Mavi Vurgun | TAMAMLANDI

By elif_yaman11

80.6K 6.4K 2.1K

*Kapak Design Knights'a ait* Bu fikir pek aklıma yatmasa da içimden gelmeyerek onu kafamla onayladım. "Elbe... More

1. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM |FİNAL|
Açıklama

2. BÖLÜM

5.8K 348 229
By elif_yaman11

Daha birinci günden sıralamaya soktuğunuz ve ilk bölüme gösterdiğiniz ilgi ve alaka için teşekkür ederim ve ilk bölümde destan gibi yorumuyla beni duygulandıran filizaydnalp bu bölümü sana ithaf etmekten büyük bir mutluluk duyuyorum.

Keyifli okumalar!

*

Ayaklarım rotasını şaşırmış ve benim isteğim dışında odama yönelmişti. Hemen bu odadan çıkmak istedim ama ayaklarım beni dinlemedi. Orada öylece kalmıştım, ne ileri, ne geri gidebildim. Sanki ayaklarım bir çiviyle buraya çakılmıştı. İçime derin bir nefes çekerek gücümü toplayıp kendimi dışarı attım. Merdivenlerin başında ani çıkışımla şaşıran annemin şaşkın ama bir o kadar da masum bakışları tenime işlerken vücudumun D vitaminini aktif hala getirmesi için güneş ışıklarına değil, o kömür karası gözlerin derin bakışlarına ihtiyaç duyduğunu fark ettim.

Vücudumu ele geçiren gerginliğe rağmen dudaklarımda istemsizce bir tebessüm oluştu ve ayaklarım bu kez tam olarak istediğim şeyi yaptı. Beni anneme götürdü, kollarımsa ne yaptığından emin bir şekilde anneme dolandı. Anında karşılık gören bedenim bayram havasına girip şenliklerin başlamasını istemiş, bedenimin hükümdarı kalbimse emirleri vermiş, şenlikleri başlatmıştı.

Sırtımda gezinen elleri yavaşlayıp durdu, kendini geri çekip ondan bana kalan gözlerime dikti gözlerini. "Neye sinirlendin?"

Annem işte, sinirlendiğimi hissetmişti ya da ben sinirlerimi mutluluk perdesinin arkasına gizleyebilecek kadar iyi bir oyuncu değildim. Bence kesinlikle hissetmişti, gayet güzel gizlediğime eminim.

Elimi yaşına ve dokuz ay rahminde büyütüp beslediği, canından can bulan iki çocuğa rağmen hala incecik olan beline yerleştirdim ve onu aşağı kata yönlendirdim. Merdivenlerin sonuna geldiğinizde içimde tuttuğum nefesi ağır ağır dışarı verdim. Elimle anlımı ovuştururken benden beklediği cevabı ona iki kelimeyle sundum. "Evlenmemi istedi."

Bakışlarını kaçırdı, yakaladım. Bir saniye kadar kısa bir süre bakışlarını kaçırdı. Sanki o bir saniyelik sürede ruhuna özgüven takviyesi yapılmış gibi gözlerime cesur bakışlarını sundu. İçimden bir ses bu istekten onun da haberinin olduğunu söylüyordu. Annemin sözleri içimdeki sese onay vermedi ama babamın isteğine onay verdi. "Sence de haklı değil mi? O da oğlunun evlendiğini görmek istiyor. Bunu her anne-baba ister. Bu bizim doğal hakkımız."

Ellerimi saçlarımdan sertçe geçirip ciğerlerimi annemin kokusuyla harmanlanmış sakinleştirici hava ile doldurdum. Belki haklılardı ama istemiyordum işte. Zorla evlendirecek değiller ya, koskoca adamım. Üstelik bu işin zorlamayla olmayacağını idrak edebilecek kadar kültürlü insanlardı.

