AYKIRI:2 UYANIŞ

gul_clk

297K 28.9K 7K

AYKIRI SERİSİ'NİN 2. KİTABIDIR! *** Bu kez çok daha gizemli... Sırlar hiç bu kadar acıtmamıştı! Aşk mı!? N... Еще

!!Açıklama!!
Giriş
1.BÖLÜM
2.BÖLÜM
3.BÖLÜM
4.BÖLÜM
5.BÖLÜM
6.BÖLÜM
8.BÖLÜM
9.BÖLÜM
10.BÖLÜM
11.BÖLÜM
12.BÖLÜM
13.BÖLÜM
14.BÖLÜM
15.BÖLÜM
16.BÖLÜM
17.BÖLÜM
18.BÖLÜM
19.BÖLÜM
20.BÖLÜM
21.BÖLÜM
22.BÖLÜM
23.BÖLÜM
24.BÖLÜM
25.BÖLÜM
26.BÖLÜM
27.BÖLÜM
28.BÖLÜM
29.BÖLÜM
~FİNAL~
~SÜRPRİZ~
'SORU~CEVAP'
3. KİTAP TANITIM

7.BÖLÜM

10.1K 981 261
gul_clk

-Anne ve babalarımız yaşıyorlar!

Pamir bir süre hiçbir tepki vermeden sadece gözlerime baktı. Fakat söylediklerimde ne kadar ciddi olduğumu fark eder etmez, hızla ayağa kalktı ve odada amaçsızca sağa sola gezinmeye başladı. Sanki duyduklarını tartıp gerçek olma ihtimalini ölçüyordu. Ya da kulaklarını duyduklarından dolayı sorguya çekiyordu. Çünkü yanlış duymuş olma ihtimalinde onların idamını verebilirdi!

Odanın sıcaklığı hızla düşerken, köşedeki mumlardan birkaçının söndüğünü görmüştüm. Bunun anlamı neydi!? Gerilmiş miydi, yoksa sinirlenmiş miydi? Bir elini hızla saçlarının arasından geçirdikten sonra kafasını kaldırıp sertçe bana baktı ve:

-ŞAÇMALIK! Diye bağırdı. Yerimden sıçradığım ve korktuğumu bu kadar belli ettiğim için kendime kızdıktan hemen sonra kafamı kaldırıp, Pamir' in okyanusun birkaç metre daha derinine dalmış gözlerine baktım. Duyduklarını inkar etmesine şaşırmamıştım. Bu olasılığı bekliyordum fakat o daha çok kızmış gibiydi! İşte buna anlam veremiyordum. Söylediklerime şaşırabilirdi ama kızması tuhaftı... Yutkunduktan sonra:

-Pamir, bu doğru. Ne dersen de ama bu doğru! Dedim. Sesimin kararlı ama ortamın gerginliğini alması için sakin olmasına dikkat ediyordum. Fakat Pamir' in yatışmaya hiç niyeti yoktu:

-Sen ne dediğini bilmiyorsun! Saçmalıyorsun! Bu imkansız!! Bir daha ağzından böyle bir laf duymayacağım! Anladın mı beni!? Bana iki adımlık mesafede olmasına rağmen soğuk nefesi tenimi yakıyordu. Gözleri her geçen saniye biraz daha koyulaşırken, birkaç mum daha sönmüş olacak ki, odada tıpkı Pamir' in gözleri gibi kararmaya başlamıştı. Neden? Söylediğim şey onu neden bu kadar kızdırmıştı?

-Pamir neden kızıyorsun!? Sana anne ve babalarımız yaşı...

-SAKIN!! Beria, ben çok ciddiyim! Ağzından o kelimeleri bir daha duymayacağım dedim!

-İyi ama neden!? (Sesim isyan eder gibi çıkmıştı...) Bu kötü bir şey mi? Anlamıyorum seni! Cidden anlamıyorum! Lanet olsun, annemi çok özleyen tek ben değilim! Seni o gün gördüm, Pamir! Onu çok seviyorsun, çok özlüyorsun! Ama şu verdiğin tepkilerle kendinle çelişiyorsun! Anlamıyorum, gerçekten! NEDEN?! Son kelimenin yüksek sesle çıkmasına engel olamamıştım fakat pişman da sayılmazdım. Bu soruma cevap vermeliydi!

Hala ona bakıp cevabımı beklerken o geçen dakikalara aldırış etmeden ağır adımlarla masanın yanına gidip, az önce hızla kalktığı sandalyeye yavaşça oturdu. Ellerini önünde birleştirip, gözlerini parmaklarına diktiğinde, aramızdaki mesafeye rağmen nefesi tenimde buz kesikleri açmaya devam ediyordu.

Gergindi, sinirliydi ve... Ve endişeli görünüyordu. Tutarsız! Duyguları da söyledikleri gibi tutarsızdı... Kafam karma karışıktı. Bay dengesizin tüm bu birbirinden alakasız duyguları aynı anda sergileyerek, benim hayatı sorgulamama sebep olması canımı sıkıyordu! Hatta biraz da sinirlendiriyordu. Sinirimi yatıştırmaya çalışıp aynı zamanda ona doğru birkaç adım attım. Aramızdaki mesafeyi iyice daraltmıştım. Soğuk şimdi çok daha yakındı!

Kolyemin ışığı iradem dışında parladığında sınıra geldiğimi fark ettim. Sanırım vücut ısım bu soğuğa daha fazla tepkisiz kalamayacaktı. Parmaklarım soğuktan hissizleşmişlerdi fakat avuç içlerimin karıncalandığını hissedebiliyordum. Hayır! Hayır, alev almayacaktım. Onu sözlerimle yeterince huzursuz etmiştim, şimdi buna bir de sıcaklığımı ekleyemezdim. Kolyeme durması için emir verdikten sonra boğazımdaki buz kristallerini mideme yolladım ve soğuğu bir adım daha tattım...

Pamir kafasını yerden kaldırıp gözlerime baktığında, gözlerinde daha önce hiç görmediğim bir ifade belirmişti. Soğuğun etkisiyle dolan gözlerime bakmayı sürdürürken, zihninin kapılarını aralamamak için kendimle savaş veriyordum. Ne düşünüyordu? Neden kızmıştı bana? Sözlerim canını mı yakmıştı? İyi ama bu çok saçmaydı! Tamam babasını sevmiyordu, hatta ondan nefret ettiğini bile söyleyebilirdim fakat annesi!? Annesinin yaşadığını duyduğunda bana vereceği tepki kesinlikle bu olamazdı! Bu tutarsızlıktan başka bir şey olamazdı.

