Aşk ve Nefret

By pinkcivert

5M 93.1K 25.3K

Ya bildiğin tüm gerçekler aslında koca bir yalansa? More

1. Bölüm "Bahis"
2. Bölüm "Gangster"
3. Bölüm "Dövüş"
4. Bölüm "Al yanak"
5. Bölüm "İlk Dokunuş"
6. Bölüm "Kötü Karşılaşma"
7. Bölüm "Karanlık Sokak"
8. Bölüm "Gizemli Not"
9. Bölüm "Adliye"
10. Bölüm "Gece"
11. Bölüm "Ateşli ve Islak"
12. Bölüm "Suç çetesi"
13. Bölüm "Barlar Sokağı Sekizlisi ve Fahişeler"
14. Bölüm "Depo"
15. Bölüm "İlk Görev"
16. Bölüm "Tuzak"
17. Bölüm "Seks Kulübü"
18. Bölüm "Acı"
19. Bölüm "Yasak"
21. Bölüm "Kokain"
22. Bölüm "Yüzleşme"
23. Bölüm "Cennet"
24. Bölüm "Alışveriş"
25. Bölüm "Takip"
26. Bölüm "Sinema"
27. Bölüm "Gerçekler"
28. Bölüm "Şüpheli"
29. Bölüm "Arzular"
30. Bölüm "Plan"
31. Bölüm "İntikam"
32. Bölüm "Halüsinasyonlar"
33. Bölüm "Soygun"
34. Bölüm "Karanlık"
35. Bölüm "Hayal Kırıklığı"
36. Bölüm "Kan"
37. Bölüm "İtiraflar"
38. Bölüm "Aile"
39. Bölüm "Hasta"
40. Bölüm "Baskın"
41. Bölüm "İyileşmek"
42. Bölüm "Gözyaşları"
Final
43. Bölüm "Hep birlikte"
44. Bölüm "FİNAL"

20. Bölüm "Ceset"

81.2K 1.7K 184
By pinkcivert

Sky Ferreira - Blue Jeans (Lana Del Rey - Cover)

Şule'nin ilk deneyimi bu kadar kutsal görünmüşken gözüme, Furkan ve Gizem'in ki midemi bulandırmıştı. Oysa hepsi benim arkadaşlarımdı. Belki Şule ve Utku benim canımın birer parçasıydılar ama sonuçta hepimiz kardeş gibi beraber büyümüştük.

Victoria's Night Clup kaldığı yerden eğlencesine devam ediyordu ama sanırım yer altı dünyaları ifşa olmuştu ve bu da daimi müşterilerin kaçmasına sebep vermişti. Aslında o insanların nasıl böyle bir pisliğe bulaştığını bilmiyordum ama Koray'dan duyduğum kadarıyla birkaç milletvekili de oralarda takılıyormuş. Hatta valini oğlu bile. İnsanların içi kötü olduktan sonra, isimlerinin önüne gelen lakaplar pek önemli olmuyordu.

Gece bizde kalan Şule'yi okul için uyandırdım ve beraber hızlı bir kahvaltı edip hazırlandık. Kızın gözleri ışıldıyordu. Hem hüzünlü, hemde mutluydu. Blues söylemekten yorulmuş gibi bir hüzündü onun ki. Mutluluktan yorulmuştu belki de.

Çıkmak üzere olduğumuzu gören halam "Çöpler..." diye mırıldandı. Sanırım rüyasında bile evin sorumluluğunu üstlenmişti. Dayanamayıp yanına gittim ve benim hayatımı karartmadığı için yanağına bir öpücük kondurdum. Babama söyleseydi şuan kesinlikle bitmiştim.

"Çöpleri alayım bekle öyle çıkalım." Dedim, sabah sabah sakızını patlatıp bana onay verdi. Bahçeye çıkıp telefonuyla oynamaya başladı. Büyük ihtimalle sevgilisiyle mesajlaşıyordu.

Mutfağın çöp bidonundaki çöpü aldım ve ağzını bağlayarak dışarı çıktım. "Hadi gidelim." Dedim daldığını fark edince. Sabahları burası çok güzel oluyordu. Ama havalar baya serinlemişti. Çok da uzağımızda olmayan deniz çarşaf gibiydi. Şezlonglar üst üste konulup kafenin yanına, puflarla beraber konulmuştu. Yaz sezonunun bitmesiyle kafayı yemiş birkaç çılgından başka kimse yüzmeye gelmiyordu artık. Ve yazlıkçılar kışlık evlerine gitmişlerdi bile.

Her hafta sonu eskisi kadar curcuna da olmuyordu ki son iki haftadır ölüydü burası. Aslında olması gerektiği gibiydi ama dört aylık curcunadan sonra ruh gibi olmuştu. Daha sessizdi.

Çöp hemen Kerem'lerin evi ve bizimki arasındaydı. Şule beni bizim demir, üzerindeki levhada "park edene dava açarım - Ev sakinleri" yazangirişin önünde bekliyordu çünkü okul aksi istikametteydi.

Çöp bidonunu kaldırdım, içinden kedi çıkmasını beklerdim, hatta aniden üzerime tırmanıp patileriyle yüzümü parçalasa da olurdu. Ama içinden benim arkadaşımın cesedi çıkmıştı.

Daha ne olduğunu anlamadan gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı ve herkesi uyandıracak güçlükte bir çığlık attım.

Bu Beril'di.

Çıplaktı, yan duruyordu, üzerinde siyah bir poşet vardı ama açılmıştı poşet. Siyah saçları, artık bembeyaz olmuş bedeninde korkutucu duruyordu. Tamamen çaresiz bir yüzü vardı.

Tekrar çığlık atmamla insanların kapılarını açması bir oldu ve Şule yanıma koşturdu. "Ne oldu?" demeye kalmadan yere çöküp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. O ölmüştü. Dört senelik arkadaşım ölmüştü ve cansız bedeni bizim çöp konteynırımızda duruyordu.