"Anne bu konuyu konuşmak istemiyorum," Yanından geçip giderken aklımda olan tek şey şirkette sabahlamaktı. Harika görünmüyor mu? Karısına aşık adamlar karısının yanında, işine aşık adamlarda iş yerinde sabahlar. İşte bu kadar basit! "Ayrıca akşam yemeğine beni beklemeyin, gelmeyeceğim."

Tek bir kelime daha etmeden kapıdan çıktım fakat kulaklarımın duymak istediği cümle arkamdan söylenmemişti. Benliğimin her zaman duyduğu ve gün boyunca beslendiği o üç sözcüğe ihtiyacı vardı fakat benliğimin ihtiyacını karşılayacak sözler annemin dudaklarından dökülmemişti. Bir şey söylemesi gerekmez miydi? En azından bir hoşça kal fısıltısı? Her neyse, olmaması gereken şekilde kaba davranmıştım ve onu kırmıştım. Elbette bir bedel ödemek zorundaydım!

Benim telaşla sokağın ortasında bıraktığım ve güvenliğin garaja aldığı arabama yöneldim, sürücü koltuğuna kurulup ellerimi saçlarıma daldırdım. Derimin hemen altında zonklayarak yayılan bir zehir varmış gibi hissetmeme sebep olan baş ağrımı kuvvetli bir nefesle dışarı verdim. En azından öyle umut ettim ancak olmadı. Ciğerlerimi terk eden nefesin aksine hala derimin altında inatla bana işkence eden bir ağrı vardı.

Bedenimin ödettiği bedeli umursamadan kemerimi takıp benim çıkmam için hazırlanmış bahçe kapısından hızla çıktım. Sokağın sonunda acı bir fren sesini kulaklarıma doldurarak durup yolu kontrol ettim. Tıpkı yolu kontrol ettiğim gibi gerginliğimle doğru orantılı olan hızımı da kontrol altına aldım.

Şirkete gelmeden yeni yeni trafik belirtisi gösteren yollardan ziyade ara sokaklardan ilerliyordum. Hayır, acele etmiyordum, geziniyordum ve tıpkı babamın istediği gibi kendime vakit ayırıyordum.

İşte, ne olduysa o an oldu. Açıp dirseğimi dayadığım camdan keskin bir ışık kısa bir süreliğine gözlerime çarptı. Bir anda dünya dönüş hızının karesini alarak daha da hızlandı. Soluklarım yavaşlarken gözlerimi kaplayan yoğun ışık ve kulağımda uğuldayan dünyevi seslere aldırış etmeden arabamı otopark bulunmayan yolda bulduğum ilk park alanına park edip telefonumu aldım. Parmaklarım ne yapmasını gerektiğini biliyordu ve bana gerek kalmadan hemen arama tuşuna ilişti. Birkaç çalıştan sonra açılan telefondan beklediğim cümleyi duydum.

"Boran," Şaşırmıştı elbette. Bu saatler işlerin hem sıkıcı hem de su gibi aktığı saatler ve ben genelde bu saatlerde arayıp öylesine muhabbet eden bir insan değilim. "Hayırdır?"

"İşin yoksa sana attığım konuma gelir misin?" İş saatleri dahilinde özel görüşmeler yapmak huyum değildir. Huyumu önemseyen kim, kendime vakit ayırıyorum işte!

***

"Vay be!" Kaldırdığı kaşları ile belirginleşen gözlerine baktım. Ona kısa bir özet geçmiştim ama sadece babamdan bahsetmiştim, burada olma sebebimizden bahsetmemiştim ve bahsetmeyi de pek düşünmüyordum. "Demek Barış abi senden evlenmeni istedi."

"Ben böyle bir istek beklemiyordum." Gözüm Garson Kız'daydı fakat bir yandan da Bahadır'a cevap vererek Bahadır ve Garson Kız arasında mekik dokuyan gözlerime rağmen sözlerimde dengeyi sağlıyordum.

"Boran,"

"Efendim?"

