Aşk ve Nefret

By pinkcivert

5M 93.1K 25.3K

Ya bildiğin tüm gerçekler aslında koca bir yalansa? More

1. Bölüm "Bahis"
2. Bölüm "Gangster"
3. Bölüm "Dövüş"
4. Bölüm "Al yanak"
5. Bölüm "İlk Dokunuş"
6. Bölüm "Kötü Karşılaşma"
7. Bölüm "Karanlık Sokak"
8. Bölüm "Gizemli Not"
9. Bölüm "Adliye"
10. Bölüm "Gece"
11. Bölüm "Ateşli ve Islak"
12. Bölüm "Suç çetesi"
14. Bölüm "Depo"
15. Bölüm "İlk Görev"
16. Bölüm "Tuzak"
17. Bölüm "Seks Kulübü"
18. Bölüm "Acı"
19. Bölüm "Yasak"
20. Bölüm "Ceset"
21. Bölüm "Kokain"
22. Bölüm "Yüzleşme"
23. Bölüm "Cennet"
24. Bölüm "Alışveriş"
25. Bölüm "Takip"
26. Bölüm "Sinema"
27. Bölüm "Gerçekler"
28. Bölüm "Şüpheli"
29. Bölüm "Arzular"
30. Bölüm "Plan"
31. Bölüm "İntikam"
32. Bölüm "Halüsinasyonlar"
33. Bölüm "Soygun"
34. Bölüm "Karanlık"
35. Bölüm "Hayal Kırıklığı"
36. Bölüm "Kan"
37. Bölüm "İtiraflar"
38. Bölüm "Aile"
39. Bölüm "Hasta"
40. Bölüm "Baskın"
41. Bölüm "İyileşmek"
42. Bölüm "Gözyaşları"
Final
43. Bölüm "Hep birlikte"
44. Bölüm "FİNAL"

13. Bölüm "Barlar Sokağı Sekizlisi ve Fahişeler"

129K 2.4K 511
By pinkcivert

Gecikme için çok çok özür dilerim hadi vote verip mahcup edin benii :*

Tüm gece rüyamda, o herifin beni ellediğini ve Koray’ın çetesiyle beni kurtardığını gördüm. Barlar Sokağı Sekizlisi gelip beni arabadan çıkartıyordu. Koray’ın yüzünü görmüyordum. Kurukafalı bir bandana takıyordu. Ama onun mükemmel hatlarını ve vücudunu her yerden tanırdım. Beni kurtarıyordu. Sonra kucağıyla yatağıma taşıyıp gidiyordu. Onu bir daha asla göremiyordum. Sadece haberlerde onu çetesiyle beraber başka bir yasadışı iş yaparken görüyordum o kadar.

Sabah uyandığımda kan ter içinde kalmıştım. Gazeteleri yanı başımdaki komodine koymuştum. Ve karnımda bir ağırlık vardı. Ağırlığın kaynağına baktığımda babamın kolu olduğunu gördüm. Bu adam neden işe gitmiyordu ki?

Kolunu karnımdan çekerek ayaklarımı sürüye sürüye banyoya ilerledim. Sabah erken kalkmayı sevmesem de günün bu saatleri çok güzel oluyordu. Güneşli bir cumartesi günü normal bir insana mutluluk aşılarken bana gidip bu gazeteleri Koray’ın suratına fırlatmamı sonra benzin döküp yakmamı söylüyordu.

Banyoda esnedim ve birkaç gerinme hareketiyle kendime gelmeye çalıştım. Kalçalarımı güzelleştirmek adına yirmi tane squat çektim. Yere eğilip biraz da bedenimin kalan kısmını kendine getirdikten sonra elimi yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladım. Normalde günde en az iki kere diş fırçalanırken beni çok rahat beş altı kez fırçalıyordum. Kişisel bakım konusunda hassas biriydim. Tıpkı babam gibi. Bazen annemin saçı yemeğe düşerdi ve nedense bu hep babamın tabağına denk gelirdi. Ve babamda yemeği burnumuzdan getirirdi.

Evde ilk uyanmak aslında güzeldi. Yaptığım spor ve yüzümü yıkadığım sabun beni kendime getirmişti. Hava o kadar güzeldi ki dün yaşanan her şeyi unutuverdim birden. Şuan kendimi mutlu ve dinç hissediyordum.

Merdivenlerin aşağısındaki kilere göz attığımda Utku’nun yüzü bembeyazdı. Dudakları kurumuştu ve bilekleri morarmıştı. Hatta kan bile vardı. İçim sızlamıştı resmen. Kelepçeleri çıkarmaya çalışırken bileklerini kesmişti. Ve Şule’de üzerine yatmıştı ve kirpiklerinin altından morarmış gözaltları belli oluyordu.

Ama onların da keyfini yerine getirecektim. Perdeleri açmak için salona girdiğimde Marilyn Monroe motifli saatimiz, sabahın dokuzunu işaret ediyordu. Siktir. Neden bu kadar erken kalkmıştım? İçeride uyuyan o üç sarışın on ikiden önce kalkmazdı. Özellikle büyük tatillerde Şule akşama doğru kalkardı çünkü öğlene kadar uyumazdı. İzlediği diziler filmler asla bitmezdi onun. Sürekli internette işi vardı.

Kendimi dinç hissetmenin verdiği özgüvenle odama gidip şort ve bana iki beden büyük gelen ve kollarını kıvırmak zorunda olduğum Rolling Stones tişörtümü giydim. Çalışma masamın üzerindeki kumbaradan para alıp converslerimi giydim ve hafif tempoda fırına kadar koştum.

Sıcak fırına vardığımda zaten terlemiştim, bir de buranın sıcağı tişörtümün üzerine yapışmasını sağlamıştı. “Günaydın Muzaffer abi.” Diye selam verdim yıllardır bize hizmet eden fırıncımıza. Kendimi bildim bileli biz buradan alışveriş yapardık. Uzun yıllardır burada yaşıyorduk ve herkes bizi tanırdı.

“Günaydın Avşar kızım.” Dedi elindeki gazeteyi kenara koyarak. “Erkencisin.” Gülümsedim. “Bugün uyku tutmadı bende bizimkilere kahvaltı hazırlayayım dedim.”

“İyi etmişsin.” Dedi ve ben ona istediklerimi söylerken o da bana babamın hatrını ve derslerimi sordu. İyi günler diledikten sonra kulaklığımı yeniden taktım Elvis Presley sevdiği kadının her ne kadar melek gibi görünse de bir şeytan olduğundan yakınmasını dinleyerek eve kadar koştum.

Tabiî ki de bizimkiler hala uyuyordu. Aslında benimde uykum vardı ama uyuyamıyordum. Spor yapmasaydım mümkün değil açılamazdım. Mutfağa girdim ve ellerimi yıkayarak aldıklarımı mutfak masasına koydum. Aslında Amerikan mutfak sayılırdı ama arada bir hol bulunuyordu. Merdivenlerin yanında banyomuz vardı. Sesler içeri gitse de birbirinizi göremiyordunuz. Bulunduğum yerden sadece duvara dayalı televizyon ve yaşam ünitesi görünüyordu.

Dolaptan bana lazım olacakları çıkarıp masaya koydum. Sonra masa örtüsünü alarak evin bahçesine çıktım. Burası yazlık türünden bir ev olduğundan yazın yemekleri dışarıda yerdik. Bahçeyi ve evin girişinden ayıran tahta çitlere dayanmış uzun masanın üstündeki vazoyu kaldırıp ayakkabılarımızı giymek için koyduğumuz yumuşak minderli koltuğun üzerine koydum.

Sofra örtüsünü sererken yandaki yaşlı moruk yine bahçesini suluyordu. “Günaydın Ayten Hanım!” diye seslendim. Elindeki hortumu bizim bahçeye uzatarak “Hadi oradan!” diye homurdandı. Bana gelmesi mümkün değildi. Onun bahçesi bizden daha büyüktü ve aramızda üzerinden rahatça geçebildiğim boyutta mermerden bir duvar vardı.

Bizim evin sadece arka bahçesi vardı. Önlere sahte çim yaptırmıştık. Hamak ve salıncak vardı ve demir kapımız parka bakıyordu. Karşımızdaki evler azalsa da bizim sırada üç vardı. Biz ortadaydık. Yanda sürekli her şeyden şikâyetçi bunak Ayten teyze vardı. Bahçesindeki erikleri aşırdığımız için bizi hortumla kovalardı. Hobi olarak bizden nefret eder ve sürekli bahçesindeki otlarla ilgilenirdi. Aşırı şımarık yüzüne kezzap atılası türden torunları vardı. İkisi erkekti ve ikizlerdi. Kahvaltıda bile kola içtiklerinden yüz kiloyu aşmışlardı ve şımarığın teki oldukları söylenebilirdi. Küçük kız kardeşleri cadıdan farksızdı ve benim makyaj malzemelerimi çalmakta ustaydı.

“Günaydın Avşar!” diye seslendi diğer yanımızdaki Sinem abla. İki tane manken gibi oğlu vardı ve ben sanırım küçük olanla çıkmıştım. Çocuk cidden bana âşık olmuştu ve yatağa atmak için yapmadığı şey kalmamıştı ama daha öpmeyi bile becerememişti. Büyüğü ise ablamla çıkmıştı ve sanırım onu yatağa atabilmişti. Ablam ben özgür kızım, modern kızım diye diye orospu olmuştu ama farkında değildi.

“Günaydın Sinem abla. Bugün piyangodan para çıktı mı?” diye sordum sırıtarak. Evet, kırk yaşında bir kadın olabilirdi fakat kumarda babamdan daha iyiydi. Hatta onların üst katıyla bizim terasımız birleşikti ve çoğu zaman bizim terastan onlarınkine geçip tavla oynardık.

“Sikeyim yine çıkmadı be!” diye söylendi gazeteyi yere atarak. “Boşver paraya ihtiyacın yok zaten senin.” Diye onu teselli ettim. “Sen kendi adına konuş küçük hanım! Bu evdeki öküzler beni sömürüyor. Para bulup kaçacağım artık.” Diye söylendi.

