Aşk ve Nefret

By pinkcivert

5M 93.1K 25.3K

Ya bildiğin tüm gerçekler aslında koca bir yalansa? More

1. Bölüm "Bahis"
2. Bölüm "Gangster"
3. Bölüm "Dövüş"
4. Bölüm "Al yanak"
5. Bölüm "İlk Dokunuş"
6. Bölüm "Kötü Karşılaşma"
7. Bölüm "Karanlık Sokak"
8. Bölüm "Gizemli Not"
9. Bölüm "Adliye"
10. Bölüm "Gece"
11. Bölüm "Ateşli ve Islak"
12. Bölüm "Suç çetesi"
13. Bölüm "Barlar Sokağı Sekizlisi ve Fahişeler"
14. Bölüm "Depo"
15. Bölüm "İlk Görev"
16. Bölüm "Tuzak"
17. Bölüm "Seks Kulübü"
18. Bölüm "Acı"
19. Bölüm "Yasak"
20. Bölüm "Ceset"
21. Bölüm "Kokain"
23. Bölüm "Cennet"
24. Bölüm "Alışveriş"
25. Bölüm "Takip"
26. Bölüm "Sinema"
27. Bölüm "Gerçekler"
28. Bölüm "Şüpheli"
29. Bölüm "Arzular"
30. Bölüm "Plan"
31. Bölüm "İntikam"
32. Bölüm "Halüsinasyonlar"
33. Bölüm "Soygun"
34. Bölüm "Karanlık"
35. Bölüm "Hayal Kırıklığı"
36. Bölüm "Kan"
37. Bölüm "İtiraflar"
38. Bölüm "Aile"
39. Bölüm "Hasta"
40. Bölüm "Baskın"
41. Bölüm "İyileşmek"
42. Bölüm "Gözyaşları"
Final
43. Bölüm "Hep birlikte"
44. Bölüm "FİNAL"

22. Bölüm "Yüzleşme"

88.6K 1.8K 428
By pinkcivert

 

Yanımdaki sıcaklık kıpırdanınca gözlerimi araladım, son zamanlarda onun evinde kalmayı alışkanlık edinmiştim. Başım çok fena halde zonkluyordu ve hemen tuvalet ihtiyacımı gidermem gerekiyordu.

Sabah erkenden kalkıp tuvalete babamdan önce gitmek için alarmı kurardım. Neden bilmiyordum ama evde banyoya ilk giren ben olmalıydım. “Günaydın.” Diye mırıldandı uykulu sesiyle. Uykulu sesinin ne kadar seksi olduğunu görmezden gelecek kadar idrar kesem bana baskı uyguluyordu.

“Günaydın.” Dedim aceleyle. “Nereye böyle?” diye sordu yorganı üzerinden atarak. “Tuvalete.” Dedim. “Hayır.” Dedi sertçe. Peşimden geldiğini duydum ve kendimi banyoya attığımı sandığım anda kapının önüne ayağını koydu. “İlk benim girmem gerekiyor.” Dedi.

“Üzgünüm.” Dedim kapıya bastırarak, elbette yeni kalkmış halimle onun gücünü bastıramazdım ama direnmekte kararlıydım. “Koray! Çek şu lanet ayağını kapının önünden be altıma kaçıracağım şimdi!”

Öyle bir kuvvet uygulamam gerekmişti ki acıyla inledim. “O lanet banyo benim tamam mı? Benim banyom, benim kurallarım.”

“Şimdi sikerim banyonu da kurallarını da! Çek ayağını yoksa diğer parmaklarını da ben menteşeye sıkıştırıp kopartırım!”

“İlk giren ben olmayacaksam sen de giremeyeceksin.” Diye tısladı.

Kapı açılmak üzereydi. Tüm bedenimi kapıya dayadım ve var gücümle bastırdım. Bu sırada zavallı beyaz ahşap kapı çıtlıyordu. “Ah! Koray lütfen ya misafir olduğum gibi ben senin kız arkadaşınım.”

“Kim olduğun umurumda bile değil! Çekil kapının arkasından yoksa üzerine düşerim.”

Üzerime düşerse büyük ihtimalle idrar kesem patlardı.

“Bak benim idrar kesemde delik var tamam mı? Eğer zorlarsan buraya yapabilirim.”

“İstersen salona yap. Yeter ki çık şu banyodan be kızım!”

İnleyerek daha fazla dayanmaya çalıştım ama çok güçlüydü. Yine banyoya ilk giren kişi olmak uğruna iyi bile dayanmıştım. Çelimsiz kollarımda ona karşı gelecek güç yoktu elimi çeker çekmez kapıyla duvar arasına sıkıştım.

“Hayvan!” diye tısladım sıkışınca. “Çık şimdi.” Dedi ve tatlı bir şekilde gülümsedi. “Çıkmıyorum.” Dedim kollarımı asice birleştirerek. “İyi, keyfin bilir.” Diye omuz silkti. Tam eşofmanını indirecekti arkamı dönerek hızla çıktım. “Pisliksin ya.”

Su sesi gelince “Yıkanacaksan ilk ben girseydim bari Allahın belası!” diye bağırdım sesimi duyurmak için. Ya ben burada altıma kaçırmak üzereydim, o hala duş peşindeydi. “Halvete mi girdin gece anlamıyorum ki!” diye kapının ardından bağırdım ona, bu sırada sürekli hareket edip sızlanıyordum.

“Halvete girseydim ilk sen duş alırdın.” Diye bana karşılık verdi. Sapık. En azından o erkekti, çok acilse bir şişeye de işeyebilirdi ama ben yapamazdım. Ve bunu bildiği halde, koşa koşa duşa girmişti. Sanki çölde yaşayan bir fildi. Fahişeler bile onun kadar yıkanmıyordu.

“Bak zaten ayağımın yarısı dışarıda bir de seninle uğraşmayayım.” Dediğinde elimi karnıma götürüp zıplamaya başladım. “Küçük tuvalete gidiyorum ben?”

“Orası müsait değil ama yine de bir şansını dene istersen.”

Kapıya vurdum “Orada hallet işini bari çabuk ol.” İnleyerek yere çöktüm, sanki aylardır tuvaletimi yapmamıştım.

“Beni keseler misin hayatım?” dedi arsız arsız, su sesi kesilmişti ama çıkmadığını anlayabiliyordum.

“Siktir git Koray.” Güldüğünü duydum. “Keselenmiyorsun değil mi?” diye sordum uzun bir süre sessiz kalınca. “Daha farklı bir şey.” Duşta ne yapabilir ki diye düşünürken kıp kırmızı kesildim. “Allahın sapığı! Lanet olsun sana da şeyine de be!”

“Ne diyorsun kızım sen?”

“Şey yapmıyor musun?”

“Saçımı şampuanlıyordum.”

Sonra birden kahkaha attı. “Tamam fazla gülme çok acele çıkman lazım.” Dedim bir kıvranarak. “Acele çıkarsam ne yapacaksın benim için?” dedi, duşa kabinin açılma sesini duyduğumda biraz rahatlamıştım. “Her şey menfaat değildir.” Dedim, ama hiç nutuk çekecek halim yoktu.

“Her şey karşılıklıdır kızım, şimdi söyle, dediklerimi yapacak mısın?” bir an ona inat etmeyi düşündüm ama idrar kesem bunu yapmamam için adeta yalvarıyordu. “Tamam, lanet olası, ne istiyorsun?” dedim pes ederek. Büyük ihtimalle dar giyinme falan diyecekti.

