AYKIRI:2 UYANIŞ

By gul_clk

297K 29K 7K

AYKIRI SERİSİ'NİN 2. KİTABIDIR! *** Bu kez çok daha gizemli... Sırlar hiç bu kadar acıtmamıştı! Aşk mı!? N... More

!!Açıklama!!
Giriş
1.BÖLÜM
2.BÖLÜM
3.BÖLÜM
4.BÖLÜM
5.BÖLÜM
6.BÖLÜM
7.BÖLÜM
8.BÖLÜM
10.BÖLÜM
11.BÖLÜM
12.BÖLÜM
13.BÖLÜM
14.BÖLÜM
15.BÖLÜM
16.BÖLÜM
17.BÖLÜM
18.BÖLÜM
19.BÖLÜM
20.BÖLÜM
21.BÖLÜM
22.BÖLÜM
23.BÖLÜM
24.BÖLÜM
25.BÖLÜM
26.BÖLÜM
27.BÖLÜM
28.BÖLÜM
29.BÖLÜM
~FİNAL~
~SÜRPRİZ~
'SORU~CEVAP'
3. KİTAP TANITIM

9.BÖLÜM

8.8K 913 246
By gul_clk

Erbatur kanımı donduran sözlerini bitirdikten sonra hızla dönüp gitmişti. Fakat ben o gittikten sonra kaç saat yutkunamadan ve kıpırdayamadan kaldığımı hatırlamıyordum bile. Boğazımda düğümlenen kaç kelimeyi yutmuştum, kaç gözyaşımı geri itmiştim, kendime o lanet adama hak ettiği cevabı veremediğim için kaç kez kızmıştım!? Ya da Erbatur' u zihnimde kaç kez parçalara ayırmıştım, hiç bilmiyordum. Öfke bedenimi sarsıp, ateş olarak dışarı çıkmak istiyordu. Ama onu kütüphanede kusamazdım. Kitaba bakacak halim de fırsatım da yoktu zaten. Nöbetçiler Erbatur gittikten sonra başıma üşüşmüşlerdi. Bunu o lanet herifin tembihlediğinden de adım gibi emindim. Sonuç olarak geriye bana da kütüphaneyi terk etmek kalmıştı. Bu günlük bu kadar ileri gidebilmiştim fakat bir sonrakinde mutlaka o kitabı bulacaktım. O rafta değildi belki ama kesinlikle orada bir yerdeydi. Erbatur o tarafa attığı kaçamak bakışlarıyla bunu ispatlamıştı. O kitabın yerinde olduğundan emin olmadan gitmemişti. Ve ben bir sonraki gelişimde o kitabı bulacaktım!

Sinirli adımlarla kütüphaneyi terk edip ahıra koştum. Biliyordum Pamir odasında beni bekliyordu fakat içimdeki bu öfkeyi hemen şimdi kusmalıydım. Yoksa sabaha kadar uyuyamayacaktım ve ilk yanlış adımı atacaktım. Hata yapma lüksüne sahip olmadığımız bu oyunda bunu yapamazdım. Kor' a atladım ve onu hızla koşu pistine sürdüm. Koşu pistinde birisi vardı ve benim geldiğimi fark eder etmez durmuştu. Biraz daha ilerledikten sonra bu kişinin Arat olduğunu gördüm. Beni görünce neşesi ikiye katlanmıştı. Ben de sinirimi belli etmemek adına kendimi gülümsemeye zorlayarak:

-Sen yorgun değil miydin? Diye sordum. Arat beni gördüğü için belirgin şekilde mutlu olmuştu. Sesi de bunu onaylıyordu:

-At binmek için her zaman fazladan enerjim vardır güzellik. Asıl senin bu saatte ne işin var burada? Yorgunluğun benimkini ikiye katlayacak düzeydeydi fakat şimdi dokunsam parlayacakmışsın kadar sıcak olduğunu hissedebiliyorum.

-Evet aslında yapmak istediğimde tam olarak bu. Alevler içinde saatlerce koşmak. Yani Kor' la birlikte koşmak.

-Peki o halde biz de olası yangın ihtimaline karşı size eşlik edelim, ne dersin?

-Olası bir yangın ihtimali yok, orayı aşalı çok oldu biliyorsun. Ama yine de bana eşlik edebilirsin tabii ki. Hem zaten sana birlikte at binme sözüm vardı. Böylelikle onu da tutmuş olurum.

