Mavi Vurgun | TAMAMLANDI

By elif_yaman11

80.5K 6.4K 2.1K

*Kapak Design Knights'a ait* Bu fikir pek aklıma yatmasa da içimden gelmeyerek onu kafamla onayladım. "Elbe... More

1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM |FİNAL|
Açıklama

18. BÖLÜM

2K 170 58
By elif_yaman11

Keyifli okumalar!

*

Havluyu ıslak bedenine sararken yarasını acıtmamaya dikkat ederek kucağıma aldım. Aslında ona banyo yaptırmayı teklif ettiğimde daha hırçın bir tepki bekledim, tıpkı gözlerindeki dalgalar gibi ama Elem sadece üzerinde özel bölgelerini kapatacak bir şey olursa bunu kabul edeceğini söyledi. Niyetim Elem'i rahatsız edecek bir şey olmadığı için bunu reddetmeyi aklımın ucundan dahi geçirmedim. Hatta bundan memnun olduğum bile söylenebilir. Sonuçta bana aşık olmayan bir insanın vücuduna dokunuyorum, onu dokunuşlarımla rahatsız etmek ve onun benden şüphe duymasını sağlamak istemem.

Kollarımın arasındaki bedeni görünüşünün çelimsiz görünüşünün aksine oldukça ağırdı. Taşıyamayacak kadar değildi ama beklediğim ağırlıktan fazlaydı. "Elem, göründüğünden daha ağırsın." diye fısıldadım, sanki zorlanıyormuş bir yüz ifadesi de cümleme eşlik etti.

"Soyadının ağırlığı Boran, destan gibi. Daha kısa bir şey seçilmeliydi." Gülümseyerek karşılık verdim sözlerine. Nasıl da tatlı düşünmüştü, benim küçük sevgilim.

"Eski soyadından sadece iki harf fazla." İşi iyice dalgaya vurmuşken onu odadaki makyaj masasının sandalyesine oturtup tarağı elime aldım.

"Harf sayısıyla alakası yok, Boran. Kişiliksiz birinin soyadı ne kadar uzun olursa olsun bir ağırlığı olmaz ama sizin soyadınız değil tek mesele. Soyadına ağırlık veren, senin kalender ve asil tavırların. Sana yakışır biri olmak için çabalarken böyle ağırlaştım." Önce saçlarının ucuna küçük hareketlerle taradım. Bir yandan da aynadan gözlerini izledim. Mavi gözlerini üstümden çekmedi, yüzünde minik bir gülümseme peyda oldu. Belki de anlatmak istediğini tam da istediği gibi anlattığı için kendinden memnundu ya da sadece bana gülümsemek istediği için gülümsemişti. Tarağı usul usul daha yukarılara çıkarıp tekrar aşağı indirirken saçlarındaki nem git gide azaldı. O hala beni izlese de ben bütün ilgimi saçlarına yönelttim ve sanki dünyanın en mühim kişisine hizmet veriyor gibi özenle, aşkla taradım saçlarını. Git gide dalgaları belirginleşmeye başlayan saçlarının şu anki neminin saç kremi için yeterli olacağını düşünerek eğilip masadaki saç kremi kutusuna uzandım. Parmaklarıma bir miktar döktükten sonra kutuyu tekrar masaya koyup Elem'in saçlarına yöneldim. Diplerine gelmemesine özen göstererek saç uçlarına sürdüm. Elimdeki krem tükendiğinde saçlarını salık bırakarak geri çekildim.

"Sen kendin giyinebilir misin yoksa yardım edeyim mi?"

"Teşekkür ederim ama kendim giyinebilirim." Gülümseyerek kafasını iki yana salladı.

"Pekala, ben bize bir şeyler hazırlayayım. Aşağı inmek istersen haber ver, yardımcı olayım." Kafasını salladığında uysal tavırlarının daim olması için dua ettim fakat o Elem Göğekazılı'ydı, dik başlı olmayınca tadı çıkmazdı.