“Bana oral yapacaksın.” Dedi, kapının dibinde olduğunu duyabiliyordum. “Ne?” diye çığlık attım. Ense kökümden, yanaklarıma oldukça güçlü bir lav uzanıyordu sanki. “Şakaydı.” Dedi gülerek. “Ya sen beni sınıyor musun Koray? Yalvarıyorum çık ya.” Kapıyı yumrukladım kıvrandığım yerden.

“Tamam dur bir düşüneyim.”

“Ya düşünme lanet olsun düşünme! Sonra yapacağım ne istersen, masaj bile yaparım sana.”

“Kasıklarıma da.” Dedi, sırıttığını sanki dibimdeymiş gibi görüyordum.

“Lanet olsun sana be.”

Kapının kilidini çevirip açınca yüzüme sıcak bir buhar çarptı. Beyaz havlusunu beline sarmıştı ama onu süzemeyecek kadar meşguldüm. “Çok varsa yardım ederim.” Dedi sırıtarak. “Hayatımın en zor anlarından birini yaşadım sayende.” Hemen kapımı kilitledim ve klozete ilk oturmanın verdiği mutlulukla derin bir nefes aldım.

“Yağda yumurta yapar mısın bana hayatım?” diye seslendim. Bu arada banyo kurallarımız yüzünden tüm evlilik hayallerim suya düşmüştü. Olsun, dedim içimden, evlenirsek evimizin on tane banyosu olur.

“Bende bana ne zaman hizmet edeceksin diye bekliyordum.” Dedi, ben mi yanlış duymuştum yoksa o mu ne dediğini bilmiyordu? Neyse ki şuanda dünyanın en rahatlamış insanıydım.

“Masaj yapacağım dedim ya!” cevap vermedi, sanırım yağda yumurta yapmakla meşguldü. Yani umarım onunla meşguldü.

Her banyoda tuvaletimi yapamazdım ben zaten ama Koray’ın banyosu hem ferah hem de tertemizdi. Benim odamdan bile temizdi. Bu sırada dünü hatırlamaya çalıştım ama başım düşünemeyecek kadar ağrıyordu. Yine de ilk kez kokain çektiğimi unutmamıştım. Anasını satayım, dün neler yapmıştım ben?

Süleyman’la aramızda olanlar, kokain, konyak, Koray’a gayet ahlaksız ve günahkâr şeyler için yalvarışım…

Bir anda sabah tuvaletinin verdiği rahatlık kendini büyük bir utanca bıraktı. Tanrım… Korkunçtu bu.

İşim bitince ellerimi yıkamak için aynanın karşısına geçtim.  Ellerimi yıkadıktan sonra lavabonun kenarlarına tutunarak düşündüm. Boynumdaki kesik… Siyaha bürünmüştü neredeyse, çok acı vermese de varlığını unutturacak türden de bir acı değildi.

Ve sonra bir anda o görüntü gözlerimin önüne düştü.

Birinin saçlarından tutup alevlerin içine yaklaştırıyordum. Çığlık atıyordu saçlarından tuttuğum erkek ve depodaydık. Sonra saçlarını bırakıyordum… Ve yüzü alevlere düşüyordu. İçimden bir ses ona acımadılar deyip dursa da neyden bahsettiği hakkında bir fikrim yoktu. Kafayı yediğimi düşünerek korktum ve hıçkırdım.

Görüntünün gitmesi için başımı hızlıca sallayıp kendime vurdum. Neden gitmiyordu? Birilerini yakıyor ve kesiyordum. O lanet depoda. Üç erkek. Can, Atakan, Berk. İsim hafızam berbat olduğu halde hepsi profilleriyle beraber aklıma ilişti.

“Koray?” diye yardım dolu bir tonda seslendim ama duyup duymadığını bilmiyordum. Sanırım kokainin etkisi olmalıydı ama büyük ihtimalle etkisi çoktan geçmişti. Arta kalan şey konyağın verdiği lanet bir baş ağrısıydı.

Annemin evi terk etmesi, o polisin arabada bana yaptıkları, Koray hakkında öğrendiklerim, depo, Atalay, Koray’ın beni benzin istasyonun arkasından kurtarması, Beril’in çöp kutusundaki cesedi…

Hepsi tarihlerine göre sıralanarak beni sarmaladı ve korkunç, uğursuz, boğazımda acı bir tat bırakan bir hisle başımı döndürdü.

Koray kapıya vurdu. “Bebeğim, neler oluyor?”

“Biraz başım döndü gibi.” Dedim ama o depoda yaptıklarım tamamen gerçekti. Hafızamdaki o adlandıramadığım boşluk dolmuştu sanki. “Kapıyı açabilir misin hayatım?” sesi beni sakin kılmak ister gibi nazikçeydi, iyi rol yapıyordu.

“Sanırım.” Bir anda etrafım kararınca hemen dokunabildiğim ilk güçlü şeye dokundum ve dengemi sağladım. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım ve kendime gelerek kapıyı açtım. Karşımda korkuyla dikiliyordu. “Sen iyi misin?” kaslı pazılarına dokundum. “Evet, biraz başım döndü sadece.”

“Tamam, geçer.” Mevsimler değiştiğinde arada oluyordu böyle ama bu sefer ki farklıydı, bunu hissetmiştim. Beni sakinleştirmek adına sarılıp öptü.

“Hatırlıyorum.” Dedim Can’ın bana o bakışı zihnime üşüşünce. “Beril’i o öldürdü. Benden intikam almak için.” Tecavüz de bununla uyuşuyordu zaten. Lanet olası orospu çocuğu.

Sinirlendiğimi hissederek yumruklarımı sıktım. “Bana söylemedin.” Dedim. “Neden bahsediyorsun?” boynumdaki kesiği gösterdim. “O yaptı.” İşte şimdi anlamıştı. Katili bulmuştum. Oydu işte.

“Anlatsam ne değişecekti ki?” Koray’ın da mottosu buydu sanırım. “Bilsen ne olacak ki, başını şişirmek istemedim, anlatsam ne değişecekti ki?”

“Belki… Belki bilsem… Ölmezdi.” Zamanı geriye almayı istediğim zamanlar çok olmuştu ama hiçbiri bu kadar baskın değildi.

“Bu senin elinde olan bir şey değildi.” Dedi omzumu okşayarak. Birden burnumun direğinin sızladığını hissettim ve görüşüm bulanıklaştı. Ona sarıldım. “Neden beni durdurmadın? Neden hatırlayamadım ben şimdiye kadar?” Beni salondaki koltuklardan birine oturttu. “Çünkü orospu çocuğu içkinin içine ilaç koymuş.” Farklı şişeler, ısrar edişi…

“Neden şimdi hatırladım?”

“Çünkü bu zaten olur. O ilaçtan sonra hafızanı bir kısmı silinir, sonra bir olay onu tetikler ve yeniden her şeyi hatırlarsın.”

Belki de kırkıncı kez kollarına ağladım. Yaşadıklarım için, yaşattıklarım için, içimde ne varsa onlar için ağladım ve o da beni sakinleştirmek için güzel elleriyle sırtımı okşadı. “Üzme kendini.” Saçlarımla oynamaya başladı. “Kendimden nefret ediyorum.” Diye mırıldandım titrek bir sesle. O kadar ağlamıştım ki başım, boynum, her yerim ağrıyordu.

“Polis beni suçluyor.” Dedim titreyen ellerimle ona sarılarak. “O orospu çocuğunu doğduğuna pişman ederim.” Dedi. “Onu bulacağız. Merak etme. Cezasını çekecek.”

