru uzattım. İçimde kopan fırtınadan habersizdi. İçindeki yangından habersizdim...

"Şiiri okudun mu?"

"..."

"Ne zinde em ez hicr-i tu ey şûh ne mürde / Feryâd ez în nev vücudî-i adem âlûd... Hasretinden ne diriyim ey şuh, ne de ölü; bu yokluk dolu yeni varoluştan feryad!"

"..."

"Yavuz Sultan Selim'e ait bir şiir. Lusadzin öldükten sonra yazmıştım."

"Özür dilerim."

"Ne için?"

"Fotoğraf... ben sadece eşyaları topluyordum içinden düşünce baktım. Sanki karıştırmış gibi oldum.." acı acı gülümseyip tekrar fotoğrafa döndü. İşaret parmağı Lusadzin'in üstünde bir ileri bir geri geliyordu. "Çok güzelmiş." dedim, ama aslında niye böyle bir şey söylediğimi bilmiyordum.

"Öyleydi..." Bedirhan'ın gözünden süzülen bir damla yas resmin üstüne düştü. Ve işte tam o anda yok olmayı diledim!

Aşk kolay göründü ilkin ama,
ne güçlükler çıkmadı ki sonra.

—————————————————-

"Tamam tatlı konusunda belki o kadar da iyi değilimdir... ama şimdi Allah için söyle yemekleri en az xalti Rukiye kadar güzel yapmıyor muyum sencede?" Hicran'ın çocuksu sitemine karşı Ömer şen bir kahkaha attı. "Unutup yakmazsan güzel olabilir tabi..."

"Ya abi bak ne diyor duydun mu!?" Sırtım onlara dönüktü. Yere çömelmiş çıplak ellerimi karın içine doğru olabildiğince derine batırıyor uyuştuğunu hissettiğim vakit geri çıkarıyordum. Ellerim artık kırmızıdan iyice mora dönmüştü. Gene de halimden memnundum. Garip bir şekilde içimde duyduğum acıyı hafifletmişti.

"Evra?" Bedirhandı. Cevap vermedim. "Neyin var? Kar oynamak istediğini söyledin ama şimdi bizden uzakta oturmuş sus pus olmuşsun?"

"Yok bir şey."

"Evra..." lafını tamamlamasına izin vermeden "Ben içeri geçicem. Üşüdüm." diye bir bahane uydurdum ve kalkıp kalrın izin verdiği ölçüde hızlı adımlarla eve doğru yürüdüm.

"Yenge hanım nereye? Daha bir tane bile kar topu savaşı yapmadık!"  Ömeri duymazlıktan gelip yürümeye devam ettim. Tam o sırada sertçe esen bir rüzgar yüzümüze tokat gibi vurdu. Öyle ki bir an dengemi kaybedip yere düştüm. Gözlerime biriken karı ovuşturup geçirince karşımda bir delikanlının dikildiğini gördüm. Gülümseyerek beyaz bir örtüyü bana doğru tutuyordu. Sonra idrak ettim, rüzgardan dolayı, gevşekçe bağladığım şalım düşmüştü. Delikanlıya olabildiğince gülümseyip "Spas." dedim ve şala uzandım. Meğerse asıl fırtına tam o anda kopacakmış da haberim yokmuş... saniyeler içinde, ben daha ne olduğunu anlayamadan Bedirhan delikanlının üstüne çullanıp alaşağı etti. Adamın can havliye attığı çıklıklar benim Ömer'in imdatı için attığım haykırışlara karışmıştı. Ama hiç kimse, ne Ömer ne de gürültüyle dışarı çıkan erkekler, yardıma gelmedi. Bakmaya zar sor cesaret ettiğimde Bedirhan'ın Kürtçe bir şeyler saydırarak adamı yumrukladığını gördüm. Karlar zavallı delikanlının kanına bulanmıştı. İçim kalktı. En son dayanamayıp koluna yapıştım Bedirhan'ın. Bir yandan çekiştiriyor bir yandanda durması için yalvarıyordum. Bir kaç dakika sürdü bu hal. En sonunda hıncını aldığından olsa gerek bırakıp hışımla geri çekildi.  Etrafımıza doluşan insanlara öyle bir tehditkar bakış attı ki herkes geldiği gibi sessizce geri evlerine dağıldı. Benide kolumdan tuttuğu gibi içeri sürükledi.