Öylece ölmüştü. Dudakları mosmor, çıplak bedeni bembeyazdı. Siyah saçları dağılmıştı.

O bunu hak etmiyordu.

İnsanlar yanımıza "Ne oldu?" diyerek alelacele koştururken babam ve halamın korkuyla buraya baktıklarını ve yanımıza koştuklarını gördüm. Kadının biri çöpün içine baktı ve "Aman Allahım." Diye mırıldanıp geri çekildi.

Sarsıla sarsıla ağlıyordum. O kadar üşümüştüm ki onu çıplak görünce... Bu soğuk mevsimde, çırılçıplak yatıyordu çöpün içinde. O bunu hak edecek hiçbir şey yapmamıştı! O dersini çalışan, okulun en akıllı, en tatlı kızıydı. Son yaşadıklarımıza rağmen bu gerçeği değiştirmiyordu yaptıkları. O her dönem takdir alan, dindar bir ailenin tek kızıydı. O gelecekte bu ülkenin doktoru olacaktı. Eğer ölmeseydi belki de, ölümden birçok kişiyi kurtaracaktı.

Ama daha kendini bile kurtaramamıştı.

Her gelen geçen çöpe bir bakış atıyor ve dua mırıldanarak geri çekiliyordu. Arkadaşımı bu halde görmek beni öylesine mahvetmişti ki...

On beş dakika sonra bir ambulans ve peşinden polis geldi. Arkadaşım artık bir ceset olduğu için ambulans ekipleri bir müdahalede bulunmadılar ve olay yerini incelemenin gelmesini beklediler.

İnsanlar neler olup bittiğine dair binlerce teori üretilirken bunlardan en yaygını "Tecavüz" dü. "Kıskanç sevgili." Fikrine de insanlar ısınmış görünüyordu.

O sırada Ayten Teyze gelip bize su getirdi. "İç kızım." Diye ağzıma dayadı ve içtiğimde şekerli su olduğunu anladım. Bir işe yarayacağı yoktu ama öylesine korkmuştum ki sıkıca tutarak yarısını içtim ve teşekkür bile edemeden ona geri verdim.

Daha sonra Kerem yanımıza geldi. "Avşar, lanet olsun. Bu o arkadaşın mı?" diye sorduğunda başımı salladım ama bu sadece ağlamamı hızlandırmıştı.

Birkaç dakika sonra elleri tir tir titreyen ve kızarmış gözleriyle Utku geldi. Ağlamıştı. Şule'yle birbirlerine sarıldılar. Kerem de sırtımı sıvazlayarak beni teselli etmeye çalışıyordu ama kardeşim dediğim insan ölmüşken hiçbir kelime acımı azaltamazdı.

Bizimkileri aramam gerek diye düşündüm ve son zamanlarda sevgili olduklarını anladığım Aykut'u aradım. Derste olabilirlerdi ama o her zaman açardı.

"Alo? Avşar?" dedi. Onunla küstüm, saat sabahın dokuzuydu, yanında olmam gerekirken onu arıyordum. Tüm bunlar birleşince sesi endişeli çıkmıştı.

"Ölmüş." Dedim, ama anlamıştı. Çünkü Beril iki gündür okula gelmiyordu. Bizim yüzümüzden sanıp kimse üzerine gitmemişti.

"Nasıl ölür? Ne demek ölmüş?" diye bağırdı ama sesi çatallıydı ve ardından Kimyacı Mualla'nın meraklı sesini duydum. Aykut'un benimle konuşan sesin yerini sınıftaki uğultular ve ağlama sesleri aldı.

Yarım saat sonra "Ne kadar da sessizleşti." Dediğim sokağı bir sürü gürültü almıştı. Ağlayan insanlar, olay yeri inceleme, adli tıp, savcı... Sanki yazı yaşıyorduk. O neşeli curcuna yerini hüzünlü ve buğulu bir kış sabahına bırakmıştı.

Aykut polislerin elinden zorla kurtulup çöp konteynırının içine baktı ve inanamıyormuş gibi geri çekildi ve bağırarak ağlamaya başladı. Herkes birilerine sarılmış ağlarken, o her şeyini kaybetmişti.

Olay yeri inceleme bölge savcısıyla beraber notlarını alırken Beril'in ailesi buraya doğru yürüdü. Acılı ailesi ve "Kızımı göreceğim!" diye bağıran perişan annesi herkesi bir kez daha üzdü ve ben bu güzel aile tablosuna bir taşın çarptığını ve camın parçalanarak yere düştüğünü gördüm.

Cam parçaları, teker teker hepimize saplanırken en çok ailesinin canı yanmıştı belki de. "Ah kızım..." annesinin yerinde olmak istemeyeceğimi düşündüm. Bu acının ne kadar can yaktığını, hiçbir fiziksel acının bunun yerini tutamayacağını ve büyük bir özenle yetiştirdikleri, üzerine titredikleri tek kızlarının nasıl da ellerinden kayıp gittiğini gördüm.

Ben o ailenin gözlerinde, her şeylerini kaybetmiş buğulu bakışları gördüm. Aile tablosunun bozulduğunu, hiçbir tamirin hiçbir tamircinin düzeltemeyeceği, hiçbir doktorun kapatamayacağı derin yarayı... Ve ben; doktor olmak, insanların hayatını kurtarmak için canla başla çalışan arkadaşımın kendi hayatını dahi kurtaramadığını gördüm.

Babam yetkili olduğunu düşündüğüm bir polis memurunun yanına gitti ve tokalaştılar. Babam adama bir şeyler anlatırken ben tekrar acıya odaklandım.