“Ama biz ödeştik.” Dedim, yüzünü yakıp hayatını mahvettikten sonra arkadaşımın ölümünde kendimi suçlar olmuştum.

Önce kontrolümü kaybetmiştim, sonra her şeyimi.

“Sırf seni ağlattığı için bile öldüreceğim onu.” Daha fazla kan istemiyordum. Karşısına çıkacaktım, her şeyi bitirecektim. Belki de o her şeyin başladığı depoda.

“Ya diğerlerine de dokunursa? Ya Şule’yi de öldürürse? Bu riski göze alamam Koray.” Şule’nin öldüğü düşüncesi beni uçurumun kenarına sürüklemişti. Belki Beril’e dayanabilirdim ama Şule’yi kaybetmenin ölümden farkı yoktu.

“Bende alamam anlamıyor musun? Onu buldurup gebertene kadar gerekirse evden çıkmayacaksın.” Dedi bıçak kadar keskin bir tonda.

Hemen telefonumu çıkarıp hızlı aramadan onu aradım. “Şule?” dedim pürüzlü çıkan sesimle. “Rüyanda mı gördün beni?” diye şakalaşmak istese de sesi neşeli gelmiyordu. “Neredesin?”  bir an önce sadede gelmek istiyordum.

“Utku’yla beraberim. Ondayız. Gelsenize.”

“Şule ben katilin kim olduğunu buldum.” Dedim hızla. “Sakın evden çıkmayın. Dışarı çıkmanı istemiyorum, anlamıyor musun?”

“Ne demek istiyorsun Avşar?” dedi yüksek bir sesle.

“Sen sadece dediğimi yap tamam mı? Lütfen çıkma evden. Ben sana haber vereceğim.” Konuşmasına izin vermeden telefonu kapattım.

“Onu nerede bulabiliriz Koray? Karşısına çıkmadığım sürece bu iş bitmeyecek.” Dedim, yüzünü yakmakla kalmamış, tüm gençliğini yakmıştım ben onun. Kendimi yakmıştım. Arkadaşımı, ailesini, etrafımdakileri… Tek bir hatayla tüm güzellikleri yakmıştım ben.

Ve biliyordum ki, arkadaşımı öldürse bile, onunda haklı yönleri vardı.

“Avşar sence onunla yüzleşmene öylece izin vereceğimi mi sanıyorsun? O kadar delirmedim.” Dedi homurdanarak.

“Koray,” dedim sakinleştirici bir sesle. “Sana söylüyorum çünkü yanımda olmanı istiyorum. Bunu tek başıma ve senden gizli bir şekilde yapmamı mı isterdin yoksa?”

“Bunu dene istersen.” Dedi sertçe.

Derin bir nefes aldım. “Bunu hemen bugün halletmemiz gerekiyor.” Bu sırada Gizem’e evde kalmasını belirten kısa bir mesaj çektim. “Zaten kalabalıksınız Koray bana bir şey olmaz.” Dedim bir an önce kabul etmesini umarak ama genelde bu tür işlerde fikrimi söylediğimde kesin bir dille reddedip konuyu kapatıyordu.

“Avşar anlamak istemiyorsun galiba, konu sen olduğunda risk almak istemiyorum.”

“Koray daha fazla kan dökülsün istemiyorum, bunu konuşarak halledebiliriz.” Dedim ama soğukça güldü.

“Kızım sen delirdin mi? O çocuk normalde de bunu hak eden sapığın tekiydi zaten. Lanet olası tecavüzcü sapık. Bu yapılanları hak etti, hemde sonuna kadar ve seni bir daha asla göremeyecek. Arkadaşlarının da güvende olacağına söz veriyorum. Tamam?”

“Onunla konuşacağım.” Dedim dediklerini duymazdan gelerek.

“Bak, burada işler üç şekilde yürür; Doğru şekilde, yanlış şekilde ve benim dediğim şekilde. Bu sefer bana göre hareket ediyoruz.”

“Ama ne biliyor musun? Ben başkalarını dinlemem Koray, iç sesimi dinlerim.”

Beni ikna edemediğinde genelde sinirli bir ruh hali içerisine giriyordu. Derin bir nefes aldı. “Azrail’le anlaşma yapamazsın.” Dedi omuzlarımı tutarak. Biraz güç uyguluyordu ki ondan korkabileyim. Tüm bu işleri ve yüzleşmem gereken gerçekleri ona bırakabileyim. Her zaman gücünü konuşturursun değil mi, sert çocuk?

“Bana hiçbir zaman doğruları söylemedin.” Dedim konuyu biraz değiştirerek. Bu yalan söylediği anlamına gelmiyordu. Ama her şeyi –bilmem gereken gerçekler dahil- benden gizlemesi artık kanıma dokunuyordu.

“Şimdi konumuz bu mu? Eski defterleri mi açacaksın?”

Omuzlarımı sarsarak güçlü ellerinden kurtuldum. “Kendi bildiğimi okuyacağım.” Dedim. “Ve sende bana yardım edeceksin. İstersen etme. Keyfin bilir.”

                                                                          ♥♠♦♣

Bir buçuk saat kadar sonra, benimde ısrarlarımla, Koray Can’ı bulmuştu- çünkü biraz da o bulunmak istiyordu- depoda bir görüşme ayarlamıştık ki, bizimkiler yine de onların boş gelmeyeceğini bilerek adını bilmediğim bir sürü silah ve silah çeşidiyle kuşanmıştılar. Arabada bir orduya yetecek kadar mermi ve silah vardı, çok temkinliydiler ve sanırım onların yakalanmamasındaki en büyük etken buydu.

“Tamam mıyız?” diye sordu Aslan, kavga fikri onun kanını kaynatıyordu belli ki. Nedense bir olay olduğunda ilk o koşuyordu.

“Tamam, erzak aldınız mı?” diye sordu Yiğit, biraz heyecanlı olmasam gülebilirdim.

“Pikniğe mi gidiyoruz ulan?” dedi Koray. Böyle zamanlarda kibarlığından ve beyefendiliğinden eser kalmıyordu.

“Ya şimdi uzun sürer falan, ben acıkırım.” Dedi Yiğit kendini savunarak.

“Tamam torpido da geçen günden biraz çerez kalmıştı.” Dedi Uygar bahsettiği çereze uyanarak.

“Orospunun evladı o çerezi geçen ay almıştık ya!” Uygar’ın ona sırıtarak uzattığı çerezi camdan aşağıya fırlattı.

Deponun önüne gelince minibüsü park ettiler ve Element’ de silah dolu minibüsü yanımıza park etti. “Sen arabadan çıkma.” Dedi Koray motor sesi sustuğunda. Onlar da gelmişti. Sadece iki arabaydılar. En fazla yedi kişinin sığabileceği. Ki onu da sanmıyordum.

Bu sırada burnunun kanadığını fark ettim. “Burnun kanıyor.” Dedim konuyu bugün belki de yüzüncü kez değiştirerek. Konuyu saptırmama fena halde gıcık oluyordu.

“Senin yüzünden.” Dedi elinin tersiyle silerek.

“Ben ne yaptım!” diye tısladım ona doğru eğilerek ve kalan kanı da temizledim. “Boksta burnumdaki bir kılcal damar arızalandı. Oluyor böyle arada.” Diye beni bilgilendirdi. Boksu bırakmasını istiyordum ama bir yandan da ringlerin adamı olduğunu da biliyordum. Bu iş için doğduğu belliydi ve engel olacak değildim. Zaten son birkaç haftadır dövüştüğü yoktu.