Elimi nazikçe ve tereddütle kaldırıp, Pamir' in yanağına koydum. Yeni tıraş olmuş olmalıydı. Soğuk pürüzsüzlüğü avucumun içindeki karıncalarla buluştuğunda gözlerindeki o çözemediğim ifade yerini şaşkınlığa bırakmıştı. Başparmağımı elmacık kemiğinin üzerinde gezdirirken, neredeyse bir fısıltı gibi çıkan sesimle:

-Tamam. Hepsi geçti. Kötü günler artık geçmişte kalacak ve bundan sonra hep iyi şeyler olacak. Söz veriyorum sana! Onları bulacağız ve kurtaracağız. Her şey çok güzel olacak... Dedim. Amacım bu durumun kötü olmadığını, annesine kavuştuğunda o lanet geçmişi ve bu günleri geride bırakacağını idrak etmesine yardımcı olmaktı. Fakat Pamir kafasını hafifçe sağa sola salladıktan sonra:

-Yanılıyorsun. En kötüsü henüz olmadı! Dedi. Sözlerini beyin süzgecimden geçirip altında yatan anlamı bulmaya çalışırken, tesellimden vazgeçmeyerek:

-Olmasına izin vermeyeceğiz! Dedim. Pamir gözlerini gözlerimden almadan, hafifçe yutkundu ve:

-Evet, haklısın... Olmamalı! Olmasına izin vermemeliyim! Dedi.

-Nasıl?

-Kendimle çelişecek olsam bile, gitmene izin vermeyeceğim Beria...

Sözleri bittiğinde konuşmama izin vermeyip beni kendisine doğru çektikten sonra belimden sıkıca sarılıp, başını göğsüme yaslamıştı. Ellerim havada kalakalmışken ne düşüneceğimi, söylediklerinin ne anlama geldiğini anlamaya çalışıyordum. Fakat her defasında olduğu gibi bunda da başarısız oluyordum. Kısa bir süre ne yapacağımı düşündükten sonra hiçbir şey söylememeye ve sadece biraz sessiz kalıp kendime ve ona biraz zaman tanımaya karar vermiştim. Ellerimi yavaşça omuzlarının üstüne bıraktım. Daha sonra bir elimi yavaşça ensesinden kaydırarak başının üzerine çıkardım. Nemli saçları o kadar yumuşaktı ki... Adeta elini akıp giden bir nehre daldırdığında parmaklarının arasından nazikçe geçen o su gibi hissettirmişti. Ve o huzur dolu kokusu...

Soğuk duyularımı kör ederken, soğuğun kaynağı tüm duyularımı şaha kaldırıyordu...! Tutarsız olduğu için, dengesiz olduğu için ona kızarken en büyük dengesizliği ben yapıyordum: Nefret ettiğim 'Soğuk' la 'Huzur' u aynı cümlede yan yana koyuyordum! Üşümekten hep şikayet eden ben, soğuğu kucaklıyordum! Kızaran burnumla onun kokusunu daha fazla alabilmek için derin nefesler alıyor, kendimi ve cevabını alamadığım soruları boş verip zamanı tam da O' nda durdurmayı diliyordum...

Sanırım konuyu bu günlük burada kapatmalıydık. Birkaç kelimesi bile onu bu kadar yormuşken daha fazlasıyla ona işkence etmek istemiyordum. Nasılsa zamanı geldiğinde yeniden konuşacaktık. Şimdi sadece sessizliği dinlemeli ve birbirimize alışmaya çalışmalıydık.

Birbirimizin varlığımızdan rahatsız olma aşamasını geçeli çok olmuştu. En azından benim için öyleydi ve Pamir için de geçmiş olmasını umuyordum. Şimdi sıra birbirimizi keşfedip aramızdaki uyumun senfonisine ayak uydurmaya gelmişti. Arka fonda çalan müziğe kulak vermeli ve birlikte kalktığımız bu dansı uyum içinde devam ettirmeliydik. Adımlarımız ve bedenlerimiz birbirini tamamlarken, üzerimizde dolaşan gözlere açık vermemeliydik. Çünkü tüm orkestra tek bir yanlış adımla susardı ve ölümün kenarındaki dansımız tek yanlış adımda sona ererdi! Oyun biter...! Perde kapandığındaysa geride ne o kalırdı ne de ben...

***

Pamir kendini toparladıktan sonra bu günlük bırakmamızı, yarın sabah erkenden kendisini ahırda beklememi söylemişti. Tıpkı ilk günlerde ki gibi. Tabii bu kez öğrenci- öğretici olarak değil de bir ekip olarak diye düşünüp mutlu olurken sabaha kadar Pamir' in bana vermiş olduğu krokiye ve kitabın resmine bakmıştım. Hafızama ikisini de iyice kazımıştım. Ama oraya ulaşmak yine de oldukça zor olacağa benziyordu. Şimdiye kadar hep aksi yöndeki rafları karıştırmıştım. Hayatta ki şansım işte(!). Ama bundan sonra yerini daha rahat tahmin edip çok daha sağlam bir tarama yapacaktım. Tabii yasak olan bu rafı kurcalarken de ayrıca dikkatli olmam gerekiyordu. Yine de o kitaba şimdi bir adım daha yakındım!

Yaptığım ezber ve planlardan sonra üzerime çöken yorgunlukla kendimi, yatağımın sıcak kucağına bıraktım. Fakat Pamir' in o halleri aklımdan bir türlü çıkmazken uykum gelmiyordu. Ne zaman gözümü kapasam Pamir' in o gece mavisi gözleri geliyordu aklıma. Bana sımsıkı sarılırken gitmememi isteyen o hali. Güçlü görünme çabalarını bir kenara bırakmış, masum çocukluğuyla bana kendini açan hali. Buza kafa tutacak kadar soğuk olduğu halde bana en sıcak gelen o hali...