O sırada mayolarıyla denizden geçen Emrah abi “Eyvah, Sinem’e para çıkmadı anlaşılan.” Diye seslendi bize. Burada herkes çok samimiydi. “Sen sus alırım ayağımın altına!” diye cevap verdi Sinem abla. Bana eliyle selam vererek “Babana selamlar.” Dedi. Onu başımla selamladım. “Sana da iyi yüzmeler.”

Bu sırada yandan yakışıklı oğlu –benim flört ettiğim-  çıktı. “Anne yine o çirkin sesinle uyandırdın beni.” Diye söylendi. Cidden, Koray’dan yakışıklı olmasın, iyi çocuktu. Şule bir kere ona gülümsedi diye Utku paletle kıçına vurmuştu.

Arctic Monkeys baskılı, kasları yüzünden gerilmiş tişörtüyle bana gülümsedi. “Günaydın Avşar. Bugün nasılsın?” diye sordu. “Fena sayılmaz. Ya sen?” evet, neşemin yerine geldiği ve tatsızlıkları bir süreliğine unuttuğum söylenebilirdi.

“İyiyim.” Dedi ve kahve fincanını masaya bırakıp bahçelerimizi birbirinden ayıran çitlere yaklaştı. Bir şey diyecek diye bende yanına gittim. “Başkanın oğlunu bıçaklamışsın.” Dedi. Aniden nabzım hızlanırken dudaklarım aralandı “Nereden biliyorsun?”

“Doğru yani?”

“Evet.” Dudaklarımı ısırdım. “Söylentiler dolaşıyordu da bir sorayım dedim. Ne de olsa eskiden bir ilişkimiz vardı.”

“Ah, evet.” Dedim başımı eğerek. “Yanlış anlama görüştüğüm bir kız var.” Dedi. “Benimde öyle.” Dedim gülümseyerek. “Fakat hala arkadaşız?” dedi onaylamak istercesine. “Evet, Kerem. Hala arkadaşız.” Dedim.

“Son zamanlarda pek de iyi görmüyorum seni.” Dedi, evin küçük oğluydu ama on dokuz yaşındaydı. “Bilirsin, aşk meşk, dersler, annem…”

“Çok üzüldüm, inan bana.” Dedi, boşanmalarını kastediyordu. “Evet, evde sürekli yemek yapan birinin olması iyiydi.” Dedim bende. İkimizde güldük. “Halan nerelerde?” diye sordu. “Arkadaşlarıyla tatil yapıyor.” Dedim. Halam, Şule’nin iki beden büyüğü ve kızıl haliydi.

“Hayat ona güzel. Neyse, kahvaltı hazırlıyorsun galiba. Seni meşgul etmeyeyim.” Dedi gülümseyerek başımı salladım. “Tişörtünü bir ara alacağım.”

“Tüm tişörtlerim senindir.”

Sırıtarak mutfağa geçtim ve hızla yumurtaları bir kâseye kırarak tuzladım ve çırptım. Yumurta tavasına bir kaşık yağ koydum ve kızmasını bekledim.

Bu sırada cezveye koyduğum sıcak su kaynamıştı, sosisleri de içine attım ve dolaptan çıkarıp yıkadığım domatesleri ve biberleri küçük küçük keserek içi oyulmuş porselen tabağa koyup biraz yağ ve tuz ekledim.

Yağ kızana kadar yumurtanın içine kaşar doğradım. Nedense aklıma Ceren gelmişti. Belki Sude bu konuda bir ilah olabilirdi ama Ceren’den daha çok nefret ediyordum. Pis soğuk şey. suratlı. Babama benden daha çok benziyordu. Sarışındı ve dudakları ona benziyordu. Hatta kaşları da. Ben bile o kadar benzemiyordum. İnsan insana benzer sözünden nefret etmiştim. Benim babama benzeye benzeye o orospu mu benzemişti.

Düşüncelere fazla daldığımdan elimi kesmiştim. “Ah.” Diye dişlerimin arasından inledim ve yaladıktan sonra karnıma bastırdım. Ceren kaşarı yüzünden elimi kesmiştim az önce! Hep onun yüzündendi. “Orospu Ceren.” Diye tısladım.

Mutfağın karşıyı gören kısmındaki çekmecede mutlaka yara bandı vardır umuduyla biraz karıştırdım. Nedense en dibe kaçmıştı geri zekalı şey. Hızlıca işaret parmağıma sardım ve işime kaldığım yerden devam ettim.

Kalan yumuşak domatesleri de rendeleyip yağda biberle beraber pişirdim. İçine sosisleri atınca çok güzel oluyordu.

Mutfak, tıpkı eski günlerdeki gibi hareketlenmişti. Annemde hafta sonları böyle neşeyle ve istekle kahvaltı hazırlardı. Tabi bazen dünden kalma olduğu için halam hazırlıyordu ve o beceriksiz yumurta bile kıramazdı. Cidden, bir akşam pilav yapmayı denemişti ve tüm aile zehirlenip yataklara düşmüştük.

Oysa ben bu konuda ailede babamdan sonra en yetenekli kişiydim. Babam nadir mutfağa girse de bir aşçı kadar güzel yemek yapardı. E, bende onun kızıydım. Bu konuda becerikli olduğum söylenebilirdi. Koray’da güzel yemek yapıyordu.

Neden onu aklıma getirmiştim ki? Meşgul olmak için enayi gibi boşuna mı yemeğe girişmiştim yani? Ah, ona fena bir hesap sormayı planlıyordum. Evet, gerçek buydu fakat daha aklıma gelir gelmez kendimi bir garip hissetmiştim. Pekâlâ, onu seviyordum. Hayatımda kimseye karşı böyle bir şey hissetmemiştim.

Yarım saat içinde kahvaltıyı bahçeye hazırlamıştım Ve çok güzel görünüyordu. Çeşit çeşit reçel, peynir, zeytin… Ne bulduysam hepsini güzelce bir tabağa yerleştirmiştim. Görüntü de önemliydi ve hem göze de hitap etmek istiyordum.

Son olarak fırından aldıklarım bir kez daha ısıttım. Çay da hazırdı. Kilere gidip hala mışıl mışıl uyuyan bizimkilere baktım. “Kiss me hard before you go, summertime sadness…” sesim güzeldi. Abartılacak kadar olmasa da şarkı söyleyebiliyordum ve bu benim uyandırma şeklimdi. “Hadi lan.” Dedim onlar uyanmayınca.

Şule ayağıyla havayı tekmeledi ve Utku da beş dakika daha der gibi homurdandı. “Su dökerim!” diye tısladım. Şule de uykulu sesiyle “Kafanı koparırım prenses.” Dedi. Kız uykusunda bile laf çarpıyordu!

Ayağımla kıçını tekmeledim. “Yavaş lan yavaş.” Dedi ve başını sevgilisinin göğsünden kaldırdı. “Yumurta kokuyor.” Dedi direk havayı koklayarak “Efsane bir kahvaltı hazırladım, bahçede.” Hızla ayağa fırlayıp koşturarak içeri gitti “Kurt gibi açım.”

Utku uykulu sesiyle “Yeni kalktık amına koyayım ne ara acıktın?” dedi. Kalkmaya çalışsa da bilekleri kelepçeliydi. Zorlayınca inledi. “Ah be, Avşar çözsene.” Yüzümü buruşturdum. “Anahtarla açılmıyor mu?” diye sordum. “Kafandaki tel tokayı ver.” Dedi acı çeken bir sesle. Kafama ne ara tel toka taktığım hakkında bir fikrim yoktu. Arkadaki saçlarım arada kafayı yiyince mecburen bir tane takıyordum ve bundan sonra hep takmaya karar verdim.

Saçımdaki tokayı çözüp ona verdiğimde biraz uğraştıktan sonra açtı. “Sen bunu ne ara öğrendin?” diye sordum. “Bir filmden,” diye geçiştirdi. Onlar sofraya giderken koşa koşa babamın yanına gittim. “Baba?” diye seslendim odamın girişinden, homurdanmakla yetindi.

“Babacım.” Dedim iştahlı bir sesle. Yanına gidip sırtına masaj yapınca “Önemli bir sorunumuz var.” Dedi uykulu bir halde. Neden herkes mayışmıştı ki? “Ne var babacım?”

“Çamaşırlar…” diye mırıldandı. Adam uykusunda kirli çamaşırları düşünüyordu! “Babacım onu dert etme kahvaltı hazırladım. Ye ve işine git artık!” kafamdan tutarak beni göğsüne bastırdı ve kollarıyla hapsetti. “Baba Şule hepsini yiyecek.” Dedim “Bir daha hazırlarsın.” Dedi boğuk çıkan sesiyle.

Kendime beş dakika izin verdim. Sıcacık yatakta biraz keyif çattıktan sonra babam beni dürtükledi. “Acıktım.” Beni ittirerek banyoya gitti ve bende sırıtarak aşağıya indim. “Şule makine çalıştırmayı biliyor musun?” diye sordum.

“Ne makinesi ayol sabah vakti?”

“Vibratör.” Diye mırıldandı Utku Şule’ye gözlerini devirerek.

“Çamaşır makinesi aptal.”

“Ne var canım bulaşık da olabilirdi.”

“Onu çalıştırmayı biliyoruz herhalde, yılların ev kızı olarak.”

Göz kırpınca bana ağzındaki zeytini fırlattı. “Yılların ev kızı makine çalıştırmayı bilmiyor.” Gevreği ağzıma tepiştirerek midesi bulansın diye ağzımın içini gösterdim. O da bana gösterdi ama o pislikten iğrenmiyordum.  “Yeter artık pislikleşmeyin.” Dedi Utku.

“Sen bir susar mısın pis kokainci.”

“Ona kokainman deniyor.”

“Senin kadar iyi bilemiyorum maalesef.” Dedi üzülmüş gibi yaparak.  

“Tamam, atışmayı kesin.” Dememle babamın girmesi bir oldu. “Çocuklarla kahvaltı edeceğime inanamıyorum!” diye söylendi hazırladığım masaya bakarken “O çocuklar senin yanında ve biri da sana kahvaltı hazırladı.” Diye onu bilgilendirdim.