“Tamam, romantizminizi sonraya saklayın.” Dedi Aslan öpüşmek üzere olan bizi eliyle ayırarak. Ona kötü bir bakış atarken Koray çenemden tutup beni kendisine çevirdim ve kısaca öptü. “Iyk.” Dedi Aslan sonra buranın havası kötü olmuş gibi elleriyle çevresine yelpaze tutarak. “Görev öncesi midem bulandı.”

“Kes.” Dedi Koray hafifçe sırıtarak. “Hadi hadi.” Dedi Aslan ve bizi sırtımızdan ittirdi.

Depo açıktı ve içerideki tenekelerde ateş vardı ve cayır cayır yanıyordu. Alevin sesi kulaklarıma korkunç bir geçmişle doldu. Ah Tanrım. Yüzünü yakışım, ayaklarını, sırtını… Bıçağın ay ışığında parlayan metali…

Onu görmeye hazır olup olmadığımı tartışırken görüş alanıma girdi birden. Yüzünün yanığını tedavi etmeye çalıştıkları çok belliydi, eski yakışıklılığından eser yoktu ama yine de eski bir tanıdık onu siyah rampa saçlarından tanıyabilirdi. Siyah güneş gözlüğü vardı, siyah ceket, siyah tişört, koyu renk bir blucin. Yüzünde sanki iyi dağıtılmamış bir pasta hamuru varmış gibi duruyordu. Ona o kadar üzüldüm ki neredeyse ağlayacaktım.

“Merhaba güzellik.” Dedi beni görünce. Buruk bir şekilde gülümsedim ama kendimi öldürmek istiyordum. O arkadaşını öldürdü! Diyen acımasız ve içini intikam bürümüş bir tarafım hala vardı ama ruhumun büyük çoğunluğu sorumluluğu benim üzerime atıyordu. Eğer ben o çocuğun hayatını mahvetmeseydim, o da başka hayatları mahvetmeyecekti. Kötü bir intikam yoluydu fakat kimse acınacak kadar masum değildi.

O Atakan denen çocuksa topallayarak yürüyordu. Ayaklarını alevin içine soktuğumu hatırlıyordum.

“Şuanda yüzünden öyle güçlü bir pişmanlık okuyorum ki, neredeyse senin için üzüleceğim.” Dedi bana bakıyordu ama nasıl görebiliyordu ki? “Yüzde yirmi beş görüyorum, keşke yüzüm de yüzde yirmi beş görünse değil mi?” dedi düşüncelerime nokta atışı yaparak.

“Kuyruğunuz nerede?” diye sordu Koray kollarını birleştirerek. Sanırım siyah yün kazağı yırtılacaktı. “Berk mi? Ah, sevgilin ona zarar verme fırsatını bulamayınca biz onu diri diri evinin bahçesine gömdük. Biliyor musun, babası oğlunu kaçtı sanıyor ve daha iki gün önce cesedinin üzerinde mangal yaptı.”

Elimle ağzımı kapattım. Aman. Tanrım.

Aslan kahkaha attı. “Manyak bir şey lan bu.” Gülmeye devam ederken içeride ağlamak üzere olanın tek ben olduğunu fark ettim.

“O…” dedim “Ölürken acı çekti mi?”

Uzun bir konuşma yapacakmış gibi derin derin iç çekti. “Sevişirken biraz sertimdir, sadece o kısımda canı yandı o kadar.”

Ona bağırsam mı yoksa kendime mi kızsam bilemedim. “Neden böyle bir yol seçtin? Neden doğrudan bana zarar vermedin?” diye sordum titrek bir sesle.

“İntikam o kadar kolay bir şey değildir güzellik, ben ruhuna dokunmayı isteyen bir sanatçıyım.” Dedi. “Neden öldürdün onu!” diye bağırdım dayanamayıp. “O sana hiçbir şey yapmadı! Neden onu öldürdün?”

“Biliyor musun şuan ne hissettiğin sikimde değil ama yine de söyleyeceğim. O kadar kısa ve acısız bir şekilde öldü ki kendisi bile anlamadı. Onun için başka planlarım vardı ama içirdiğim hap ona yaramadı galiba.”

Siniri sonlara doğru kendisine kızan bir sese dönüştü. Ben onu öldürdüğü için sinirden titrerken o hala içirdiği ilaç yüzünden öldüğü için kedisine kızıyordu. Aptal herif.

“Ama sonra bu hoşuma gitti. Böyle sırayla hepsini öldürsem suçu da içinizden birine atsam… Çok fena olurdu aslında ama gel gör ki birileri hasretime dayanamamış.”

Üzerine doğru atılınca Koray beni kollarımdan tuttu. “Sen ruh hastası bir sosyopatsın! Başına gelen her şeyi hak ettin.”

Sinirlendiğini hissettim ama sadece dudakları düz bir çizgi haline geldi. “Diğer arkadaşlarına zarar verme fikri hoşuma gitti ama bu uzun sürecekti…”

Atakan’a işaret verdi. “Bu ülkede yaşamanın ne demek olduğunu bilir misin?” diye sordu. “Bakkala gidip de geri dönemeyen masum kişiler…” ne demek istediğini anlamam uzun sürmedi.

Çünkü herifin biri sandalyeye bağlı halde duran Şule’yi itekliyordu. “Bu bizim güvenlik görevlisi. Nasıl kaslı değil mi?” o alaycı sesiyle beni delirtirken ben Koray’ın kollarından kurtulup üzerine atladım ve depoda benim sinirli çığlığım ve bir sürü silahın olduğu yerden çıktığını belirten bir dolu ses yankılandı.

“Şşt, sakin ol güzellik. Ne bu sinir?” bir anda içerisi kalabalık oldu ve yalnız gelmediklerini anladım. Zaten birkaç kişi gelir diye tahmin etmiştim ama bu psikopat heriflerin sayısı ondan fazlaydı. Nereden çıktıklarını bilmiyordum ama bizden birinin depoya önceden geldiğini bildiğimden saklanmış olabileceklerini düşündüm.

Can silahını bana doğrulttu ve adamlar da Barlar Sokağı sekizlisine. Herkes birbirine silah doğrulturken nefesimin kesildiğini hissettim. Kendimi adeta bir zenci filmindeymiş gibi hissetmiştim. Lanet olası herkesin silahı vardı ve yirmi erkeğin arasında iki kız kalmıştık, şansa bakın, arkadaşım yarı baygın ve eli ayağı bağlı bir şekilde karşımda bana yakın, bir o kadar da uzak duruyordu.

“Ona ne yaptın seni lanet olası? Ona vurdun mu?”

“Bakkala gidip de geri dönemeyen masum kişiler…”

 

“Siz gelene kadar biraz oynadık sadece.” Evet, kardeşime vurmuştu. Burnundan kan akıyordu, kaşı patlamıştı, dudakları bağlı olduğundan göremiyordum ama yüzündeki kanın miktarına bakılırsa hassas beyaz teni uzunca bir süre ona bu anı hatırlatacaktı.

Bana silah doğrultmasını umursamadan bağırıp üzerine yürüdüm ama horozu çekti. “Biraz daha yaklaşırsan burada çatışma çıkar.”

“Silahları indirin sizi orospu çocukları.” Diye bağırdı Aslan. “Kızı bırak ve ne istediğini söyle.” Dedi onun aksine daha kısık fakat daha tehlikeli bir sesle.

