Aşk ve Nefret

By pinkcivert

5M 93.1K 25.3K

Ya bildiğin tüm gerçekler aslında koca bir yalansa? More

1. Bölüm "Bahis"
2. Bölüm "Gangster"
3. Bölüm "Dövüş"
4. Bölüm "Al yanak"
5. Bölüm "İlk Dokunuş"
6. Bölüm "Kötü Karşılaşma"
7. Bölüm "Karanlık Sokak"
8. Bölüm "Gizemli Not"
9. Bölüm "Adliye"
10. Bölüm "Gece"
11. Bölüm "Ateşli ve Islak"
13. Bölüm "Barlar Sokağı Sekizlisi ve Fahişeler"
14. Bölüm "Depo"
15. Bölüm "İlk Görev"
16. Bölüm "Tuzak"
17. Bölüm "Seks Kulübü"
18. Bölüm "Acı"
19. Bölüm "Yasak"
20. Bölüm "Ceset"
21. Bölüm "Kokain"
22. Bölüm "Yüzleşme"
23. Bölüm "Cennet"
24. Bölüm "Alışveriş"
25. Bölüm "Takip"
26. Bölüm "Sinema"
27. Bölüm "Gerçekler"
28. Bölüm "Şüpheli"
29. Bölüm "Arzular"
30. Bölüm "Plan"
31. Bölüm "İntikam"
32. Bölüm "Halüsinasyonlar"
33. Bölüm "Soygun"
34. Bölüm "Karanlık"
35. Bölüm "Hayal Kırıklığı"
36. Bölüm "Kan"
37. Bölüm "İtiraflar"
38. Bölüm "Aile"
39. Bölüm "Hasta"
40. Bölüm "Baskın"
41. Bölüm "İyileşmek"
42. Bölüm "Gözyaşları"
Final
43. Bölüm "Hep birlikte"
44. Bölüm "FİNAL"

12. Bölüm "Suç çetesi"

138K 2.3K 470
By pinkcivert

bölüm parçamız the weekend - remember you bunu dinleyerek okumanızı tavsiye ederim bu arada yorumlarınız beni çok mutlu ediyoor :)

Aslında bugün Koray'ın gerçek yüzünü görmüştüm. Sinirini, sırlarını, sınırlarını... Sakin biriydi, hatta fazla umursamaz olduğu bile söylenebilirdi ama sinirlenince gözü kimseyi görmüyordu. Nedense ondan soğumamıştım. Hatta fazla kanım kaynamıştı. İlk günden beri çekiminin etkisindeydim. Belki bunda öpücüğünün etkisi de olabilirdi. İlk öpücüğümüz ve ilk kavgamızın aynı günde olması ayrı bir olaydı zaten. Beni izlediğini öğrenmem aslında içten içe şok etkisi yaratmıştı. Ama ben duygularımı o an saklayıp gece hatırlayarak kendimi mahvederdim.

Gün içinde rezil bir şey yaptıysam bu gece aklıma gelirdi. İyi veya kötü... Ne yaptıysam gece başımı yastığa koydum an hatırlar ve kendimi "Neden şöyle yapmadım? Böyle de yapabilirdim. Keşke şöyle yapmasaydım." Diye yer bitirirdim.

Düşüncelere dalmıştım ki Murat hoca elinde sınav kâğıtlarıyla içeri girdi. Eliyle Koray ve beni işaret etti. "Ayrılın. Koray sen en arkaya. Şule sen en uç sıranın en önüne otur." Eliyle yerimizi değiştirirken yüzümü buruşturdum. "Süleyman sen şuraya gel gözümün önünde ol. Aykut sen orta sıranın en arkasına..."

Sınıftan itirazlar yükselirken yüzüm asılarak Koray'a baktım. Geçer not alsam yeterdi. Kırk beş almak benim için zor değildi ama elli her zaman lükse girerdi. Aslında Murat hoca sadece bizim grubu dağıtıyordu. Hepimizi en uzak köşelere koymuştu. "Kopya çekeni yakalarsam acımam." Bunu her zaman söyler ve sesini çıkarmazdı. Gerçi onun dersinde kopya çekmek zordu. Sürekli aralarda gezinirdi ve sadece arkasını döndüğü kişiler nasiplenirdi bu durumdan.

"Herkes kâğıtlarını aldıysa sınav başlamıştır." Hızlıca adımı yazıp geri zekâlı biyoloji sorularında göz gezdirdim. Test sınavlarında sallayarak seksen beş almışlığım bile vardı fakat bu sefer on soru klasikti. Sallamam imkânsızlaşırken sorularını yeniden okumaya başladım. Ve yeniden. Sanırım yirmi dakika boyunca soruları okumakla geçirmiştim. Hiçbir şey bilmediğim gibi bilsem de bu soruları yapamazdım. "Hoca bundan sormaz buraları geçeyim," türünden soruları sormuştu kahpe kadın.

Ayrıca ders anlatmasını da bilmiyordu. "Avşar soruları okuduysan çözmeye başla derim." Dedi Murat hoca kâğıdımı incelerken. Sınıftakiler zaten gülmek için yer arıyordu. Ciddiyetimizi ilk senenin ikinci döneminde kaybetmiştik. Herkes gülerken "Hocam dikkatimi dağıtmamanızı rica ediyorum." Dedim otoriter bir sesle. İstediğimde nazik olabiliyordum ama ikimizin arasında naziklik olmasına gerek yoktu. Özellikle bu sabah sevgilime yaptıklarından sonra. Ve ayrıca evet, sevgilim. Altı çizili ve kalın harflerle.