"Neden güldün o adama!?"

"Ne!?"

"Ne dediğimi duydun! Ne halt demeye gülüyorsun elin adamına? Lan çıldırtmaya mı çalışıyorsun beni!?"

"Sen sırf bu yüzden mi saldırdın ona!?" Şaşkınlıktan ve korkudan kekeliyordum.

"Hayırdır çok mu için acıdı? Bana bak Evra..." koluma aniden yapışıp beni kendine doğru çekti. "Sen... benden başka bir erkeğe gülümseyemezsin. Konuşamazsın! Başka bir erkeğe bakamazsın! Anladın mı beni iyice. Ne ben hayattayken ne de ben öldükten sonra... "

"Ama sen hala başka bir kadını severken, o başka kadının dışında başka bir kadınla evliyken ve ondan iki çocuğun varken bana istediğini yapabilirsin öyle mi?"

"Ne saçmalıyorsun sen!"

"Hala Lusadzin'i seviyorsun, ve sırf onun acısını dindirebilmek için başkalarını yakıyorsun! Bu kadarsın sen işte."

"..."

"Sırf güldüm diye birine zarar verdin. Neredeyse öldürecektin onu. Ama bunun yanında Lusadzin'in fotoğrafını taşıyorsun. Nasıl görünüyorum ordan sana? Bir sığınmacı mı? Kimi seversen sev ne yaparsan yap ama benden uzak dur Bedirhan ağa! Ömrümün kalanını sana katlanarak geçirmek sorundayım madem, daha fazla zehir etme hayatımı."

Geri çekildi. Parmaklarını saçlarına geçirip bir süre etrafında dolandı. Ardından tekrar bana doğru dönüp "Ben Lusadzin'i unutmak için seni ve Benal'ı kullandım öyle mi?"

"..."

"Senin için ne hallere düştüm görmüyor musun, ha?"

"..."

"Sırf sen gül diye attığım binbir taklayı, sırf beni sev diye okuduğum şiirleri... sırf yanımda mutlu ol diye nasıl değiştiğimi... görmüyorsun senin için yanıp bittiğimi?"

"..."

"Ben iki ay peşinde dolandım. Tam iki ay uzaktan uzaktan izledim seni. Gülüşünü izledim. Pamuk şeker yerken ağzını yüzünü batırıp eğlenişini... arkadaşlarına sarılışını... Murat'la nasıl konuştuğunu dinledim... onun kıyafetine sarılıp uyuyuşunu... bazen tedirgin olup arkana baka baka yürüdüğün vakitler seni korkuttuğum için kızdım kendime. Abdullah'ın yanına gidip rahatladığını görünce dünyalar benim oluyordu. Kendi kendine konuştuğunda seni dinlemek... seni tek dinleyenin ben olduğumu bilmek...  senin her anında her parçanda oldum ben! Harun'un seni sevdiğini, sana güldüğünü görmek zorunda kaldım! Ben karşına bu halde çıkmaya cesaret edemezken onun seninle muhabbet edişini izledim! Telefonun elime geçince Murat'ın sana yazdıklarını okudum, beraber çekindiğiniz fotoğraflara baktım! Sen hala gelip ne cesaretle bana seni kullandığımı söylersin!"

Sesi sadece evin toprak duvarlarında değil eminim ki tüm köyde yankılanıyordu. "Benden başkasına bakmana bile tahammülüm yok! Benden başkasına gülmene, benden başkasıyla konuşmana, benden başkasını özlemene sarılmana.... yapamazsın! Bu saydıklarımın hiç birini yapamazsın Evra! Çünkü sen sadece benimsin. Benim sevdiğim kadınsın! Bir başkası sevemez seni... sevemez..."