-Ah! Evet, bak ben neredeyse unutuyordum onu. Hadi öyleyse başlayalım dedi ve gri alevlerin vücudunu kaplamasına izin verdi. Ben de o an zor tuttuğum alevlerimi serbest bırakmıştım. Şimdi koşu pistinde delicesine koşuyor birbirimiz geçiyor hatta ara ara atış yapıp fazladan enerji boşaltıyorduk. Atışlarımı hedefe ulaştırmakta baya yol katetmiştim. Artık ateşle oynamakta gerçekten iyiydim. Bu şekilde kaç saat koştuk bilmiyordum ama durduğumuzda o da ben de bitmiş şekilde sırt üstü yerde yatıyorduk.

Yorgunluk tüm bedenimi esir almışken Erbatur' un sözlerinin etkisi hala tam olarak geçmemişti. O lanet mavilikler, kızılımı kana bulayacağını söylemişti. Hem de açık açık! Beni de ölümle tehdit eden o gözler, zamanında annemi de tehdit etmişti. Hatta bu tehdidini gerçekleştirmiş de sayılırdı...

Gecenin durgunluğu ve esen rüzgarın ılıklığı ruhumu okşarken o adamın artık aklımdan çıkması için yalvarıyordum. Bugün beni o kadar çok yıpratmıştı ki, bitmesi için ateşimle geceyi sabaha kavuşturabilirdim! Arat sessizliğime katlanamayarak:

-Anlat bakalım güzellik, seni böyle düşündürten ne? Diye sordu. Ona anlatabilirdim. Güveniyordum ve yanımda olacağına inanıyordum. Anlattıklarıma katılır mıydı bilmiyordum, beni destekler bu savaşa girmek ister miydi bilmiyordum ama içimden bir ses bana sırtını dönmeyeceğini söylüyordu. Belki yanımda olmazdı ama kesinlikle karşımda da durmayacaktı. Bunu ona sormadan hiçbir zaman emin olamazdım tabii ki. Ama bu savaşta artık yalnız olmadığım gibi Pamir' le olan planlarımızı, Arat' a söyleme kararını da tek başıma veremezdim. Bu yüzden konuyu değiştirmek adına:

-Özledim, dedim gökyüzüne bakmayı sürdürürken. Aldığım nefesi öyle derin çekmiştim ki içime, sanki Dünya' dan gelen birkaç hava taneciğine ulaşabilirmişim gibiydi. Sanki elimi gökyüzüne uzatsam annem beni görüp, elimden tutarak beni tekrar yanına alabilirmiş gibi gelmişti. Sanki bu sabah o kara kutuda gördüğüm Rima orada hiç yokmuş da, ben buraya hiç gelmemişim, hala dünyada her şeyden bir haber yaşadığım o sıradan sabaha uyanacakmışım gibiydi...

-Özledim derken o geldiğin yerden bahsediyorsun, doğru mu anladım?

-Hım, hı...

-Oraya geri dönme şansın olsaydı gider miydin?

-Deli misin sen!? Tabii ki de giderdim. Hem de hiç düşünmeden. Annemi çok özledim! Son cümlemi söylediğime cümlem daha biter bitmez pişman olmuştum. Ama artık çok geçti...

-Ben de... Ben de bazen... Bazen hiç görmediğim o kadını çok özlüyorum. Ve bir zamanlar kahramanlığına övgüler yağdırıldığını bildiğim babamı. Ağzımı açtım ama cümleler üst üste binmiş her biri aynı anda dışarı çıkmaya çalıştığı için boğazımda sıkışıp kalmışlardı. Konuşamıyordum. Çünkü ne diyeceğimi, nereden başlayacağımı bilmiyordum. Özür mü dilemeliydim yoksa teselli vermeye mi çalışmalıydım? Susmayı seçtim. Arat bir süre sonra derin bir nefes aldı ve devam etti:

-Rima' yı annen olarak kabul ettin öyle değil mi? Onu suçlamamalısın Beria! İşte bunu hiç beklemiyordum. Bakışlarımı gri gözleriyle gökyüzünü seyreden kusursuz surata çevirdim:

-Ya sen? Sen onu affettin mi?

-Ben onu hiç suçlamadım ki. Tamam belki küçükken kızıp annemi benden onun almış olduğuna inanmışlığım olmuştu. Ama inan bana büyüdükçe bunun, onun hatası olmadığını anladım. Onların her zaman suçsuz olduklarına inandım. En az benim anne ve babam kadar suçsuzlardı. Rima ve Ezrak...