Sınıf sessizliğini yeniden kazanırken koridorda ayak sesleri duyuldu. Hepimiz merakla birbirimize baktık. "Dönün önünüze." Diye tısladı Murat hoca. İçim huzursuz olmuştu. Ayak sesleri sınıfımıza yaklaşırken kapının ardındaki fısıldaşmaları duymak için kulak kesilmeme rağmen algılayabildiğim tek ses bizim sınıf kapısının sertçe tıklanıp kabaca açılması olmuştu.

"Neler oluyor?" diye sordu Murat hoca en arkadan hızlıca öne gelerek. Sınıfa üç polis bir de jilet gibi ütülü takımıyla sarışın, sinirli ve rüzgâr çıktığında evde kalmasını gerektirecek kadar büyük kulakları olan bir adam girmişti. Adamı bir yerden tanıyordum ama çıkaramamıştım ve iki metre olmasından da ürkmüştüm. "Avşar Hancızadeoğlu bizimle karakola kadar gelmez zorunda."

Adımı duyunca kulak kesildim. Sınıftaki herkes bana bakarken ben yavaşça başımı kaldırdım. "Babama bir şey mi oldu?" diye sordum direk. Kalbim küt küt atmaya başlamıştı ve tedirginlikten terlemiş, maraton koşusundaymışçasına kızarmaya başlamıştım. Fazla endişeliydim. "Öğrencim şuan sınıfta ve hiçbir yere gelmiyor." Dedi Murat hoca. Karnım da belli belirsiz ağrılar baş göstermeye başlamıştı.

"Eğer zorluk çıkartırsanız sizi de götürmek zorunda kalacağız beyefendi." Kendini beğenmiş, burnunun ucu ayakkabısına bakan, çirkef polis üzerine basa basa beyefendi demişti. Genelde kavga olduğunda okul adına Murat hoca konuşurdu ve polisler saygılı bir sesle "Hocam" derlerdi.

"Seve seve gelirdim fakat sınavdayız ve çıkardığınız her zorluk öğrencilerimin vaktinden çalıyor." Murat hoca, kollarını göğsünde birleştirdi. İki metrelik sarışın adam masamın başına geldi. Sıra arkadaşım kulağıma "Belediye başkanı," diye fısıldadı. "Anlaşılan öğrencinizin vaktinden pek de çalıyor sayılmayız." Boş kâğıdımı havada sallayınca sinirle ayağa kalktım.

"Kiminle konuştuğunun farkına varmazsan işinden olursun Sayın başkan." Ah, demek belediye başkanıydı. Belediye başkanımızı bile tanımıyordum. Demek ki tanınmaya değer biri değildi.

Babam basit bir avukat veya iş adamı değildi. Her ne kadar gizlese de onun neler yapabileceğini biliyordum. Babam gösterdiğinin aksine tehlikeli bir adamdı. Değil belediye başkanı, başbakan bile babamın karşısında duramazdı çünkü yeryüzünün esas başkanı savcılar ve hâkimlerdi ve babam bu şehirdeki tüm savcı ve hâkimleri bir dakika da toplayabilirdi.

Evet, sinirliydim ve evet, gözüm hiçbir şey görmüyordu. Sınıfıma aniden girip beni rencide eden bu orospu çocuğu kendini ne sanıyordu? Ben ne yaparsam yapayım desteğini esirgemeyen güçlü babam vardı ve ben haksız yere bir iş yapmazdım.

"On yedi yaşında küçük bir kızdan korkacak değilim. Götürün şunu."

Çöp parçasıymışım gibi "götürün şunu" demesini asla kaldıramazdım. Koray'a göz ucuyla baktığımda kafasına kapüşonunu geçirmiş, sıraya başını koymuştu ve oturuşundan anladığım şey şuydu "Gizleniyorum."

"Kimseyi götürmüyorsunuz." Dedi Murat hoca. Çılgına dönmüş bu kepçe kulaklı başkanın benimle derdi neydi?

"Yazılı belgemiz ve onayımız var"

"Neden o belgeleri kendine sokmayı denemiyorsun yer elması?" Ah, evet içimdeki zenci Avşar ortaya çıkmıştı. "Sayın belediye başkanının oğlunu bıçakladığın yetmiyormuş gibi bir de polise hakaret ha? Suç listeniz baya kabarıyor Avşar hanım." Sanki bana sadece göstermelik saygı duyuyormuş gibi iğreti dolu bir sesle söylemişti.

Ne yani, serseri Emre'nin babası belediye başkanı mıydı?  "Son nefesini verirken bunu karına da söyle şişko hergele."

Sınıftaki uğultular yükselirken Şule bacağımı sıktı. "Biraz daha hakaret edersen olay çıkacak."

Ben Anıl Hancızade'nin küçük kızıydım ve bu şehirdeki kimse saçımın teline zarar veremezdi. Şu ana kadar soyadımı hiç kullanmamıştım ama kimse sınıfımda beni aşağılayıcı bir hakarette bulunamazdı. "Bizimle geliyorsunuz. Avukat tutma hakk-"

"Çeneni kapatmazsan senin cenaze masraflarını ödeme hakkına da sahip olacağım."

Tamam, ileri gidiyordum ama başa gelen çekilirdi. Hiç olmazsa okuldaki itibarım zedelenmesin. "Babasının kızı." Diye tısladı başkan. "Götürün şunu."