“Ne istediğimi biliyorsun…” silahı göğüslerime doğrultunca dudaklarımı birbirine bastırdım. “Seni aşağılık köpek.”

“Şimdi arkadaşının karnına bir el ateş edeceğim, güzellik ve beş saat içinde tıbbi yardım almazsa tıpkı diğeri gibi geberecek.”

Ne dediğini anlayamadan silahı Şule’ye doğrultunca “Dur!” diye bağırdım ama beni dinlemedi. Silahtan merminin çıktığını işaret eden güçlü bir ses ve hafif bir duman çıktı. Barut koksunu ilk defa bu kadar net alabiliyordum.

“Orospu çocuğu!” diye bağırıp ona ulaşmaya çalıştım ama başaramadım. Ağlama seslerim depoda yankılanıyordu ve Şule’nin kılını bile kıpırdatmadığını gördüm. “Sana altın tepside koskoca bir beş saat sunuyorum. Arkadaşların mı yoksa benimle geçireceğin birkaç saat mi?”

Onunla geçireceğim birkaç saat acı dolu olacaktı eminim. Benden intikamını en kötü biçimde almak isteyecekti. Yüzümü alevlere tutacağını biliyordum. Beni yakacağını, benim yaptıklarımın iki katını yapacağını… Hayatımın en kötü zamanını geçireceğimi biliyordum. Asla unutamayacağım ve peşimi asla bırakmayan korku dolu bir geçmiş. Yüzümün o halde olacağı beni mahvediyordu. Ama bir de Şule vardı. Sırf ben güzel görünemeyeceğim diye, sırf canım biraz yanacak diye onu sonsuza kadar kaybedemezdim. Ve biliyordum ki çatışmada mutlaka Koray ve diğerleri de zarar görecekti. Sürekli gülen neşe dolu, sevdiğim adamın hatta çoğu yerde benim yardımıma koşan barlar sokağı sekizlisi. Şehir efsanesi. Koray’ın dövüşürken, gülerken, beni öperken, saçlarını şekillendirirken ve çıplak üstüyle mutfakta bana yemek hazırlarken. Gülerken ki kısılan parlak gözleri, beyaz dişleri, gamzesi, kaşlarının kavisi, dudaklarının biçimi, atletik vücudu…

Şuan önüme sunduğu kişiler elma ağacında yetişmiyordu.

“Vakit azalıyor güzellik ve akan kanlar… Biliyor musun mermi belki de yanlış yere denk gelmiştir ve bu beş saat bir anda bir saat olmuştur.”

Buranda hastane bile yirmi dakika sürüyordu.

“Bırak onları.” Dedim dişlerimin arasından ama bedenim adrenalinden adeta acıyordu.

“Ah, evet onları bırakayım ve yollarının üstüyken seni de bıraksınlar hatta. Sen benimle dalga mı geçiyorsun fahişe! Sana arkadaşının zamanla yarıştığını söylüyorum ama senin galiba umurunda değil!”

“Onların gittiğini görmeden teklifini kabul etmiyorum.” Dedim. “Ben buradayım.” Ona doğru yaklaştım. “Çok yakınındayım. Kaçamayacak kadar.”

Silahın sıcak namlusu alnıma değdi.

“Güzel.” Dedi ama silahını indirmiyordu. “Aklından ne geçiyor güzellik?” kaşlarımın ardından ona baktım. “Köpeklerin silahlarını indirecek, arkadaşlarımın gitmesine izin vereceksin ve sonra seninim.” Dedim omuz silkerek.

Silahını aniden elinden çekip alarak beynini dağıtsam, silahtaki parmak izlerimi silip Atakan’a versem ve suçu üstüne almazsa onu da öldüreceğimi söylesem…

“İşte bu harika.” Gülümseyip ipleri bıraktığını görünce hemen alnıma değen silahı kavrayıp yönünü çevirdim, şaşkınlığından yararlanarak bileğini kıvırıp kasıklarına en sert tekmemi attım ve silahın namlusu saniyeler içinde yön değiştirmişti.

“Herkes silahını indirsin.” Dedim bakışlarımı ondan bir saniye bile ayırmayarak ve geri çekildim. Yoksa benim taktiğimi kullanırdı.

Kimse silahını indirmeyince Can’ın dizine ateş ettim. Silahın ağır soğukluğuna alışmam uzun sürmemişti. Ağır gümüşi bir silahtı ve oldukça ağırdı. Orospu çocuğu şarjörü ağzına kadar doldurmuş olmalıydı.

Can inleyerek yere düştü ve silahlar da onunla birlikte. Silahı eğip kafasına nişan aldım. Elini yüzüne siper ederek yere kalktı ve bu sırada Barlar Sokağı Sekizlisi dizginleri ele aldı.

“Beni öldürürsen daima Beril’in katili olmakla suçlanırsın.” Dedi. “Bence o kadar emin olma.” Dedim gülümseyerek. “Ne o? Hayatımı mahvettiğin yetmedi mi yoksa?”

 “Arkadaşlarımın canını yakarken ne hissettin?” diye sordum usulca “Ya da tüm bu olanların başına gelmesini sağlayacak kıza ne oldu? Mahvedilen hayat tek seninki mi sanıyorsun?” sesim yükselmişti ve silahı tutan elim titriyordu.

“Mutluluk!” dedi psikopatça bağırarak. “Ben ne hissedeceğim çok merak ediyorum.” Dedim ve yakın mesafeden kafasına ateş ettim. Bedeni şokla sarsılıp yere düşmeden önce kafasından birkaç parça yüzüme ve etrafa saçıldı.

Gözlerim gördüğüm manzara karşısında kocaman açılmıştı ve bedenimden oluk oluk kan damlıyordu. Düştüğü yer saniyeler içinde kan gölüne dönerken kokudan midem bulandı.

O an yaptığım gerçek yüzüme vurdu.

Ben birini öldürmüştüm.

Ben. Birini. Öldürmüştüm.

Kucağında kendimi tatmin etmem için bana uyguladığı baskı ve bana babasının küçük kızı deyişi.

“İşte sana babasının küçük kızı, aşağılık herif.” Dedim ama buz kesmiştim.

Yerde, o kan gölünde, kafasından bir parça duruyordu. Beynini dağıtırım dedikleri bu olsa gerekti.

Ellerim büyük ölçüde titriyordu ve şoka girmiş Atakan’a baktım. “Buraya gel.” Ruhumda kopan fırtınaların dışarı vurmasına izin veremezdim. Bir şey yaptıysam arkasında durmalıydım.

Titrediğini görünce “Buraya gel!” diye bağırdım ve sesim buram buram kan ve ölüm kokan depoda yankılandı. Sarsak adımlarla bana doğru geldi.

“Bundan sonra sevgiline ve uçkuruna sahip çıkmayı öğrenirsin.” Derken kazağımla silahı tutup sildim ve parmak izimin kalmadığından emin olduğumda ona uzattım. “Tut.” Dedim, gözlerimin içine korkuyla baktı. “Bu o bir kadehte sarhoş olan kız mı?” dediğini adeta duyuyordum.

Ama sadece “Senin adın Ceren değil miydi?” diye sordu.

“Maalesef ben o aradığın kaltak değilim. Şimdi şunu tut.”

Silahı korkuyla tuttu. “Can’la beraber buraya geldiniz, sana ters yaptı, bir kavga çıktı ve aniden ona ateş ettin. Beril’i öldürdün çünkü ben seni aldatan eski sevgilinim. Sana hapishanede iyi şanslar, Atakan.”