Tabii hemen sonrasında kulağımda sesi ve bana söyledikleri yankılanıyordu: "Kendimle çelişecek olsam bile, gitmene izin vermeyeceğim, Beria!" ne demek istemişti ki? Bir yere gittiğim falan da yoktu üstelik. Durup dururken neden böyle bir şey söylemişti bana!? Tamam Dünya' ya gitmek istiyordum fakat bundan haberi yoktu! Yoksa var mıydı!? O kitabı bulmak istememdeki ikinci önemli sebebin Dünya' ya gitmek olduğunu biliyor muydu? Ve bunu bildiği yetmezmiş gibi bir de açık açık gitmemi istemediğini mi söylüyordu!? Pamir kalmamı mı istiyordu!? İyi ama neden? Anne ve babalarımız geldiğinde artık bana ihtiyaç kalmayacaktı ki! 6. Kuşak buradayken, bizim tam olup olmamamızın bir anlamı olmayacaktı. Ater' le savaşı bir kere kazanmış olan 6. Kuşak bunu tekrar yapabilirdi. Annemi bırakıp gitmek zor olacaktı, hatta diğerlerini ve tabii Pamir' i de... Ama orada da bir hayatım, hadi oradaki hayatı boş vereyim, bir annem daha vardı. Üstelik onun bizim gibi sonsuz bir hayatı yoktu! Sürem daralıyordu. Ona ayırabileceğim birkaç yılımı burada geçirmeye de hiç niyetim yoktu. Ona adam akıllı veda edemeden, sonsuz yolculuğuna uğurlamaya hiç niyetim yoktu...

Sonrasında, yani Dünya'da beni oraya bağlayan hiçbir şey kalmadığında (bu gerçek her ne kadar kalbimi acıtıyor olsa da), kim bilir belki tekrar dönerdim buraya. Ama öncesinde gitmem gerekiyordu. Annemi ve 6. Kuşağı kurtardıktan sonra gitmem gerekiyordu...

Düşünme sırası Pamir' in anne ve babalarımızın yaşadığına neden sinirlendiği konusuna geldiğinde artık cevap bekleyen soru sayım katlanılmaz boyuta ulaşmıştı. Benden bir şeyler saklıyor, öğrenmemem gerektiğinde ısrar ediyor, Duman denen o adamın bir işler çevirmesine izin veriyor, bana bir şey anlatmıyor ve ekibiz bana güven dedikten hemen sonra, ona anne ve babalarımız yaşıyor dediğimde kendisi bana inanmıyordu! Hadi bu tepkisini doğal olarak göreyim diyorum, bu kez de sinirlenip bunu bir daha asla söylemememi tembihliyordu! Ne demekti şimdi bunlar!? Anlamı neydi!? Dağınık halde duran bu konuların birbiriyle bağlantısı var mıydı!? Çünkü hepsine tek tek cevap aramaya çalışsam da işin içinden çıkamıyordum. Kim bilir, belki birisinin cevabını bulduğumda diğerleri de peş peşe geleceklerdi. Ama benim sorunum da bu değil miydi zaten: Daha nereden başlayacağımı bile bilmiyorken, bu sırların içinde boğuluyordum...

Yatakta dönüp durmalarım ve düşüncelerim üzerine kurduğum planlarım yüzünden sabaha kadar uyuyamamıştım. Kalkıp hazırlandıktan sonra erken de olsa ahırın yolunu tutmaya karar verdim. Akşama kadar boştum ve Pamir' e vakit ayırabilirdim. Fakat akşam yemeğinden sonra ilk işim koşarak konsey kütüphanesine gitmek olacaktı. Cevapsız sorularımla kafayı yemeden hemen önce o kitaba ulaşmalıydım. İkinci kata geldiğimde Pamir' in de çıkmış olduğunu, hissettiğim boşluktan anlayabiliyordum. Adımlarımı hızlandırıp bahçeye indim.

Bahçe, nöbetçiler dışında kimse olmadığı için oldukça sakindi. Güneş' in ilk ışıkları Elementaya ulaşmak için koşuşturmaya henüz başlamamıştı. Sabahın bu erken saatlerinin soğuk karanlığında bahçeye inmeyeli uzun zaman olmuştu. Kendimi yeniden ilk günlerdeki derse giden günlerimden birinde hissetmiştim. Pamir' le çalışma yapacak olma fikri bile içimi ısıtırken, ekip olduğumuzu kendime her hatırlatışımda adımlarım daha da sağlamlaşıyordu. Bu adam bana sadece huzur değil, güç de veriyordu. Ve bu... Bu inanılmazdı! Çünkü sıcak olan gücümün kaynağı, soğuk hatta buz gibi olan bu adamdı: Bakışları aldığım nefesleri dondururken, kalbimi ısıtan o adam...

Nöbetçilerden beni fark edenler eğilip selam vermişlerdi fakat ben muhabbet etmekten kaçındığım için hızlıca karşılık verip büyük adımlarla ahıra doğru ilerlemeye devam ettim. Pamir orada olmalı diye düşünüyordum. Fakat gittiğimde yanıldığımı anlamam için hala bağlı şekilde duran Aşkar' ı görmem yeterli olmuştu. Nerelerdeydi yine? Üstelik de gecenin bu vaktinde! Ahırdan çıkıp yeniden meydana doğru ağır ve düşünceli adımlarla ilerlemeye başladım. Bu saatte atı bile olmadan bir yere gitmiş olamayacağına göre muhtemelen hala yerleşkedeydi. Aklıma bir yer geliyordu aslında. Ama ihtimal veremiyordum. Daha doğrusu vermek istemiyordum. Orada ne işi olabilirdi ki? Eğer hala arkamdan bir işler çevirmiyorsa ve Pamir bu işe dahil değilse orada olamazdı! Adımlarımı hızlandırdım ve güzergahımı tahmin ettiğim yere çevirdim: KONSEY BİNASINA!

Konsey binasının önüne geldiğimde beni kapıda karşılayan iki nöbetçi bu saatte geçişin yasak olduğunu, içeri giremeyeceğimi söylemişlerdi. Onlara kim olduğumu söyleyip şansımı zorladığımdaysa bana çok önemli bir sebebim yoksa girişin herkes için kapalı olduğunu söyleyerek kesin bir şekilde karşılık vermişlerdi. Fakat ben kapının önüne gelerek bile amacıma ulaşmıştım zaten! Evet artık Pamir' in burada olduğunu biliyordum! Hem de bu saatte! Hem de içeri geçerli bir sebep olmadan girilemiyorken!!