"Kime bakıyorsun?" Gözlerimin kaçamak ve dikkatli bakışlarını fark etmişti. Hakkını yememek lazım, ne kadar dikkat edersem edeyim fark etmişti. Bir ormanı andıran gözlerimi baktığım tarafa çevirmişti fakat Garson Kız çoktan siparişini almış ve gitmişti.

"Dışarıdan biri geçiyordu, birine benzettim ama değilmiş."

Ne yapıyordum ben? Lise biteli tam on iki sene olmuştu. Lisenin klasik yakışıklı ve basketbolcu aynı zamanda kızları peşinde sürükleyen ancak hiçbir kızla aşk yaşamayan ilgi çekici çocuğu olarak o zamanlar bile bir kızın peşinde koşmamıştım. Şimdi bir saniyeliğine göz göze geldiğim mavi gözlü Garson Kız'ım için asla ağzıma sürmediğim bir tatlıyı sipariş etmiş ve birinden sipariş alırken onu izlemek için fırsat kolluyordum. Yanıma yakın arkadaşımı da çağırmıştım, işte şimdi tam olmuştu. Bilinçaltım yaşayamadığım ergenlik aşkını bugüne uyarlamıştı ve ben derhal toparlanmalı, daha sonra da Garson Kız'ı izlemeyi kesmeliydim.

Kendime gelmek ister gibi derin bir nefesi dışarı verip gözlerimi karşımda benim aksime rahat tavırlarla kahve yudumlayan dostuma çevirdim. "Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum." Dudaklarımdan dökülen sözler tam olarak kalbimden geçen sözler değildi fakat kesinlikle babamın isteğiyle alarm veren beynimin sözleriydi.

"Yakında görücü usulü bir evliliğin başrol teklifi gelirse şaşırma ya da," Suratında eğlendiğinin kanıtı niteliğinde bir gülümseme vardı. Ona kızmayacağımı biliyordu, ondandı bu rahatlık. "Teklif falan yok. Gelin. Nikah. Düğün. Sonra 'gazetelerde Boran Göğekazılı evlendi' haberlerini okuruz." Elleriyle boşluğa ilk manşeti Bahadır atmıştı, gazetecilerden önce dostum atmıştı ilk manşetimi!

"Saçmalama," Gözlerimi devirip tabağımdaki pastayı çatalla kurcaladım. Şu an annemden gizli doğum günümde hediye edilen bir robotu yıldız şeklinde bir tornavida ile kurcalıyormuşum gibi hissettim. İstemsizce kalkan bakışlarım dışarıda sipariş alan garsona dikildi ve o an bir şeyler oldu, sımsıkı bir çeperle sarılmış o gözler minik bir an gözlerime baktı. Bana baktı ve bu tamamen tesadüftü, nereden bileyim onun orada olduğunu ya da o nereden bilsin benim ona baktığımı? "Hangi devirde yaşıyoruz? Ki herkes biliyor, Boran Göğekazılı asla zorla evlendirilemez!"

"Dostum," Dirseklerini oturduğu koltuğun kollarına yerleştirdi. "Sen bunları söylerken dünya üzerinde duymadığın, tanımadığın herhangi bir kadın zorla evlendirildi. Tecavüz edildi, dövüldü, öldürüldü, yakıldı, işkence edildi, doğuştan sahip olduğu ve sahip olmaması olanaksız olan hakları ihlal edildi, kısıtlandı ve en kötüsü artık bir ruhu hissetmeyen hücrelerinin ev sahibi bedenine bile değdi o kirli eller. Bunun daha da kötüsü, şu an parklarda koşup oynaması gereken minicik bir beden üç beş kuruşluk başlık parası ya da yazılı bir belge bile olmayan saçma sapan töreler uğruna babası yaşında bir adama kendini teslim etmek zorunda kaldı, altında kıvrandığı adam ise parasıyla hüküm sürmeye devam edecek. O minik beden şiddetli bir depremle yıkılan psikolojisinin enkazının altında can çekişiyor. Kaçıncı yüzyıl olduğu fark etmez, kanı bozuk her daim var ve o pislikle aynı dünyadasın!'