“Alındım şuan. Anlıyorum seni moruk, bu ikisi çocuk ama biliyorsun ki biz çilingir sofrasının vazgeçilmez iki üye-“

“Şule!”

Bana “Ne var?” Bakışı atıp yemeye geri döndü. “Annen kadar beceriklisin.” Diye iç çekti babam. “Aydan abla öldü mü?” diye hayretle sordu Utku. “Saçmalama!” diye tısladım. “Anıl abi ölmüş gibi konuştu.”

“Öyle konuşmadım ben.”

“Eh, baba, biraz.”

Babam eliyle havayı savuşturdu. “Bugün atış poligonuna gideceğiz unutma.” Diye hatırlattı babam. “Ne kadar havalı.” Dedi Şule mutlu taklidi yaparak. “Öyle.” Diye ona göz kırptım. “Ben de dart oynayacağım.” Dedi.

“Senin bir dart tahtan yok ve sen onun ne olduğunu bilmiyorsun.” Diye yüzünü ekşitti Utku.

“Sen varsın ya.”

“Gerçekten çok komik.”

Kahvaltıyı bitirene kadar ikisi atışıp durdu ve babam dalgın dalgın düşündü. Bende düşündüm. Hatta kafamda o kadar çok düşünce vardı ki saçlarımın döküleceğinden eminim. Cidden Koray insanın aklını fena karıştırıyordu. Suç Çetesi de neyin nesi oluyordu böyle?

Şule ve ben masayı topladık sonra da erkeklere kahve yaptık ve biraz dünkü olaylarla ilgili başımın etini yedi.

Ve o da Koray’la ilgili bir şeylerden şüphelenmeye başlamıştı. Gazetedeki suçlu hali korkunçtu ve on dokuz yaşlarında bir çocuğa göre fazla büyüktü. Yaptıkları, fiziği, yaşantısı… Koray’da çözemediğim bir şeyler vardı.

“Neyse ben eve gideyim artık annemler merak etmesin.” Dedi Şule. Sonra “Merak etmez onlar beni de ben yine de gideyim.” Diye ekledi. Güldüm. “Beraber gidelim.” Diye ayaklandı Utku. “Sen benimle gelemezsin.” Dedi Şule omuzlarını dikerek.

“Niyeymiş o? Seninle yürüyeceğim.” Diye diretti Utku. “Pekala gel ama elimi tutmana izin yok.”

İkisini de uğurladıktan sonra babam da hemen giyinip çıktı. “Seni sonra alırım.” Demeyi de ihmal etmedi. Evde yalnız kalmıştım. Yalnız kalmaktan korkan biriydim, her ne kadar arkadaşım çok olsa da şu durumda çağırabileceğim iki kişi de biraz önce gitmişti.

Sıkıntıdan halamı aradım. “Avşar?” diye sevinç çığlığı attı. “Hey ne haber ezik?” göremeyeceğini bildiğim halde gözlerimi devirdim. “İyiyim. Seni yüzde kırk beş özledim.” Ahizenin ardından kahkaha patlattı. “Ben sizi yüzde seksen özledim ama. İki gün sonra evdeyim zaten.”

Başımı salladım. Keyfi bilirdi. “Nasıl gidiyor?”

“Burada gerçekten karizmatik bir adamla tanıştım. Benden hoşlandı.”

“Ne kadar güzel.”

“Senin boktan aşk hayatın nasıl gidiyor?”

“Bilirsin, hoşlanırım ve unuturum.”

Tamamen yalandı. Olmamam gereken birine âşık olmuştum. Hoşlandığım çocuk bir çete lideri, bir gangsterdi. Bana yalan söylüyordu ve şimdi fark ediyordum ki beni iki gündür aramamıştı. Koray’da yalancı tipi yoktu, ama o gazetedeki fotoğrafını gördüğümde cidden tırsmıştım.

“Ben gelene kadar kendine yeni birini bulmanı öneririm. Neyse kızlarla spa’ya gidiyoruz. Kocaman öptüm.”

“Öpüşüne so-“

Suratıma kapanan telefona aval aval bakıp koltuğa fırlattım. Belki de odama geçip dizi izlemenin sırası gelmişti. Bunu çok yapardım ama hayalimdeki cumartesi kesinlikle bu değildi.

 Ayaklarımı sürüyerek merdivenleri çıktım ve en uçtaki odama yöneldim. Odamdan sesler geldiğini fark edince dikkat kesildim. Biri çekmecelerimi karıştırıyordu. “Kimsin ulan?” diye seslendim, koridorda elime alacağım hiçbir şey yoktu. Tedirgin olmuştum ve aklıma ilk gelen isim polis Sedat olmuştu.

Terasın kapısının önüne koyduğumuz küçük saksıyı elime aldım. Yavaş ama temkinli adımlarla ilerlerken  “Sana kimsin de-“ diye seslenecek oldum fakat odama dalınca Koray’ı iç çamaşırlarımı çalarken yakaladım. “Ne yapıyorsun be?”

Hiçbir şey olmamış, sanki özel eşyalarımı kurcalaması ve dünyanın parasını saydığım tangamın cebinden sarkması gayet normalmiş gibi başını kaldırdı ve haylaz bir çocuk edasıyla gülümsedi. Kaşında bir bant vardı ve sağ gözü mordu.

“Hoş geldin, bende seni bekliyordum.”

“Ben seni beklemiyordum?”

Saksıyı yere bıraktım ve yatağıma çöktüm. “Burada ne yapıyorsun?” derin bir nefes verdim. “Seni merak ettim. Telefonuma araba çarptı.”

“Geçmiş olsun durumu-“ sonra kaşlarımı çatarak ona baktım. “Telefonuna nasıl araba çarptı? Ona sağa sola bakması gerektiğini öğretmedin mi?” kendi esprime sırıtırken benden bunu beklemiyormuşçasına yüzünü buruşturdu. “Düşürmüşüm ve eve giderken yolda parçalanmış olduğunu gördüm.”

“Hattın da ezilmiş miydi?” diye sordum. Gerçi Koray’ın o eski telefonu da hiç ezilecek gibi durmuyordu. “İkiye ayrılmıştı.” Dedi. “Tam ortadan.” El hareketlerine gülümsedim. “Dün neler oldu?” diye sordu iç çamaşır çekmecemi ve destekli sutyenimi bir kenara bırakarak. “Neden saklanıyordun?” dedim, dün yaşananların beni tekrar üzmesine izin veremezdim.

“Emre’yle aram iyi değil ve babası da bu durumdan haberdar.”

“Beklide bir suçlunun lise de ne işi olduğunu merak ediyordur.”

Kaşlarını kaldırıp dudaklarını birbirine bastırdı ve sonra yavaşça başını salladı. “Demek biliyorsun.” Dediğinde “Elbette biliyorum!” diye tısladım. Elimi pembe pijama şortuma atıp “Bunları yakından görmek güzel.” Dediğinde dokunuşunu bir kenara bırakarak “Konuyu değiştirme.” Dedim.

“Bacaklarına ne oldu?”

“Konuyu değiştirme.”

“Ama bacakların…”

“Konuyu. Değiştirme.”

Omuz silkti. “Ergenlik işte. Birkaç soygun, araba çalmak, vesaire.” Sanki nefes almak kadar normal bir şeyden bahsediyormuş havasına kaşlarımı çattım. “Evet bunlar gerçekten normal. Neden diğer ergenler gibi top peşinde koşturmadın?”

“Dedim ya Emre’yle aram iyi değil.”

Yüzümü buruşturdum. “Çok ciddiyim Koray. Bana neden bahsetmedin? Sabıkan var. Çeten var. Ne kadar da…”

“Havalı öyle değil mi?” kaşlarımı belki de bininci kez çattım. “Sen normal değilsin.” Yatağıma uzandı. “Öyle derler. Bir ara hiperaktiftim. Boksta da öyle ilerledim işte.” Sabır bulmak adına derin bir nefes aldım. “Neden iç çamaşırım cebinde duruyor?”

Koray’ın davranışları beni de değiştiriyordu. Oysa ben onu yalancı olmakla suçlayacaktım. Ciddi bir kavga ortamı yaratıp suratına tokadı yapıştıracaktım ama dikkatimi dağıtıyordu. “Çok güzel.” Kızardığımı hissettim. “Ama o gerçekten pahalı ve bence onu yerine koy.”

“Yenisini alırım.”

“Bir daha iç çamaşırlarımı karıştırma öyle. Odama da girme.”

“Sen benimkine girmiştin ama?” diye gülümsedi. “O anlamda değil. Kapıdan gir yani. Normal insanlar gibi.”

“Ah, evet, kapınızı çalayım baban da benim kafamı uçursun, bence de mantıklı.”

“Babam senin bir düşman olduğundan bahsetti. Seni öldürmek istiyor.”

“Beni herkes öldürmek ister.”

“İyi bir yanıt olmadı.”

Hiçbir şey olmamış gibi kolunu omzuma attı “Hadi biraz uzan yanıma.” Gözlerimi kapattım. Görmezden gelmek istiyorsa kendi bilirdi. Benim aksime bu işi daha az ciddiye alıyor olabilirdi. Ama ben babamı önemsiyordum ve iki taraftan birinin yalan söylediğinin farkındaydım. Ya sevdiğim adam ya da babam beni uyutuyordu.

Umursamadan Koray’ın yanına yattım ve başımı sert göğsüne yasladım. “Dünkü maçı kim kazandı?” güldü ve elini saçlarımda dolaştırdı. “Ben kazandım.” Derken sesi sanki sürekli o kazanıyormuş ve aksi mümkün değilmiş gibi çıkmıştı. Sanki sorduğum soru gereksizdi. Tabi canım, sürekli o kazanırdı. Egoist.

“Kendini beğenmişsin.” Dedim. “Kendimi beğenmediğimde de kibirli diyorlar. Ne yapacağımı bilmiyorum.” Gülümsedim ve tişörtünde parmaklarımı gezdirdim. “Polisler sana vurdu mu?” diye sordu. “Anıl Hancızade’nin kızına.” Soğukça güldü. “Buna cüret ettiler mi?”