Ahıra geri dönerken Pamir' in benden sakladıkları, ah pardon açık açık bilmememi istediğini ve kurcalamamam hakkında kesin hüküm verdiği konular yeniden beynime hücum etmeye başlamışlardı. Bana sürekli suç üstü yakalanırken merak etmemek elimde değildi. Sorduğumda cevap vermeyecekti. Sormamam bilmemem gerekiyordu belki ama elimde değildi işte! Deli gibi neler olduğunu, benim haberim olmadan arkamdan neler çevirildiğini öğrenmek istiyordum! Şu kitabı bulur bulmaz da ilk işim bu konuyu öğrenmek olacaktı. Çünkü bu şekilde o uyumu asla yakalayamayacaktık. Sürekli aklımda: "Acaba neler dönüyor arkamdan, Pamir neyin peşinde, ona gerçekten güvenmeli miyim?" Soruları varken ekip işini sağlıklı bir şekilde yürütemezdik. Öğrendiğimde neler olacağı, bana ne kadar kızacağını umursayacak durumda da değildim. Ben ondan hiçbir şey saklamayacaktım. Hatta zamanı geldiğinde Rima' nın defterini bile ona okutmayı düşünüyordum. Bu durumda oyunu kurallarına uydurmak için, onun da benden hiçbir şey saklamıyor olması gerekiyordu. Sonuçlarını sonra düşünüp tartardık. Hem en kötü sonuç bile bu bilinmezlikten daha katlanır olurdu, eminim. Evet. Kararımı vermiştim: Yesuga' nın kitabını bulur bulmaz bu işin peşine düşecek, Pamir' in benden sakladığı her neyse öğrenecektim...

***

Pamir ahıra girip karşısında beni gördüğünde şaşırarak:

-Erkencisin? Diye sordu. Her ne kadar bana yansıtmamaya çalışsa da gergin görünüyordu. Bunu soğukluğundan da rahatça anlayabiliyordum. Fakat zamanı gelene kadar ona bir şey sormayacaktım. Çünkü bu boşa kürek çekmek olacaktı. Ne kadar sorarsam sorayım cevap alamayacağım gibi bir de Pamir bu konuyu kurcaladığım için aramıza yeniden mesafe koyabilirdi. Ben de bilmeyeni oynayarak:

-Uyku tutmadı. Sen de erkenden geldiğine göre işe erken koyulabiliriz, dedim. Bir süre hiçbir şey söylemeden beni süzdü. Bir şey söylemek için ağzını açtı, fakat sonra ne düşündüyse vazgeçti. Biliyorum, anlamıştı. Deli gibi ona bir şeyler sormak istediğimi, yapmacık bir gülücükle hiçbir şey olmamış rolü kestiğimi anlamıştı. Bir açıklama yapmak istiyordu. Fakat kaçtığı ve bilmemi istemediği her neyse onu bu açıklama yapma kararından vazgeçirmişti. Aşkar' a doğru yürürken:

-Atını al. Gideceğimiz yer uzak sayılır, dedi. Demek bir yere gidecektik. Kor' u aldıktan sonra ahırdan çıktık. Onu birkaç adım gerisinden takip ediyordum. Sessizliği bölen tek şey atlarımızın ayak sesleriyken, boğazımı temizledim ve aramızda her geçen saniye biraz daha büyüyen buzları çözmek amacıyla ona biraz daha yaklaştım. En azından bunu sorabilirim diye düşünerek:

-Nereye gidiyoruz? Diye sordum. Ağır ağır yerleşkeden çıkarken, geçen birkaç dakikanın ardından cevabımı alabilmiştim:

-Mezarlığa...

Bu beklenmedik cevap, beynimde bir darbe etkisi yaratmışken, dingilleri tutan ellerimi iyice sıkıp tırnaklarımı avuç içlerime batırmıştım. O kelime beynimin duvarlarına çarpıp ardı ardına ve giderek yükselen bir yankı uyandırırken gözlerim de sınırlarını zorlayacak şekilde açılmışlardı. Çığlık gibi çıkan sesim, boğazımı yırtmıştı:

-NE!?

Yutkunup, yanan boğazımı daha fazla zorlamamak için sesimi birkaç tık kıstıktan sonra:

-Mezarlık mı!? Niçin...? Alacağım cevaptan korkuyordum. Olası cevabı bir kenara iteklerken, yanlış anlamış olmayı ısrarla umuyordum. Pamir çatık kaşları ve buz gibi sesiyle:

-Sana onların öldüğünü başka türlü kanıtlayamam sanırım. Ancak kendi gözlerinle görürsen inanacağını düşünüyorum, dediğinde Kor' u aniden durdurmuştum. Bunları söylerken bir ölü kadar duygusuzdu! Ne söylediğinin farkında mıydı bu adam!!? Ben ona daha dün, anne ve babalarımızın yaşadıklarını söylerken... O, bugün kalkmış beni onların öldüğüne inandırmak için mezarlığa götürüyordu! Sinir hücrelerimin karıncalandığını ve ateşin beynime sıçradığını hissedebiliyordum! Birazdan yılardır sönmüş olduğu düşünülen bir volkan patlamak üzereydi ve Pamir' de şu an tam olarak o volkanın üstünde yürüyordu! Atını döndürmüş bana duygusuzca bakmaya devam ederken, kendimi daha fazla tutamadım ve yüksek sesle:

-Sen ne saçmaladığının farkında mısın!!? diye bağırarak, içimdeki fırtınanın belki de sadece bin de birini dışıma yansıtmıştım.

-Kendi gözlerinle göreceksin, Beria. Ve gördüğünde bana inanacaksın!

-Asıl sen bana inanmalısın! ONLAR ÖLMEDİ!

-Beria! Onlar ÖLDÜLER!! Şimdi sana bunu görmen için bir şans veriyorum. Bana her sabah nereye gittiğimi sorup duran sen değil miydin!? Beni takip eden, nereye gittiğimi öğrenmek için can atan! Al işte! Sana bir fırsat. Nereye ve niçin gittiğimi öğrenmiş olacaksın! Şimdi itiraz etme ve beni takip et!

-Hiç kimse... Hiç kimse beni, annemin o taş yığını altında cansız bir şekilde yattığına İNANDIRAMAZ! SEN BİLE! Benim annem ölmedi, Pamir! Biliyorum... O ölmedi! Neden böyle yapıyorsun anlamıyorum ama lütfen inan bana! Eminim diyorum! Annem, annelerimiz yaşıyorlar!

-Sus ve beni takip et! Tartışmaya onu gördükten sonra devam ederiz. Tabi onu o halde gördükten sonra da hala bana inanmayacak olursan!