-Ne kadarını biliyorsun? Şimdi o da bana doğru dönmüştü. Kaşlarını bir şey düşündüğünü belli edecek şekilde çattıktan sonra:

-Biliyorsun, en küçük benim ve geçmişi en buğulu hatırlayan da benim. Afşin bu konuda daha net bilgilere sahip. Fakat 6. Kuşak konusunda yasak geldiğinden beri o da diğerleri gibi ağzını açmadı. Ben de o zamana kadar kendi öğrenebildiklerim kadarını biliyorum.

-Peki yasak olduğu halde sen neden bu konuyu açtın?

-Ne!? Ben mi açmışım? Konuyu açan sendin! Dedi ve yattığı yerden doğrulup oturdu. Ben de kalktıktan sonra:

-Her neyse kimin açtığının bir önemi yok. Sadece bu konuyu benimle korkusuzca konuşan ilk kişisin. Başlarda kime açmaya çalışsam hep geri çevrilmiştim.

-Tabii ki seninle bu konuyu konuşabilirim. Etrafına bir baksana bizden başka kimse yok! Yani sen ya da benden başka kimse bu konuyu konuştuğumuzu bilmiyor. Sen de gidip kimseye söylemeyeceğine göre ortada bir sakınca göremiyorum. Cümlesi bittiğinde göz kırpıp gülümsemişti. Gülümseyişi ve bana olan bu sıcak tavırları, beni yıllardır tanıyormuşcasına koşulsuz şartsız bana güvendiğini hissettirmesi hoşuma gitmişti. Rahatladığımı hissediyordum. Evet, bu adam her seferinde beni gülümsetmeyi ve rahatlatmayı başarıyordu...

Sessizliğimi fırsat bilip az önceki cümleme vurgu yaparak yeni bir soru daha sordu:

-Benden başka kime açtın bu konuyu? Kimmiş seninle bu konu hakkında konuşmayı reddeden?

-Mimi'ye, Pamir' e, hatta konseye açtım ve tabii hepsinden de kesin bir ret aldım.

-NE!? Tanrım! Sen benden de fena çıktın. Konseyden okkalı bir ceza almak istemiyorsan o güzel çenene sahip çıkmalısın. Konseyin kulağına yasak işleri gittiğinde Elementa' nın nabzı geriliyor biliyorsun. Ama bu konuşmaları aramızda yapmanın benim için herhangi bir sorun olmayacağını da bilmeni istiyorum. Ben elimden geldiğince her konuda senin yanında olmaya çalışacağım. Anlaşıldı mı? Dediğinde gözlerimin dolmaya başladığını hissetmiştim. Yanımda olacaktı... Bugün içerisinde aynı sözü üçüncü kez duyuşumdu. İlki Pamir' den, ikincisi Afşin' den ve şimdi de Arat' tan! Biz gerçekten de farkında olmasak da birbirimize bağlıydık. Konuşmamıza, anlaşmamıza gerek yoktu. Biz hep bir ekiptik. Çünkü böyle yaratılmıştık...

Arat' la olan konuşmam uzamış ve zaman bir ırmak gibi etrafımızdan akıp gitmişti. Annesinden, çocukluğundan ve yaşadığı zorluklardan bahsederken onu gözümü bile kırpmadan dinlemiştim. Tek bir gece de bir insanı tanıyamazsınız ya, ben Arat' ı daha önce hiç tanımadığım bir yönüyle yeni baştan ve bir gecede tanımıştım. Ortak yönümüzle. Kırık çocukluğumuz, parçalanmış hayatımız ve hak etmediğimiz halde konseyin insafsız ellerinin çizmiş olduğu ortak kaderimizle. O daima gülen yüzünün arkasında sakladığı anne diye ağlayan ufaklığı görmüştüm o gece...

Güneşin ilk ışıklarıyla bahçe de hareketlenmişti. Bizse uzandığımız yerden sabaha kadar konuşmaktan ağrıyan çenemizi dinlendirirken güneşin doğuşunu seyrediyorduk. Dün geceyi ve konuştuklarımızı asla unutmayacaktım. Biliyorum Arat' ta unutmayacaktı fakat biraz sonra ayağa kalkıp yemekhaneye yürümeye başladığımızda ikimizde dün gece hiç yaşanmamış gibi davranacaktık. Bu konuda herhangi bir anlaşma yapmamıştık ama ikimizde böyle davranacağımıza yeminli gibi bundan emindik. Biz konuşmadan da ortak hareket etmeyi başarabilen özel bir bağa sahiptik. Bunu yeni fark etmiş olmam çok acı bir gerçekti ama hala geç kalmış sayılmazdım.