"Haklısın," Sessizce etrafı izlemeye devam ettim. Ona bu konuda karşı çıkamazdım, sonuna kadar haklıydı ve bunlar birer gerçekti. Kurmaca değil, senaryo değil. Gerçek, insanlığın utanılası gerçeği. Onun bu feminist tarafını seviyorum ve hayatına girecek kadının çok şanslı olduğunu düşünüyorum. "Kalkalım mı?"

"Derdin ne bilmiyorum ama çok sürmez, dökülürsün." Gülümseyip hesabı istedim ve bir gün içinde iki kez yalvardım. İlki babamı bize bağışlaması içindi, ikincisi hesabı Garson Kız'ın getirmesi içindi. Fakat anlaşılan bu işler devamlılık istiyor, ilki kabul olsa da ikincisi kabul olmamıştı. Başka bir garson hesabı getirmiş ve masaya koymuştu. Masada hesabı kim ödeyecek muhabbeti geçmedi, genelde de geçmez. Hesabı kim istiyorsa o öder ve en sık hesabı o ödüyor. En sık mı? Ne sıklıkla görüşüyoruz ki? Aynı sitede oturmamıza rağmen genelde dışarıda görüşmemiz çok garip. Yozlaşmış dünyada filizlenmeye çalışan bir tohum gibi.

Hesabı ödeyip kalktığımızda arkamdan bir ses geldi, refleks olarak kafamı hızla çevirdim. Garson Kız'ım limonata dolu bardağı düşürüp kırmıştı ve korku dolu bir ifade beliren gözlerinde gördüklerim beni de telaşlandırdı. Ne gördüm? Bende bilmiyorum, sadece bakışı içime dokunmuştu. Kireç gibi bembeyaz kesilen suratına bir tokat inmiş gibi kendini topladı ve özür dileyip hemen uzaklaştı.

Ayaktaydım ama gitmiyordum. Giderken gözünün kenarından süzülen o gözyaşı beni buraya çivilemişti. Neden ağlıyordu? Korktuğu için mi? Kadınlar işte, benim için iki kadın var. İlki, şımarıklığından dolayı korkan ve birkaç saniye sonra yeniden mutlu olanlar, ikincisi ise, öyle baskı dolu ortamlarda yetişip beynin yorgun düştüğü bedenlere sahip gerçekten korkan insanlar.

Bir damla gözyaşı ile gerilen kaslarımın iyice belirginleştiğinin farkındaydım. Kasılarak damarlarını açığa çıkaran koluma dokunan elin ardından beynimde şimşekler çaktı. Gözlerimi ortadan kaybolan Garson Kız'ımın olduğu yerden çekip Bahadır'a çevirdim. Gözlerinde canlanan sorgu odasında sorguya çekme niyetine hesap vermeyeceğim için aldırış etmeden hızla bir saat öncesine kadar gayet ilgimi çeken kafeden çıktım. Yazın geldiğinin kanıtı olabilecek sıcak bir rüzgarın yüzümü yalayıp geçmesiyle Bahadır'a döndüm, hemen arkamdan geliyordu ve ani dönüşüme uyumlu bir şekilde aniden durdu. Gerilen çenesi ve gözlerime sabitlediği gözleri bu dönüşümün sebebinin ne olduğunu anlayabilecek kadar iyi tanıyordu beni.

"Kendine dikkat et," Hızlı ve kısa bir vedalaşmanın ardından arabama geçmeyi umuyordum fakat pek de umduğum gibi olmadı. Bakışlarında yakaladığım bu konu kapanmaz ifadesi bunu anlamama yetecek kadar sağlam bir kanıt.

"Ben ederim ama sen," Konuşurken kendine özgü bir hava katan anlamlı bakışlarından birini yüreğime işlemek ister gibi derine baktı. Sanki içimdeki aceleyi görmüştü ve özellikle konuyu uzatıyordu. "Sen ediyor musun? Ruhunu acemi bir hırsıza kaptırmış gibi bir halin var."