-Onu o halde görünce derken!? Gözlerim ne ara dolmuştu bilmiyordum ama sesimin de titremesine bakılırsa daha fazla konuşamayacaktım. Soruma yanıt alamamıştım. Çünkü Pamir sözünü bitirir bitirmez ilerlemeye başlamıştı. Kendimde ısrar edecek gücü bulamadığım için çaresizce bu sessizliği kabullenip yeniden onu takip etmeye başladım...

Annemi görebilecek miydim!? Na nasıl yani!!? 'Mezar' dediği şey tam olarak nasıldı ki ben onu görebilecektim? Oysa Dünya' da bu mümkün değildi. Tabii burası Dünya değildi. Annemin ölümsüz bedeni şimdi ne haldeydi? O gerçekten ölmüş olamazdı öyle değil mi? Hayır, olamazdı! Annem yaşıyordu, yaşamak zorundaydı! Ben onun hala yaşıyor olmasına tutunurken, ölmüş olamazdı! Tanrım, lütfen bana bu acıyı ikinci kez yaşatma! Lütfen!

***

Büyük taştan bir yapıtın bahçesinin girişine geldiğimizde nöbetçiler tarafından durdurulmuştuk. Nöbetçiler Pamir' i tek seferde tanımışlardı. Demek ki gerçekten de her sabah erkenden çıkıp buraya geliyordu. İyi de bunu benden neden bu kadar saklamıştı ve neden bu gün birden bire saklama kararından vazgeçip beni buraya getirmişti? Hem önceden her sabah buraya geliyor olduğunu düşünmüyordum. Ne olduysa düellodan sonra olmuştu. Ne yani düellodan sonra sebepsizce her sabah annesinin mezarını ziyaret edesi mi gelmişti!? Çok saçmaydı... Ya da yine tutarsız diyelim. Yani her türlü hala yerine oturmayan taşlar vardı. Buraya öylesine geliyor olamazdı! Bir amacı olmalıydı. İyi de benim burada ne işim vardı? Pamir' in şunu kabullenmesi gerekiyordu: İçeride ne görürsem göreyim asla annemin ölmüş olduğunu kabul etmeyecektim! O daha dün sabah, üç ay sonra tekrar çıkıp bana gelmişken, şimdi onu yeniden öldürmeyecektim!

Bahçeye girdikten sonra atlarımızdan inip binaya kadar yürümüştük. Ne o ağzını açıp bir şey söylüyor ne de ben sorabiliyordum! Korkuyordum! Göreceklerimden, görmek istemediklerimden korkuyordum. Rima' yı ilk kez ( rüyalarım ve o cansız portre haricinde) ilk kez görecektim ve içimden bir ses bu görüntünün hiç de hoşuma gitmeyeceğini söylüyordu. Fakat soğuk kanlı olmalı ve sonuna kadar gitmeliydim. Madem birlikte bir işe başlayacaktık, sık sık birbirimizi bir konuda ikna etmemiz ve birbirimize güvenmemiz gerekiyordu. Pamir' in bana hemen inanmasını beklemiyordum. Elbette ki üç yüz yıldır doğru bildiği şeyin yanlış olduğuna bir gecede inanmayacaktı. İnkar edip bunu kanıtlamaya çalışmasını da anlıyordum. Anlamadığım şey: Onların yaşadığını söylediğimde buna sinirleniyor olmasıydı. Sanki çok kötü bir şey söylüyormuşum gibi bir de bunu bir daha söylemememi de üstüne basa basa tekrar etmişti. Ne yani, o çok sevdiği annesini yeniden karşısında görmek istemiyor muydu!? İşte buna ASLA İNANMAZDIM! Pamir' in annesini ne kadar sevdiğini ve ona ne kadar bağlı olduğunu biliyordum. Eminim ki bir şansı olsaydı, annesini geri getirmek için bir şansı olsaydı bunu hiç düşünmeden yapardı...

Dar ve uzun bir koridora geldiğimizde durduk. Kafamı kaldırıp kapısı olmayan, giriş için büyük kare şeklinde girişler yapılmış odalara baktım. Geniş odaların giriş kısmında yazan devasa yazılara da uzun uzun bakmıştım. Tabi eski Elementa harfleriyle yazılmış oldukları için hiçbirisini okuyamıyordum. Pamir' e dönüp:

-Kapıların başında ne yazıyor? Diye sordum. Uzun süre konuşmadığı için çatallaşan sesiyle, oldukça soğuk bir şekilde mırıldandı:

-Kuşaklar...! Odalarda hangi kuşağın elementlerinin yattığını anlamamızı sağlıyor bu yazılar.

Baştaki oda 2. Kuşağa ait olmalıydı çünkü 1. Kuşak ( Konsey) hala yaşıyordu. Zehir tadı veren bir yutkunuştan sonra tereddütle ilk adımı attım. Baştan sayarak odaların önünde ağır ağır ilerlemeye başladım:

-2... 3... 4... 5 ve... Durdum! Geniş kare kapının önünde kalakalmıştım. Kapısı olmadığı için odanın içi görünüyordu. Sık aralıklarla yerleştirilmiş olan meşaleler sayesinde oda da koridor gibi gayet aydınlıktı. Odada yan yana ikişerli gruplar şeklinde dizilmiş, toplamda sekiz tabut vardı! Tabuttan kastım: Cam olduğunu düşündüğüm simsiyah, uzun, dikdörtgen kutulardı. Her grubun başının dayalı olduğu duvarda da bir şeyler yazıyordu. İçimden muhtemelen hangi element olduğudur diye geçirirken, Pamir' in omzumu tutmasıyla ona döndüm.

-İçeri girelim mi? Diye sordu. Her ne kadar belli etmemeye çalışıyor olsa da omzumdaki buz tutmuş eli, ne kadar gergin olduğunu anlamamı sağlamıştı. Bu sadece bana değil ona da işkenceden başka bir şey değildi. Ölüm acımasızca kulaklarımızda uğuldarken, kanım damarlarımı dağlıyordu! Kendimi görmeyi asla istemeyeceğim bir şeyi görmek için zorluyordum! Bedenimin isyanı sonuna kadar haklıyken, bir tarafım gitmeyip savaşmam, yüzleşmem gerektiği konusunda ısrar etmeye devam ediyordu...!