“Adam bana tecavüz edeceğini söyledi,”

Saçımdaki eli dondu kaldı. “Sana dokundu mu?”

“Hayır.”

“Neden öyle demiş olabilir sence?”

“Bilmem. Korkutmak istemiş olabilir.”

“Babanın haberi var mı?”

“Evet.”

Saçlarımla yeniden oynamaya başladı. “Anıl her zaman halleder.” Sesinin tınısı babamın her zaman halletmesinin onun her zaman işine gelmediğini gösteriyordu. “Babamla aranda ne olduğunu çok merak ediyorum.” Dedim. “Babanla ilişki yaşıyormuşum gibi konuştun.” Diye güldü ama açıkçası ikimizde neşeli sayılmazdık.

“Evet, adını koyamadığım bir şey var. Senden nefret ediyor, uzak durmamı söyledi ve sende bunu bildiğin halde benimle birliktesin.”

“Müdahale etmediği bir özel hayatım kalmıştı zaten.”

“Onun kızıyım.”

“Bu çok açık bir şekilde belli oluyor zaten bebeğim.”

Derin bir nefes alıp dudaklarımı yaladım. “Gazetedeki resmini gördüm. Hani şu hapishanede çekilmiş olan.” Başını sallayıp mırıldandı. “Tehlikeli görünüyordun.”

“Tehlikeli biri değilim.”

“Geçmişin öyle demiyor ama?”

“Geçmişi boş ver. Bilirsin ki bazen ipler her zaman bizim elimizde olmaz. Hatalar yaparız. Özellikle gençken.”

“Yetişkin bir adam gibi konuştun.”

“Ben yetişkin bir adamım.” Dediğinde karnının üzerine koyduğu saatli elini alıp öptüm. Elleri hep yaraydı. Elleri her zaman yara içinde olurdu. “Dövüşmeyi bırakmayı hiç düşündün mü?” diye sordum. Bıraksa iyi olurdu. Yüzüne yumruk yediği gerçeğinden hoşlanmıyordum. “Korkak değilim.”

“Hiç korktun mu?” diye sorduğumda cevap vermedi. Ah, erkekler ve gururları. Ben korkardım. Ve bunu dile getirirdim. Karanlıktan korkup babama sığınırdım. Yalnız kalmaktan korktuğumda Şule’ye. Bu da bir dile getirme şekliydi. Peki, Koray ne yapıyordu?

“Babam bana korkmamayı öğretti. Karşımdaki kim olursa olsun. Ondan korkmam veya aşağılamam. Sadece dövüşürüm. Çünkü işim budur.”

“İyi bir insansın.” Belki bunu söylemeyecektim ama içimden gelmişti. “Hiç kin tuttuğun oldu mu?” düşünürmüş gibi duraksadı. “Gerçekten nefret edip dövmek istediğim birileri oldu ama ben profesyonelim. Sadece sahada dövüşürüm. Kinimi de oraya saklarım.”

“İlk ne zaman dayak yedin?”

Eski bir anıyı hatırlamış gibi güldü. “İlk başladığım zamanlar beni ortadan kaldırmak için önüme güçlü bir rakip koymuşlardı…” yüzüne baktığımda tatlı bir şekilde gülümsediğini gördüm. “Adam beni hastanelik edene kadar dövdü ama pes etmedim. Çünkü korkmamayı öğrenmiştim.”

“İlk ne zaman başladın?”

“Ergenlik yılları” diye geçiştirdi. Başka bir soru düşünmeye başladım. “Hımm. En sevdiğin yazar?”

“Stephen King.”

King’i bende severdim. Gülümsedim. “Seni en çok ağlatan şarkı?” duraksadı. “Şarkılar beni ağlatmaz.” Yüzüne bakmak için dirseğimin üzerine doğruldum. Saçlarım tişörtüne yayılırken “Öyle mi beyefendi? Sen ağlamaz mısın?”

Gözlerini yüzümde dolaştırdı bende mor, yeşil ve sarı renklerine bürünmüş gözüne dikkat kesilmiştim.  “Erkekler ağlamaz.” Yüzümdeki gülüş soldu ve görmemesi için eski yerime geçtim. “Benim babam ağladı.”

“Uzun zamandır güçlü olduğu için.”

“Benim babam çok güçlü ama bir kadın yüzünden ağladı.”

Hem babamı çok seviyordum Hemde uzak dur dediği kişiye yaklaşıyordum. Bu biraz garipti. Ama âşık olmuştum işte. Elimde değildi. “Bu yanlış…” diye mırıldandım. “Yanlış olan ne?” diye sordu saçlarımı okşamayı sürdürerek. Sesi ninni gibiydi.

“Biz. Şuan içinde olduğumuz durum.” İçimden bir ses bunun yanlış olduğunu söylüyordu çünkü. Günün birinde seçim yapmam gerekebilirdi. Bu bize bela olacağa benziyordu. Babam öğrenirse ne beni eskisi kadar severdi, ne de Koray’ın peşini bırakırdı.

Yavaş yavaş yok et.”

 

Babamın sesindeki o asi, tehlikeli ve acımasız tını kulaklarımı tırmalarken Koray saçlarımdan öptü. “Yanlış değil.” Dedi. “Hatırlarsan annen de ailesi izin vermiyor diye babana kaçmıştı.” Gülsem de mutluluktan değildi. Ve evet Koray’ın her şeyi bildiği de gözümden kaçmamıştı.

“Sana kaçmam için işaret miydi bu?”

“Keyfin bilir. Ya kendin gelirsin, ya da ben saçından tutup götürürüm.”

Diğerlerine göre daha neşeli bir sesle gülüp başımı kaldırdım. “Sen yaparsın.” Uzanıp burnumu sıktı. “Her yerin çok güzel.” Utanarak başımı sert karnına gömdüm. Tişörtü okyanus gibi kokuyordu. Ve odunsu bir kokusu vardı.

O an hiç kendimden beklemediğim bir şey yaptım ve uzanıp dudaklarını öptüm. Burunlarımız birbirine sürterken ikimizde burnumuzdan derin bir nefes çektik. Kokularımızı duymak için. “Kimsenin aramızı bozmasına izin vermem.” Dedi sahiplenici bir sesle. Ve üst dudağımı hapsetti.  Ani bir hamleyle üzerime çıkınca rahat edebilmesi için bacaklarımı araladım.

Ne yapacağını merakla bekleyerek yüzüne baktığımda tamamen dudaklarıma odaklanmış olduğunu gördüm. Başını bana iyice yaklaştırdığında şampuanının kokusunu alabiliyordum. Ferahlatıcı ve nane ağırlıklı kokuyordu.

Dudaklarını dudaklarıma sürtünce istekle araladım fakat öpmedi. Dudağımın kenarına ufak bir öpücük kondurdu. Seri hareketlerle aşağıya doğru indi ve boynumda oyalandı. Yanaklarımın ısındığını hissedebiliyordum. İlk seferki kadar utanmamıştım ama yine de kızarıyordum. Çünkü bende farklı şeyler uyandırıyordu. Daha önce varlığından haberdar olmadığım kadınsal arzular… Yeni çıkmış sakalları yüzüme batarken bunun hoşuma gideceğini hiç bilmiyordum.

Uzun boynumun tam ortasını öpünce dudaklarımı ısırdım. Sanki izin almak ister gibi aşağıdan gözlerini bana dikti. Alt dudağımı dişleyerek hareketlerinin kolaylaşması için başımı daha yukarı kaldırdım. Askılı pembe tişörtüm yeterince aşağılara inmişti. Oradan taşan göğüslerimin tepesini öpünce bir an yeni çıkmış sakal izlerini hissedemedim. Bir an için onun kokusu ve geniş yatak gitti. Ellerimde kelepçe varmış gibi hissediyordum ve bu tanıdık his midemin kalkmasına sebep olmuştu.

Midemin bulandığını hissediyordum. Gözlerim nemlenmişti. Ama buradaydım. Kendime gelmem gerekiyordu. Ben odamdaydım. Evimde. Tamamen güvendeydim ve beni öpen sevdiğim adamdı. Bir başkası değil. Bunu söylesem de mideme laf geçiremiyordum.

 Gözlerimi açtığımda midem eski haline dönmemişti. Bembeyaz olduğumu hissedebiliyordum. “Dur.” Dedim yumuşak saçlarından tutarak. “Ne?”

Onu kendimden uzaklaştırıp odamın banyosuna koşarak gittim ve kapıyı kilitleyip açık olan klozete kustum. Kendimi zorlamam gerekmemişti bile. “Avşar iyi misin?” diye kapıyı tıklattı. Elimi kasılmaktan neredeyse yanan karnıma götürdüm. “İyiyim.” Dedim zoraki çıkan bir sesle. Ama kalbinin kırıldığını hissedebiliyordum. Ondan iğrendiğimi düşünmüştü. Ve bu Koray kadar gururlu birinin incitirdi.

Lavaboda elimi yıkadım ve yüzüme biraz su çarptım. Bembeyaz olmuştum. Ve korkunç görünüyordum. Ağzımın tadının değişmesi için dişlerimi fırçaladım. Onu kırmadığımı umuyordum.

Kapının kilidini açıp çıktığımda yatağımda oturuyordu, kamburunu çıkarmıştı ve başını ellerinin arasına almıştı. Direk bana baktı. “İyi değilsin sen. Neyin var?” iki büyük adımla yanına gidip ona sarıldım. “Benim yüzümdense söyle.” Dedi. “Ah, lütfen. Seninle alakası yok.” Bunu ona hissettirmek adına sıkıca sarıldım. Uzun kollarım geniş gövdesini kaplayamıyordu bile. Ama o beni sıkıca sarmıştı.

“Sadece aklıma o adamın…” cümlenin devamını getirmedim. Bilmesini istemiyordum. “Hangi adamın?” diye sordu sakin bir sesle.