Annesine gidip sarıldım. Onun acısı benim hayatımda hiç tatmadığım, belki de uzun yıllar boyunca tadamayacağım kadar büyüktü. Acısını paylaşmak için, her şeyini kaybetmiş bir anneye sarıldım.

Kadın da bana sıkı sıkıya sarıldı. "Gül gibi yavrum böyle bir ölümü hak edecek ne yaptı?" diye haykırırken dudaklarımı parçalarcasına sıkıyordum.

Beyaz bir şekilde giyinip yüzlerine maske takarak kendilerince tedbir alan adli tıp ekipleri cımbızlarla, ellerindeki küçücük poşetlere, arkadaşımın bedeninden kalan son kalıntıları yerleştiler.

Daha sonra birileri gelip arkadaşımın cansız bedenini çıkartarak, siyah bir kefene sarıp fermuarı çektiler. Artık birlikte gülüp eğlenemeyeceğim arkadaşımın gidişi beni çok etkilemişti.

Kaldırıma oturup kendini suçlayan Aykut'a biraz sarıldım. Belki... Belki küsmeseydik... Bir şeyler değişebilirdi. Sanırım o gece kulüpte olan herkes bunu düşünmüştü.

♥♦♣♠

Bir saat kadar sonra hepimiz karakoldaydık. O bej renkli lanet deri koltuğa üçüncü oturuşumdu. Sanırım son olmayacaktı da.

"Maktul Beril Karataş'ın nesi oluyorsunuz?" diye sordu bana en son Ceren'i neden dövdüğümü soran amir.

"Sınıf arkadaşıyım." Dedim saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırarak.

"Onu ilk siz mi gördünüz?" bu soruları, benim yerimde oturan binlerce kişiye sormuştu belki de bu oda da. Bu oda da, bu koltukta belki de kimler ağlamıştı sevdikleri için, kimler korkmuştu yaptıkları için... Kaç kez ağlamıştım ben bu koltukta, kaybettiklerim için.

"Evet."

"Nasıl oldu bu peki?" ben ağlamamak için ayaklarımı sallarken o sorularını olması gerektiği gibi büyük bir soğukkanlılık örneği sergileyerek soruyordu.

"Sabah çöp atmak için kapağı kaldırdığımda. Onu gördüm."

"Arkadaşına bunu yapabilecek olan birini tanıyor musun? Onun canına kast etmiş olabilecek birileri var mıydı çevresinde?"

Ayaklarımı daha fazla salladım. Kulüpten bahsetsem mi, bahsetmesem mi diye düşünüyordum ki karakola giderken hepimizin bakışında bundan bahsetmeyeceğini belirten bir bakış görmüştüm. Eğer bahsedersem, her şeyin açığa çıkacağından korkuyordum.

Belki de bunu biri öylesine yapmıştı. Beril'i görüp kaçıran herhangi biri de olabilirdi bu. Zaten kulübe tek başına gitmiyordu ki! Kimlerle yaptığı belliydi. Dört senelik arkadaşlarıyla. Hala bunun nasıl olduğuna anlam veremesem de, yapılan her hatayı görmezden gelmeyi, kaybedince öğreniyorduk...

"O her dönem takdir alan, başarılı bir kızdı. Çok tatlı dilliydi. Kimsenin sevmediği insanlarla bile kaynaşabilirdi. Hepimizin düşmanı vardır belki, ama onun yoktu."

"Hiç mi? Ona takip eden sapık biri? Belki de size bahsetmediği ama sizin şüphelendiğiniz?"

Duraksadıktan sonra, "Hayır. Böyle bir şey olsa zaten bize bahsederdi. O konularda gizlisi saklısı yoktu pek." Dedim. Haklıydım da. Mutlaka birimiz bilirdik peşin takılan biri olsaydı.

"Pekala, kızım gidebilirsin. Üzme kendini, ölümlü dünya."

Onun üzme demesiyle neşeleneceğim yoktu ama yine de silkelenip kendime gelmeye çalıştım ve benden sonra odaya diğerleri girdi.

Polis bizden bir şey elde edemeyince toplanmaya karar verdik. "Sevgilisi olduğunu söyledim ve bana farklı gözde baktı herif." Dedi Aykut sinirle soluyarak. Süleyman'a baktığımda burnundan derin nefesler almaya çalıştığını gördüm. Sanırım ikisi de Beril'i seviyordu.

"Beril öldürüldü." Dedi Şule. O kadarını hepimiz fark etmiştik. "Yalnız buradaki problem Beril'in ölmesi değildi bence." Bana baktı, bende ona baktım ve diğerleri merakla bizi süzdü. "Neden onu öldüren kişi sizin konteynırınıza atmış olsun ki?"

Yutkundum. Bunu ne polis sormuştu, ne de başka biri. Hatta aklımın ucundan bile geçmemişti. Birden tüm dikkatler üzerimde kesildi ve bu gerçeğin dehşetiyle gözlerim kocaman açıldı.

"Bu işte bir terslik var." Dedi Gizem. Hepimiz burada bekliyorduk çünkü polisler ifadeleri karşılaştıracaktı. Belki adli tıptan da üstün körü yapılmış çalışmaların sonuçları gelirdi.

"Benim aklıma gelmedi o an. Cesedi çöpte bulduğumu söyledim sadece. Bizim mahallemizde bulunduğu... Ne bileyim aklıma gelmedi işte."

Elim ayağım birbirine dolaşmıştı çünkü bunun bir tesadüf olduğuna kimse inanmazdı. Ben bile inanmamıştım. Eğer biri benden intikam almak istiyorsa neden Şule'yi değil de Beril'i seçmişti?

Bunu sesli dile getirdiğimde herkes bana kaşlarını çatarak baktı. "Ne demek istiyorsun Avşar? Fikre bu kadar çabuk ısınacağın aklıma gelmedi." Aykut bana kaşlarını çatarak bakıyordu.