Pamir aralarında en zor olanıydı. Onunla bağ kurmak bu işin en zor aşamasıydı. Şimdi en zoru başardığıma göre gerisi çok daha rahat bir şekilde gelecekti...

Birden kafamda şimşeklerin çakmasıyla ayağa fırladım. Arat halime şaşırmıştı. Uykusuz kaldığı için ağırlaşan gözlerini üzerime dikerek:

-Ne oldu güzellik? Çıplak ayakla buza basmış gibi zıplamana sebep olan şey de ne?

-Olamaz! Pamir! Pamir dün gece yanına uğramamı istemişti ve ben onu tamamen unuttum. Sence sabaha kadar beni beklemiş midir yoksa uyumuş mudur? Uyumuştur öyle değil mi!?

-Ah! Beria, bu sorunun cevabını zaten biliyorsun. Ve ben de az önceki benzetmemin gayet yerinde olduğunu fark ettim böylelikle. Gerçekten de çıplak ayakla buza basmışsın gibi bir şey olmuş. Hadi durma koş! En azından buzun üzerinde yürüme süreni kısaltmaya çalış, dedi. Tabi o son cümlesine başladığında ben çoktan koşarak ana element binasının yolunu tutmuştum.

İkinci kata kadar nefes almadan çıkmıştım. Neyse ki hızlı koşuyordum. Fakat hızım geç kaldığım 6-7 saati kısaltmaya yetmeyecekti. Kapının önüne geldiğimde bir kez yutkunup boğazımı temizledim. Kalp atışımın düzene girmesini beklemeyecektim çünkü Pamir' in kapısının önündeyken, üstüne üstlük geç kalmışken kalbimin sakinleşmesi imkansızdı. Bir kez daha yutkundum ve kapıyı nazikçe tıklattım. Kalbim adeta derimin üzerinde atıyordu fakat bunun sebebinin sadece hızlı koşmak olmadığını biliyordum. Bir süre bekledikten sonra Pamir' in sert sesi kapıya çarpıp odada yankı yaptı:

-İçeri gel!

Kapıyı açıp içeri girdim ve onun, ilk kez perdeleri açılmış, pencerenin önünde kıpırdamadan dikildiğini görünce yeniden yutkundum. Uyumamıştı... Kapıyı yavaşça kapadım ve sırtımı kapıya dayadım. Odanın içi derin dondurucu kadar soğukken, bir adım daha içeri girmek yerine kapının önünde dikilmek daha cazip gelmişti. Artık daha fazla vakit kaybetmemek yararıma olurdu. Ağzımı olanları anlatmaya başlamak için açmıştım ki, Pamir benden önce davranıp:

-Bulamadın değil mi? Diye sordu. Zaten açık olan ağzımdan sorusunun cevabı çıkmak üzereyken de, yeniden sözü ağzıma tıkayarak:

-Bulamadın çünkü kitap o krokinin gösterdiği yerde değildi. Ağzım diyecek bir şey bulamadığı için kapanma kararı almıştı. Tahmin yeteneğine hayran mı kalmalıydım yoksa bildiği bir şeyler mi vardı?

Pamir, yavaşça bana doğru döndü. Ağır adımlarla yürürken yere bakıyor, bir şeyler düşünüyordu. Elini bir süre yeni uzamaya başlamış olan sakallarında gezdirdikten sonra birkaç kez de saçlarının arasından geçirmişti. O an dikkatimi çekmiş olan saçları, her bir telinde gecenin yorgunluğunu taşıyordu. Gözlerinin altı uykusuzluğun etkisiyle koyulaşmış, dudakları kurumuştu. Her zamanki gibi yine çatık olan kaşları, düşünürken iyice çatılmışlardı. Odanın ortasına geldiğinde aklına bir şey gelmiş gibi birden kafasını kaldırıp bana baktı. Çatık kaşları düzelirken, bu kez de dudakları gerilmişti. Gözleri gözlerimi bulduğunda:

-Kitap orada yoktu, öyle değil mi? Diye sordu. Az önce nokta atışı yaptığı tahmininden sonra bana bunu sormasına şaşırmıştım.

