Screenshot

By AndromedaMikaelson

1.4M 86.6K 29.9K

çikolatalı süt içerken yazılmış bir snapchat hikayesi. More

0.0
0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.1
1.2
1.3
1.4
1.5
1.6
1.7
1.8
1.9
2.0
2.1
2.2
2.3
2.4
2.5
2.6
2.7
2.8
2.9
3.0
3.1
3.2
3.3
3.4
3.5
3.6
3.7
3.8
3.9
4.0
4.1
4.2
4.3
4.4
4.5
4.6
4.7
4.8
4.9
5.0
5.1
5.2
5.3
5.4
5.5
5.6
5.7
5.8
5.9
6.0
6.1
6.2
6.3
6.5
6.6
6.7
6.8
- Bitiş -
surprise.

6.4

10.8K 655 659
By AndromedaMikaelson

vote&yorum unutmayın 

"Genelde etrafta somurtarak gezenin ben olmasına alışkınım, sen neden sabahtan beri şekeri elinden alınmış çocuklar gibi geziyorsun ortada?"

Bahçede gidip yüzü beş karış Marc'ın yanına otururken soruma cevap bekliyordum.

Marc sigara içen biri değildi ama o an bir tane uzatsak alıp yakacakmış gibi depresyonda duruyordu. 

"Bir şey yok," dedi dönüp yüzüme bile bakamdan. Tam önünde basketbol oynayan sınıf arkadaşlarımız vardı ama hepsine sanki Akgezen ordusuymuşcasına bakıyordu.

"Beni kandıramayacağını biliyorsun, aşk acısının kokusunu alırım ben."

Derin bir nefes alınca konuşmayacak sandım ama bu şeyi içinde de tutamayacağı belliydi ve anlatabileceği tek kişiydim ben. Bu yüzden saniyeler sonra sesini duydum.

"Skylar şu John denen veletle konuşmaya başlamış," dediğinde kaşlarımı çattım çünkü Skylar bana bundan bahsetmemişti.

"John bizden bir sınıf üstte değil mi?" diye sordum emin olmak için. "Nasıl velet oluyor?"

"Boyu benden kısa, senin kadar bir şey neredeyse. Bu da onu velet yapar," dedi ve benden omzuna bir yumruk kazandı. "Şaka yapıyorum bebeğim, tabii ki sen ondan uzunsun."

"Skylar neden bana bundan bahsetmedi mi? Anında bana mesaj atması falan gerekirdi."

Birazcık alınmıştım doğrusu, ben ona Justin ile bütün mesajlarımı boy boy ekran görüntüsü alıp atıyordum.

"Sevgili John'u aklını başından almış olmalı."

"Böyle konuşma, sana yakışmıyor," diyerek uyardım onu. "Hem onu suçlayabilir misin Marc? Kaç yıl olacak ve hala onunla en yakın arkadaş muhabbetindesiniz."

"Suçun bende olduğunu biliyorum zaten," dedi ellerini birleştirip. "Bir gün bir başkasını falan bulacağını da biliyordum ama bunun böyle hissettireceğini beklemiyordum."

Sevdiğin insanı bir başkasıyla görmenin nasıl hissettirdiğini çok iyi bildiğimden yüzümü buruşturdum.

"Başka nasıl hissettirmesini bekliyordun ki? Emin ol bir şeyler ilerlemeye başlarsa ve Skylar onu erkek arkadaşı olarak bize tanıtmaya falan gelirse çok daha kötüsünü hissedeceksin."

"Yardımcı olmuyorsun Elsa," derken söylediğim şeyin düşüncesi bile onu sinirlendirmiş gibi bir hali vardı.

Marc bana hiçbir zaman Skylar'ı sevdiğini söylememişti. Ya da Skylar ağzını açıp Marc'ı ne kadar etkileyici bulduğundan bahsetmemişti.

Ama aralarında hep öyle bir akım olmuştu ki ikisinin de ne hissettiğini anlamam için onlar birbirlerine bakarken durup bir saniyeliğine izlemem yeterli olmuştu.

İnsanın kaybetmek istemeyeceği türden bir şeydi.

Aşkın olayı çoğu zaman buydu zaten, o kadar zor bulunuyordu ki bulduğunda ne olursa olsun kaybetmek istemeyeceğin bir şeye dönüşüyordu.   

"Yardımcı olması için söylemiyorum," dedim bahçeyi süzüp kimler var diye bakarken. "Seni teşvik etmeye çalışıyorum."

"Neye?" diye sorunca erkeklerin gerçekten böyle konularda aptal olduğuna emin oldum.

Marc bile bunu anlamıyorsa nasıl olur da diğerlerinin anlamasını beklerdik?