Önce silahı tutan eline daha sonra da gözlerimin içine baktı. “Beni mahvettin.” Diye mırıldanıp silahı kafasına götürdü. Koray’ın “Hayır.” Dediğini duydum. Ve aniden bir ateş sesi daha kulaklarımızı doldurdu. Kafasına sıkmıştı. Benim Can’a yaptığım gibi ve onun da kafatasından çıkan kana bulanmış pembe organları görmüştüm. Kanının bir kısmı üzerime sıçradı ve beyin parçalarıyla beraber gürültülü bir şekilde yere yığıldı. Gözleri hala açıktı.

Zoraki bir şekilde yutkundum. Her şey bir anda bitmişti.

Koray, daha fazla kan dökülsün istemiyorum dediğimi hatırladım. Bu çocuğu barda ilk görüşümü, bana asılmasını, üzerini çıkartıp beni kaputa yaslayarak gömleğimi yırtmasını… Bu çocuk bir kızın hayatını mahvetmişti. Şimdi de kendisininkini. Sanırım sayemde bu dünyada yaptığının cefasını, yine bu dünyada çekmişti.

“Hemen gidelim buradan.” Dedi Koray beni omuzlarımdan tutup çekerek. Oysa ben yerde, iki kafası dağılmış cesede bakıyordum. Gördüğüm en korkunç manzara olduğu kesindi. Hareket etmekte güçlük çektiğim için biraz sendeledim fakat sonra güçlü eller beni kendime getirdi. “Şule.” Diye mırıldandım susuzlukta başa çıkmaya çalışarak. Boğazım kurumuştu ve yutkununca yırtılıyormuş gibi hissediyordum.

“Onu hastaneye götürdüler bile.” Dediğinde etrafıma bakındım. Aslan, Koray ve ben vardık sadece. Sanırım onlar Şule’yi hastaneye götürmüşlerdi dediği gibi. “Bensiz yapamaz ki o.” Dedim ağlamak üzere olduğumu fark ettiğimde gözyaşlarımı geri ittirmek için gözlerimi kırpıştırdım ama bunu bekliyorlarmış gibi hemen düşüverdiler.

“Seni bırakırım.” Dedi. “Ona bir şey olmayacak merak etme.” Buna inanmak istiyordum. İnançla başımı salladım. “Ya duygusal anınızı bölmek gibi olmasın ama tek kelimeyle müthiştin, bebek.” Dedi Aslan kolunu omzuna atıp beni kendisine çekerek. Hafifçe gülümsemeye çalıştım ama dudaklarım yer çekimine karşı koyamıyordu anlaşılan.

“Aslan.” Diye tısladı Koray. Aslan umursamazca omuz silkti. “Bunun üzerine bir sigara içilir.” Koray’ın güçlü ve en büyük sığınma mekanizmam olan ellerine tutundum. Sıcak ve güven verici iri, nasırlı eller…

 

“Ankesörlüden polisi arar söyleriz zaten kimlik tespitinde Beril’le eşleştiği ortaya çıkar.” Dedi Aslan, çakmağının sesini duyabiliyordum.

“Ama polis üzerinde saç telimin olduğunu söyledi.” Dedim, klasik siyah bir arabaya binerken. Bu sanırım Aslan’ındı ve eski model olsa da pahalı olduğunu tahmin edebiliyordum. Bunca para, bunca güç nereden geliyordu Allah aşkına? Ben dünyadan bir pisliği daha yok etmeme rağmen kendi bok gibi hissediyordum.

“Polis seni tuzağa düşürmeye çalışmış, bu kadar aptal olma.” Dedi Aslan dalga geçer gibi bir sesle ve direksiyonu döndürdü. Koray benimle beraber arkaya oturmuştu. “Çok meraklıydın. Al sana yüz yüze görüşme.” Dedi sinirle.

“Hadi bunun acısını benden çıkaralım!” dedim öfkeyle ona bakarak. “Dostum itiraf et, o bir tanrı gibiydi.” Dedi Aslan gülerek. Ona göre hava hoştu.

“Çok istedin.” Dedi, “Sana hayır dedim, beni dinlemedin. Şimdi her gece bunu düşünüp kendini mahvedeceksin ve asla eskisi gibi olamayacaksın.”

“Bunu yüzüme vurma o zaman! Ne yapsaydım? Başkalarına zarar vermesine göz mü yumsaydım? Belki bunu yapmamalıydım ama hak ettiğini söyleyen sendin!”

“Ben varken sana mı düştü adam vurmak?” diye kükrediğinde olduğum yere sindim. “Bana bağırma.” Diye fısıldadım. Mantıklı olarak ondan biraz kenarı kaydığımda zorla elimden tutup kucağına koydu ve okşamaya başladı. “Aptal.” Diye tısladı elime vurarak. “Aptal.”

“Yalnız güzel plandı,” dedi Aslan. “Şimdi suç ölü birinin üzerine kaldı. Keşke hapse girseydi şerefsiz piç. O zaman görürdü kızlara tecavüz etmek nasıl bir şey?”

“Ne oluyor ki hapishanede?” diye sordum.

“Kız erkek dinlemeden sikiyorlar seni.” Dedi Aslan açık sözlülükle. Yüzümü buruşturdum. “Ayrıca bir sabah kalkıyorsun, hücre arkadaşının boynunu kesmişler, bir gece koğuşuna gidiyorsun, biri seni bıçaklıyor.”

“Çok hapishane filmi izledin galiba.” Dedim dikiz aynasından ona bakarak. Bir an için gözlerimiz buluştu ve irislerindeki parlayan deliliği gördüm. “Bizzat yattım.” Dedi göz kırparak. “Hemde sevgilinle beraber.”

Ona baktım. “Bu doğru mu?”

“Doğru.” Dedi başka bir yere bakarak. Elimle oynamayı kesmişti. “Neden peki?” diye sordum bu sefer. Neden sabıkası olduğunu merak ediyordum. “Uyuşturucu satmaktan, sayısız suç işlemekten bla bla bla. Çocuk çocuk şeyler. Baban yaptı bunu ayrıca. Sevgiline tav oluyor da biraz. Ama bizsiz sıkılınca geri çıktık.” Olsa yine yaparım ifadesini takındı.

“Senin çeneni sikeyim.” Dedi Koray. Çatılmış kaşlarımla ona baktım. Aslan güldü. “Ben hapishanede her gün kavga ederken senin bu efendi sevgilin kıçımı topladı. Orada bile sevdirdi kendini, şanslı piç.”

“Şuan konumuz bu mu yani?”

“Muğla cezaevi, yılın mahkûmu, Koray Keskinkılıç!” diye bağırarak gülme krizine girdi. “Bak eğer o lanet çeneni kapatmazsan gelir kapatırım.” Dedi Koray gergin bir bedenle. Sinirlenmiş görünüyordu. Bunu dudaklarının büzülmesinden anlamıştım.

“Geçmişinden niye kaçıyorsun oğlum?” dedi Aslan, tamam bir şeyleri öğrenmek hoşuma gidiyordu ama nereden çıkmıştı bu geçmiş muhabbeti?

“Senin Mine’yle ne oldu?” diye sordu Koray çatık bir kaşla konuyu değiştirmeye çalışarak. Sağlam yerden vurmuştu ve benden sonra kavga edeceklerine adım gibi emindim.

“Herkes Avşar gibi değil, kardeşim. Silahı görünce korktu sanırım.” Umurunda değilmiş gibi bir tavır takındı. “İstediğimi aldım zaten.” Sapıkça sırıtınca sinirlendiğimi hissettim. “Tek amacın bu değil mi? Adam vurmak, kızlarla yatmak… Çok pisliksin gerçekten.”