-E... Evet. Yoktu! Tuhaf görünüyordu. Tüm gece uyumamıştı ama bana fırça çekmesi gerekirken sanki hiçbir şey olmamış gibi direkt konuya girmişti. Neden böyle davranıyordu? Aklımda soru işareti bırakmasındansa bana fırça çekmesini tercih ederdim. Çünkü bu şekilde görmezden gelmesi beni daha da tedirgin ediyordu. Bu sessizliğin altında yatan sebebi merak etmekle kalmayıp, o nedenden korkuyordum... Bir nevi bu Pamir' in fırtına öncesi sessizliğiydi... Kitaplığına doğru yürürken sert sesi odanın içinde yeniden yankılandı:

-Kitap orada. Eminim! Benim kitaba ulaştığım ve birkaç sayfasını kurcaladığım anlaşıldığı için yerini değiştirmiş olmalılar. Fakat onu koyabilecekleri daha korunaklı başka bir yer de yok.

-Raflar hem uzun hem de yüksekler. Üstelik kitaplar bir milim bile boşluk olmadan sık bir şekilde dizilmişler. Ayrıntılı şekilde kontrol etmem gerekiyor. Hala aynı kitaplıktaysa ve en kötü ihtimalle en alt rafta bir yerlerdeyse yukarıdan aşağı ayrıntılı inceleyip onu bulabilmem için nereden baksan üç hafta, hatta bir ay gerekiyor.

-Çok fazla!

-Biliyorum ama dün... Susmuştum. Bunu söylemekte kararsızdım. Erbatur' a yakalanmış sayılmazdım ama bunu duymak Pamir' in hiç hoşuna gitmeyecekti. Daha ilk günden böyle bir şeyin olduğunu duyarsa benim bir beceriksiz olduğumu düşünecek ve belki de yanında bir beceriksizi istemeyecekti...

-Dün ne!?

-Yok, yok bir şey. Ters bir bakışla sorusunu sessizce yenilemişti. Bir bakışıyla, kelimelerin taşıyamayacağı şeyler söylerdi hep... Yutkunduktan sonra hala ağrısı geçmeyen boğazımı fazla zorlamadan:

-Sadece çok fazla nöbetçi vardı ve kitap orada olmadığı için hiçbir şey bulamadan çıktım oradan.

-Ne saklıyorsun benden!?

-Hiçbir şey saklamıyorum. Önemli bir şey olsaydı söylerdim.

-Önemli ya da önemsiz olduğuna ben karar veririm! Sen ne olduysa hiçbir şey atlamadan bana söyleyeceksin! Bir şey saklamak yok!

İşte şimdi dün gece Erbatur' un bastığı sinir damarıma Pamir' de basmıştı. Dün Erbatur' un karşısında susmuştum fakat şu an Pamir' e de aynı ayrıcalığı tanıyamayacak kadar dolmuştum. Kendisi benden açık açık bir şeyler saklarken, şimdi geçmiş karşıma bana bu hakkı tanımayacağını söylüyordu. Bu cümleyi kurmaya hakkı yokken açıkça bana emrediyordu! Öfkemi yüklediğim sesimi bir tık yükselterek:

-Bunu bana söyleyecek son kişisin sen, bilmem farkında mısın!? Senin benden sakladığın ve açık açık kurcalama diye emir verdiğin şeyler varken şimdi benimle hangi yüzle böyle konuşuyorsun? Dişlerini sıktığını, gergin çene kaslarından anlayabiliyordum. Öfkesinin damarlarında kaynamasıyla sertçe yutkundu. Yumruğunu sıkarken, gözlerini sıkıca kapadı ve:

-O ve bu aynı şey değil! Dedi. Adeta hırlamıştı. Ama atladığı nokta, sinirlenen tek kişi o değildi. Bu konuya sabretme konusunda ben de sınır çizgisinde yürüyordum!

-Bas baya aynı şey! Madem sen benden bir şeyler saklıyorsun, bunu pekala ben de yapabilirim. Buna hakkım var. Üstelik de emin olabilirsin ki benim sakladıklarım seninkinin yanında deve de kulak kalır.