"Neye olacak salak, çok geç olmadan gidip Skylar'a neler hissettiğini söylemene."

Daha açık nasıl söyleyebilirdim bilmiyordum ama neyse ki bu sefer anladığı yüz ifadesinden belliydi.

"Bunu düşünmedim mi zannediyorsun? Karşımda gerçekleşen ama müdahale edemediğim bir sürü olay geliştiğinde onu kenara çekip söylemek istemedim mi sence?" Konuşurken bana doğru dönmüştü, bende dönüp ona baktım. "Ters bir yanıt verip, arkadaşlığımızı bitirirse buna dayanamam. Sırf bundan korktuğum için bir şey diyemiyorum."

"Yani sonsuza kadar durup onu oradan öylece izleyeceksin?" Acımasız konuşuyordum çünkü Marc'ın nasıl gaza geldiğini biliyordum. "Sonra boyu benim kadar olan biri de senin o gözünden sakındığın kızı alıp götürecek."

"Basketbol maçlarından önce de Koç aynen böyle konuşuyor, biliyor musun?" dediğinde yapmaya çalıştığım taktiği anlamıştı ama gözlerinin içinde çoktan işe yaradığını görebiliyordum.

"Sana defalarca dediğim gibi, gidip konuşsan emin ol Skylar seni reddtmeyecek." Buna benzer konuşmaları daha önce de birkaç kez yapmıştık, Marc'ın ayda bir duygusal çöküş dönemi geliyordu çünkü. "Sen onun hayatında ihtiyacı olan kişisin Marc, her şey bu kadar ortadayken nasıl bu kadar özgüvensiz olabilirsin?"

"Ve senin hayatında ihtiyacın olan kişi kim?" diye sorarak konuyu kendisinden bana doğru çekti.

Marc'ın kendi hakkında böyle konuları konuşma süresinin maksimum beş dakika olduğunu bildiğimden gözlerimi devirdim ama, "Benim Mia'm var, yani uzunca bir süre başka kimseye ihtiyacım yok," diyerek cevap verdim.

"Birkaç asır daha yalnızım diyorsun yani?" deyince omzuna sert bir şekilde geçirdim.

Biz gülüşürken, "Bu kadar komik olan ne?" diye sorarak yanımıza gelen Skylar'ı bile geç fark ettik.

"Hiçbir şey," dedik Marc ile aynı anda ama bu sadece daha fazla gülmeye başlamamıza neden olmuştu.

* * *

Okulun son günleri olunca yapmayı en sevdiğim aktivite tuvalete gitmek için izin isteyip bütün okulu turladıktan sonra zilin çalmasına beş dakika sınıfa geri dönmekti.

Neden bilmiyorum ama boş boş tahta sırada oturmaktansa böylesi daha eğlenceli geliyordu.

Yine Fizik dersinden çıkmış koridorları dolanırken öğle yemeğinde ne yesem diye düşünüyordum.

Merdivenlerden aşağıya inerken öğle yemeğini geçeli iki ders olduğunu hatırladım.

Bazı sınıfların kapısı kapalı bazılarının açıktı ama rehberlik odasının önünden geçerken duyduğum tanıdık ses beni durdurdu.

Geri geri gidip azıcık aralık duran kapıdan baktığımda Justin ile rehberlik öğretmeni olan yeni gelmiş kadın öğretmeni karşı karşıya oturmuş halde gördüm.

"Peki bu kararından emin misin?" diye sorduğunu duydum öğretmenin. "Hemen yakınında bir sürü mükemmel üniversite varken başka bir ülke de okumak? Ailen bu duruma üzülmez mi?"

Kadının ağzından çıkanlar benim için öyle beklenmedik şeylerdi ki bir an yaşadığım şaşkınlıktan ses çıkaracağım diye korktum.

"Herkes üniversite ile gelen yeni hayattan bahsediyor ve bende düşündüm ki neden bunu bir ileri seviyeye taşıyıp her şeyi sıfırdan başlatmayayım?" Konuşan kişi tabii ki Justin'di. Ses tonunda kalbimi kıran bir şeyler vardı. "Artık beni burada tutabilecek bir şey yok."

Kadının bunun ne kadar aptalca bir düşünce olduğunu söylemesini bekledim ama, "Bu senin kararın ve kendi bakış açında oldukça haklısın aslında," diyerek destek çıktı ona. "Ama sana tavsiyem başka bir ülke yerine başka bir eyaleti tercih etmen olacak. Yine de ülke konusunda kesinsen şurada birkaç broşür olacaktı."

Konuşmalarını daha fazla dinleyemedim çünkü yan sınıfın kapısı açıldı ve müdür yardımcı oradan çıkınca bende arkamı döndüğüm gibi yürümeye başladım.

Gidecekti.