Tekrar odaya döndüm. Fakat kendimi buna hazır hissetmiyordum. Rima' yı karşımda kıpırdamadan öylece yatarken görmek istemiyordum. Öldüğünü duymak istemiyordum! Yutkundum. Tabutlara bakarken, daha öncekinden çok çok daha tereddütlü çıkan sesimle:

-Onlar ölmediler! Dedim. Bunun üzerine Pamir diğer elini de öteki omzuma koyarak ağır adımlarla odaya ilerlememi sağladı. Oda oldukça soğuk ve ürperticiydi! Hiçbir yaşam belirtisi hissetmediğime yemin edebilirdim! Bu düşünce beynime korkunç tırnaklarını saplarken, kalbim inatla fısıldamaya devam ediyordu: "Onlar ölmedi!!". Pamir odanın ortasında ellerini omuzlarımdan çektikten sonra bir elini kaldırıp en sağdaki tabutları işaret ederek:

-Oradalar, dedi. Başım ağırlaşmış mıydı? Neden kafamı yerden kaldırmak zor geliyordu!? Kendimi zorlayarak da olsa kafamı kaldırıp, Pamir' in gösterdiği tarafa baktım. Demek annem ve babam orada yatıyordu. Yan yana... Peki ya Ezrak?

-Ya seninkiler? Diye sorduğumda, Pamir başıyla en baştaki (en soldaki) ilk iki tabutu göstermişti. Annem ve Ezrak birbirlerine bağlılık yemini etmişlerken, yan yana bile konulmalarına izin verilmemişti. Kafamı sağa sola sallayıp aklıma sızmaya çalışan o saçma düşünceleri uzaklaştırdım. Ne diyordum ben böyle!? Onlar yaşıyorlardı. Beni bu saçma tabutlarla öldüklerine ikna edemeyecekti. Pamir' in sesi beni düşüncelerimden çekip almıştı:

-Git ve ona dokun, dedi. Anlayamamış şekilde kaşlarımı çatarak, gözlerine bakarken devam etti:

-Tabutuna dokunduğun an siyahlık kalkacak, böylelikle onu görebileceksin, dedi. Gözlerim bu şokla büyürken beynim bunu yapmak isteyip istemediğini tartıyordu. Bilinçaltım çoktan ellerini kulaklarına bastırmış, kafasını hızla sağa sola sallarken, sımsıkı yumduğu gözlerini açmadan: "Bir an önce çık şu lanet yerden!" diye bağırıyordu. Fakat ben çoktan ağır adımlarla sondaki o iki tabuta doğru yürümeye başlamıştım bile! Yüzleşecektim! Gerçeği yakalayana kadar koşmaktan vazgeçmeyecektim...!

Aralarında sadece bir kişinin yan yan yürüyerek, geçebileceği kadar mesafe bulunan tabutlardan, birisi diğerine göre daha uzun ve genişti. Sanırım büyük olanda babam Alaz, küçük ve daha narin olanındaysa annem yatıyordu. Gözlerim dolarken, nefes alış verişim de odanın dinamiğine ayak uydururcasına yavaşlamıştı. Ya da bunu: Artık nefes almak istemiyordum, diye de yorumlayabilirdim!

Babamı da görmek istiyordum, annemi de! Fakat kendime sormam gereken soru tam olarak şuydu: Onları ilk kez böyle mi görmek istiyordum!? Cevap keskin bir "HAYIR!" dı. Bu 'Hayır' beynimde korkunç yankılar şeklinde büyürken, başım ağrımaya başlamıştı. Babama bakma fikrini bir kenara ittikten sonra içimde kalan son cesaret kırıntılarını anneme bakmak için kullanmaya karar vermiştim. İkisini birden kaldıramayacağımı hissediyordum. Babamı daha önce hiç görmemiştim ve aklımda kalan ilk ve son görüntüsünün bu cansız bedeni olmasını istemiyordum. Bu yüzden Rima' ya bakma fikri daha cazip gelmişti belki de. Daha cazip ama asla daha kolay değil...

Sağ elimi küçük tabutun üzerine doğru kaldırdım. Dolan gözlerimdeki yaşlar, yer çekimine meydan okumaya son vermişti. Bir damla usulca kayıp tabutun üzerine düştükten sonra, diğer damlalar da yanağımdan kayarak bu acı intihara eşlik etmeye başlamıştı. Yanaklarımın ıslanmasına aldırış etmeden elimi tabuta biraz daha yaklaştırdım. Parmak uçlarıma kadar... Tir tir titriyordum!! Dudaklarımı sertçe birbirine bastırırken, nefes almayı tamamen bırakmıştım. Çünkü daha ilk nefeste vazgeçebilirdim...!

Bir elim hala tabutun üzerinde havadayken, bu şekilde ne kadar beklediğimi bilmiyordum! Parmak uçlarımdaki kan tamamen çekilmişti. Gözlerimi sıkıca kapayıp, birbirine bastırdığım dudaklarımı usulca gevşettim. Küçük bir nefesin ciğerlerime süzülmesine izin verdikten sonra gözlerimi yeniden açtım. Ağlarken titremesine engel olamadığım dudaklarımdan süzülen titrek kelimeler, ağzımdan çıkıp kalbime saplanmıştı:

-Annem! Annem bak kızın geldi! Geldim annecim. Demiştim ya seni bulacağım diye, geldim işte! Beklemene gerek kalmadı artık, buldum seni... Buldum seni annem... Elimi yavaşça soğuk tabutun üzerine yerleştirdim. Avucumda hissettiğim tek şey soğuk bir camken, annemin kokusunu duyamıyor olmanın yarattığı hayal kırıklıkları kalbime batıyordu. Elimin tabutu yakalamasıyla siyahlık elimin altından başlayarak tabutun tamamından sıyrılmıştı. Birkaç saniye süren bu sıyrılmada annemin cansız bedenini ortaya çıkarmasını seyrettmiştim! Ölümün bu siyah perdenin kalkmasıyla gösterdiği korkunç yüzü yutkunmama engel olmuştu. Boşta duran elim hızla kolyemi bulurken, gözyaşlarım adeta ateşe dönüşmüştü! Beni bile yakacak kadar acı verici bir ateşe...

Bembeyaz bir elbise giydirmişlerdi anneme. Benim kadar uzundu ve benden biraz daha zayıf görünüyordu. Kızıl, beline kadar olan saçları tabutun içine yayılmıştı. Elleri, dümdüz karnının üzerinde birleştirilmişti. Narin parmakları uzun ve zarif görünüyordu. Bir an o ellerin hiçbir zaman saçlarımı okşayamayacağı düşüncesi sinsice kalbime bir bıçak saplamıştı. Kolyemi tutan elimin tersiyle göz yaşlarımı silip bulanıklaşan görüntüyü düzelttikten sonra annemi incelemeye devam ettim.