Yere çömelip parmaklarını bir kez daha hınçla saçlarına geçirdi. Bir şeyler söyleniyordu kendi kendine ama anlamıyordum. Bende onun karşısına geçip oturdum. Dediklerim yüreğime dokunmuş zihnimi alt üst etmişti. Ellerini hafifçe kavrayıp ismini fısıldadım. Bakmadı.

Ne yaptılar sana?... hep kaybetme korkusu, ve sevgisizliğin dehşeti. Öfkenin can bulmuş hali. Haşhaş bahçelerinde koşturmuşçasına kendinden geçen bir akıl. Ve onu diriltmeye çalışan aciz bir kalp... Bedirhan, ne yaptılar sana?

—————————-

Sessiz  geçen bir yemeğin ardından Hicran ağabeyinin eşyalarını toparlamak için usulca kalktı yerinden. Ömer pür dikkat tabağını izliyordu. Bedirhan ise tezgahın yanındaki pencereye dayanmış sigara içiyordu. Huzursuz bir sessizlik, bir şey demeyi bırak birbirimize bakmaya bile çekiniyorduk.

"Tütün tabakasını da koy Hicran, geçen ay unutmuştun bide onla uğraştırma beni." Bedirhan yeniden eski sert haline dönmüş, öyle ki onun konuşmasıyla için buz kesmişti. Hicran ise cevap vermekten çekinmiş boğazından amladığını belirten bir ses çıkartıp tütün tabakalarınıda valizin kenarına sessizce yerleştirmişti. Allahtan bir süre sonra kapı çaldı ve bu rahatsız edici sessizlik seromonisi son buldu.

"Dur yenge ben bakarım." Ömer bana fırsat tanımadan kapıyı açtı. Sesinden anladığım kadarıyla gelen bir erkekti. Gayri ihtiyarı bir merakla her ne kadar arkama bakmak istesemde demin olanlardan ötürü cesaret edemeyip tabağımdaki yemeyi eşelemeye devam ettim. Ne konuştuklarını dinliyor fakat yine anlamıyordum. Tek farkettiğim adamın Kürt olmadığıydı çünkü aksanı kesinlikle buradakilerin konuşmasına benzemiyordu. Zaten çokta uzun sürmedi. Ömer elinde orta boylarda ama pekte hafif sayılmayan karton bir kutuyla geri döndü. Elindekini bir kenara bırakıp eski yerine geçti. O sırada bana göz ucuyla baktığını farkettim. Sanki bir şey demek istiyorda çekiniyormuş gibi.  Aramazdaki bu manalı ama anlaşılması zor bakışmayı yine Bedirhan'ın sesi böldü.

"Gece yola çıkıcam. Bu sefer sende benle geliyorsun Ömer."

"Neden abi?" Hicran ile bakışlarımız aynı anda bu genç adama kilitlenmişti. Zira Bedirhan bir ricada bulunmamış tam tersine adeta emretmişti. Yinede onu sorgulama cesaretini gösteriyor olması ister istemez ikimizdede bir tedirginlik uyandırmıştı.

"Halletmen gereken işler var, senden başkasına teslim edemem."

"Peki ya yenge? Hicran yalnız kalmaya alışıkta o olacak?"

"Bir müddet ikisi birlikte xalti Rukiye'nin evinde kalsın." Konuşmalar bu denli kısa ve özdü işte. Ömer daha fazla bir şey sormadı. Ellerini sofra bezinin üstüne silkeleyip yerinden doğrulurken "Biz gidelim artık." diye sessizce söylendi. Hicran da işini bitirmişti zaten. Çıkmadan önce abisinin yanına gidil ona sıkıca sarıldı. Aralarında kısa bir şeyler konuştular. Ardından Bedirhan ağa bacısının alnına ve yanağına öpücük kondurup gram tebessüm etmeden bir sigara daha yaktı. Sonrasında duyduğum tek şey çakmağın sesi ve genç kızın derin iç çekişi olmuştu.