"Bana o ses tonuyla konuşamazsın Aykut. Sanki ben yapmışım gibi. Belki de o kulüpten biri bela oldu Beril'e?"

"Bak benim ses tonum normal tamam mı? Ben sevgilimi kaybettim."

"Senin sevgilinse benim de arkadaşımdı o. Hani senin de bir ara arkadaşın olan." Suçlayan bir ifadeyle Süleyman'a baktım.

"Kimsenin Beril'e bela olduğu falan yok. Ayrıca neden Beril'e bunu yapacak kişi senin kapına koysun ki cesedini!"

Acaba acıdan mı bu kadar kendini kaybetti diye düşündüm. Şuan sesi tonu suçlar derecesineydi. Sütten çıkmış ak kaşık olduğum söylenemezdi ama benimle bir alakası yoktu.

"Eğer bana bir şey demeye çalışıyorsan Aykut... Senin sevgilin öldüğünde ben evimde bile değildim!"

"İki gündür okula da gelmiyorsun." Dedi Süleyman.

"Ne demek istiyorsun ulan sen?" diye kükredi Utku omuzlarını gererek.

"Yalan mı lan? Ne o ne de psikopat sevgilisinin okula uğradığı yok! Bugün de şüpheli ve oldukça alakasız bir şekilde cesedi evinin önünde çıkıyor."

Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Yemin ederim ki, tüylerim diken diken olmuştu imasına karşılık. Ayrıca Koray'da bir şekilde işin içine karışır olmuştu bir anda ve bu çok rahat bir şekilde babamın kulağına giderdi.

"Kendinize gelin, ne dediğinizi bilmiyorsunuz siz. İkiniz birden kızı gece kulüplerine götürüp becerirken iyiydi de cesedi benim mahallemde bulundu diye mi suç oldu? Belki de ikinizden biri kıskançlık yüzünden yaptı? Ne de olsa..."

O kadar sinirlenmiştim ki bu iğrenç sözleri sarf ederken ne dediğimi duymuyordum bile.

Süleyman oturduğu yerden kalkınca sandalye zeminde uğursuz bir ses çıkardı. "Avşar düzgün konuş."

"Sen beni suçlarken sanki çok düzgün konuşuyordun." Altta kalmamak için farkında olmadan ayaklanmıştım, neyse ki çevreden uzaktaydık da biri bu kötü manzarayı görmüyordu.

"Sakin olun."

Hiç sakin olacak havamda değildim. Dört senelik arkadaşım ölmüştü, cesedini kendi evimin önünde bulmuştum. Zaten kötü günler geçiriyordum.

İkimize kötü kötü baktık. "Bir şey diyeyim mi, siz gerçekten pisliksiniz." Dedi Süleyman ve Aykut'a ithafen. İkisi de ne dediğimi anlamıştı. "Bence kıskançlıktan yaptı biriniz bunu. Zaten Avşar iki gündür yok diye de cesedini benim mahalleme yerleştirdiniz."

Tamam bu ağırdı, ama kimin daha suçlu göründüğünü de yüzlerine vurmak istemiştim.

"Susma konuş, konuş bakalım daha neler çıkacak senden Avşar. Biliyor musun, tam suçlu psikolojisi bu."

Aslında onları korkutmaya çalışmam işin içine Koray'ın girmemesiydi. Eğer şüpheler bizden kalkarsa konu oraya kadar gitmezdi. Aksi takdirde polisler bu olayı didik didik eder ve mutlaka ucu bize dokunurdu.

"Adli tıptan raporun gelmesini bekleyelim. Herkes ölüm saatinde nerede olduğunu açıklasın ve şahitlerini getirsin."

Beril bizim çöp konteynırımızda bulunmuştu, büyük ihtimalle bir, taş çatlasa iki gün önce ölmüştü. Çöp bidonunda ondan başka hiçbir şey yoktu ve bu da çöplerin alındıktan sonra cesedin atıldığını gösteriyordu.

İçimden bir ses, benim görmem içi, her şeyin ayarlandığını söylese de diğer bir yandan da tüm bunların tesadüf olduğuna inanmak istiyordum. Eğer bu bana karşı planlanmış bir cinayetse, işler fena, çok fena çığırından çıkacaktı. İşlerin çığırından çıkması ise Koray ve benim felaketim olurdu.

Şule'nin fikri mantıklı gelmişti ki sustuk.

"Kendimizi kaybettik." Dedi Aykut ayağını sallayarak. Haklıydı. Hepimizin gizlemek zorunda olduğu sırları vardı ve bu cinayetle beraber hepsi çözülecekmiş gibi duruyordu.

Süleyman sigarasını çıkarıp masanın üzerine koydu ve kendisine bir tane yaktı. "Alan alsın," diye mırıldandı ruh gibi bir sesle. Sigara kullanmıyordum ama aklımın başka bir yerlere kaymasını istiyordum. Birkaç şey düşünmem gerekiyordu, belki bir plan yapmam... Ama sürekli kimin benden intikam alıp almak istemediğini düşünüyordum.

Bir tane Winston marka izmariti alıp dudaklarımın arasına götürdüm. Deneyimim vardı.

"Oğlum ne bok yiyeceğiz lan?" dedi Furkan endişeyle. Foyalarının ortaya çıkmasından korkuyordu, açık konuşmak gerekirse, hepimiz bundan korkuyorduk.

"Eninde sonunda bu kulüp işi duyulacak." Dedi Süleyman da endişeli bir duman üflerken.

Bacaklarımı üst üste atıp sallamaya başladım. Düşündüğümde genelde böyle yapardım. Kalın bir dumanı içime çekerken rahatladığımı ve buna gerçekten ihtiyacım olduğunu düşündüm.