Şule ve Utku masayı devirerek aynı anda ayağa kalkarken Koray sırasında büzüşmüştü. İki polis memuru birden koluma girince kaçışım olmadığını anladım. "Neden kovulmadan önce istifa dilekçeni yazmıyorsun kıçımın başkanı?" memurlar sabah Koray'ın sıktığı yerden tutunca kolumun acısıyla çürüdüğünü anlamıştım. Öküz herif. Neden gizlendiğini bilmesem de mutlaka haklı bir sebebi vardır diye düşünüyordum.

İkisi sertçe kolumdan tutarken "Morarırsa size dava açarım biliyor musunuz?" dedim, ikisi de ses vermedi. "Yolu biliyorum yer elması kolumu bırak." Çırpınmaya başladığımda kolumdaki güçler artarak yüzümü buruşturmama sebep oldu. "Bunu sana ödetirim." Sözlerimi ciddiye almamaları canımı sıkarken Emre'ye bir kez daha lanet ettim. Neden normal bir babası yoktu? Bu sefer işin için babamda karışacaktı ve annemin bir değeri kalmayacaktı.

Benim onu bıçaklamamdaki ilk neden annemin dikkatini çekebilmek sonra o piç kurusuna kim olduğumu göstermekti. Ama işler tamamen götümde patlamıştı.

Okul bahçesindeki polis arabasına binerken belediye başkanı kendi arabasına bindi ve korumalarıyla okulu terk etti. Şule ve Utku, Murat hocanın arabasına binmiş ve peşimize takılmışlardı ve ayrıca okuldaki tüm meraklı bakışlar polis arabasının üzerindeydi.

 "Ne kadar saygısızsın. Kız çocuğuna hiç yakışmayan küfürler." Yer elması lakabını taktığım polis cık cıkladı. Elime kelepçe geçirince dondum kaldım ama sesimi çıkarmadan ellerimi kucağıma koydum.

"Neden o salak çeneni kapatmıyorsun ki?"

"Aslında arabayı ormana çeksek ve başkana bozulduğunu söylesek? Kıza kim inanır ki?"

Sürücü, yanındaki polis ve benim yanımdakiler gür kahkahalarıyla kulaklarımı tırmalarken, gözlerim kocaman açıldı ve kanım dondu. Tanrım. Bu şaka mıydı? "Korktun mu küçük kız?" dedi şişko hergele diye bir güzel aşağıladığım domuz herif. "Sizden neden korkacakmışım ki?" evet, ödüm patlamıştı fakat dik duruşumdan taviz vermeyecektim. Ama götümde patlasın, yine de kendimden taviz vermezdim.

"Arkadaki salak arkadaşların bizi takip etmese o hakaretleri sana yedirirdik."

İçimdeki bir yerler rahat nefes alırken özgüvenim gelmişti. "Yedirsene, yer elması."

Rahatlayan kısımlarım tam gülecekti ki, birden dudaklarım dondu. Aptal adam silahını çıkarıp namlusunu boynuma dayamıştı.

 Soğuk metalle beraber başımı yukarı kaldırdım. "Sence dört tane memurun, bir öğretmen ve iki salak öğrencisini atlatması ne kadar zor olabilir?"

Silahın namlusu, boynumdan aşağılara kayınca yutkundum. Eğer dediklerini uygulamaya geçirirse bunu onlara ödetmemin artık hiçbir faydası kalmazdı. Boynumda silahı dolaştırıp başını kulağıma uzattı. "Senin gibi şımarık fahişeleri iyi bilirim. Eminim babandan arakladığın paralarla her gece kulüplerde kucaktan kucağa dolaşıyorsundur." Gözlerim silahın ve dediklerinin etkisiyle kocaman açılmıştı. Dışarıdan öyle bir izlenim mi yaratıyordum yani?

Burnunu saçlarıma sürtüp kokuyu içine çekti. "Zengin şampuanın otun kokusunu gizleyememiş." Dedi ve silahı elbisemin dekoltesine sürttü. "Arkadaki öğretmen senin sevgilin mi yoksa, ha?" dudaklarımı birbirine bastırıp konuşmayı reddettim.

Soğuk silahı göğüslerimin arasında hissedince boğazımdan iğrendiğimi belli eden boğuk bir inilti çıktı. Basit kızlar gibi ağlayamazdım herhalde. Dudaklarımı birbirine bastırmakla yetiniyordum.

Namlu göğüslerimde gezinirken adam dudaklarını boynuma sürttü. "Yoksa zevk mi alıyorsun? Devam etmeli miyim sence?"derken sesi iğrençti. "Karımla on senedir arkadan yapmıyoruz. Bu orospunun benimkini kaldırabileceğinden eminim." Yanımdaki iki metrelik ve gözümde domuzdan farkı olmayan herif iğrenç gür sesiyle kahkaha attı.

"Ben karımla on senedir seks yapmıyorum." Dedi. "Sedat, sana o özürlüyü boşamanı söylemiştim, hala şansın var." Bu şerefsizin mi şansı vardı? Herif benden daha kısaydı. "O özürlünün babası ölünce bu arkadaşın bir mirasçı olacak. Ve hiçbirinizi de unutmayacak." Hepsi birden gülünce dudaklarımı ısırdım.

"Cidden çok kıyak adamsın." Adının Sedat olduğunu öğrendiğim pislik herif kulağımın altına bir öpücük kondurdu ve silahı göğüslerimin arasında çıkararak bacaklarıma sürttü. "Okulda böyle şeyler giydiriliyor mu ya? Erkekler nasıl uslu kalıyor anlamış değilim." İkisi birden kıkırdadı. Öndekiler pek onların sapıklığına katılmıyordu.