Merdivenlere geldiğimde dağ evindeki merdivenler gözümde canlandı, her bir adımımda yaşadığımız anları parça parça izledim ve o en büyük aptallığım geldi gözümün önüne. Nasıl bayılmıştım anlamıyorum, Elem'i koruyacağıma söz vermişken nasıl bayılırdım? Sözümde dahi duramamıştım, Elem tüm bunlara rağmen neden onu sevmemi istesin ki? Tam bir beceriksizim. Ben Elem'i koruyacağımı söylerken Elem benim hayatımı kurtarmıştı. Elem, benden daha dayanıklıydı ve bu zoruma gitti. Gururumdan değil ama ben ona söz vermişken tutamadım, asıl zoruma giden de bu.

Mutfağa girdiğimde dolaptan birkaç malzeme çıkarıp tost yapmaya koyuldum. Doktor, Elem'e iyi beslenmesini söylemişken ben ona tost yapmaya kalkıştım. Aman ne harika bir kocayım! Tost için çıkardığım malzemeleri geri yerine koyup kahvaltı gibi hafif bir akşam yemeği hazırlamaya karar verdim. Sonuçta birkaç gündür hastanede ve yemekle değil, tıbbi şeylerle beslendi. Bir anda ağır bir yemekle vücudunu zorlamaktansa hafif bir şeyler yemesi daha sağlıklı.

Küçük bir tavaya biraz süt ve yulaf koyup hemen ocağın yanında avakadoyu ikiye ayırdım. Kaşıkla püre kıvamındaki meyvesini kaşık yardımıyla çıkarıp derin bir kaseye koydum. İçine birkaç damla zeytinyağı damlatıp oldukça az, sadece tat vermesi için de tarçın koyup çatal ile hafif ezerek karıştırdım. Tam anlamıyla püre kıvamını aldığında kepek ekmek dilimini bıçakla ortadan kesip ikisine de hazırladığım püreyi sürüp düz bir tabağa koydum. Tavadaki lapayı birkaç daire çizerek karıştırdıktan sonra küçük bir kaseye yeşil zeytin koydum, ardından ısıtıcıya su koyup yeşil çay demlemeye karar verdim. Porselen çaydanlığın süzgeç kısmına birkaç tutam yeşil çay yaprağı koyup kaynayan suyu de çaydanlığa döktüm, kısık ateşte demlenirken ben de lapanın içine katmak için muz ve çilekleri parçaladım.

Çıplak ayakların mermer zeminde çıkardığı garip sesler kulağımı doldurduğunda gelenin oldukça yavaş atılan adımlardan dolayı kim olduğunu anladığım için lapayı karıştıramaya devam ettim. Ardından mutfak sandalyelerinden gelen sesle Elem'in oturduğunu anladım. Beni çağırmaya gerek duymamıştı. Ya acısı benim abarttığım kadar değildi ya da acıya karşı gelmek için çabalamayı seçmişti. Kaselerden birine hazırladığım lapayı koyup üzerine kestiğim çilek ve muz parçacıklarını özensinsizce serpiştirdim. Fazla mı özensiz davrandım yoksa beceriksiz miyim bilemedim ama internetteki fotoğraflarda hep özensizce serpiştirilmiş gibi görünmez mi? Üstelik hepsi de garip ve doğal bir güzelliğe sahip.

Kaseyi ve ekmek dilimlerini koyduğum tabağı kaşıkla birlikte Elem'in önüne koyup dolaptan çay fincanı alıp demlediğim yeşil çaydan koydum. "Şeker, limon, bal? Ne alırsın?"

"Sade olursa sevinirim." Kaşıkla lapayı dürtükledi. Burnunu kırıştırarak lapayı incelediğini görünce gülümsedim. Demek ki sevmiyordu.

"Beğenmediysen yemeyebilirsin, kendini zorlama." Çay fincanını da servis ettikten sonra karşısına oturdum.