-BERİA!! Sıkılı dişlere ve düşen oda sıcaklığına merhaba deme vakti gelmişti. İsmim ağzından tıpkı bir küfür gibi çıkmıştı. Birisi yeterince soğuk olan derin dondurucunun ayarını birkaç perde daha düşürmüştü. Pamir sıkılı yumruğunu da yanına alıp üzerime yürümeye başladığında hemen arkamda duran kapı yüzünden bir adım geri gitme hakkımı bile kullanamamıştım! Yumruğunu hızla yüzümün yanından kapıya indirdiğinde kulaklarımın kanamaya başladığını düşünüyordum. Gözlerimi sımsıkı kapadığım için karanlık ve soğuk yine güçlerini birleştirmiş üzerime üzerime geliyordu. Burnundan buz soluyan Pamir kanımı dondururken, alışık olduğum bu sahne beni artık eskisi kadar etkilememişti. Bilinçaltım yüzüne çektiği yorganın altında tir tir titrerken: "Hadi ordan sen de!" diye haykırmıştı gerçekleri! İlk seferki gibi her bir hücrem korkudan titriyordu sanırım. Ama ben farkına varmakta geç kalmıştım...

Soğuk nefesi, bıçak kadar keskin kelimelerini tane tane, ağır ağır kulaklarıma sapladı:

-Sana ne diyorsam, onu yap! Sorduğumda, cevap ver! Gerektiğinden fazla konuşup, canımı sıkma! Çizgiyi aşma, Beria! Yutkunmaya zorlasam da kendimi, yapamamıştım. Düşünmeden konuşmalıydım. Düşündükçe gözyaşlarım ağırlaşacaktı çünkü. Cızırtılı çıkan bir tonla:

-Peki benim çizgilerim... Benim sınırlarım neden senin umurunda değiller?(Lanet olsun sesim gereğinden fazla titriyordu, sanki birazdan ağlayacakmışım gibi...) Benim sorularım sana önemsiz geliyorken, ben neden senin tüm sorularını cevaplamak zorundayım?

-Bana bak! Gözlerime bak, Beria! Sesi reddetmesi mümkün olmayan sert emir kipiyle çekimlenmişti! Şansımı zorlamadım ve dediğini yaptım. Karanlık gecenin mavisine daldım...

-Bilmediğin şeyler var ve bunları kurcalaman, her defasında daha fazla canımı sıkıyor! Dün gece Arat' a ağzından bir şey kaçırmış olsaydın şu an yürüyemiyor olurdun! Emin ol, attığın her bir yanlış adım için seni buna ayrı ayrı pişman ederdim! Şunu o kızıl kafandan sakın çıkarma: Gözlerim daima üstünde! Attığın her adımın, ağzından çıkan her kelimenin ensesindeyim! Gölgen olup peşine düştüğüm günden beri, geceler bile kurtaramaz seni benden! Eğer benimle olmak istiyorsan, benim çizdiğim çizginin dışına çıkmayacaksın! Sorgulamayacaksın! Dikkatli olacaksın! Anladın mı beni!?

Gözlerime batan soğuk hava, kulaklarımı yakan kelimelerin acısıyla harmanlanırken, dizlerim beni taşımakta zorlanmaya başlamışlardı. Ona ihtiyacım vardı ama bu zorba halleri, dengesizlikleri yüzünden sürekli afallamama sebep oluyordu. Bir iyi, bir kötüyken dengesizliği üzerime siniyor, ruhumu hasta ediyordu.

Dün gece bizi görmüştü, hatta dinlemişti. Gözü daima üzerimdeydi. Bana göre bunun tek bir anlamı vardı: Bana güvenmiyordu!

Bana en başından beri güvenmeyen bu adam benim ona tüm bu yaptıklarına rağmen, benden açık açık sakladıklarına rağmen kendisine güvenmemi istiyordu. Kalbim her atışında göğüs kafesime saplanan hançerle buluşuyor, beni yaşama bağlarken aynı zamanda öldürüyordu! Acı içinde yaşamak... Ölmek isterken yaşama mahkum edilmek bu mu oluyordu? Aynı şey değil miydi: Güvenini isterken sana güvenmeyen adamın, kalbinin derinliklerinde sakladığın adamla aynı olması...? Seçecek başka seçenek kalmıyordu. Yaşama intihar ediyordun... Onun adını fısıldayan kalbim aynı zamanda bu acı gerçeği de her bir atışıyla sertçe yüzüme çarpıyordu! Bana güvenmiyordu!