Konunun kapanması kollarımı çekip onu uzun uzun öptüm.  Dudaklarını benden çekince ona şaşkınlıkla baktım. “Hangi. Adamın?” konuşmam için doğrudan gözlerime baktı. O kadar güçlü bakıyordu ki başımı başka tarafa çevirdim. Kollarını belime sardı. “Bana anlat hadi.”

“Koray…” anlatmak istemiyordum. Bilmesini de istemiyordum. Sadece sinirlenecekti. “Bebeğim hadi.” Başımı omzuna yasladım. “Sadece… Beni öptü. Aklıma geldi ve midem bulandı o kadar. Seninle ilgisi yok.” Belimdeki eli sertleşti. Burnu saçlarımın arasında gezinirken “Baban bunu biliyor mu?” diye sordu. “Evet. Evet, telefon görüşmesi yaptı ve…”

“Adamlar aniden ortadan yok oldu.” Diye sözümü kesti. “Evet.” Derin bir nefes aldım. “Boş ver.”

Birbirimize bir süre sarıldık. O kadar güzel bir duyguydu ki daha önce onu bulamadığım için yakınıyordum. Ona sarılmak ve onu kollarımın arasında hissetmek müthiş bir duyguydu. Telefonum çalınca ellerini çekip bana baktı. “Şule olabilir.”

Ama telefonu elime aldığımda annem olduğunu gördüm. Ekranda hareket çeken pijamalı bir resmi çıkmıştı ve bunu her gördüğümde sırıtmadan edemiyordum. Ve şok olmuştum. “Kim?” diye sordu, merakının tatlılığına neredeyse gülümseyecektim. “Annem.” Kaşlarını kaldırdı. “Aç hadi.”

“Anne?” annem beni haftalardır aramamıştı. Hatta beni en son gördüğünde karakoldaydım. Eh, bir nebze olsun dikkatini çekebilmiştim demek.

“Kızım benim nasılsın?”

“Annesi tarafından siktir edilmiş bir kız nasılsa öyleyim işte. Bilirsin. Hani tacize uğradıktan sonra falan.”

Sivri dilime hâkim olamamak bana pahalı patlardı. Bu her zaman böyle olurdu. Annemi iğnelemekten kendimi alamıyordum. “Avşar arayamadım çünkü…”

“Arayamadın çünkü yeni kocan benden daha değerliydi.”

“Bir susarsan…”

“Susarım.”

Annem birkaç saniye sessiz kaldı. “Baban beni tehdit etti. Anlıyor musun? Telefonunu kontrol ediyor.” Gözlerim aniden açıldı. Babam. Benim. Telefonumu. Kontrol mü ediyordu? Neyse ki Koray’la mesajlarımı silmiştim. “Belki de şifre koymalıyım.”

“Avşar. Bu aramayı sonra geçmişten sil tamam mı kızım? Seninle buluşalım. Babana da söyleme.”

“Ondan korkuyormuşsun gibi konuşma lütfen.”

Annemin derin bir nefes alma sesi geldi. “Bir saat sonra alışveriş merkezindeki Strabucks’ta.”

Cevap vermeyince “Lütfen.” Dedi. “Kızımı özledim. Yoksa kızım anneyi özlemedi mi?” dudaklarımı ısırdım ve gözyaşı akmasın diye kafamı tepeye kaldırdım. “Bir saat sonra alışveriş merkezinde.” Bir şey demesine izin vermeden telefonu kapattım. Kalbim kırılmıştı. Bilmiyordum ama üzülmüştüm işte.

 “Annenle arandaki ilişkiyi çok iyi anlıyorum Avşar, inan bana.” Bıkkın bir nefes aldım. “Senin ki de mi çok ilgisiz?” sanki bu dediğim ona komik gelmiş gibi güldü. “Beni yaptığı fahişeliğin hazin sonu olarak görüyor.” Diye omuz silkti. “Gerçekten…” bir şey söylemek istiyormuş da söyleyemiyormuş gibi kararsız kalmıştı.

“Murat’ın bana nasıl orospu çocuğu dediğini duydun mu? O herif defalarca annemle yattı ve marifetmiş gibi bunu gözüme soktu.”

Biraz önce ona tır çarpmış gibi baktım. Bu gerçek miydi? “Bu yüzden onu sevmiyorsun.” Dedim. “Bu binlerce sebepten sadece bir tanesi.” Dedi ama başka bir şey demeye cesaret edemedim. Ona sormam gereken bir sürü soru vardı, ama soramıyordum işte. Kalkıp dolabımın karşısına geçti ve iki kapağı aralayıp içeriye göz attı. “Ne kadar çok kıyafetin var senin öyle.” Diye sırıttı. “Elbiselerin reklamını falan mı yapıyorsun?”

Güzel dişleri ve parlak gözleriyle bana sıcacık baktı. “Elbise giymeyeceğim.” Diye yüzümü buruşturdum ve cebine tıkıştırdığı tangamı çekip aldım. “Hey o benim.” Elime uzanıp almaya çalıştığında kaşlarımı çattım. “Ne zamandır kadın çamaşırları giyiyorsun Hanzade?”

Tavrıma şaşırmış gibi gülümsedi. “Kulübe hoş geldin sevgilim.”

Demek alışıyordum. Farkında olmadan.

Annemle sözleştiğimiz saatten çok sonra orada olmuştum. Koray ne kadar ısrar etse de ben kot giymiştim. Elbise giymeyince kendimi çıplak hissediyordum. Sanki derim bedenimden koparılmış gibiydi.

Annem geldiğimi görünce telefonuyla oynamayı bırakıp ayağa kalktı. Kollarını kocaman açınca dayanamayıp sarıldım ve kokusunu içime çektim. Bu kadın neden anne kokmuyordu? Onun parfüm ve tütünle harmanlanmış kokusunu da seviyordum.

“Elbise giymemişsin.” Diye mırıldandı. “Bende seni özledim.”

Beni bıraktığında köprüyle birleştiriliş iki alışveriş merkezinin arasındaki bahçedeki hasır sandalyeye oturdum. “Ne içersin?” diye sordu. O ben gelmeden kahvesini içmişti. “Süt bazlı karamel-“ konuşmama izin vermeden gülümseyip ayağa kalktı ve benim için üşenmeden sıraya girdi ki bu annem için bir ilkti. Ve ne içeceğimi bilmesine de sevinmiştim. Genelde annem benimle ilgili şeyleri pek bilmezdi.

Beş dakika sonra kenarlarından su damlayan soğuk içeceğimle annem yeniden yanıma oturdu. “Al bakalım.” Yeşil pipeti dudaklarıma götürüp bir fırt çektim ve masaya koydum.

“Nasıl gidiyor?”

“Olması gerektiği gibi.”

Anlıyormuş gibi başını salladı. “Seni özleyeceğimi hiç tahmin etmezdim.” Derken oldukça samimiydi. Her zamanki gibi çok şık giyinmişti. “Senin çok yaramaz bir çocuk olduğunu düşünürdüm ama bu Serkan’ın kardeşleri…” eliyle bıkmış gibi bir işaret yaptı. “Senden birkaç adım öndeler.”

“Ne konuda?” diye sordum gülümseyerek.

“Bela getirme konusunda. O büyük kardeşi her gün karakolda. Bende gidiyorum tabi peşinden. Aramızda kalsın ama küçüğü de tam bir orospu.”

Annemle karşılıklı kahkaha atarken gülmeyi özlediğimi fark ettim. “Hey, neden yarın akşam bize yemeğe gelmiyorsun? Üçünüzde eminim çok iyi anlaşırsınız.” Bana göz kırptı. “Müsait olursam gelirim. Şu sıralar Utku’yla uğraşıyoruz biraz.”

Bağımlı olduğu aklıma gelince yüzüm asıldı. “Bence sorun Şule’dir. Utku’m çok uslu maşallah. Keşke ona benzeseydin.”

“Utku uyuşturucu bağımlısı anne.”

Annem renk değiştirmişim gibi bana baktı. “Bizim Utku mu?”

“Elbette bizim Utku!”

Eliyle ağzını kapattı. Şok olmuş görünüyordu. “Son zamanlarda garip davranıyordu ama ne bileyim gençliktendir sandım.” Ona sağlıkla parlıyor dediğimin ertesi günü çocuk bağımlı olduğunu itiraf etmişti. Aslında sorun bende olabilirdim. “Babana söyleseydiniz. Doktor bulurdu.” Başımı salladım. “Dün söyledik.”

“Hayret o keş nasıl fark etmedi.” Konu ne ara babama gelmişti? “Anne babam keş değil.” Desemde biliyordum ki babamın kullanmadığı halt kalmamıştı. “Aman aman laf kondurma.” Elbette babama laf kondurmazdım. Sonuçta o benim babamdı. Ne yaparsa yapsın.

Sonra dudağını ısırarak bana baktı. “Eve kız getiriyor mu?”

Zihnimi yokladığımda evet bir kere getirmişti. Hatta bir taşla iki kuş vurduğu bile söylenebilirdi. “Henüz getirmedi.” Diye yalan söyledim. “O gitmiştir kesin ben malımı bilmez miyim? Pis sapık.”

“Babam sapık değil. Babam bir erkek anne.” Kaşlarını kaldırarak bana baktı. “Evet, beni on beş yaşımda hamile bıraktığında bunu anlamıştım.” Kafamı başka bir yöne çevirip bıyık altından güldüm. Ben on beş yaşında Şule’yle evcilik oynuyordum. Evet, Utku baba oluyordu ve her işten geldiğinde Şule’yi öpüyordu. Bense çocuk oluyordum. Ne günlerdi.

“Ee, hala bir erkek arkadaşın yok mu?” diye sordu annem yaşlı kadın moduna bürünerek. “Yok, anne.” Diye gözlerimi devirdim. Acaba babamın hasmıyla aşk yaşadığımı bilse ne düşünürdü? Boksör, suç çetesi üyesi, sabıkalı ve dövmeleri olan biriyle. Büyük ihtimalle ağzıma sıçardı. Fakat bilmesine gerek yoktu. Saklamak zorundaydık. Yoksa babam anında kaydımı aldırır ve bırak Koray’ı Şule’yi bile göremezdim. Hayatımı mahvederdi, ki babam bunu hiç çekinmeden yapardı.