Üniversite için gitmesine zaten kendimi hazırlamıştım ama başka bir ülke?

Aynı ülkede olmadığımızı düşünmek bile iğrenç bir şeydi.

Gitmesini ve onu artık görmemeyi istediğimi söylerken bahsettiğim şey kesinlikle bu değildi.

Burada artık onu tutan hiçbir şeyin olmadığını söylemişti. Yani daha önce bir şeyler vardı.

Gözlerimi kapattım ve tekrar açtığımda birkaç damla yaşın düştüğünü hissettim.

Onları silip sınıfa dönmek zorundaydım ama kendimi bulduğum yer bahçedeki banklardan biri oldu.

* * *

Okul çıkışı Jim, Marc ve Skylar ile yürürken Jim, "Şu an tek istediğim ne biliyor musunuz?" dedi. "Koca bir tabak patates kızartması."

Hep beraber yemek yemek için bir yere gidecektik ama Jim o kadar açtı ki yolda birimizi kemirmeye başlar diye korkuyordum.

Marc onu sinir edecek sıfır ilişki hayatıyla ilgili birkaç espri yaparken telefonumu alıp anneme mesaj atmak için çantamı açtım.

Telefonumu tam almıştım ki çantamın içindeki eksiklik dikkatimi çekti.

"Of sikeyim," dediğimde hepsi birden durup bana döndü. "Cüzdanımı dolabımın içinde unuttum, gidip almam gerek."

"Boşver ben öderim seninkini, seneye bütün ödevlerimi yaparak ödeşiriz." Marc baya dahice bir teklif ortaya sununca gözlerimi devirdim.

"Cüzdanımı dolabın içinde bırakamam Marc," dedim cüzdanın içinde para dışında şeyler de taşındığını anlatmaya çalışarak. "Siz gidin, ben cüzdanımı alıp size yetiştirim."

Arkamı dönüp hızlı hızlı okula ilerlemeye başlayınca onlarda yollarına devam etmişti.

Neyse ki çok uzaklaşmadan fark etmiştim cüzdanımın olmadığını.

Herkesin çıktığı okula girmek biraz garip olsa da binanın içine girdim ve dolaplarımızın bulunduğu kata çıktım.

Dolabımı açtığımda cüzdanımı tam karşımda görünce bir soluk verdim.

Bir anlığına acaba başka bir yerde düşürmüş müyümdür diye panik olmuştum.

Cüzdanımı çantama koyup yeniden merdivenlerden aşağıya indim ama buraya koşar adım geldiğim için yorulduğumdan daha yavaş bir şekilde devam etmeye başladım.

Bahçeye çıktığımda tam çıkışa yönelecekken karşıdan geldiğini gördüğüm kişi benim için Tanrı'nın bir mucizesi falandı.

Daha önce kafeteryada çarpıştığım esmer çocuktu bu.

Benim onu gördüğüm gibi o da beni görmüştü ve yüzünde bir tebessüm oluşmuştu.

"Selam bana çarpan kız," diyerek durdu karşımda.

"Selam bana çarpan çocuk," dedim onun taklidini yaparak. "Neden herkes evine dönüyorken sen okula gidiyorsun? Cüzdanını falan mı unuttun?"

Benim gibi.

Söylediğime gülüp, "Aslında henüz bu okulda değilim," dedi. "Son senemi burada okumak için kaydımı aldırıyorum ve bu sırada ortama uyum sağlayayım diye gelip gitmeme izin veriyorlar."

Böylelikle aynı yaşta olduğumuzu ve son senemi bu Tanrı'nın hediyesiyle geçireceğimi öğrenmiş olmuştum.

"Pek uyum sağlayacağın bir şey yok; etrafta bağıra çağıra dolaş, yerlere tükür ve kızlara laf at. Seni hemen aralarına alırlar."

"Kulağa pek alınmak isteyeceğim bir ortam gibi gelmiyor," dese de söylediklerim onu yeniden güldürmüştü. "Genelde bana çarpan insanlarla falan takılmayı seviyorum."

Ve bu kadar çabuk koşmasını da beklemiyordum.

Ben tam ne desem de kalbini kırmadan oradan ayrılsam diye düşünürken duyduğum ses bütün tüylerimi diken diken etti.

"Bu ibne kim?"

Nereden çıktığını, neden hala okulda olduğunu bilmediğim Justin gelip yanımızda durduğunda ağzından ilk çıkan şeyler bunlar bulmuştu.

"Affedersin?" dedi esmer çocukta haliyle şaşırarak.

"Justin, saçmalama," dedim tahmin edebildiğim şeylerin gerçekleşmesini önlemek amacıyla.

"Seni rahatsız mı ediyor?" Bu soruyu sorarken adının ne olduğunu bile bilmediğim çocuğa her an kafa atacakmış gibi bakıyor.