Şule'nin planı mantıklıydı. Cinayet saati er geç ortaya çıkardı ama Beril'in yeni öldürüldüğü belliydi. Büyük ihtimalle onun ruhu bedeninden ayrılırken ben benzin istasyonunun arkasında tecavüze uğramak üzereydim. Ayrıca polisten kaçmıştım. "Bana Serhat komiser taciz." Etti diyemezdim. Çünkü Koray onu ortadan kaldırmıştı ve kanıtım yoktu.

Bir anda işlerin benim cephemde çok, çok daha karışık olduğunu fark ettim. Çözümlenemeyecek davalarım vardı benim şuan da ve Beril'in cesedini gördüğüm andaki gibi sarsıldım.

Benim cevap veremeyeceğim sorularım vardı.

Korku dolu bir nefes alıp bir tane daha sigara yaktım. "Ne oldu Avşar?" diye sordu Şule. Bir anda karnım kasılmıştı. Gözlerimin çevresi ağrımış, bedenim üşümüştü. Kanımın donduğunu söyleyebilirdim ve Beril gibi beyaz mor karışımı olduğuma emindim.

Nefes alırken oksijen soluk borumda düğümleniyordu. "Şule." Diye fısıldadım ama herkesin gözü bendeydi. "Ben cinayet saatinde açıklayamayacağım bir yerdeydim."

Ona yaralı bileklerimi gösterdiğimde gözleri fal taşı gibi açıldı. Koray'ın Serhat'ı ortadan kaldırdığını biliyordu.

"Bu da ne demek?" diye sordu Süleyman.

"Ben iki gündür Koray'la beraberim ama ailem onunla birlikte olduğumu bilmiyor... Bak bu çok uzun bir hikâye ama babam Koray'la beraber olduğumu öğrenirse benim işim biter."

Bu sırada bizi dinleyen, gözetleyen birileri var mı diye etrafıma bakınıyordum. "Kafam karıştı." Dedi Aykut.

"Bak, ben iki gündür Koray'la beraberdim. Ama babam bunu bilmiyor. Ve bilememesi gerekiyor. Peki siz son iki gündür neredeydiniz?" diye sordum.

"Cinayet saatinde beraber olduğumuzu söyleriz. O konuda şüphen olmasın." Dedi Şule.

"Sen okulda yok yazıldın ve bunu öğrenecekler. Sevgilin de yok yazıldı."

"Saatler uyuşmayabilir ama."

"O da bir ihtimal ama bak... Ben senden intikam almak isteyen birinin yaptığını düşünüyorum."

"Benden intikam almak istese neden Beril'e zarar versin? Beni ne kadar yakından inceledi bilmiyorum ama Şule'ye de zarar verebilirdi. Hatta üstün körü tanıyorsa neden Gizem'e bir şey yapmadı? Beril'le husumeti olan biri de olabilir."

"Avşar haklı. Zaten kulüple ilgisi olsaydı içimizden biri de olabilir bu."

Süleyman'ın sigarası bitti ve kül tablası izmaritlerimizle doldu. Boş Winston'un yerini başka bir paket aldı.

"Bence olasılıkları gözden geçirmek için adli tıbbı beklemeliyiz. Ama bir şekilde cinayet saatinin okulla uyuşmaması gerekiyor." Dedim endişeyle. Okula gitmemiştim. Hatta gitmemiştik. Bu da Koray ve beni deşifre ediyordu. Ama eğer okuldan sonra bir saatse şüpheler içimizden herhangi birine çevrilirdi.

"Bana kalırsa kulüpten biri Beril'i gözüne kestirmiş olabilir. Avşar'ların arkasındaki ev boş zaten. Suç mahalli tamamen tesadüf olabilir ama gel de bunu adalete anlat." Diye söylendi Utku. Aslında bana da öyle geliyordu ama arkamızdaki ev yeni evli bir çifte kiralanmıştı. Bunu söylemedim.

"Ben gidip sonuçların ne zaman geleceğini öğreneyim." Dedi Furkan ve sigarasını söndürerek yanımızdan ayrıldı.

"Onun öylece öldüğüne inanamıyorum." Dedi Aykut gözlerini boş bir yere sabitleyerek. Hepimiz şok olmuştuk, tabi ben iki kat daha fazla sarsılmıştım.

Bu sırada babam geldi. "Sonuçlar gelmiş." Furkan'da hemen yerine oturdu. Babam kül tablasına bakıp gözlerini bize çevirdi.

"Cinayet olduğu kesinleşti ama daha gerçek otopsi yapılmadığından ölüm sebebini bilmiyoruz. Sadece ölüm saatini biliyoruz." Babam bana bir bakış attı.

"Ne zaman ölmüş?" diye sordum herkesin dilinin ucundaki soruyu ortaya dökerek.

"Dün sabah saat on birde."

Benim Koray'ın koynunda olduğum saatte. Şule'nin de Utku'nun yatağında olduğu saat.

"Biz dersteydik." Dedi Gizem.

"Ben Utku'ylaydım. Tedavi için konuşuyorduk." Dedi Şule hemen. Herkes bana baktı. "Ben de on gibi onların yanına uğramak için evden çıktım. Akşama kadar beraberdik."

"Ben size sordum mu nerede olduğunuzu?" dedi babam. Şuan tüm bedenim kasılmış halde olmasaydı belki gülebilirdim. Ama tebessüm bile edemiyordum. Kaslarım kasılmaktan yanmıştı.

"Biz sadece kendimizi aklamaya çalışıyorduk." Dedim. "Kimse sizi suçlamadı. Yoksa bir şey mi var?" babam hemen başımıza CSI ajanı kesilmişti. Kendimi Los Angeles Sırları filminde gibi hissediyordum.

"Baba." Dedim dişlerimin arasından. Bu durumda bile her şeyden şüphe ediyordu, açıkçası babam biraz paranoyaklaşmıştı. Öyle işler çeviriyordu ki, sürekli arkasına bakmak zorundaydı.