“Ay inanamıyorum senin gibi bir kızın sevgilisi olmadığına. Ben kendimi bildim bileli o iki sarışın birlikte. Keşke seninde öyle bir sevgilin olsa.”

“Ya ya, olsa keşke.” Diye iç çektim. Aslında tamam belki Koray sabıkalıydı, belki banka soyuyordu, belki profesyonel dövüşçüydü, belki eskiden bağımlıydı, belki arabasında esrar bulunduruyordu, belki pis ortamlarda takılıyor ve belki… Tamam. Daha fazla kötülememe gerek yoktu fakat Koray çok efendi bir çocuktu. Arada beni utandırması dışında eli kolu rahat duruyordu. Tamam, bir öpüşü benim için çok büyük bir boyuttaydı ama genelde sakin bir çocuktu. Parlak gözleri, kesik kaşı, yarım ağızla sırıtışı, yanağındaki ufak gamze ve iri yapışı vücudu aklıma gelince gülümsedim. Kesinlikle Koray hayatımda gördüğüm en yakışıklı erkekti.

“Alışveriş yapalım hadi. Birkaç tane ayakkabı alırız.”

“Senin kartından değil mi?” diye gülümsedim masumca. Sırıttı. “Evet, benim kartımdan. Hadi.”

Annemi Nike’a sürüklemiştim. Spor ayakkabıya ve güzel yeni kırmızı Converse’e ihtiyacım vardı. “Bak çok para harcat-“ annemi bileğinden tutup aklımdaki ayakkabıya götürdüm. “Endişelenme.” Bot tarzında bir spor ayakkabıydı, zımbaları vardı ve leopar desenliydi. Kesinlikle son zamanlarda gördüğüm en iyi spor ayakkabıydı bu. Yürüyüş ayakkabılarından kesinlikle haz etmiyordum. Farklı olmayı her zaman severdim.

“Siktir, ben buna iki yüz otuz lira vermem.”

“İki yüz elli de artık.”

“Avşar, siktir git annecim.”

“Ama sen daha ilk ayakkabıdan böyle yapıyorsan… Yani cimriliğin üstünde yine. Babam olsa gözü kapalı alırdı.”

Anahtar kelime babamdı. Son cümlemi duyar duymaz “Bakar mısınız? Bunun otuz yedi numarası var mı?” diye seslendi görevliye. Sinsice sırıttım. “Otuz altı.” Diye düzelttim. “Otuz yedi giyiyorsun Avşar kendini kandırma bari.” Ayakkabı numaramı bilmesine şaşırarak baktım. “Aferin Aydan.”

Neler var neler yok diye gezinirken bir erkek tişörtü dikkatimi çekti. Güzel, kaliteli bir şeye benziyordu. “Anne biz Utku’yla iddiaya girdikte ona tişört sözüm var. Onu da aradan çıkarabilir miyiz?” diye sordum. Annem spor kıyafet pek tercih etmezdi. Ve belli ki burası çok da ilgisini çekmemişti. “Evet, evet çok pahalı bir şey olmasın ama.”

Hemen tişörte yönelip elimle kumaşını esnettim. Koray’ın üst kısmı kelimenin tam anlamıyla üçgendi. Ve oldukça kaslı bir yapısı vardı. Herhalde L beden giyiyordu. Belki de XL. Bana pijama olarak verdiği tişörtün bedeni XL olmalıydı hatırladığım kadarıyla. Zaten fişini de alırdım istediği zaman değiştirirdi.

Annemle kasada buluştuk ve ben hediye paketi yaptıracağımı belirttim. Fiyat etiketinin yüzsüz gibi poşetin içinden çıkmasını istemiyordum. Koray bu konularda ince düşünceli ve hassastı. Kasiyer kız aldıklarımızı poşete koyup bize verdi ve iyi günler diledi. “Güle güle giy kızım.” Dedi annem. İçimden dans ediyordum. Annemin benimle ilgilenmesi acayip güzel bir histi. “Ee, bu kadarcık mı?” diye dudağımı sarkıttım.

“Dünyanın parası tuttu lan bunlar. Ne bu kadarcık mı? Bu kadarcık tabi.” 

“Yeni kocanın zengin olduğunu duydum.”

“Evet, doktor kendisi.” Diye gülümsedi. “Hım. Ateşini söndürüyor mu bari?” annem bana dehşete düşmüş bir bakış fırlattı. “Sapık ya. Baban gibisin aynı. Sapık şey.” Kıkır kıkır gülerken çaktırmadan anneme kırmızı Converse’i de kakalamayı umuyordum.

“Bence sen yalnızlıktan azmışsın.”  Diye cık cıkladı. “Ben sen miyim be.” Kızarmıştım. “Sende kendine tıp okuyan birini bulmalısın.” Dedi. “Öf sence tıp okuyan bir inek benim ateşimi söndürebilir mi?” diye ego temalı bir cümle kurdum. Cidden. Kendimi beğenmiş bir edayla konuşmuştum. Annem olumsuz anlamda başını salladı. “Sen gerçekten ama gerçekten kendine birini bulmalısın.”

Merak etme anne, sevgilim var deyip onu morartmayı çok istesem de beş yüz tane kızsal cümle kuracaktı. Ona Ozan’la çıktığımı söyleyince çantama prezervatif sıkıştırmıştı! Herhalde beni diğer orospu kızıyla karıştırıyordu. Tamam, ablam kötü bir kız değildi ama eve erkek attığı günleri de unutmamıştım. Bense ilk öpücüğümü alalı birkaç gün olmuştu.

İki saatin sonunda anneme kırmızı Converse’i aldırmakla kalmamış, bir de kendime yeni bir kot ceket almıştım. Biraz da benim için para harcasın. Açıkçası kendine her gün ayakkabı alıyordu ve acımamıştım. Kendi param olunca kıyamıyordum. Bir keresinde kitap evinde çalışmıştım ve aylığımı kenara atıp harcamayı unutmuştum. Sonra Şule sanırım kendine bir şeyler almıştı.

Eve yorgun argın döndüğümde Koray’a hediyesini vermek için sabırsızlanıyordum. Ben beğendiysem o da beğenirdi elbette. Yani o kadar düşünmüştüm beğenmek zorundaydı.

Telefonumu çıkarıp babamı aradım. “Selam baba.” Dedim telefonu açar açmaz. “Hayırdır neden aradın?”

 Bu adam gerçekten öküzdü.

“Aman! Eve kaçta geleceğini merak etmiştim sadece.”

“Git sen nereye gideceksen. Benim birkaç arkadaşım gelecekti zaten.”

“Hım uzun bacaklı kaliteli giyinmiş arkadaşlar mı bunlar?”

“Babanın işine ne karışıyorsun sen ya terbiyesiz. Kapat telefonu.”

Babamın git nereye gideceksenden kastı belliydi. Ben akşam vakti ya Şule’lere giderdim ya da Utku’lara. Ama bu sefer onun sevmediği birinin evine gidiyordum. Onun sevmediği gibi benim de erkek arkadaşımdı. Ve ona hediye almıştım. İlk defa birine para harcamaktan mutlu oluyordum sanırım.

Born to Die klibine özenerek giyinip aynada kendimi süzdüm. Şu ana kadar kendimi hep güzel bulmuştum ama Koray’ın yanında eksik hissediyordum. Özellikle Barlar Sokağındaki kızlardan sonra. Eminim Koray orayı silip süpürmüştü.

Bana verdiği Hanzade yazılı kolyeyi çıkartıp cebime koydum. Aslında boynuma takardım ama salak gibi unutup babama yakalanırsam beni öldürürdü. Onun için sürekli cebimde taşıyordum. Bana bunu vermesi kendimi daha değerli hissetmeme sebep olmuştu.

Hiç makyaj yapmamıştım ve genelde yapmasam da üç beş şey kullanıyordum bende. Rimel, allık ve koyu renk ruj gibi. Çok makyaj malzemem olduğu söylenemezdi çünkü pahalı ürünleri kullanıyordum. Ve asla makyaja çok para vermezdim. Sonuçta bir iş kadını değildim. Ya da bir fahişe.

Sanki her zamanki halimmiş imajını vermeye çalışarak hafif bir makyaj yaptıktan sonra çıktım. Koray için bir şeyler yapma düşüncesi hoşuma gitmişti.

Aslında bir taksiye binsem hiç de fena olmazdı ama yürümek istiyordum. Yürümeyi ve yürürken düşünmeyi, hayal kurmayı severdim. Son zamanlarda düşüncelerimin büyük bir kısmını Koray kaplamıştı. Âşık olmuştum işte.

Koray’a sırlarına rağmen âşık olmuştum. Onun yasak elma olduğunu bile bile âşık olmuştum. Ama şıpsevdi biri olduğumu biliyordum. Ozan’ı da görünce içim erimiş, götüm düşmüştü ama çıkmaya başladığımızda resmen soğumuştum. Aşk kalmamıştı. Bu düzen hep böyleydi. Bir erkek karşıma çıkardı. Ondan hoşlanırdım. Birlikte olurduk. Ve ben soğurdum. Koray’dan henüz soğumamıştım. Yani şimdiye kadar ona tekmeyi basmam gerekiyordu ama basmamıştım. Böyle bir şeyi aklımdan bile geçirmemiştim!

Ne kadar da sinir bozucu bir durumdu. Benimle çıkmak için sıraya girecek bir sürü erkek varken (yani ben öyle umuyordum) neden Koray’a aşık olmuştum? Ah tabii,o yasaktı ve bu sayede gözümde yükselmişti.

Ben gerçekten, ama gerçekten, âşık olmuştum.

Babamın şimdilik bilmesine gerek yoktu. Bir yandan işlerin ciddiye binmesini istiyordum, bir yandan da bunun imkânsız olduğunu biliyordum. Bu hayatta en çok değer verdiğim kişi babamdı ve onun yapma dediği bir şeyi yapıyordum. Şuana kadar sözüne çok karşı gelmemiştim ama bu durumun içten içe bizi çıkmaza sürükleyeceğini de biliyordum.