"Belki de uslu durmuyorlardır ha, ne dersin?"  silahı bacaklarımda sürterek yavaşça üst kısımlara çıkmaya başladı. Her hareketinde eteğim yukarı çıkıyordu. Kelepçeli elimde silahı tuttum. "Yapma." Sesim çatallaşmıştı ve güçsüz olmaktan nefret ederdim. Bu duruma düşmüş olduğuma inanamıyordum.

"Az önce hakaret ederken öyle demiyordun ama?" diye kulağıma fısıldadı ve geri çekilip güldü. "Hala yer elması olduğunu düşünüyorum." Benden kısa oluşu ve üçgen suratlı olması bana yer elmasını hatırlatıyordu, ne yapabilirdim ki? Belki de yer elması diye bir şey yoktu ama bu adam yer elmasıydı işte. Suratı elmasa benzeyen bir orospu çocuğu. Silahı bacaklarımdan çekince hemen hızlıca yetişebildiğim kadarıyla eteklerimi indirdim.

Silahı elbisemin üstünden kasıklarıma doğru bastırınca çığlığım arabada yankılandı. Şuan korkmaya başlamıştım ve inatçı dilim bugün benden yana değildi. "Bu yer elması senin içine girerken de böyle çığlık atacak mısın şımarık fahişe?" Sesinde siniri hissetmiştim. Fakat ipler onun elindeydi. "Bence artık durmalısın." Dedi sürücü koltuğundaki memur. Eğer bunu en başında söyleseydi belki de çıkışta bir teşekkür edebilirdim.

"Merkeze gidene kadar ben bu kızı hamile bile bırakırım." Dedi sinsi sesiyle. Korkuyla yutkundum. Okulumuz dağ başında sayılırdı ve şehre uzaktı. Biz arkadaki sahil kısmında yaşıyorduk. Karakol ters istikametteydi ve mesafenin çok olduğunu biliyordum. Hırıltılı bir nefes aldım. Karnıma ağrılar giriyordu ve işin kötüsü içerisi, dışarıdan görünmüyordu.

"Seni şikâyet edebilir ve doktor raporunda her şey meydana çıkar aptal, senin için söylüyorum."Ah bu korkudan aklıma gelmemişti fakat adamlar bana tecavüz ettikten sonra şikâyet etsem ne olacaktı ki?

"Bizde her anımızı saniye saniye çekeriz, tüm herkese rezil olmaktansa sessiz kalmayı tercih eder, eminim." Kurnazca güldü. "Ne dersin güzelim?" silahı bastırınca midem ağzıma gelmişti. Bunlar ne biçim polisti böyle? Şiddet uygulayan ve rüşvet alan polisi görmüştüm de tecavüzcüsü? Kırk yılda bir meydana gelecek olayın bana denk gelmesine mi ağlamalıydım yoksa kasıklarımda bir silah olmasına mı? Kendimden utanıyordum.

Ama arabada o kadar da ileri gitmezdiler değil mi? Aslında bu adamlardan her şey beklenirdi. "En son on yedilik bir hatunu becerdiğimde yirmi yaşındaydım..." diye mırıldandı. Nefesi boynuma çarpıyordu. "Şimdi ise tam otuz iki yaşındayım! Tahmin edebiliyor musun? Siktiğim devletinin maaşıyla her gece bir genel eve gidilmiyor."soğuk bir sesle güldü ve silahı yukarılara çıkarmaya başladı. "Ama seni çok sevdim. Çok."

"Mutsuz bir evliliğim var tamam mı? Karımla evlendiğimde gördüğüm en güzel kadındı. Ama bir gün dışarı çıktığında orospuya araba çarptı! O gün bugündür sarkmış yaşlı bir köpekten farkı yok ve işin kötüsü onu düzemiyorum bile!" sesli bir nefes aldı ve silahı göğüslerimin arasına yeniden girdi. Soğuk metali hissetmek tüylerimin bir daha diken diken olmasına sebep olmuştu.

"Tüm maaşımı karılara yatırıyorum! Bunun farkında. Beni seviyor ve boşamıyor. Bende ihtiyar babasının ölmesini bekliyorum, herif milyoner. O moruk ölecekte payıma düşeni alacağım. Hah! Orospu çocuğu ölmüyor!"

Bu adam tecavüzcüden çok daha fazlasıydı. Bu adam benim yaşantımda gördüğüm en karaktersiz herifti. Korkuyla yutkundum. Anlattıklarından, anladığım tek şey bunları yapan adamın bana acımayacağıydı. İkisinin elleri de üzerimde gezerken yutkundum.

"Belki de seni kaçırırım. O moruğu öldürürüz, karımdan boşanıp seni alırım. Ve parayı gönlümüzce harcarız. Seni Paris'e bile götürürüm!"

Eğer şuan bir orospu çocuğu tarafından taciz edilmeseydim buna gülebilirdim. Ama hücrelerimin kontrolünü kaybetmiştim. Hareket edemiyordum. "Bu kadar hayalperestten neden memur yerine yazar olmadın adamım?" koca cüssesiyle arabaya sığamayan polis kendi şakasına kendi gülerken kaderimin ne olacağını merak ediyordum.

"Yazarlık çok sıkıcı. Bak biz zavallı polislere arada şans gülüyor."