“Pisliğin tekiyim, kabul ediyorum. Ama bunun için ne yapabilirsin ki?” dedi omuz silkerek.

Ona kızdığımı hissettim ve cevap vermedim. En azından Koray öyle serseri bir tip değildi. Tamam, çok da sütten çıkmış ak kaşık sayılmazdı ama onların yanında bir kar tanesi gibiydi. Benim merhametli, masum sevgilim.

“Bu pislik seni hastanenin önüne kadar getirdi.” Dedi arabayı ışıklı ve büyük bahçesi olan bir hastanenin önüne park ederek. “Burada babanın birkaç dostu vardır şimdi. Çaktırmadan çık, biz gidiyoruz.”

“Ben şu yol üzerindeki kafede bekliyorum seni. Çıkınca mesaj at.” Dedi Koray onu duymazdan gelerek. Dikiz aynasına baktığımda Aslan’ın gözlerini devirdiğini gördüm. Kesinlikle bir şey olmuştu ikisine.

Tam çıkacaktım ki elimden tutup beni geri çekti ve sertçe öptü. “Bana kızmandan nefret ediyorum.” Dedi elimden tutup gözlerime bakarak. Halimden memnun bir şekilde gülümsedim. “O zaman kızdırma.” Dedim bende gülümsememi bastırmaya çalışarak. “Tamam git şimdi.” Dediğinde güldüm ve bu sefer de ben onu öptüm.

Hastanenin ilk katındaki resepsiyonda Şule’nin durumunu sordum ve henüz ameliyatta olduğunu öğrendim. Ameliyatın yapıldığı kata çıkıp orada beklemeye başladım ve koskoca koridorda yalnız olduğumu fark ettim. Ürkütücü bir sükûnet. Kimse yoktu. Sadece ben vardım. Boş uğuldamalar, hastanenin kendine has kokusu... Daha Utku’ya haber vermemiştim. Meraktan ölüyor olmalıydı.

Durup gözlerimi yumdum ve kendimi suçladım. O beni yüzümden vurulmuştu. Daha kötüsü, Beril benim yüzümden ölmüştü. Benim yüzümden. Eğer bunu bir daha söylersem, büyük ihtimalle bende kendimi öldürürdüm çünkü insan böyle bir gerçekle karşı karşıya kalınca kafayı yiyordu. Aptallığım bir hayata mal olmuştu.

Annesine haber verip vermemeyi düşündüm bir an ama sanırım annesiyle kavgalıydılar. Zaten Şule annesini günahı kadar sevmiyordu. Sosyete anneleri bilirsiniz. Şule’nin annesi de tam öyle bir kadındı. Babası iyi biriydi, kitap okumayı seven bir tipti ve bana sebepsizce Stephen King’i hatırlatıyordu. Ama üç gündür Antalya’daydı.

Belki de iyi bir vatandaş olup ailesinden birine haber vermeliydim ama yapmadım. Onun ailesi bendim zaten.

“Alo? Utku?”  Sanırım Şule’nin kayıp olduğunu biliyordu. “Avşar bir şey mi oldu ona?” dedi direk merhabasız. “Hastanedeyiz…” sesi kesilince “O iyi!” dedim ama sanırım kapanmıştı.

Doktorlardan biri çıkınca oturduğum yerden hemen kalktım. Kırklı yaşlarının ortasında görünen gözlüklü esmer doktor bana “Tek yakını sen misin?” diye sordu. “Arkadaşıyım ben. Ailesi yurt dışında. Durumu nasıl?”

“Şimdilik iyi. Göğüs kafesine isabet eden kurşunu çıkardık. Organları çok zarar görmemiş. Sadece dinlenmeye ihtiyacı var.” Derin bir nefes aldım. Ağlamak üzereydim ve sanırım ağlıyordum da. Resmen doktora sarılacaktım, kendimi Şule’siz fena halde yalnız hissediyordum.

İyi olduğunu bilmeme rağmen yere çöküp hıçkıra hıçkıra ağladım. Sanki ölmüş gibi. Boğazımdan yabani sesler gelene kadar ağladım. Kendimi durduramıyordum. Bu denli ağlamam gerekiyordu, hatta soğuk zeminde oturmamam da gerekiyordu ama oturuyordum işte. Her zaman yapmamam gereken şeyleri yapardım zaten.

Kolumu oturma yerlerinden birine koyup kafamı da üstüne yerleştirdim ve ağlamama kaldığım yerden devam ettim. Kendimi çok eksik ve yalnız hissediyordum. Evdeki herkes dışarıda eğlencedeyken evde oturmak gibi.

O iyi, diye kendime hatırlattım ama uzun sürmedi. Öyle bir ağlıyordum ki sanırım boş kat benim inlemelerim ve hıçkırıklarımla sarsılıyordu. “Avşar?” tanıdık sesle o yöne doğru başımı çevirdim ve kırmızı gözlü Utku’yla karşılaştım. “Ona bir şey mi oldu yoksa?” diye bağırdı yanıma gelip.

“Hayır çok iyi.” Dedim ve en sonunda tanıdık birini görmenin verdiği rahatlıkla ona sarıldım ama duygu boşalmam henüz bitmemişti. “Niye böyle ağlıyorsun o zaman kızım?” dedi rahatlayarak ve o da bana sıkıca sarıldı.

“Çok kötüyüm.” Diye mırıldandım çatallaşmış sesimle. Boşluktaydım. Büyük bir boşluk. Annemi özlemiştim. Babamı. Halamla eski halimizi… Birçok şeyi özlemiştim. Kış aylarında hep böyle ağlıyordum zaten.

“Tamam ağlama.” Dedi beni olduğum yerde hafifçe sarsarak. “Öyle bir ağlıyordun ki alt kattan duydum ve Şule’ye bir şey oldu sandım. Aptal…” ona bakmaya zorladı ve onun yüzünde kendimi gördüm. Beni öptü. “Hepimiz iyiyiz.” Dedi ve başımdan tutup omzuna yasladı. “Hepimiz iyiyiz.” Diye onayladım onu ama nedense iyi olduğuma kanaat getiremiyordum bir türlü.

Utku beni oturttu. “Tamam kes ağlamayı.” Dedi yüzüme hafifçe vurarak. On beş dakika kadardır aralıksız ağlıyordum ve boğazlarım acıyordu artık. Konuşamıyordum bile. Tam konuşmak istesem ağzım açıldığında, dudaklarım yırtılana kadar çığlık atmak istiyordum.

“Bak kim geldi.” Dediğinde girişlerin olduğu yöne baktım ve tüm yakışıklılığıyla bana doğru gelen sevgilimi gördüm. Halimi görünce adımları hızlandı ve bende koşarak ona sarıldım.

O tanıdık çehre, koku, beden, o his… Ona sıkıca sarılınca ayaklarım yerden havalandı ve siyah kazağına sıkıca tutunarak çığlıklar atarak ağlamaya başladım. Sesim bedeninde nötrlendiğinden duyulmuyordu yoksa şimdiye çoktan görevliler tarafından dışarı atılmıştım.

Ciğerim yanıyor dedikleri bu olsa gerekti çünkü içim yanıyordu. Belki susuzluktan da olabilirdi ve kan şekerimin düştüğüne emindim.

Ona sarılmak, babama sarılmak gibi olduğundan ağlamam azalacağına iki katına çıktı. Utku’nun “Geldiğimden beri böyle.” Dediğini duydum ama seslere kulak veremeyecek kadar uyuşmuştu her yanım.