Babam tam bana bakarak konuşmaya başlamıştı ki bir polis memuru sözünü kesti. "Avşar Hancızade hanginiz?" diye sorunca babam gözlerini kapattı, "Benim." Dedim şüpheci çıkmasını önleyemediğim sesimle.

"Benimle sorgu odasına kadar gelmen gerekecek."

Ah, Tanrım. Sorgu odası da nereden çıkmıştı? İfade değil, sorgu. Yani ifademde bir yanlış tespit edilmişti.

"Maktulün üzerinde ona ait olmadığını düşündüğümüz birkaç şey saptadık. DNA testi için sizi laboratuara götüreceğiz."

Herkesten bir homurdanma yükseldi. Bize ait olmadığı kesindi zaten. Ama katil veya katillere ait olabilirdi. Birkaç şey dediğine göre. Beni ürküten kısım Beril'in ölüm şekli kadar da benim sorgu odasına alınmamdı.

"Kan falan aldıracağız herhalde. Bunun için hastaneye gitmemiz gerekmiyor mu?" diye sordu Şule.

"Burada teste tabi tutulacak kadar yeterli tıbbi malzememiz ve güvende olacağınız doktorlarımız var." Dedi polis. Sanki kitaptan okuyormuş gibi soğukkanlı ve seri konuşması kanımı dondurmuştu.

"Kızımın avukatı var." Dedi babam tatlı tatlı gülümseyerek. "Buna ihtiyacı da var." Dedi Polis memuru da. Babamın yüzü asıldı. Karşısındakine sağlam bir yumruk geçirmemek için kendini kastığını yüz metre öteden bile anlayabilirdiniz. Siniri dalgalar halinde merkeze yayılıyordu.

Öğlen vakitleriydi, güneş büyük camlardan içeri sızıyordu ve elim ayağım titremese hoş bir gürültüsü ve yoğunluğu vardı. Burası güzel bir karakoldu. (Karakol aslında, içinde çalışanların bile sevmediği dünyadaki en uğursuz yerdi fakat burası öyle lüks tasarımlanmıştı ki insanın adam öldürüp buralarda sorgulanası geliyordu) Bilgisayar sesleri, topuk sesleri, gülüşmeler, yazıcılar, uğuldamalar... Tamamıyla yoğun bir gün geçiyordu burada. Herkes bir şeylerle meşguldü. Mesela içlerinden biri beni onu takip etmek zorunda bırakmakla.

Sorgu odası ve nezarethaneler anladığım kadarıyla alt kattaydı. En az yoğun olan bölüm gibi görünüyordu. Alt kata indikçe yukarıdaki o yoğun iş ve yorgunluk kokan cıvıltıyı özlediğimi fark ettim.

"En iyisini umut et, en kötüsüne hazırlıklı ol." Diye fısıldadı babam kulağıma ve alt katta bizden ayrıldı.

Burası, buram buram American Horror Story - Asylum kokuyordu. Üzerimdeki okul formalarıyla, buradaki mavi üniformalara oldukça ters düşüyordum.

Soğuk kokan bir odaya girdim. Gri duvarlı, duvarlardan birinde Koray'ın Motorolasından bile eski asılı bir telefon vardı. Ortada dandik, dört ayaklı, herhangi bir gözü bulunmayan ve deprem anında altına saklanılmayacak gibi duran masa, beşinci dakikadan sonra oturmanın artık işkence olacağını belirten çıplak iki sandalye vardı.

Yabancı bir filmde olsak, yakışıklı genç ve bana asılmakta çekinmeyen, dövmeli ve sakız çiğneyen bir polis memuru denk gelirdi. Sandalyeye bacak adalelerini sergileyerek ters bir biçimde oturur, "Cinayet saatinde nerede, ne yapıyordun?" diye sorup ezberimi bozardı.

Ama karşımdaki Polis memuru, kırklı yaşlarının ortasında, kır saçlarını geriye doğru taramış, demode gözlüklü, bira göbekli ve muhtemelen üç kız babası biriydi. Ayrıca sandalyeye gayet efendi bir şekilde oturdu, yandaki sıska elemanı elinde kalem kâğıt, psikolog veya kâtipmişçesine dikkatle bizi dinliyordu.

"Ellerini masanın üzerine koy, ayaklarını omuz hizanda arala. Ve sorularımıza düzgün bir şekilde cevap ver."

İşte gerçek buydu. Yakışıklı polis memurları, halka kibar davranışlar, efendi tavırlar... Hiçbiri yoktu. Ya konuşurdun, ya da kafana sert bir darbe alıp gözünü hastanede açardın. Gerçekçi olmak gerekirse bu Amerikan filmlerinde de böyleydi. Gözümüzü boyuyorlardı ama buranın kokusu bile çalıştıklarını unutturuyordu insana. Öyle ciddi bir ortam vardı ki, neredeyse ne için burada olduğumu unutmuştum. Ne Arka Sokaklara benziyordu bu atmosfer ne de CSI: NY dizisine. Tamamen gerçekten ibaretti.

Bana sorular soran polis memuru karşıma düzgünce oturdu ve ekürisi de pür dikkat izlemeye koyuldu. Salak herif. Zaten burada ses kaydı falan yok muydu? Hatta arkadaki ayna işlevi gören camdan beni izleyen birkaç kişi de vardır eminim.

"Okulda bir olay çıkmış. Agresif davranıyormuşsun ve iki kişiyi yaralamışsın. Senden şikâyetçi olmadılar, fakat hastaneye giderken polis memurumuzla beraber kayıplara karışmışsın. Sen şimdi karşımda duruyorsun, peki ya polis memuru nerede? Onu da mı öldürdün?"