"Beni rahatsız ediyor olsa onunla konuşmazdım, değil mi?" 

Bana bakıp, "Konuşmanız bitti," dedikten sonra yeniden esmere döndü. "Şimdi siktir git buradan."

"Justin-"

"Kime siktir git diyorsun sen?" Justin'in bu ukalalığı tabii ki onu da kızdırmıştı.

"Sana diyorum, anlama zorluğun mu var?"

Neredeyse aynı boydalardı ve Justin birden esmeri omuzlarından itekleyince geriye doğru gitti.

Justin'in adını bir kez daha söyleyip onu durdurmaya çalışsam da iteklenmekten baya hoşlanmamış gibi görünen esmer ona bir yumruk attı.

O bunu yapınca Justin de ona bir tane geçirdi ve esmer yeniden bir şey yapamadan araya girmeyi başardım.

"Kesin şunu," diye bağırırken elimle çocuğu hafifçe itekleyerek durdurabilmiştim. "Ona vurman yanlıştı, o da sana vurdu ve ödeştiniz. Bitti işte."

"Ona vurmam yanlış mıydı?" dedi bana inanamıyormuş gibi. "Durup dururken gelip bana küfür etmeye başladı."

"Çünkü o kafayı yemişin teki ama yine de ona vuramazsın," derken Justin'i istemsiz olarak koruyordum. Gerçekten bu çocuğun ona vurmuş olmasından nefret ediyordum. "Okula gidip işlerini halletsen iyi olacak bence."

Bir bana bir de Justin'e baktıktan sonra derin bir nefes aldı ve beni görmeden önce yürüdüğü gibi yürümeye devam etti.

Sanırım gününün ortasında hiç tanımadığı biriyle kavgaya tutuşmak onun içinde beklenmedik bir şeydi.

"Delisin sen, değil mi?" diye sorarak döndüm Justin'e. "Sana benden uzak dur diyorum ve şu yaptığına bak."

Bu sırada dudağının kenarından hafifçe bir kanın süzüldüğünü gördüm.

"Sadece biraz eğlendim," dediğinde bir yumrukta ben ona atmak istedim ama bunun yerine çantamdan ıslak mendil paketini çıkardım.

"Yumruk yemekten dudağın kopacak hala kavga derdindesin," derken ıslak mendili hiç acımadan dudağının kenarına bastırıp kanını temizledim.

"Kıyamıyorsun hala bana," derken yarım ağız gülüyordu. "O çocuk bana vurunca ona bağırdın."

Jetonumun düşmesi için birkaç saniye geçti. "Bilerek sana vurmasını sağladın değil mi?" dedim. "Bu tepkiyi verip onu kovayım diye."

Bir şey söylemese de yüzündeki ifade çoğu şeyin cevabıydı.

"Bir dahaki yumruğu benden yiyeceğin konusunda emin olabilirsin," deyip ıslak mendili ona fırlattım.

Gideceğimi anlayınca bileğimden tuttu ama nazikçe bir tutuştu. "Sadece ne tepki vereceğini görmek istedim, üzgünüm. Tamam mı?" dese de hiç üzgün olmadığı ortadaydı.

Yüzüne bir iki saniye bakıp konuyla hiç alakası olmamasına rağmen, "Üniversite için başka bir ülkeye mi gideceksin?" diye sordum aniden.

Çok alakasız ve beklenmedik olduğu için sorum onu afallatı. "Evet," derken kendi bile pek emin değildi. "Nereden öğrendin bunu?"

Kaşlarım çatıldı çünkü gitmeyi seçmiş olmasından nefret ettim.

"Tam senlik bir davranış," dedim ona neredeyse bağırarak ve bileğimi çekip okuldan çıkmak için yürümeye devam ettim.

napıyonuz amk ya

3 günlük dünyada 4 aydır küssünüz be

baya uykum var saat 06:36 ne yazdım neden yazdim bende bilmiyorum ama gidip uyucam ahdjsjhdjs


Sizi seviyorum çok çok

Continue Reading

You'll Also Like

2.3K 1.5K 8
O ise umursamadı.Cebinden bir şey çıkarttı.Çakmak.Sonra isene yaktı."Güzel kızım şimdi benim ateşimde boğulacaksın" O Ateşte öyle bir boğuldum ki...
829K 66.8K 13
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar. taekook, tex...
betty By ︎ ︎

Fanfiction

2.4M 213K 33
okumayın for vanilla baby
6.5K 403 15
Erkek lisesine giden 4 kız sizce de biraz garip değil mi? kızlar erkeklerden kendilerini nasıl koruyacaklar?? herkesin aklında bu soru olduğunu biliy...