Gözlerim kalbime batan hançerin sebep olduğu kanlarla dolarken, o damlaları kirpiklerimin arkasına mahkum etmiştim. Pamir yeni zehirli kelimeler için ağzını açtığında soğuk nefesi yüzümü tekrar dağlamıştı:

-Bana cevap ver! Dün ne oldu?

Kendimi yutkunmaya bir kez daha zorlarken, taşıyamayacağımı bildiğim bu yükü derinliklere ittim! Unut Beria, sana güvenmediği gerçeğini unut... Üzerime boş vermişlik yorganı çekip, zoraki kelimelerimi serbest bıraktım:

-Erbatur... Beni gördü! Şaşkınlık Pamir' in yüzündeki öfke duvarlarını çatlatırken, burnundan sertçe aldığı nefes ömrümden de bir parça söküp götürmüştü! Sıktığı dişlerinin gıcırtısı bedenime bir ok gibi saplanırken, nabzım kulak zarlarımı zorluyordu. Bana güvenmiyordu... İkinci bir zorlama da Pamir' in sesinin soğuk yankısı tarafından oldu:

-Ne dedi!? O adam, sana tam olarak ne dedi!? Soru sormuyor adeta zihnimi parçalara ayırıyordu! Ruhum Pamir' in sıkılı yumrukları arasında can çekişirken, o nefes almaya ara vermiş tüm duyularını iki dudağım arasından çıkacak olan cümleye mühürlemişti. Soğuğu bir kez daha soluduktan sonra:

-Dikkatli olmazsam, sonumun annem gibi olacağını söyleyerek beni açıkça tehdit etti, dedim. Sözlerim bittiğinde Pamir burnundan verdiği hızlı nefesiyle beni olduğum yere bir kez daha çivilemişti. Daha sonra ne olduğunu bile anlayamadan ve kalbimin göğsümden çıkmasına sebep olan, yumruğunu bir kez daha sertçe kapıya indirdi. Korku son sürat bedenime pompalanırken, sırtımın dayalı olduğu kapının da sertçe çatırdadığını duymakla kalmayıp, iliklerimde hissetmiştim.

Pamir, yumruğunu kapıdan, varlığını da üzerimden çektikten sonra odada bir sağa bir sola volta atmaya başladı. Sessizce havaya küfürler yağdırdığından ve saçlarını derisinden sökecek şekilde parmaklarının arasında bırakmasından öfke seviyesinin had safhaya ulaştığını görebiliyordum. Onun öfkesi benim korkumu körüklüyordu...

Bacaklarım beni taşımakta iyice zorlanmaya başlamış, korkudan mı yoksa soğuktan mı anlayamadığım bir şekilde titremeye başlamıştım. Pamir' in gözünde yanan mavi alevleri görebiliyordum. Öyle soğuk bir yangındı ki, adeta cehennemi söndürmek için yaratılmıştı...

Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemez halde Pamir' in sakinleşmesini bekliyordum. Geçen dakikalar ondan öfkeyi götürmediği gibi, soğuk alevleri daha da harlıyordu. Zihninde dönen film sahnelerini göremesem de, izlemek istemeyeceğim türden şeyler olduğunu biliyordum. Aniden bana dönmesiyle birlikte ürkek bakışlarım, tereddütle koyu maviliğe kitlendi. Bakmaya doyamadığım bu gözlerde tüm duygular daha başka anlamlıydı sanki. Korksam da vazgeçemiyor, soğuğunda her defasında yeni baştan yanıyordum.

Gecesi mavisi, kızıl şafağımı söndürdü! Bir günüm daha onun gözlerinde battı. Bir gün daha s'ona erdim...

Bana doğru attığı iki adım, sırtımın kapının sert zeminini tekrar kavramasına sebep olurken, Pamir' in soğuk sesi tenimi kesti:

-BİTTİ! Oyun bitti, Beria! Seni yanıma kabul etmem en başından beri hataydı. Şimdi bu hataya son veriyorum! BİTTİ!

Bana güvenmiyordu. Beni yanında istemiyordu...

-Ne!? Sen, sen ne dediğinin farkında mısın? Beni yüzüstü bırakamazsın! Beni yarı yolda bırakamazsın, Pamir!

-Çık dışarı!

Buna izin veremezdim! Zor kazandığım bu gardı düşüremezdim. Bağlıyız biz! Biz bir ekip olarak doğduk ve ekip olmak için varız. Yan yanayken güçlü, ayrıyken hiçiz...

-Hayır!