Kapalı gözlerinin altında hafif morluklar vardı. Yine de çok güzel ve kusursuz bir güzelliğe sahip olduğunu düşünmeme engel değildi bu morluklar. Dudakları ve cildi oldukça kuru gözüküyordu. Bembeyaz çöl toprakları gibiydi teni. Kuru ama pürüzsüz... Ve alnının ortasından ikiye ayırdığı saçlarının arasına kadar süzülen siyah bir çizgi vardı! Sanki çürümüş bir damar, teninin altından belli oluyor gibi görünüyordu. O lanet çizgi yutkunmama sebep olurken, gözlerim çizginin üzerinde birkaç kez gidip gelmişti. "Ölüm çizgisi..." diye fısıldamıştı Pamir zihnime. Gözlerimi o lanet kelimeyle isimlendirilmiş çizginin üzerinden kaçırdıktan sonra, anneme tekrar baktım.

O... O gerçekten de büyüleyici görünüyordu. Hiçbir yaşam belirtisi göstermeyen bu beden o kadar güzeldi ki beni ürkütmek yerine kendisine hayran bırakmıştı. Annem hala çok genç ve güzel görünüyordu! Burada yatmayı hak etmeyecek kadar güzel ve genç. Daha da önemlisi: Burada yatmayı hak etmeyecek kadar Masum...

Bu imkansızdı! Kesinlikle kabul edebileceğim bir şey olamazdı! O ölmüş olamazdı! Hissetmekte problem yaşıyor olmalıydım! Evet, kesinlikle kör olan bendim! Onu göremeyen bendim! Annem ölmüş olamazdı! Sol elimi ağzıma kapatıp hıçkırıklarıma engel olmaya çalıştım. Fakat bu imkansızdı. Sesim, kundaktaki bebeğin annesinden zorla ayrıldığında attığı çığlıklardı! Gözyaşlarım yüzümü dağlarken, boğazım sızlamaya başlamıştı. Sertçe, iç çekişlerimle karışık bir nefes aldıktan sonra, elimi ağzımdan çektim. Bu hıçkırıkları bastıramazdım! Gözlerim iyice kısılmışken, kafamı hızla iki yana sallıyordum! Sesim taş duvarları bile yumuşatmaya yetecek kadar çaresiz çıkarken, isyanım da artık hıçkırıklarım gibi bastırılması imkansız bir hale gelmişti:

-Anne...! Annem... Hayır anne! Seninle ilk karşılaşmamız böyle olmayacaktı! HAYIR! Hayır... Lütfen anne... Bunu kabul edemem, annem...! Kalkmalısın anne! KALKMALISIN! Daha ben senin boynuna sarılmadan, kokunu içime çekip kulağına: "ANNEM!" diyemeden orada öyle hareketsizce yatamazsın! Duyuyor musun beni!? KALK! ANNE KALK! NE OLUR KALK ANNE! NE OLUR... UYAN ANNE! LÜTFEN UYAN! Hıçkırıklar boğazımı düğümlüyor, gözyaşlarım akma aşamasını geçmiş adeta sel olmuş gidiyordu. Cümlelerim çığlık olup kulaklarımı kanatırken zaman geriye aksın, buraya gelmemiş olayım istiyordum. Yakıcı ve artık sadece kuru işkence gibi gelen bir nefes daha aldıktan sonra, son hıçkırığımı yutarak:

-Bak sana geldim! Sana geldim! Tuttum sözümü sana geldim anne... Ne olur kalk, annem! Aç gözlerini bana bak! KIZINA BAK! Senin için akan göz yaşlarımı silmeyecek misin!? Bana cevap vermeyecek misin? YETMEZ Mİ BU HASRET ANNEM!!? BANA... BANA DÖNMEYECEK MİSİN??

O kadar çok ağlıyordum ki gözyaşlarım yüzünden hiçbir şey görememeye başlamıştım. Son kelimelerim ağzımdan birer haykırış olarak çıkmışken acıyan boğazım sesimin bir süre kısılacağını fısıldıyordu kulağıma...

Pamir' in yanıma geldiğini hissetmiştim fakat dizlerim beni daha fazla taşıyamadığından tabutun başında yere düştüm. İki elimi dizlerime vururken ağlayarak ölünebiliyorsa bunun olması için yalvarmaya başlamıştım! Çok canım yanıyordu! Annem hemen yanı başımdaydı ama rüyamdaki gibi bana o güzel kırmızı gözleriyle bakıp sıcacık gülümsemek yerine, buz gibi ve hareketsizce yatıyordu! O sıcaklığı, o tanıdık koku, özlediğim o sesi şimdi yanı başımda duran bu bedende değildi! Hayır bu kesinlikle kabul edebileceğim bir şey değildi! Bu gerçek değildi! OLAMAZDI!!

Pamir yanıma gelmişti. Bir eliyle omzumu sıktığında bana destek olmak istediğini anlayacak halde değildim: Öfkeliydim! Anneme... Beni yaşadığına inandıran sonra da hareketsizce karşımda yatan anneme öfkeliydim! Bana yaşattığı hayal kırıklığı korkunç derecede canımı yakarken son enerjimi de hala bu durumu inkar etmeye harcıyordum. Onun öldüğünü kabullenmemek için direniyordum!

Peki ya Pamir!? O mutlu muydu!? Beni bu hale getirdiği için mutlu muydu!? Canımın ne denli yanacağını bile bile bana bunu yapmak hoşuna mı gitmişti!? Kabul etmemesini anlardım ama bana bunu yaşatmaya hakkı yoktu! Onların ölümünü bana kabul ettirmek için direterek, içimi ölümün soğuk ateşiyle kavurmaya hakkı yoktu! Ben onlara olanlardan hala kendimi sorumlu tutarken, bana bunu yaşatmaya hakkı yoktu...! Ona doğru döndüm ve göğsüne indirdiğim yumruklarım kadar güçsüz sesimle:

-Mutlu musun ha!? Beni böyle mi görmek istedin!? Al işte görüyorsun! Evet, haklıydın! Onlara bunu yapan benim! Ben bir katilim! Burada yatması gereken de benim! Onlar değil, ben! Her şeyi yapan da her şeyin mahvolmasına sebep olan da benim! Ölmesi gereken de benim, Pamir! Onlar değil...