Gözlerim o kadar büyümüştü ki soğuk oda irisime kadar işlemişti. Arkadaşımı öldürmekle suçladığı yetmemiş gibi bir de bana tecavüz etmek için günlerce izleyen herifi öldürüp öldürmediğimi soruyordu.

O kadar sinirlenmiştim, o kadar gözüm dönmüştü ki sandalyemden hızla kalkıp masaya vurdum ve zemine sürten metal ses tehlikeli bir şekilde çınladı.

"Ne diyorsun sen be? Kimi öldürmüşüm ben? Aslı olmayan suçlamalarla bana gelirsen ben de kanıtlarımla gider seni şikâyet ederim."

Kapıda duran ızbandut gibi adam kolumdan sertçe tutarak beni oturttu. "Kelepçe kullanmak istemiyoruz." Gözlerim dolmuştu ve ellerim titriyordu. Dizlerimin bağı ilk kez aşk dışında bir duygu yüzünden çözülmüştü.

"O kullandı ama!" dedim hala yaralı olan bileklerimi göstererek. "Beni arabasına kelepçeledi. Biri gelip beni kurtarmasaydı o polis memuru diye bahsettiğiniz adam bana..." daha fazla konuşamayıp çenemi elime yasladım ve ağlamamak için gözlerimi çevirip durdum.

"Kanıtla." Dedi soğukkanlı bir ifadeyle.

"Beni kurtaran adamı bulabilirim, bileklerimi de o yaptı."

"Nerede ve ne zaman oldu bu olay? Nasıl inanabiliriz sana?"

Ona atabildiğim en düşmanca bakışı attım. "İki gün önce. Otoban yolundaki bir benzinliğin arkasında. Büyük bir deponun o taraflar." Sonra gözlerimi kapatıp bekledim. Katili o kadar merak ediyordum ki... Neden Beril olduğunu, neden benim evimin yakınlarında olduğunu, ne için yaptığını...

"Şimdi bahsettiğin yere adamlarımı göndersem, bir kanıt bulabilirler mi?"

"Arabasını bulurlar büyük ihtimal. Ben kurtulduktan sonra ondan bir daha haber almadım. Beni daha önceden izlediğini söyledi."

"Neden seni izlesin ki?"

"Bunu git de kendisine sor! Ne bileyim neden ben?"

Bu ülkede kadına şiddet yüzünden asla hapse falan girmezdim. Hele tecavüzden hiç. Ama şimdi kalkıp bu herifi tokatlasam kaç ay yerdim?

"Bir analiz yapmak istersek, davranışların amatör bir suçluyla eş değer."

"Arkadaşım ölmeden önce tecavüze uğramış? Nasıl beni suçlarsın?" kendimi kaybetmek üzereydim. Uyuşturucuya aç bir bağımlı kadar öfkeliydim.

"Tecavüze uğradığını nereden biliyorsun?" diye sordu beni on ikiden yakaladığını düşünerek, kendini kurnaz sanıyordu ama, ben bu herifi gece uykusunda öldürürdüm.

"Çıplaktı." Dedim.

"Bu bir şey değiştirmez."

"Benim tahminlerim bu tamam mı? Ah..." elimden bir kaza çıkacağını bildiğimden sesli bir şekilde inledim ve kafamı sert tahtaya koydum. Büyük ihtimalle şuanda sinirden ağlıyordum ve bir şeyler yıkamadığım için ellerim titriyordu.

"Yani hastaneden kaçmadın? Korktuğun için kaçmadın? Peki, sana eşlik eden ve sana taciz ettiğini öne sürdüğün Serhat polis iki gündür nerede?"

Müsait bir yerde olduğunu söylememek için dilimi ısırdım. "Onun hangi cehennemde olduğu benim umurumda değil."

"Çok kaba konuşuyorsun."

"Lütfen çıkmak istiyorum, avukatımı falan çağırın. Daha fazla muhatap olmak istemiyorum kimseyle." Dedim sevgili tarafından aldatılmış ve kameralara poz vermek istemeyen son albümü tutmamış kadın sanatçılar gibi. Hiç bu kadar sinirlendiğimi hatırlamıyordum. Bu herifi kalkıp pataklayamam da beni mahvediyordu zaten. Avuçlarım hiç bu kadar kaşınmamıştı.

"Serhat polis ve arkadaşının cenazesi bulunana kadar bizimlesin."

Nezarethane de mi kalacaktım yani ben?

"İstemiyorum sizinle kalmak falan! Avukatımı istiyorum ben."

"Burada işler öyle yürümüyor küçük hanım!" diye sesini yükseltti en son sinirlenerek. Sertçe yutkundum. "Avukatım gelsin." İnsanların neden avukatlarını istediklerini anlamıştım. Çünkü hiçbir suçum olmadığı halde suçlu muamelesi görüyordum ve bu polisler adamı orta yerinden çatlatıyordu.

Birkaç dakika sessizce bekledik. Sanırım sakinleşiyorduk.

"Maktul Beril Karataş'ın erkek arkadaşları konusunda karasızlıklar yaşanıyor ve cesedi sizin çöp konteynırınızda bulunmuş. Doğru mudur?"

İşte şimdi normal, kalp kırmadan veya suçlamada bulunmadan soru cevap yapıyorduk. Olması gerektiği gibi.

"Evet. İki arkadaşım da onu seviyordu. Ve evet, dün akşam arkadaşım bize kalmaya geldi, sabah okula gitmeden önce çöpleri atacaktım ve..." bir anda tüm aldığım nefeslerle gelen sakinlik geri gitmiş, yerine ağlamamak için direnen gözler ve nefeslere bırakmıştı. Aldığım soluklar titrek titrekti ve bu kendimi kastığımın en büyük göstergesiydi.

Sonra dayanamayıp inledim ve kafamı sert, soğuk masaya yaslayarak hıçkırarak ağlamaya başladım. "Bu nasıl olur? Allahım, bu nasıl olur?"