Silahın namlusunu göğüslerimden çekip boynuma sürttü. Gittikçe yukarı çıkarken çeneme değdiğini hissettim. Namlu dudaklarıma değdiğinde beni zorladı. Eğer nefes almak için ağzımı açarsam olacaklardan korkuyordum.

Silahı dudaklarıma bastırınca canımın acısıyla gözlerimden yaş geldi. Dudaklarımı aralamak zorunda kalmıştım. "Şu kızı neden rahat bırakmıyorsun Sedat?" diye sordu arabayı kullanan adam. "On dakika içinde bir şey yapamazsın." Onu dinlemedi ve silahı ağzıma soktu. Tüm bedenim buz kesilmişti. Ve beni ısıtan tek şey yanaklarımdaki yaşlardı.

"O zaman arabayı bir yere sürükle! Hayatında hiç canlı izledin mi? Eminim o çirkef karın yüzünden elin nasıl tutmuştur!"

Silahı sokup çıkardı. "Benimkini de böyle ağzına alır mısın?" diye sordu. Dudaklarımdan tutamadığım bir hıçkırık kaçarken dilediğim tek şey ölmekti. Kendimi hiç bu kadar küçük düşmüş hissetmemiştim. Koca cüssesiyle beni sıkıştıran herif iri ellerini bacağıma atıp sıktığında çığlık attım. "Şşt, ağzın doluyken daha güzelsin." Eli kafamı tutsa yanlışıkla boynumu kıracak kadar kadar iri ve güçlüydü, canımı yakıyordu.

 Ağzımda metal tadını hissetmem, tüm bedenimi titretiyordu ve gözyaşlarım yanaklarımı sırılsıklam etmişti.

Sedat adındaki, hayatımı karartmak üzere olan orospu çocuğunun dudaklarını göğüslerimin üstünde hissedince dudaklarımı kanatana kadar ısırmak istemiştim. Ama silahın varlığı bunu engelliyordu. "Tanrım, sıcacıksın!" yanımdakiyle beraber ikisi gülerken sürücü "Beyler yaklaşıyoruz toparlanın."

"Bu fahişeyi becermeden ölmeyeceğim." Dedi kararlı sesiyle. Silahı ağzımdan çıkartıp elbisemin içine soktu. Zaten diğer domuz bacaklarımı hissedemeyecek kadar canımı yakmıştı ve moraracağından emindim. Dilini boynumda hissedince hıçkırdım.  Silahın namlusunu iç çamaşırımda hissedince çığlık attım ve ağlamam hızlandı. "Emin olabilirsin, bu buraya girmeden ölmeyeceğim."

Duygularımı hissedemiyordum bile. Normalde asla insanların içinde ağlamazdım ama şuan hıçkıra hıçkıra ağlıyordum ve hiç bu kadar korktuğumu hatırlamıyordum. Dudaklarını dudaklarıma değince midem ağzıma gelmişti. Kelepçeli ellerimi kendi üzerinde dolaştırıp dilini dilime değdirdi. Kusmak üzereydim.

 Alt dudağımı dişlerinin arasına aldı. "Dostum fena oluyorum." Diye kıkırdadı yanımdaki. Ama Sedat onu umursamadı. Ellerimi, vücudunun her bir kısmında, midemi bulandıracak kadar yavaş bir şekilde dolaştıktan sonra orta parmağımı alıp yalamaya başladı. İğrenerek gözlerimi kapattım. Ama hissediyordum. Dilini tıpkı ağzımın içinde hissettiğim gibi, parmağımda da hissediyordum.

Yaladığı parmağımı bana doğru kaldırıp dudaklarıma değdirince hıçkırıklarım hızlandı. Yine beni zorlayarak parmağımı boğazıma kadar soktu ve çıkardı. Hareketini hızla tekrarlarken vücudum buz kesilmişti ve kendimi hissedemiyordum. Sıcaklığımı, kalp atışlarımı, nabzımı... Hissedebildiğim tek şey iğrenç tadı ve kusma isteğiydi.

Arabanın motoru durunca "Sakın bizi unutma." Dedi ve hiçbir şey olmamış gibi kolumdan tutarak beni arabadan çıkardı. Bense hala hıçkıra hıçkıra ağlıyordum ama artık durmam gerekiyordu. Çünkü arkadaşlarım ve öğretmenim buradaydı. İnsanlar buradaydı. Ben ağlayamazdım. Ben güçlüydüm.

Diğer şişko polis de diğer kolumu kavrayınca ağzımda safra tadını hissettim. "Kusacağım." Diye mırıldandım. Daha fazla konuşursam kusardım. "Ne?" onun salaklığıyla uğraşamazdım. "Dışarıdayız, sana bir şey yapamaz." Diye rahatlatmaya çalıştım kendimi. Boşluk anlarından yararlanıp dirseğimle ikisini de savuşturdum ve karakolun girişindeki bahçeye içimdekileri çıkardım. Öğürürken ellerimdeki kelepçeler ağır gelmeye başlamıştı. İki polis de yanıma gelirken biri "Fazla eğilme." Diye fısıldadı "Nefesim sürekli ensede olacak."