"Doğrusu beğenmemek değil ama ben bu kıvamdaki şeyleri sevmem pek." Onu kafamla onaylayıp kaseyi önünden aldım diğer tabağı işaret ettim.

"Onu yiyecek misin?"

"Evet ama zeytin var mı yanına, biraz canım çekti de?" Gülümseyerek kalkıp dolaptaki kahvaltılıkların hepsini Elem'in önüne dizdim. Alakalı, alakasız. Yemeyeceğini düşündüğüm birkaç reçeli daha önüne koyup tekrar karşısına oturdum. Gülümseyerek ekmeği alıp beklediğimden çok daha büyük bir istekle yemeye başladı. Bir ekmek, bir zeytin, bir yeşil çay sıralamasıyla hepsini bitirdiğinde ben hala yüzüme yerleşmiş bir gülümsemeyle onu izlemeye devam ettim. Biçimli kaşlarını hareket ettirerek göz kırptı. "Ne oldu?"

"İştahlısın ama zayıfsın, sanırım yiyerek zayıf kalmayı başaranlardansın." Gülümseyerek tabağı alıp ayağa kalktığında şaşırarak elinden tabağı aldım. "Sen otur, hatta git uzan, dinlenmen gerek."

"Boran, çok ilgilisin, bu beni bunaltır."

"Çünkü için deşildi, ilgisiz olmamı bekleme benden güzelim." Tabağı makineye yerleştirip masayı toplarken Elem kafasını sallayarak içeriye doğru yöneldi. Ardından bir süre baktıktan sonra kalktığım sandalyeye tekrar çöktüm. Kaşığı alıp lapaya daldırdım. Belki de Elem bu kadar abarttığım için istememişti onu sevmemi. Haklıydı da aslında. Aşırı ilgi onu bunaltabilirdi. Kadınlar olağanüstü yaratıklardı fakat Elem sıradan bir kadın değildi. Benim için özel olmasının yanı sıra her kadın gibi değildi. Belki fizik olarak birçok kadınla aynı özellikleri taşısa da Elem'in ruhu bambaşkaydı. Elem yaralıydı ve tedaviye karşıydı. Onu zorla tedavi edemezdim ama tedaviye ikna edebilirdim. Elem'in inadını kırıp onu yaşamaya ikna etmiştim. Onun gözlerindeki umut ışığının sebebi olabilmiştim. Tekrar başarabilirim bunu, o ışığın parlaması için gerekli olan elektriği sağlayabilirim. Bunu yapmalıyım çünkü ben sahte de olsa kocasıyım onun.

Her kaşıkta ayrı bir düşünceyle boğuştuğum lapa bittiğinde kalkıp kaseyi de makineye koydum. Ardından kaşığı da yerleştirip makineyi kapattım. Elem'in yanına gittiğimde boş boş oturduğunu gördüm. Beklediğim bir şeydi, bu yüzden de bir fikrim vardı. Klişe ama etkili. Film izle, zaman geçsin.

"Elem, film izleyelim mi?" Teklifimi ona sunduğumda kafasını kaldırıp mavi gözlerini yüzüme dikti. Onun derin mavilerinde parçalara ayrılacağımı zannettim ama öyle olmadı, sadece hayran hayran bakabildim.

"Korku filmi açıp beni korkutup sana sarılmamı beklemiyorsun değil mi?" Kahkaha atarak yanına yaklaştım. Aramıza biraz mesafe koyup yanına oturduğumda gözleri hala üzerimdeydi.

"Aslında fena fikir değilmiş ama niyetim bu değildi. Senin için zamanın akışını hızlandıracak gücüm yok ve ben de bunu kamufle etmek için zamanını dolu dolu geçirmeni sağlamak istedim." O an tam olarak hiç beklemediğim bir şey oldu. Tokat atsa bu kadar şaşırmazdım ama Elem'in narin eli kıvrıla kıvrıla avucumun için gelip annesini emen bir kedi kadar masum bir şekilde kıvrıldığında şaşırmaktan daha beter oldum. Şu an ben bir tavşandım, o da gece vakti gözüme vuran araba farının ışığı. Öyle bir şaşkınlık.