Koray’ın evine nihayet vardığımda hava kararmak üzereydi. Şaşıracağına emindim. Apartman kapısı açıktı ve direk girdim. Asansöre bindiğimde yanımda varlığını hisseder gibi olmuştum. Daha önce onunla binmiştim ve bu garip bir duyguydu. Onunla, küçük bir yerde yan yana olma düşüncesi tüylerimi diken diken ediyordu. Tıpkı arabada olduğu gibi.

Arabadaki yaşadığımı olay aklıma gelince kızardığımı hissettim. Eskiden bir erkeği öpmek istememiştim ama Koray’da bundan da fazlasını istiyorduk. Bedenim ve ruhum.

Kapısını çaldım. Ayaklarının sürünme sesi geldi. Kapının önünde durduğunu duydum. Büyük ihtimalle delikten kimin geldiğine bakıyordu. Başımı öne eğdim ve ayakkabımın ucunu biraz yere sürttüm. Kapıyı açınca yüzümü tatlı bir rüzgar esintisi yaladı.

“Avşar?” şaşıracağını biliyordum.

“Merhaba.” Diye gülümsedim. “Gelsene,” kenara çekilince ayakkabılarımla içeri girdim, içeride çıkartıp kapıdaki ayakkabılığa koydum. “Geleceğini bilmiyordum.”

“Sürpriz.” Güldü. Koluyla beni kendine çekip yanağımı öptü. Yanağımı öpmesinden bile hoşlanıyordum. Yumuşacık dudakları vardı ve içim bir hoş oluyordu nedense. Herhangi bir temasta kendimi salıveriyormuşum gibi hissediyordum.

“Bende yeni gelmiştim.” Dedi “Nereden geldin?” kendimde hesap sorma hakkını nasıl bulduğumu bilmiyordum ama aldığı nefesten bile haberdar olmak istiyordum. “Sokaktan.” Başımı salladım. Salona geçerken “Boksu bırakmayı hiç düşündün mü?” diye sordum. Belki bu konuda iyiydi ama sonuçta sürekli kaşının patlamasını da istemiyordum. Mutlaka her gün bir yeri mordu ve bu durum canımı sıkmaya başlamıştı.

“Nasıl stres atacağım o zaman?” dedi gülerek. “Ne bileyim kafes dövüşü kulağa çok vahşi geliyor. Garajda stresini atabilirsin. Sana masaj yapabilirim…” seçenekleri sıralarken aklına bir şey gelmiş gibi gözleri parladı. “Masaj yapabilir misin gerçekten?” o kadar sevinmiş ve heyecanlanmış duruyordu ki sırıttım. “Evet?”

“Yapsana biraz.” Eliyle omzunda bir yerleri işaret etti. “Tamam, yaparım.” Babamın sırtını çiğnemişliğim çoktu. Koray’a da zevkle masaj yapabilirdim. “İstersen sonra bende sana yaparım.” Dedi çapkınlık dolu bir sesle. “Yok, kalsın teşekkürler.” Tişörtünü çıkartırken bütün kasları gerildi ve dövmeli vücudu ortaya çıktı. İçimi çekerken aklıma ona hediye almış olduğum geldi. “Aa, şey ben sana bir şey almıştım.” Diye mırıldandım. “Nasıl bir şey?” diye sordu kaşlarını çatarak.

Poşeti ayakkabılıktan alıp geldim. “Bilmiyorum sen beğenir misin ama benim çok hoşuma gitti.” Utangaç Avşar meydandaydı. “Bana hediye mi aldın?” dedi kaşlarını kaldırarak. “E-evet.” Yanlış bir şey yapmışım gibi bir hava sezmiştim. Yani davranış ve mimikleri bunu gösteriyordu. “Neden böyle bir şey yaptın?”

“İçimden sana hediye almak geldi, bunun için hesap vermeyeceğim.” Dedim kollarımı göğsümde birleştirerek. “Pekala, teşekkür ederim ama bir daha benim için para harcama.” Kesinlikle gurur yapıyordu. “Hadi aç.” Dedim yüzümü asmaktan vazgeçtiğim bir sıra. “Bir de Nike’dan mı aldın?” başımı salladım.

“Hediyeleri hiç sevmem.”

“Aç artık şunu be!”

Şaşırmış gibi bana baktı. “Sakin ol lütfen, açıyorum.” Sonunda severek aldığım sonra pişman ettiği tişörtü çıkardı. “Güzelmiş” diye mırıldandı.          “Evet, çünkü ben beğendim.” Kahkaha attı. “Şimdi o üzerinde çürüyene kadar giyeceksin.” Cimri birinin hediye alınca ne kadar şirret birine dönüştüğünü fark ettim.

“Giyerim.” Dedi. “Giyerim, çok beğendim. Teşekkür ederim.” Normale dönünce “Kuru kuru teşekkür olmaz.” Dedim. “Yoksa öpücük falan mı istiyorsun?” dedi gülümseyerek. Annesi çikolata ister misin diye soran bir çocuk gibi başımı salladım.

“Zevkle.” beklediğimin aksine dudaklarıma yapışmak yerine bana sarıldı ve kokumu içine çekti. Boynuma öpücükler kondururken “Bir daha böyle bir şey yapma,” Dedi “Para harcamanı istemiyorum.” Ah, Eminim erkeklerin hepsi aynı falan değildi. Koray diğer erkeklere hiç ama hiç benzemiyordu.

Kaşlarını çatarak bana baktı. “Şimdi giymemi mi istersin yoksa?” masum tavırlarına gülümsedim. “Masaj yapacağım ya.”

“Pantolonu da çıkartayım mı?” gözlerim kocaman açıldı. “Hayır.” Gülümseyerek koltuğa oturdu bende arkasına çıkıp ellerimle sert omuzlarını sıkmaya başladım. “Öf. Elim ağrıdı.” Dedim daha beş dakika dolmadan. Ellerimi yumruk yaparak yavaşça sırtına vurarak gezdirdim. “Ne kadar da narinsin.”

“Ben narin değilim ki! Sen çok sertsin.”

“Ne sertliğimi gördün?”

Omzuna vurdum. “Yani çok sertsin derken… Hani böyle omuzların falan şey ya…” yaptığım hatayı düzeltmeyince gülerek omzundaki elimi öptü. “Yorulduysan bırakabilirsin. Sen dokununca ağrılarım geçti zaten.”

Yanına kaykılıp burnumdan derin bir nefes aldım. “Dövüşü bırakma konusunda ciddiydim.”

“Avşar, bu benim hayatım. Bu benim kimliğim. Orası benim evim. Bırakamam. Biliyorsun.”

“Evine sadece uyumak içinde gidebilirsin o zaman. Ne demek istediğimi anladın.”

Madem orada arkadaşları vardı, onları görmeye sürekli gidebilirdi. Eskisi gibi basketbol maçı yapabilirlerdi. Ama o dövüşmeyi seviyordu. Hemde kuralları olmayan bir dövüşü. “Evime ihanet edemem.”

“Koray o çocuklarla gidip kötü şeyler yapamazsın. Bu daha ne kadar sürecek sanıyorsun? Her şeyin bir sonu vardır.”

“Filozof Avşar’ı çok seviyorum.”

Konuyu değiştirmesine gözlerimi devirdim. “Ciddiyim. Hiç korkmuyor musun? Nasıl bir belaya bulaştığını biliyor musun ya da? En ufak bir hatanın her şeyini senden alıp götürebileceğini?”         

“Hiçbir şeyi olmayan bir adamı korkutamazsın, Avşar.”

Polisiye başlığı altında bir sürü kitap okumuş binlerce de film izlemiştim. Sonunda iyilerin kazandığını herkes bilirdi. Peki Koray hangi taraftaydı?

“Hiçbir şeyin yok mu? Ben kimim ki zaten. Hah.” Kollarımı göğsümde birleştirerek sağ bacağımı sol bacağımın üzerine atıp geriye yaslandım ve asık bir suratla karşımdaki duvarın boyasını inceledim.

“Yaptığım işlerde kimliğim hep gizli.”

“Ben bile biliyorum be, neresi gizli.”

Gülse de neşesi yerinde değildi –sayemde- bana sokulup burnunu boynuma sürttü. “Yavaş yavaş her şeyi öğreneceksin.” Kısık sesi tüylerimi yerinden ederken gevşediğimi hissettim. “Bu süreç sence de gereğinden fazla yavaş ilerlemiyor mu?”

“Bence her şey olması gerektiği gibi.”

Kolunu, yanıma koyup ağırlığını vermeden üzerime çıktı. Ellerini kullanmadan başını bana doğru yaklaştırınca dudaklarımı aralayıp onunkilerle birleştirdim. Hala ilk seferki gibi bir his uyandırıyordu. Kelebekler. Sıkışan göğüs kafesi. Hızlanan nabız. Ve başımı döndüren bir yumuşaklık.

Ellerimle yüzünü kavrayıp onu kendime bastırdım. Belki ben öpüşmeyi bilmiyordum ama o biliyordu. Bizi o yönetiyordu. Acaba ben sıkıcı mıydım? Acaba işi sürekli ona bıraktığım için sinirleniyor muydu?

Elimi tişörtünün altına götürüp belirginleşen karın kaslarında gezdirdim. Sertti. Ağırlığını vermediği için rahatsız olma ihtimali yüksekti. Bunu düşünerek onu yana ittirdim ve dudaklarımızı ayırmadan kucağına çıktım. Bacaklarımı iki yanına yerleştirirken hareketimden memnun bir şekilde dudakları dudaklarımda gülümsedi.

Saçlarını sıkıca kavrarken erkeksi, güçlü ellerini tişörtümün altında hissettim. Yumuşak hareketlerle belimde gezinirken titrememi bastırmak için hafifçe kaçlarımı kaldırıp yeniden oturdum.