İçimde biri Lavinia şiirini okuyordu, nereden aklıma geldi bilmiyordum, ezbere bildiğim tek şiir olduğu için olabilirdi ve Özdemir Asaf’a kişisel bir hayranlık da duyuyordum ama neden şimdi oluyordu tüm bunlar?

Küçüklük halim aklıma geldi, kendimi meyve yerken ve o sulu kütür kütür eriği dişlerken hatırladım. İlk yemek yapışım, ilk kavgam, lisedeki ilk gün… İlkler hafızamı işgal ederken sanırım yaşadığım süre boyunca, ağlamadığım zaman dilimlerinin acısını çıkartıyordum.

Sesim kısıldığını ve ses tellerimin yorgunluktan büzüştüğünü hissettim ve artık gözyaşı namına bir şey kalmamıştı. Bir anda uyku bastırdı ve ne ara oturduğumu anlamsam da başımı Koray’ın göğsüne yaslayarak ağlamadan sonraki o huzurlu uykunun tadını çıkarmaya çalıştım.

                                         ♥♣♠♦

Tanımadığım ve hiç kulak aşinalığım olmadığı sese uyandım. Bütün bedenim acıyordu ve bu koku… Hastanenin uğursuz kokusu üzerime bulaşmıştı ve başım Koray’ın sert ve geniş omzundaydı. Kulağımdan kan akıyordu sanki…

Fena halde sersemlemiş bir şekilde uyandım ve Utku ve Koray’ın da şekerleme yaptığını gördüm. Saat kim bilir kaçtı. Dün akşam bomboş olan koridor şimdi biraz daha hareketliydi.

Şule hala ameliyathane de mi yoksa başka bir yerde mi kalıyordu? “Günaydın, saat üç buçuk, Şule’yi dinlenme odasına aldılar şimdi.”

“Oha.” Diye mırıldanmaya çalıştım ama sesim çıkmamıştı. Koray yüzünü buruşturdu. “Sesin kısılmış senin.” Öksürdüm ve boğazımın acıdığını hissettim. “Ne oldu?” derken sesim akciğer kanseri olan insanlar gibi çıkıyordu.

“Çok uzun bir süredir uyuyorsun, baban sanırım elli defa aradı hatta annen ve ablan da aradı.” Yüzü gerildi. “Her neyse, baya dayak yiyeceksin eve gidince sanırım.”

“Niyeymiş o ya?” sesim cidden berbattı. Uzun bir süredir sesim kısılmıyordu ama şuan çok kötüydü.

“Aramıyorsun ya merak etmişler halana mesaj çektim.”

“Ne yazdın?” elimle boğazımdaki düğümlenmeye masaj yapmaya çalıştım ve dilimdeki kuruluğu görmezden geldim.

“Şule’nin Utku gidecek diye intihara kalkıştığını falan. Hadi kalk yemek ye biraz.” Eliyle yüzümü kavradı ve yanağımı okşadı. “Solup gitmişsin. Dün tam yarım saat boyunca ağladın. Hatta gece uykunda bile kalkıp ağladın.”

“Şule seni öldürecek.” Dedim yaratıkvari sesimle. Ve midem filmlerdeki gibiydi. Boş sokak, esen rüzgâr ve hortum şeklinde dönüp duran sonbahardan kalma yapraklar.

“Aklıma o an başka bir şey gelmedi.”

“Utku nerede?” diye sordum. Hala uykum vardı ve gözlerimi tam açamıyordum. Acaba çapaktan mı açamıyorum diye düşünsem de gözlerim bile kupkuruydu. Hatta cildim bile öyle kurumuştu ki dokunsam yırtılacak gibiydi.

“Şule’nin yanında. Gel gidelim. Önce şunu iç.” Bir anda dudaklarıma pipet sıkıştırdı fakat soğuk, karışık meyve suyu olduğunu fark edince kıtlıktan çıkmış gibi nefes almadan hepsini içtim. Dudaklarımı ayırdığımda nefes nefese kalmıştım. “Çok sağol.” Kolunu omzuma atıp beni kendine çekti ve saçımdan öptü. “Çok kötü görünüyorsun.”

“Çirkin mi demek istiyorsun?” güldü. “Bence fazla konuşma.” Omzuna vurdum ve beni Şule’min kaldığı odaya götürdü. Kapıyı tıklamadan açtığımda Utku Şule’nin elini öpüyordu ve Şule bembeyazdı.

“Salak!” diye bağırdı beni görünce hemen. Kollarını iki yana açınca ona çok eğilmeden sarıldım. “Nasılsın?” diye sorduğumda kahkaha attı. Sonra durup yine kahkaha attı. “Bir daha de.”

“Nasılsın?” dedim gözlerimi devirerek. Yatağın kenarına vurarak güldü. “Ay o ses ne?”

“Senin için ağlamaktan kısıldı.” Dediğimde burukça gülümsedi. “Öf sus ağlayacağım zaten şimdi.”

“Ne oldu?” diye sordu Utku. “Avşar’ın eski belalılarından biri. Manyak çirkindi yüzü, meymenetsiz orospu çocuğu. Beril’i de o öldürdü.”

“Kıçınızı kurtarabilecek durumda mısınız?” diye sordu birden bire. Biraz düşünmek için kendime zaman ayırsam da Koray hemen “Evet.” Deyiverdi.

“Çocuk ne oldu?” diye sordu ve bakıştık. Fısıltıyla –ki buna hiç gerek yoktu- “Vurdum onu.” Dedim.

 “Ne?”

“Onu vurdum.”

Utku’nun dudakları şokla aralandı. Yüzümdeki kanları silsem de hala üzerimde vardı biraz. On dair hiçbir şey kalmayana dek yıkanacaktım. “Element polisi aradı, zaten otopside de çıkacak Can’ın katil olduğu.” Dedi Koray ve dudaklarının arasından küfür mırıldandığını işittim.

“Avşar… Şule sen gördün mü?” diye sordu Utku ne yapacağını şaşırmış gibiydi. “Yes, bebek.” Dedi Şule çok da neşeli olmayan bir sesle. “Ulan ben sizi daha üç saat yalnız bırakamıyorum bir de üç ay gideceğim, sikeyim böyle işi.” Dedi.

“Biz kendimize bakabiliriz.” Dedi Şule.

“Gördük.” Dedi Utku da sargılı karnını başıyla göstererek.

“Yalnız bir şey diyeyim mi, galiba ben bu sayede yemek yiyemeyeceğim ve zayıflayacağım galiba.” O kıkırdayınca ortamdaki gergin hava yok oldu ve hepimiz sırıtmaya başladık.

Continue Reading

You'll Also Like

Maskeli Bir Gece. By Miel.

Mystery / Thriller

2.6K 57 3
-Bütün gece maskesi suratında dolaşan bir kadın. -Yüzünü kendisinden başka kimsenin göremediği bir bayan. -Kahverengi ve maşalı saçlarıyla girdi mask...
105K 8.2K 22
"Yine neyin var?"diye sordum bezgin bir ses tonuyla. Çünkü bezmiştim artık. Bu neydi canım?!Her gün,her saat insan hasta mı olurdu?! "Dün karnın ağrı...
778K 32.6K 49
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
3.5K 2.4K 9
"Yaşanmış bir hayat hikâyesinden esinlenilmistir" **** 70'li yılların ortalarında ,arkadaşı için kız kaçırılmasına yardım eden Yusuf,uzun süre kaçma...