Yumruklarım Pamir' e işlemeyecek kadar güçsüzken, gözlerim vücudumdaki tüm tuzu ve suyu dışarı kusmaya devam ediyordu. Pamir yumruklarıma aldırış etmeden bana sıkıca sarıldı. Beni öyle sıkı sarıyordu ki sanki bu evrenden soyutlamak istiyordu. Sanki şimdi uyanacağım ve o, sadece korkunç bir kabus gördüğümü söyleyecekti bana. Soğukluğu beni uyuştururken, kulağıma eğilip çaresizliğime eşlik eden sesiyle:

-Şşşt! Bitti... Tamam. Hepsi geçecek... Hepsi geçecek!

Ağlamaya devam ederken artık yumruk atacak halim de kalmamıştı. Tüm direnişlerim boşa çıkıyormuş gibi hissetmeye başlamıştım. Pamir derin bir nefes aldıktan sonra devam etti:

-Ve yanılıyorsun! Sen orada yatmayı hak edecek son kişi bile değilsin, Beria! Asla...! Asla buna izin vermeyeceğim...

-Onlar ölmüş olamazlar, Pamir! Lütfen bana ölmediklerini söyle... Yalan de ne olur, yalan... Ne olursun bana inandığını söyle...! LÜTFEN... Yalvarıyorum... Lütfen inan bana!! Ölmediler de! Kabus olduğunu söyle! Bitecek dedin ya hani!? Bitsin Pamir! Bitsin artık ne olur, bitsin...! Ben... Ben dayanamıyorum...! Çok canım yanıyor, dayanamıyorum Pamir! Lütfen... Lütfen bitti de! YALAN DE, PAMİR...! Hıçkırıklarım ve akan gözyaşlarımın üstüne bir de ona yalvarmaya başlamıştım. Bana inanmasına ve bu günün sadece bir kabustan ibaret olduğunu bilmeye o kadar çok ihtiyacım vardı ki! O kadar çaresizdim ki! Şimdi bir imkanım olsa da onları kaldırıp yerlerine ben girsem o tabuta diye düşünüyordum. Bir şans... Bir şans ver bana Tanrım!! Sonucu ne olursa katlanacağım... Ne olur... Tek bir şans ver bana...!

-Ben hep senin yanında olacağım, Beria... Anne ve babalarımız olmayacak belki ama ben hep senin yanında olacağım! Kafamı iki yana sallarken ona sıkıca sarıldım ve başımı göğsüne iyice bastırdım. Kabul etmek istemiyordum! Bu acı içime sığamayacak kadar büyüktü! Bu ateşi yeniden içimde istemiyordum!

-HAYIR! Hayır, sen bana inanmazken yanımda olamazsın! Lütfen bana inandığını söyle. Ne olursun Pamir... Buna çok ihtiyacım var. Bana inan ve onları uyandırmak için bir yol bulmama yardım et. Lütfen! Sana yalvarıyorum...

-Beria... Yutkundu ve söyleyeceklerinin ağırlığını tartıp hesaplayarak, usulca devam etti:

-Sadece kabul edemez misin? Onlar... Onlar geri gelmeyecekler... Beynime hücum eden sinirin bana verdiği kesin komutla hızla geri çekildim. Ellerimin tersiyle gözlerimi silerken, beceriksizce ayağa kalktım. Pamir' in ayağa kalkmama yardım eden elini de aynı hızla ittikten sonra, acıyan boğazımı umursamayarak:

-Bu şekilde yanımda olacaksan OLMA DAHA İYİ!! Duydun mu beni!? GİT! İstemiyorum seni, GİT! Bana bir kez daha annen öldü diyeceksen, hemen git buradan! O ölmedi! Biliyorum! Bu lanet şeye asla inanmayacağım ve günü geldiğinde, bir yolunu bulup onları uyandıracağım! Sen de göreceksin... Onlar yaşıyorlar ve ben bundan adımın Beria olduğu kadar eminim! Sadece zamana ihtiyacım var. Bir yol bulmak için biraz zamana ihtiyacım var. O gün geldiğinde, 6. Kuşağı uyandırdığımda sen de haklı olduğumu görmüş olacaksın! Hatta tüm Elementa da görecek, o hain konseyde! Ve and olsun ki bana yaşattıkları bu acının hesabını onlardan soracağım. And olsun ki bu acının bedelini çok ağır bir şekilde ÖDEYECEKLER!!

 Evet benim bir tanecik Aykırılar' ım... Hüzünlü ve uzun bir bölümdü... Ben yazarken ağladım bazı yerleri... Hala da etkisindeyim... :'( Sizlerin düşüncelerini ve yorumlarını da bekliyorum... <3<3 Umarım üzülseniz de beğenmişsinizdir...! Yeni bölümle perşembe günü döneceğim...Perşembe görüşmek üzere... Kendinize iyi bakın!

 Ve ufak bir rica... Anneleriniz... Eğer hala hayattalarsa lütfen onlara sıkıca sarılın...! Yarının ne getireceğini bilmediğimiz şu kısa hayatımızda, onlarla geçirebildiğimiz her anın tadını çıkarın. Onları üzmeyin olur mu?? Hepinizi çok seviyorum...<3<3

~Gülçin ÇELİK~

Продолжить чтение

Вам также понравится

Birinci Tekil Space

Фэнтези

364K 24.6K 65
Dora'nın hayatı on sekizinci yaş gününde, tek dayanağı olarak gördüğü ağabeyi Doruk'un aniden ortadan kayboluşuyla geri dönülmez bir şekilde değişir...
Fatiha Suresi Tefsiri islami_yazar

Художественная проза

2.4K 120 11
Fatiha suresi Kur-an'daki en kıymetli suredir. Şifa verici özelliğe de sahiptir. Gelin bu sureyi detaylıca anlayalım. Bu kitaptaki bilgiler değerli K...
İSİMSİZ Beril_ilhan24

Художественная проза

488 90 5
Her şeyini kaybetmiş, intikam almak için yanıp tutuşan bir adamın hikayesi. Artık isimsiz kalan bir adamın hikayesi. Kendi yaralarına rağmen doktor...
1.2M 64.7K 35
"Hatırla Rüzgar! Bir hayalet olarak girdim hayatına. Yani aslında hiç olmadım. Beni görünür yapan sendin..." "Bir hayalete sarılamazsın, dokunamazsın...