Kutupta kalmışçasına titrerken, kapı çalındı. Bakamayacak kadar bitap düşmüştüm. Ama birinin gelip kağıt imzalattığını anlayabiliyordum. Bir anda Beril'in nöbetçiyken bizim sınıfa geldiğinin görüntüsü hafızama girdi ve daha fazla ağladım. Lanet olsun, o güzel, tatlı, yılanı deliğinden çıkaracak kadar tatlı dilli, akıllı kız gitmişti. Ölümü bu kadar basitti işte. Bizim üzerine titrediğimiz arkadaşımızı hiçbir şey yokmuş gibi öylesine öldürmüş ve çöpün içine atmıştı. O benim arkadaşımdı, çöp değil! Diye haykırmak istedim ama tek yaptığım daha fazla ağlamak oldu. Boğazım acıyordu ağlamaktan, gözlerimin altının şiştiğini hissedebiliyordum.

"Arkadaşın ölmeden önce biriyle cinsel anlamda birlikte olmuş. Yırtılmalar ve morarmalar var ama vajinal boşalma da söz konusu. Bu da kurbanın ölmeden önce birlikte olduğu kişinin tanıdık olduğu anlamına geliyor."

Ona anlamayan gözlerle baktım. Ne diyordu bu herif? Ölmeden önce biriyle birlikte olmuş... Tanıdık biri.

"Genital bölgede yırtılmalar, morarmalar veya onun gibi zorlama sonucu izlere sadece tecavüz vakalarında rastlanır." Dedi, "Fakat vajinal boşalma istekli birlikteliklerde olur. Eski sevgili işine benziyor."

"Onun eski sevgilisi yok ki!" dedim. "Şu sıralar bizim sınıftan biriyle çıkıyor," dedim. "Ama bu mümkün değil."

"Arkadaşın cinsel olarak aktifmiş." Dediğinde elimle yüzüme kapattım. Evet, öyleydi. "İki erkek arkadaşı vardı..." dedim. "Ama aramızda kalacak." Elbette aramızda kalmayacaktı.

"Bizim sınıftan iki kişi... İkisiyle beraber oluyordu. İstekli ama. Onun dışında asla..."

"İki kişiyle beraber oluyorsa, senin bilmediğin bir üçüncü kişi de olabilir mi?"

"Olamaz!" diye haykırdım. "Onunla ilgili çoğu şeyi biliyorum ben."

Bir anda şüpheye düştüm. Bilmiyor olabilirdim. Tanrım. Bilmiyordum işte. Bu son olanları bile ben tesadüfen öğrenmiştim.

"Bak, arkadaşlarından DNA örneği alacağız. Eğer örnekler uyuşursa, katil sevgililerinden biri olabilir. Eğer uyuşmazsa bu sizden sakladığı üçüncü kişi anlamına gelir."

Her iki ihtimalinde korkunçluğu gözümü korkuttu ve inleyerek başımı kasvetli zemine koydum. "İyi düşün," dedi. "Sizden gizlediği ama sizin bir şekilde fark ettiğiniz..."

Öyle biri yoktu ki! "Son zamanlarda şüpheli davranışları var mıydı?" son birkaç aydır hepsinde şüpheli davranışlar vardı ama onu çözümlemiştik.

"Arkadaşının resmini ilgili makamlara dağıttık. Sen söylemesen bile son zamanlarda girip çıktığı her yeri, konuştuğu, hatta selam verdiği kişileri... Hepsini teker teker öğreneceğiz ve bize biraz yardım et."

"Neden benimle bu kadar detaylı konuşuyorsun ki?" diye sordum. Şimdi bunları gidip hepsine anlatacak mıydı? Sanki ben bürodan arkadaşıymışım da internetten araştırma yapmamı istiyormuş gibi çıkıyordu sesi.

"Çünkü Beril'in katilinin, seninle bir bağlantısı olduğunu düşünüyoruz."

Aklıma binlerce isim geldi. Tanıdığım, tanımadığım, çevremdekiler, beni izleyebilecek olanlar, Atalay, Emre, Koray'ın düşmanları, babamın hasımları... Bir anda, etrafımda, istese bana zarar verebilecek binlerce insan olduğunu fark ettim ve biraz ürkerek bu konuyu rafa kaldırdım. Güvenliğim sıfırdı.

"Benimle ne bağlantısı olabilir ki?"

Adam derin bir nefes aldı. "Bak, diğer arkadaşların da hemen hemen aynı şeyi söyledi ve söyleyeceklerde. Ama cesedi sen, evinin önünde buldun tamam mı? Bu bir tesadüf değil."

"Ama olma olasılığı yüksek."

"Basit bir denklem, her sokakta üç çöp konteynırı var. O mahallede sizin ki gibi hemen hemen on sokak daha var. Bu da otuz çöp konteynırı eder! Cesedi o otuzundan herhangi birine koyabilirdi. En kolayı, cesedi denize atabilirdi. Cesedi yakabilirdi. O cesede öyle şeyler yapabilirdi ki, asla bulamazdık. Ama sen buldun. Çünkü katil, bunu istedi."

Continue Reading

You'll Also Like

1K 146 17
Bir Melez öldü. Bir Melez evine döndü. Bilinen en ünlü Melez Kore'nin Boseong kasabasında yaşıyordu. Ta ki o kasabaya bilinen Melez'in varisi olan ge...
396K 3.2K 23
Hikayede sık sık +18 ve şiddete yer verilecektir! Yaş sınırını göz önünde bulunduralım.
1.7M 39.5K 43
"O orospu çocuğunu öptüğün gibi beni de öp!" Dediği şeyle göz yaşlarımı daha fazla tutamayarak serbest bıraktım.Kafamı olumsuz anlamda sallayarak göz...
777K 32.5K 49
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...