Sofra toplanmış, Ömer'le Hicran gitmiş, yalnız kalmıştık. Sessizlik hala büyük bir sabırla sürüyordu. Ben bir şey demek istesem bile ne diyeceğimi bilmiyor elimde kağıt kalem bir şeyler yazmadan öylece duruyordum. Bu şekilde ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama en sonunda Bedirhan küçük buzdolabından iki şişe bira çıkartıp yere, tam karşıma çömeldi.

"İçtiğini bilmiyordum..."

"Rakının yerini tutmasada idare ediyor işte."

Bir şey demedim. Onun yerine kalkıp kıyafetlerimin olduğu valizden pijama aradım. Ama bulabildiğim tek şey saten, siyah, kırmızı, beyaz renklerinde ve hiç te "masum" görünmeyen gecelikler olmuştu.

"Şey... Bedirhan.."

"Hı?"

"Bana.. hiç pijama almadın mı?" Yüzüne bakmıyor olsamda sadistçe bir zevkle kubardığından emindim. "İyi bak... vardır orada giyebileceğin bir şeyler."

Kahretsin!

Boğazımı temizleyip "Neyse bu günlük üstümdekilerle yatayım da yarın Hicran'dan alırım." dedim.

"Sana aldıklarımın nesi var?"

Sorunda orda, bir şeysi yok!

"Seninle konuşuyorum. Git giy onları."

"Seninle daha fazla tartışmayacağım Bedirhan. Giymiyorum."

"Emin misin?... giymiyorsan ben giydirmesini bilirim yalnız."

Elime ilk geçeni (siyah renkli olandı) kaptığım gibi hızla lavaboya daldım. Bir çırpıda üsteme geçirip sabahlığını da giydikten sonra aynadan şöyle bir süzdüm kendimi. Ne yalan söyleyeyim eğer içerde Bedirhan olmasaydı halim hoşuma gidebilirdi. İlk defa böyle bir gecelik giyinmiştim. Hem şık hem rahattı. Biraz fazla açık olması dışında gayet iyidi aslında... topuz yaptığım saçlarımı açıp omuzlarıma doğru dökülüşünü izledim yansımamdan. Ardından çekinden adımlarda dışarıya çıktım. Başım yere eğip duyulur duyulmaz bir sesle "Giyindim.." dedim. Ben içerdeyken sigarasını yakmıştı. Hızlı bir nefes daha çekip alelacele söndürdü ve yerinden çevik bir hareketle doğruldu.

"Kaldır başını." Olmaz!

Çenemi hafifçe kavrayıp yukarı doğru kaldırdı. Gözlerimiz birbirine kenetlenmişti sanki. Eğer aramızda garip bir soğukluk, sigara ve bira kokusu olmasaydı hep öyle kalmayı bile isteyebilirdim. Ama bunun yerine daha başka, bambaşka bir şey oldu.

Temkinli adımlarla üstüme yürüdü önce. Geri çekildikçe de duvarla onun arasına sıkıştım kaldım. Elleri belimi saran, sabahlığımın kuşağını buldu. Onu çözerken buğulu ve boğuk bir sesle "Buna ihtiyacın yok..." diye mırıldandı. O sırada ne mi yapıyordum. Hiç. Gözlerine bakakalmış bir halde heykel gibi durdum karşısında. Saniyeler içinde sabahlığım üstümden kayıp gitmişti. Yarı çıplak diyebileceğim bir vaziyetteydim, parmakları omuzlarımdan aşağıya doğru naif bir hareketle kayıyor sonra belimi bulup kendine çekiyordu. O an gözlerini bir kere bile olsun ayırmadı bakışlarımdan. Hatta kırpmıyordu bile. Hafif aralık duran kurumuş dudaklarını yalayıp sertçe yutkundu. Bir şey söyleyecek ama buna hiç dermanı yokmuş gibiydi. Sessizliği bozan ben oldum. Bir şey yapmadığım halde nefes nefese kalmış bir şekilde adını seslendim. Kollarını daha sıkı dolayıp alnını alnıma dayadı.

"Yapma..."