Etrafım kalabalıklaşınca "İyi misiniz?" diye sordu. Yapmacık sesi dudaklarımın aralanmasına sebep olmuştu. Nasılsa dışarıdayız, dedim kendi kendime ve yüzüne tükürdüm. Diğer polisler hızla yanıma gelip beni zorla merdivenlerden çıkarırken o elinin tersiyle yüzünü sildi. "Orospu çocuğu!" diye bağırdım. Yüzüm hala ıslaktı ama hıçkıra hıçkıra ağlamıyordum en azından. "Zorluk çıkarma." Dedi başka bir polis. Kelepçeli ellerim önden, bedenim geriden geliyordu. Neredeyse beni kucaklayarak merdivenlerden çıkarttılar ve cam kapıyı itilerek içeri sokuldum.

İçeride kaç saattir klima açıktı bilmiyordum ama anında buz kesmiştim. İçerisinin kutuplardan farkı yoktu. Bedenimin açıkta kalan yerleri titredi ve bekleme koltuğuna oturtuldum. Polislerden biri kelepçemi çözdü. Mavi gömlekli ve üzerinde Atatürk imzası olan kravata sahip bir adam başıma dikilerek ellerini beline yerleştirdi.

"Başını kaldırır mısın?" dediğini yaptım. "Sana ne oldu böyle?" makyajım, saçım, başım... Her yerim dağılmış olmalıydı. Tam söyleyecektim ki açılan kapı dikkatimi dağıttı. O yöne bakarken Sedat'ı gördüm. Parmağını ağzına sokup çıkarttı ve kulaklarımda "Kıza kim inanır ki?" sesi yankılandı.

İt iti ısırmazdı ve benim bu sivil polise söyleyeceğim her şey sadece beni küçük düşürürdü. "Bir şey yok." Dedim yorgun sesimle. "Pekâlâ, sen bilirsin. Ama anlatmak istersen psikolojik danışmanlarımız var."

"Sizin aptal danışmanlarınıza ihtiyacım yok." Dedim, sesimin ölü gibi çıkması elimde olan bir şey değildi. Bu sırada Utku, Şule ve Murat hoca ziyaretçi koltuğundaydı. "İfade verecek gibi durmuyorsun, hasta mısın yoksa?"

"İfade verebilecek durumdayım."

Başını salladı, iyi birine benziyordu ama şu saatten sonra kimseye güvenemeyeceğimi biliyordum. Küçükken güvendiğim ve sempati duyduğum polis karakteri, silahı ağzıma sokup çıkardığında, ellerimi vücudunda gezdirip o silahı kasıklarıma bastırdığında bunu daha iyi anlamıştım.

"O zaman ifade odasına geçelim."  İfade odasına giderken Şule'nin meraklı bakışları yüzünden okunuyordu ve üçü de bir şey olduğunu sezmişti. Beyaz ahşap kapılı odadan içeri geçerken ellerini omzuma koyunca tiksinerek ittirdim. Belki destek vermeye çalışıyordu, belki soyadımızdan korkuyordu bilmiyordum ama kimsenin bana dokunmasını kaldıramazdım. Hele de bir polisin.

"Otur lütfen," demesinden önce krem rengi deri koltuğa oturdum. "Kelepçeli muamele için özür dileriz." Dedi kibarca. Babamın ünü burada geçerken o arabada beni kurtarmamıştı. İğrenç herifin biri beni ellerken beni kimse kurtarmamıştı. Önüme eğilip anahtarla kelepçemi çözünce kurtulan bileklerimi hızla ovuşturdum. Çok sıkıydı ve bu canımı yakmıştı. Kesinlikle bileklerim ve kollarım moraracaktı.

"Bana neden Emre Soykan'ı bıçakladığını anlatır mısın?" yanında bir polis memuru dikilmiş ve elinde kalemle, kâğıdı doldurmak için ağzımdan çıkacak kelimeleri bekliyordu. Tam anlatacaktım. Her şeyi söyleyecektim ki yalanlayabileceğini hatırlattım kendi kendime. Yapmadım derse kimse ona yaptın diye üstelemezdi. Kanıtlayamazdım. Sadece rezil olduğumla kalırdım.

Cevap vermeyince inkâr edeceğimi sanmış olmalı ki "O sokakta onu bıçakladığında dair kamera kayıtları var." İçimde yeşeren umutla sırtım dikleşti. "O sokakta kamera mı vardı?" diye sordum heyecanla. Sanki yaşama sevincim yeniden gelmişti. Hiç olmazsa biri cezasını çekecekti. Belki onu yaralamasaydım. Şimdi eşitlenecektik.

"Evet. Karşı sokağı alan kamera o anı da kaydetmiş." Dedi anlamayarak. "O zaman bana arkadaşıyla tecavüz etmeye çalıştığının görüntüleri de vardır?" dedim. Afallayarak bana baktı. "Yaraladığın, Emre Soykan sana arkadaşıyla beraber tecavüz etmeye mi çalıştı?" diye sordu. Not tutan polis memuru bile şaşırmış bir halde bana bakmaya başlamıştı.

"Şaka yapacak halde miyim sizce?" dedim yarı baygın sesimle. "Bu ne zaman oldu? Neden şikâyete gelmedin?" son sözüne gözlerimi devirdim. "Onu bıçaklamadan bir gece önce."

"İntikam mı aldın?" diye sordu.

"Sadece annemin dikkatini çekmek istemiştim." Diye omuz silktim.

Başını salladı. "Bu birçok şeyi değiştirir. Şimdilik kamera kayıtlarında öncesine gideceğiz. Eğer ikinizden biri şikâyetçi olursa mahkemeye çıkarsınız. Büyük ihtimalle kefaletle kapanır fakat o süre içinde nezarethanede kalırsınız. Bunun olmaması için uğraşacağım."