-BERİA!! Sana dışarı çık dedim!

-BEN DE HAYIR DEDİM!! Bu kez değil, Pamir! Beni bir kez daha yüzüstü bırakamazsın. Her şeye, herkese rağmen sana güveniyorken yapamazsın! Bana güvenmediğini bildiğim halde sana güveniyorken, yapamazsın! Bana beni bırakmayacağını, hep yanımda olacağını söyledikten sonra, bunu yapamazsın! Beni bırakmana izin veremem! Vermem! Beni bırakamazsın, bunu yapamazsın Pamir!

Son cümlem bir rica, bir yalvarma değil aksine bir emirdi! Ve doğruca kızıl gözlerimden gecenin en karanlık maviliğine akmıştı. Ruhum ruhuna emir vermişti! Beni bırakamayacağını bilmeliydi!

Sözlerim ulaşması gereken yere çoktan ulaşmış, Pamir' in zihninde kendine yer açmıştı. Koyu gece mavisine ateşin kızılı yansımıştı. Gece mavisi, kızıl güneş ile yeniden aydınlanmıştı...

Pamir, ellerini başımın iki yanına yasladıktan sonra burnuyla burnum arasında yalnızca bir nefeslik boşluk bırakmıştı. Birkaç nefeslik molayla birlikte, öfkesini kovalamaya çalıştığını anlamıştım. Soğuk keskin bıçağını yavaşça yere bırakmış, elleri havada dışarı çıkıyordu. Kısıklığıyla onun da boğazının acıdığını düşünmeme sebep olan sesinden kelimeler, adeta yaralı birisinin kanının son damlalarında fısıldadığı sözler gibi acıyla dökülüvermişti:

-Aptal! Görmüyor musun...? Bu oyun adil oynanmıyor! Oyuna giren herkes, daha en başından mağlup başlıyor. Yutkundu ve derin bir nefes aldı. Sakinliği soluyordu... Üşüyen tenim ılıklığı kavrayabilmişti. Bir kez daha yutkunduktan sonra yorgun sesiyle devam etti:

-Bu oyun tıpkı bir lanet gibi ölümden başka hiçbir şey getirmiyor. Oyuna giren herkes tek tek ölüyor... Kalbim benim yerime sözü devralmış, Pamir' in cümlesine kendini yamamıştı:

-Öyleyse ölürüm! Ölürüz?

-Ölür müyüz? Düşünmeden cevap vermişti. Ben de ona uydum:

lürüz! Dudaklarımda duran bakışlar yavaşça gözlerime tırmandıklarında, kelimelere ihtiyacımız kalmamıştı. Gece mavisi, kızıl güneşe fısıldadı:

-Ölürüz...

 Dengesiz çiftimiz ekip olma yolunda inişler ve çıkışlar yaşamaya devam ederken, sırlar daha ne kadar saklanacak dersiniz?? Beria, Pamir' in kendisine güvenmediğini öğrendiği halde ona güvenmeye devam edebilecek mi? Pamir, Beria' nın yanında kalmasına izin verecek mi? Ya Erbatur...?

İşler ip yumağına dönüşmeye başlamışken, mağlup başlanan bu oyunun kazananı kim olacak...?

Sonraki bölümde yeni bir merak yumağında görüşmek üzere... :)

Elbet bir gün tüm bu sorularımız cevaba kavuşacaklar... Aykırı SÖZÜ!! ;) <3<3

~Gülçin ÇELİK~

Continue Reading

You'll Also Like

78.2K 5.7K 38
Altı elementin bulunduğu bir okul. Bu okula her şeyden habersiz, bir gece yarısı zorla kaçırılıp getirilen bir baş rol. Annesiyle aynı gece kaçırılıp...
6.2K 741 28
Kitabın açıklamasını yaparsam lanetlenebilirim ya da kötü bir büyüye maruz kalabilirim. Merak ettiğinizi hissedebiliyorum. Daha fazla merak etmeyin v...
21K 1.7K 45
DİKKAT! Bu roman, ScifiTR Okuma Listesinde yer almaktadır. Taht Oyunları ve Yüzüklerin Efendisi serilerini seviyorsanız bu seri tam da size göre. Yir...
364K 24.6K 65
Dora'nın hayatı on sekizinci yaş gününde, tek dayanağı olarak gördüğü ağabeyi Doruk'un aniden ortadan kayboluşuyla geri dönülmez bir şekilde değişir...