"Neyi?" Cevap veremedim. Gülümsediğini hissedebiliyordum. Önce yanağıma küçük masum bir öpücük kondurdu. Ve bu masum öpücükler dudağımın kenarına kadar geldi. Tam o esnada başımı sağa çevirerek boğulmaktan son anda kurtulmuş gibi derin derin çektim içime havayı. Yapma!... dudakları boynumda gezinirken artık öpüşü masum olmaktan çıkmış, şehvet dolu bir hal almıştı. Ard arda öpüyor, sıcak soluğunu tenime işliyor, dudaklarını bir aşağı bir yukarı sürterek beni adeta benden alıyordu. Daha önce hiç hissetmediğim, yaşamadığım ve ne olduğunu sadece okuduğum iki üç kitaptan bildiğim bir şey içimde yer edindi. İstek...

Yinede... olmaması gereken bir şeye adım adım ilerliyor olmak korkutuyordu beni. Bir kez daha, pekte işe yaramayacağını bildiğim halde "Yapma!" diye iç geçirdim. Ama bu sefer aldığım cevap farklı olmuştu.

"Neden?"

Bedenimi saniyeler içinde kucaklayıp yatağa uzattı. Kadınlığımın üstüne oturmuş kazağını çıkarmakla uğraşıyordu. İşi bitince bir müddet daha gözlerini gözlerime kilitledi. Yüzünde oldukça sert, ciddi bir ifade vardı. Üstüme uzanıp başını boynuma gömdü. Soluğumuzun sesleri birbirine karışmış baş döndürücü bir hal almıştı. Kollarımı belime sarıp sırtını okşarken kokusunu içime çektim. Neden... neden olmasın?

Bacaklarımı dikkatlice ayırdığımı farkedince oyalanmadan yerini aldı. "Çok güzelsin..."

"..."

"Korkuyor musun?"

"..."

"Canını yakmayacam..." dudaklarıma doğru yönelimce demin olduğu gibi yeni aynı tepkiyi verip başımı çevirdim. Bundan pek hoşlanmamıştı ama yinede sesini çıkarmayıp boynumu ve gerdanımı öpmeye devam etti. Belden aşağısını yavaş yavaş hareket ettirmeye başlamıştı. İçim alev alev, tüm beyim hücrelerim alarmdaydı. Kalbim daha önce hiç olmadığı kadar hızlı çarpıyordu. Ve derken hareketleri biraz daha hızlandı... başını gerdanımdan kaldırıp yeniden bakışlarını yüzüme çevirdi.

Elleri elbisemin altında iç çamaşırımın kenarını kavrayınca ani nir hareketle bileğini yakalayıp "Dur!" diye haykırdım. "Ben... yapamam...." soluğunu önce yüzüme savurdu. Hayalkırıklığı gözlerinin ve yüzündeki belli belirsiz kırışıklarına işlenmişti. Bir şey demek için ağzını açıcak oldu ancak aniden bastıran bir ağzıyla yüzünü buruşturup bir hışımla üstümden kalktı kendini lavaboya attı. Bende yerimden doğrulup kendime çeki düzen vermek istedim ama nafile. Ne soluğumu düzene sokabilir ne ellerimin titremesini engelleyebiliyor ne de tenime işleyen o ılık hissiyattan kurtulabiliyordum. Tezgahın musluğundan akan ince suyla olabildiğince yüzümü ıslattım. Ardından yerden sabahlığımı üstüme geçirip sıkıca bağladım. Tam olarak ne kadar oldu bilmiyorum ama pekte kısa sayılamayacak bir süre geçtikten sonra Bedirhan buz kesmiş bir halde çıktı lavabodan. Ona dik dik bakışımdan rahatsız olmuş olacak ki "Bakma öyle!" diye azarladı.

"On senedir hiç bir kadına elimi sürmedim. Seni bıraktığıma dua et, gençliğimden beri yapmadığım bir şeyi yaptım senin yüzünden." Utancımdan yerin 7 kat değil bin kat dibine girmiştim.

"Ben... özür dilerim..."