Kesin babamın tanıdığıydı yoksa başkanın oğlunu bıçaklayan ve şuan bir fahişe gibi görünen umursamaz tavırlı kıza kimse bu kadar önem göstermezdi. Belki de hala yaşayan iyi polislerdendi, kim bilir.

İzin verince dışarı çıktım. Buradan dışarısı görünüyordu. Alacakaranlık çökmüştü ve cam kapının ardında bir sürü kişi vardı. Babam, annem, halam, annemin yeni at hırsızı kocası, ablam, Utku, Şule, Murat hoca... Hepsi doluşmuş bir halde sigaralarını tüttürüyorlardı. Onlara dikkatlice baktım ama yanlarına gidip soru yığınına tutulmak gözüme korkunç görünmüştü. Kendimi yürüyemeyecek kadar baygın hissediyordum zaten.  

Sonra Murat hoca içimi okumuş gibi bakışlarını bana çevirdi. Şaşkınlıkla bana bakmaya devam ederken bir şeyler mırıldandı ve hepsi birden dönünce gözlerimi devirdim. Babam hızlı adımlarla içeri dalınca yemin ederim ki üstüme çullanacak, herkesin içinde bağırıp çağıracak ve sonra eve gidince de beni dövecek diye düşünmüştüm. Ama tek yaptığı bana sıkı sıkı sarılmak olmuştu. "Neden ikimizi de rezil ettin?" diye bağırmak yerine, sadece sarılmıştı.

Kollarımın hâkimiyetini yeniden kazanarak babama sarıldım ama onu hissedemiyordum bile. Kollarını çektiğinde yüzüme baktı "Sana ne oldu böyle? Hasta falan mısın?" Elimden nazikçe tutarak beni ifade odasına götürdü. Yalnız kalıp konuşmak istiyordu.

"Korktum" diye itiraf ettim. "Korkmana gerek yok. Baban yanında." O arabada neredeydin? Diye sorsam hiçbir şey anlamazdı. Zaten söylemeyecektim. Gerek yoktu. "Sana başka bir şey olmuş. Yoksa sana bağırdılar mı?" dudaklarım titredi. Bağırmalarını bile kötü bir şey olarak görüyorsa bana yapılanları bilse ortalığı ayağa kaldırırdı. "İyi misin kızım?"

Yanaklarımdan tutup gözlerime bakabilmek için başımı kaldırdığında saçlarım arkaya döküldü. Boynumdaki bazı yerlere gözlerini dikti. "Sana vurdular mı?" dedi inanamıyormuş gibi. Lanet olsun, dövmek mi? Kendimi tutamayıp ağlamaya başladığında babamın gözleri şokla açıldı. Beni kendinden uzaklaştırıp kollarıma ve bacaklarıma baktı.

O kadar şok olmuştu ki sanki biri ona bana yapılanları saniye saniye gösteriyormuş hissine kapılmıştım. Yakınıma geldi. Elleri titriyordu ve bembeyaz olmuştu. Babam sinirlendiğinde etrafı kırıp dökerdi. Babam aşırı sinirlendiğinde ise birkaç dakika hareketsiz kalır sonra etrafı yıkardı.

"Avşar..." diye mırıldandığında ona cevap bile veremedim. "Avşar sana..." o da benim gibi konuşamıyordu. Şoka girmiş gibi bir hali vardı. Mavi gözleri her sinirlendiğinde olduğu gibi laciverte bürünmüştü. "Avşar sana... Dokundular mı babacım?" dehşete düşmüştü.

Anlayışlı ve çaresiz sesi bedenimi titretirken az önce kalktığım deri koltuğa çöküp sarsılarak ağlamaya başladım. Babam önüme diz çöktü. Çenemden tutup kaldırdı. "Hadi anlat bana babacım. Kim olduğunu tarif et." Bir kişiden bahsediyordu. Oysa üzerimde iğrenç ellerini gezdiren iki adam vardı. Ve hiçbir şey olmamış gibi öylece susup şahit olan iki kişi daha.

Konuşmak için ağzımı açtığımda sadece hıçkırmıştım. Dişlerim birbirine çarpıyor, tüm bedenim titriyordu. Babamın bana sarıldığında ısısı iyi gelmişti. "Buz gibi olmuşsun." Dedi ve üzerindeki takım elbisenin ceketini çıkartıp bana giydirdi. 

İçimde ağız dolusu çığlık birikmişti ve bu beni rahatsız ediyordu. Başımı babamın göğsüne yaslayıp çığlıklar atarak ağlamaya başladığımda sırtımı sıvazladı. "Bana isim ver babacım. Bana kim olduklarını söyle." Konuşabilsem hayır derdim. Olan olmuştu.

Babam konuşamadığımı gördükçe daha fazla kahrolduğunu fark ettim. Her ağladığımda canının yandığı fark ettim. Ama duramıyordum. İçime atmaktan şişmiştim. Şimdilik hıçkırmayı kestim ve başımı babamdan çektim. Hıçkırıklarım kendini iç çekmelere bırakmıştı.

"Sen kendini yorma güzel kızım. Ben öğreniyorum."

Kotunun cebinden telefonunu çıkardı. Kulağına götürdü ve beş saniye sonra "Avşar'ı merkeze getiren arabada kimler olduğunu bul ve hepsini yavaş bir şekilde yok et."