Dudaklarımızın sesine benim inlemem de karışınca eli sutyenimin tam altında durdu. Beklide inlemem sebebim de tam uyuşmuşken durmasıydı. Kapının arkasından kalabalık bir grubun sesi geliyordu. “Kahretsin.” Demesiyle zilin çalması bir oldu.

“Ne oldu?” diye sordum ve bana beklemem için bir işaret yaptı. Kapıyı açınca tahmin ettiğim gibi kalabalık bir erkek grubu sevinç nidaları eşliğinde içeri daldı. Bu sanırım kalan yediliydi.

Çakırkeyif görünüyorlardı ve nedense hepsi neşeliydi. Ellerinde bira şişeleri vardı.

“Yoksa bölüyor muyuz?” dedi bana Kızılay diye tanıttıkları çocuk sırıtarak. “Yok, yok hayır.” Dedim aceleyle. “Ama dudaklarınız öyle demiyor.” Dedi, beni polis olmakla suçlayan diğeri. Sanırım bunun lakabı çakaldı. Kızılay’ın da hayalet olmalıydı. Gazeteden hatırladığım kadarıyla.

Ben kızarırken Koray yastığın birini ona fırlattı. “Neden grubun en amcık ağızlısı olmak zorunda hissediyorsun kendini?” dedi Kızılay, sanırım grubun en eğlenceli elemanıydı. “Sen neden her amcık dediğinde boşalacak gibi oluyorsun?” tüm grup çığlık attı. “Bana bak kendi özelliklerini bana etiket gibi yapıştırma yoksa bende sana bir tane yapıştırırım.”

Yemin ediyorum ikisi bana sürekli Şule ve Utku’yu hatırlatıyordu. Koray sabır dilenir gibi derin bir nefes alıp elimi sıktı. “Lütfen bir susar mısınız?” dedi Koray ortamın sakinleşmesi için ama diğerleri fena gaz veriyordu. “Hayır sen naftalin kokuyorsun!”

“Ne? Ben mi?”

“Evet sen tıpkı babaannemin çeyizi gibi naftalin kokuyorsun!”

“Güllü sabun kullanan ben miyim peki? Hani şu ortasını deldiğin sapık herif.”

“Güllü sabun bana senin hatunu hatırlatıyor da ondan.” Sırıtma sırası Kızılay’daydı.

“Ulan…” üzerine saldıracak gibi olunca diğerleri tuttu. Hepsinin gülmekten gözünden yaş geliyordu.

“Güllü sabunla mastürbasyon mu yapıyorsun Uygur?” dedi Koray şaşırmış gibi kaşlarını kaldırarak. “Bir kere o normal bir sabun değ-“ tam itiraza başlayacaktı ki diğer grup elemanları onu geçiştirdi.

“Dostum dün yedi kere mastürbasyon yaparak rekorunu kırdım senin. Annem evin her yerinde ıslak peçete görünce nezle oldum sandı.”

Gülmemek için dudağımı dişlerken kıpkırmızı olmuştum. “Tamam, yengenin yanında bu kadar otuz bir muhabbeti yeter.” Dedi lakabını bile bilmediğim diğer çocuk. Sanırım kafasını birazdan lambaya çarpacaktı. Ve fena sarhoş görünüyordu.

“Benden rahatsız olmayın.” Dedim. Daha gelmelerinin üzerinden beş dakika geçmemişti ki ben gülmekten kızarmıştım. “Asıl sen bizden rahatsız olma yenge.” Dedi sonra biri sarhoş ve abartılı seslerle “Estağfurullah.” Deyince yeniden hepsini gülme krizi tuttu.

“Oğlum yolda bir kız gördük tamam mı, kız orospu ama-“

“Hem orospu hem kız?”

“Analcı mı oralcı mı yoksa önden mi yapıyor bilemeyiz ki kardeşim.”

“Yürüyüşü bir garipti önden yapmış.”

“Kalçalarının şekli de bozulmuştu sanki?”

“Aynen aynen.”

“Ağzı da bir genişti.”

“Dostum fena fahişeyi götüreceksin.”

Hepsi birden çığlık atıp sarışın olana yüklendiler. “Helal sana aslan parçası.” Sarışın olan elini kalbine götürdü “Eyvallah eyvallah.”

“Eee sadede gelin kıza ne oldu?” dedi Koray sırıtarak.  Kızılay tam cevaplayacaktı ki kapı çaldı. Kapıya yakın olan diğer grup üyesi kapıyı açtı. Kapı açılınca beş tane birbirinden makyajlı kız içeri daldı. “Sadede geldik abi.”

Gözlerim kocaman açıldı. Şuan eve polis gelse fuhuştan hepimiz içeri girerdik. “Hoş geldiniz kızlar.” Diye kocaman gülümsedi Kızılay. “Selam beyler.” Tüm kızlar erkeklere sırnaşınca midemin bulandığını hissettim. “Oğlum siz deli misiniz lan?” diye kükredi Koray. “Abi işte bu bizim yolda karşılaştığımız manita. Minecim.” Kıza reverans yaptı.

“Bunlarda birbirinden ateşli kankaları. Asude, Deniz, Petek, Cansu.” Geri kalan dört kızı da bizlerle tanıştırdı. Koray ne yapacağını bilemeyerek bana baktı. Suratımda nasıl bir ifade vardı bilmiyorum ama gözlerini sıkıca yumdu. “Benim kız arkadaşım olduğunu bilmiyor muydunuz?”

“Abi ayrıldınız sandık. Neredeyse iki ay oldu ne bilelim biz ciddi olduğunu.”

“Daha dün bahsettim ya aşağılık herif.”

“Aynı kız mıydı?”

Elimle alnıma vurdum. “Biz ne olacağız?” diye mıy mıylandı turuncu saçlı kız. Ayrıca iğrençti. “Oğlum burası kerhane mi amına koyayım? Neden hep benim evim!”

“Sen demedin mi kızları koltuğa atıyorum diye. Bir tane koltuk da bize ver.”

Koray’a sinsi bir bakış attım. “Öyle mi playboy çocuk?” dudağını ısırdı. “Komşular rahatsız olursa beni bulaştırmayın. Biz gidiyoruz. Ne haliniz varsa görün.”

Kızlardan biri Koray’a yapıştı. “Bebeğim kalsaydınız.” Sanki kırk senelik karısıymış gibi konuşunca suratına tokat attım. “Kendine gel fahişe.” Kızlar çığlık attı, oğlanlarda gülmemek için kendini zor tutuyordu. “Sen kime vurduğunu sanıyorsun seni küçük kaşar?” Koray aramıza girmeye çalışınca kızın saçına yapıştım.

Evde sesler yükselirken “O benim sevgilim ve sana saçlarını yedirtmeden bu evden göndermeyeceğim.” Dedim sinirle. Elim ayağım titriyordu resmen. Koray kendini aramıza siper etse de kızın saçlarını bırakmıyordum. “Mahalleyi ayağa kaldırırım.” Diye inledi.

“Avşar lütfen.” Koray’a kaşlarımı çatarak baktım. “Bunu yarın seninle konuşacağız.” Dedim ve bıraktım. Koray’da aramızdan çekilince kız üzerime atıldı. Diğerlerini ise barlar sokağının kalan yedilisi zor tutuyordu “Kızlar kızlar boşverin.” Diye bu gece düzüşecekleri kızları rahatlatmaya çalışıyorlardı.

Kız üzerime çıkıp bana tokat atınca iki ayağımı kaldırarak boynunu kavradım ve yerlerimizi değiştirdim. Boğulur gibi bir ses çıkarınca hiç acımadan üzerine bindim ve iki yanağını da tokatlamaya başladım. “Geber fahişe!”

Kız çığlıklar atmaya başladığında Koray belimden kavrayarak beni havaya kaldırdı. Tekmelerimi boşluğa atarken beni evden dışarı çıkardı.

Bedenimi sırtına çuval gibi atarak merdivenlerden indi. “Onu öldüreceğim!” diye bağırdım. “Sakin ol bebeğim.” Ayak bileklerimi sıkıca kavramıştı ve bende nereye vuracağımı bilemeyerek sırtını yumruklamaya başladım.

Arabasına binene kadar yumruklarımı kesmedim. Beni ön koltuğa oturttu ve vakit kaybetmeden yanıma bindi. Tüm saçlarım elektrik çarpmış gibi kabarmıştı. “Tamam, sorun yok.” Dedi arabayı park ettiği yerden çıkarırken.

“Demek kızları koltuğa atıyordun.”

“Yatağım bozulmasın diye, arada misafir odasına da götürüyordum canım.”

“İçimi rahatlattığın için teşekkürler seni sapık.”

“Sapık değilim.”

“Evet sende ve o hırsız arkadaşların da sapıksınız.”

“Biz hırsız değiliz.”

“Dayısının bankasını soyan ben miyim?”

“Öyle gerekti.”

“Dayının bankasını soyman mı gerekti? Eminim daha neler yapmışsındır.”

Kollarımı göğsümde birleştirdim. “Nereye gidiyoruz?” diye sordum en son dayanamayıp. Sahile gelmiştik çünkü. “Balıkçıya götüreceğime dair söz vermiştim.”

Bıyık altından gülümseyerek derin bir nefes aldım. “İyi bu seferlik affediyorum.” Gülümsediğini görür gibi oldum. “Kızı ne güzel dövdün.” Elimle ağzımı kapatıp kahkahamı bastırdım. “Sana öyle sırnaşmaya hakkı yoktu.”

Arabayı salaş bir restoranın önüne park etti. “Kıskanç hallerini seviyorum.” Yanaklarım kızarırken uzanıp dudağını öptüm. Babam güzel olan her şeye karşıydı zaten.

Continue Reading

You'll Also Like

3.5M 129K 71
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum... "1 yıl, sadece 1 yıl sonra burdan herkesin seni bir ölü olarak...
1.8M 80.9K 63
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
702 68 8
"Bazen ilk bakışta anlarsın o insanın senin kaderin olduğunu..." 🌸🤍 •Yetişkin içerikler mevcuttur.
4.6K 327 27
özel güçlerini reddeden aybike, güçlerinin bilincine berk özkaya sayesinde varabilmişti.