Yatağa uzanıp beni kendine doğru çekti. Başımı çıplak göğüsüne yaslayıp kalbinin atışını dinledim. Sanki bir şehirde ard arda bombalar patlıyormuş gibi güçlü ve de hızlıydı.

"On senedir hiç bir kadına el sürmedim derken, ne demek istedin." Hırıltılı bir şekilde güldü. "Benal Ali'ye hamile kalına bir daha birlikte olmadım hiç. Erkeğiz neticede... bazen dayanması zor oluyor, hele ki senle uyurken..."

"!.."

"Bazen sana öfke dolu oluyorum. Bazen bir bakışınla deliye dönüyorum. Bir dokunuşunla kendimden geçiyorum. Tek bir lafınla her şeyi darma duman edesim geliyor..."

"..."

"Sana bir masal anlatayım ister misin?"

"Ne masalı?"

"Zamanın birinde zavallı bir köle, hisarlarla çevrili eşsiz güzellikte bir şehrin kapısına varır ama geçemez... Ne yapsa ne etse aşmayı becerememiştir o koca hisarları. Öyle ki artık şehre girememenin hasretinden adeta meczuba döner. Ve derken bir gün şehrin sahibi, yani Şehrazad bu aciz kölenin haline acır ve dayanamayıp onu surlardan geçirir. İhtişamlı bir saraya buyur edilen köle gözlerini Şehrazad'dan alamaz... ve sonunda şehrin sahibi ona sorar, nedir derdin diye. "Neden günlerdir bu şehrin kapısında bekler durursun?" Kölenin cevabı var ama terennüm etmeye cesareti yokmuş. Oturduğu yere iyice sinmiş. Şehraz bir kez daha sormuş "Söyle bana, ne istersin benden?" Köle daha fazla uzatmayıp tereddütle yanıtlamış, sesini Şehrazad'dan başka duyan olmamış... "Azat eyle beni..." Şehrazad kölenin yanına varıp boynuna geçirilen, ve insanlarca köle olarak tanınmasını sağlayan demir tasmayı çıkartıp bir kenara koymuş. Ama hayır... kölenin isteği bu değilmiş. Bir kez daha yakarırcasına istemiş "Beni azat eyle ey Şahrazad!" Güzel şehrin güzel sahibi anlayamamış. "Seni zincirlerinden kurtardım, artık bir köle değilsin." demiş. Adam bu sefer sahibin gözlerinin içine bakmış. "Beni azat eyle Şehrazad... bu şehre hapset beni. Olacaksam, sana azat olayım.""

"Sonra ne olmuş?"

"Bilmiyorum henüz... sence ne olmuştur?"

"..."

"Evra?"

Sesimi çıkartmayıp masmavi halesinden sıyrılan mehtabın cama vuruşunu izledim. Az zaman sonra ikimizde uykuya daldık. Rüyamda ben, eşsiz güzellikte bir şehrin yegane sahibi, Bedirhan ise halkım, azatlı kölem, hükümdarım olmuştu...

Continue Reading

You'll Also Like

AŞIK CİNİM By Gece....

Historical Fiction

91.6K 3.6K 36
Nefret ettiği bir insanoğluna aşık olmuş bir cin aşık bir cini olan kız Peki sizce bu aşka ne olacak başlamadan bitecekmi yoksa büyük bir yasak a...
26.4K 1.6K 20
Mucizevi bir şekilde geçmişe giden bir kadın, ardı sıra getireceği hadiseler ile tarihi değiştirmeye başlar. Osmanlı'nın kurucusu olan Osman Bey'in a...
850K 46.5K 40
HİKAYE TAMAMLANMIŞTIR - Genç kız ağlamaktan kızarmış gözlerle adamın koluna tutunarak hayatı için yalvardı.. - Sizi asla sevmeyeceğimi biliyorsunuz...
Algon By defnetheshipper

Historical Fiction

55K 1.9K 24
Kuruluş Osman - Alaeddin ve Gonca Alaeddin Gonca'nın ihanetini öğrendikten 3 yıl sonrası