Ruhumu çaldırmak mı? Hayır, bu doğru değil. Garson kıza olan ilgini görmüştü. Acelemi değil, ilgimi görmüştü. O yüzden konuyu uzatıyor ve beni kendisiyle konuşmaya zorluyordu. Evet, hoş kızdı ve başka bir şekilde olsa küçük bir ihtimalle bir ilişkimiz olabilirdi ama çok da sağlam temeller üzerine dayanacağını zannetmiyorum. Fakat şu an benim sorunum oluşma ihtimalinin küçük olduğu bu ilişkinin oluşması ya da oluşmaması değil. Bahadır'ın anlamasıydı. Anlamamalıydı. Onun ufak tefek gözlemlerle anlayabileceği kadar kötü oynamazdım hiçbir rolümü. Kendime de başkalarına da her zaman gayet başarılıydım.

"Ne alakası var," Birkaç adım ilerimizde hayatının rutinini yerine getiren insanlara rağmen ayaküstü tartışıyorduk. Onun gerilen çene kaslarını görebiliyordum, benim de ondan eksik kalır yanım yoktu. "Sadece bardak kırıldı ve ben her insanın yapacağı bir şeyi yaptım."

"Ben ondan bahsetmiyorum ki," Ne? Ondan bahsetmiyorsa neyden bahsediyor. Ayrıca ondan bahsetmiyorsa bu pot kırdığım anlamına geliyor. "Neden direkt o olayı algıladın?"

Sinsi gülümsemesi karşısında beni kurtarmayacağını bildiğim bir açıklama için araladığım dudaklarım yavaşça kapandı. Kapanmasa da sesim çıkmazdı, beynim ses tellerimi hizaya çekmiş sesimin çıkmaması için onları sıkı sıkı uyarıyordu.

"Neyse," Avuç içi omzuma gelecek şekilde vurup rahat bir ifadeyle gülümsedi ve ben, o an bu geçiştirme için ona minnettardım. "Bunu daha sonra tekrarlayalım."

Kafamı onay vermek için sallayıp bir adım geri çıktım. Arabalarımız farklı yerlerdeydi. İkimizde zıt yönlere yol aldık. Arabama ulaştığımda uzaktan Bahadır'ın koyu renk ceketi altındaki iri cüssesini seçebiliyordum. Yavaşça elimi kaldırıp selam verdim. Dokunaklı bir filmin bitiş sahnesi gibi hissettirmişti. Koltuğuma yerleşip ellerimi saçlarıma daldırdım. Gözlerim sahibi ölmüş ve artık onu işletecek bir varisi olmayan dükkanın kepenkleri gibi kapandı.

*

Garson Kız'ın adını sadece anneme ve yakın arkadaşım Nazlı'ya söyledim. Size de bir bölüm sorusu hazırladım: sizce Garson Kız'ın adı ne?

Yorum ve votelerinizi eksik etmeyin, özellikle yorumlar yazım aşamasında çok motive ediyor.

Bana instagram üzerinden @elifyaman_rn hesabından ulaşabilirsiniz.

Continue Reading

You'll Also Like

46.4K 3K 11
Hicran kapıyı açtığında Yakubu karşısında gördü hafif tebessümle "hoş geldin " dedi Yakub'un bakışlarında bir tuhaflık vardı vardı her zaman yumuşacı...
36.6K 1.6K 6
Mardin Töre Serisinin ilk kitabıdır. Mardin'e atanan İnci öğretmen ve Devran ağanın hikayesidir. Yıllarca evlat hasreti çeken, ailenin kuma baskısın...
HEJA By SN

Teen Fiction

1.1K 96 7
Yıllar önce verilmiş bir hüküm. Bu hükmün kurbanları Heja ve Agir...
214K 17.5K 22
İstediği tutkulu bir gece ve istemediği zoraki bir evlilik... Doruk Türkoğlu... Niyeti uzun zamandır görmediği üniversite arkadaşının kasabasında eğl...