"Sana sarılabilirim Boran," Bu sözlerinden cesaret alarak avucumun içindeki küçük elini kavradım. O an duyduğum haz ve mutlulukla hangi parmağı olduğunu çözemesem de avucumun içinde daireler çizen parmağına aldırış etmeden tek kolumu sarılmak için kaldırdım. İyice yanıma yaklaşıp bana sokulduğunda kolumu omzundan atıp ona sıkıca sarıldım. Dokunuşlarımın hiçbirinde müstehcen bir çaba ya da istek yoktu. Tamamen kardeş gibiydim. Bu beni üzse de diğer türlü olduğunda Elem'in üzülmesinden daha iyi. Hiç değilse sarılabiliyorum diye teselli ettim kendimi.

"Çok saçmaladığımı düşünebilirsin." Yumuşacık sesi kulaklarıma ulaştığında hiç böyle düşünmesem de Elem'in buna ihtimal vermesi onun böyle düşündüğü anlamına geldiği için meraklandım.

"Neden böyle düşünebileceğime inanıyorsun Elem?"

"Çünkü saçmaladığımın farkındayım. Bir gün çıkıp öpüyorum, aşk nedir diyorum. Sonra sana beni sevme diyorum, ardından yüzsüzce gelip sana sarılıyorum. Sanki fırtınada çarem kalmamış da sana sığınmışım gibi hissediyorum ama seni de bu şekilde tanımlamak istemiyorum." Kafasını kaldırıp gözlerini gözlerime dikti. "Yine de tek sığınabildiğim sensin Boran, senden başka kimsem yok. Sana beni sevme diye kötü davranmak istemiyorum aksine bu yaptıklarından dolayı iyi davranmak istiyorum ama iyi davranırsam sonra üzülmenden korkuyorum."

"Güzelim," Omzundaki elimle saçlarını okşayarak gözlerine baktım. "Her şey olacağına varır. Sen o güzel canını da, kendini de sıkma. Sadece yapmak istediğini yap." Hiçbir onay belirtisi vermediği için tekrar söze girdim. "Tamam mı?"

"Tamam öyleyse," Boynunu uzatıp yanağımı öptüğünde gülümsedim. İşte doğal Elem buydu. En doğal ve içten haliyle kollarımda ilgi bekleyen bir kedi gibi kıvrılmıştı.

*

Bölüm çok kısa farkındayım, beni taşlamayın ama gerçekten yazmakta çok zorlandım. Yazarken bir ağıt ağıt, nasıl iç çektiğimi bir ben, bir de Allah bilir. O yüzden bolca yorum bekliyorum. Saat 05:49. Bu saate kadar bölüm yazdım çünkü ikinci yazışım. Size günaydın, bana iyi geceler.

Bu yazının bu kadar uzama sebebi kendimi yalnız hissetmem. Birileriyle konuşmaya ihtiyacım vardı, yanımda olduğunuz için teşekkür ederim.

Continue Reading

You'll Also Like

411K 16.7K 38
Bu dünyada kaç kişi aşık olup evleniyor ki? İşte Sahra ve İmran'da zoraki evlilik kurbanı iki gençti. Ama Sahra'nın bu evliliğe evet derken birde gön...
777K 45.9K 66
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
214K 17.5K 22
İstediği tutkulu bir gece ve istemediği zoraki bir evlilik... Doruk Türkoğlu... Niyeti uzun zamandır görmediği üniversite arkadaşının kasabasında eğl...
ZEVAHİR By Çiğdem

General Fiction

3.8M 205K 81
"Lütfen... Hayır," dedim adımlarım geri geri giderken. Buradan uzaklaşmalıydım. Silahtan, bağlı adamdan, karşımdaki gözü dönmüş adamdan... Hepsinden...