Babam bana tekrar sarıldı. Bu kadar kolaydı işte. Emir verdiği adam onları alnının çatısından vuracaktı ve bitecekti. Belki de yavaş bir şekilde yok et'ten kastı, işkence çektirerek öldür olabilirdi. Ama şuan hiçbir şey umurumda değildi. Hiçbir şey. Her şeyden önce kendimi aşağılanmış hissetmem bile beni mahvederdi. Ve bu aşağılanmadan fazlasıydı.

"Hepsi geçecek babacım." Sesi o kadar anlayış doluydu ki... Babam olduğu için çok şanslıydım. Aslında gider işini kendi hallederdi. Hep öyle yapardı ama beni umursuyordu işte. Benim yanımda duruyordu. "Bundan sonra kimse benim kızıma zarar veremeyecek." Dedi sırtımı okşayarak. "Baban yanındayken korkmana gerek yok."

Beni sakinleştirmeye çalışıyordu. "Hadi eve gidelim kızım." Ayakta duracak halim yokken, o merdiven beni korkutuyordu. Şurada kıvrılıp uyumak istiyordum ki babamın sıcak göğsü beni iyice mayıştırmıştı. Hareketsiz kalınca babamın beni kucağına aldı. Hareket edince ısı aniden değişmişti ve ben yine üşümeye başlamıştım. Olduğum yerde iyice büzüştüm.

Babamın kapıyı ayaklarıyla açtığını hissettim. İnsan gürültüleri ve soğuk bedenime işlerken tek istediğim sıcak yatağımda uyumak ve mümkünse uzunca bir süre uyanmamaktı. Dışarı çıkarken soğuk hava bir kez daha beni titretti. Dişlerim, yorgunluktan birbirine çarpacak halde bile değildi. Babamın "Neden bu akşam bizde kalmıyorsunuz?" dediğini duydum. Büyük ihtimalle Şule ve Utku'ya söylemişti. İkisi onaylayan bir ses çıkardı.

"Onun annesi benim. Ben geleceğim." Dedi Annem. "Sen o gece kızıma yaşattıklarından sonra onun hiçbir şeyisin." Dedi babam bıçak kadar keskin bir sesle. "Anıl..." diye mırıldandı annem. Babamın merdivenleri indiğini hissedebiliyordum. "Kocanın yanına git Aydan. Kızımdan uzak dur." Yine mi kavga ediyorlardı? İşin kötüsü yine benim yüzümden. Kavga sebepleri ben olunca daha fazla üzülüyordum. Daha fazla ağlıyordum.

Babam arabanın kapısını açtı. Beni ön koltuğa oturturken biraz dikeldim ama sıcak hava bedenime nüfuz edince yerimde büzüştüm. Arka kapılarda açılırken babam hızla arabayı sürmeye başladı. "Nasıl başladı olay?" diye sordu babam. Gözlerim kapalıydı, hatta istesem hareket bile edemezdim ama sesleri boğuk da olsa duyuyordum.

"Sınav oluyorduk ve aniden üç polis ve belediye başkanı geldi. Murat hoca ısrar etse de götürdüler. Belediye başkanı Avşar'a sert davrandı ve Avşar'da açıkçası sessiz kalmadı." Şule üstün körü olayı özetlerken babamın çenesinin kasıldığını hissedebiliyordum. "Dolandırıcı pezevengi en başından beri sevmemiştim. Avşar'ın neden oğlunu bıçakladığını biliyor musunuz?" diye sordu.

Eyvah, babam Emre'yi tanıyor olmalıydı. Onunla bir husumetim olması için aynı ortamda bulunmamız gerekiyordu. Ve babam sokağı öğrenirse kendime geldikten sonra ağzıma sıçardı. Ki büyük ihtimalle biliyordu da. Babam her şeyi bilirdi.

Şule babama anlatmak zorundaydı. Açık vermeyeceğini biliyordum ama durum ciddiye binmişti. Belki ağzından bir şeyler kaçırabilir korkusuyla yerimde huzursuzca kıpırdandım. Mesajı keşke sadece o alsaydı. "Yanlış bir şey yaptıysan sana kızmayacağım Avşar." Dedi babam. "Sokağa gittim." Diye itiraf ettim, sesim pürüzlü çıkıyordu.

"O sokakta ne işin vardı?" sinirlenmemek için sıkıca direksiyonu kavradı ve yarı açık gözlerimin arasından parmak boğumlarının beyaza büründüğünü fark ettim. "Utku'nun basketbol maçı vardı." Dedim. Biraz da o uğraşsın. "Utku seni dövdüler mi orada?" dedi aynadan arkaya göz atarak. "Bunları babam yaptı." Dedi. Yüzündeki çürüklerden bahsediyordu. "Bana neden gelmedin?" diye sordu, benim konumu rafa kaldırmıştı. Hem sinirlenmiş hem de biraz rahatlamıştım. Kafamın dağılması gerekiyordu.

"İkiniz dostsunuz Anıl abi. Babamı gelip sana kötüleyemezdim." Dedi Utku, bu çocuğun sakinliği beni öldürüyordu. Babamla ilişkimiz öyle olsaydı onu gece uykusunda boğardım. "Yine de konuşurdum evlat, biliyorsun. Ayrıca o sokakta neden maç yaptın?" diye sordu. İşte esas mesele.

"Bahis büyüktü ve kendime güvenim vardı."

"O sokaktan kimleri tanıyorsunuz?"

Babam dedektif kimliğine bürünürken vereceğimiz en küçük açık götümde patlardı. "İsim olarak kimseyi." Dedi. "Zaten fark ettiğim kadarıyla isim kullanmıyorlar. Sadece adımı duymuşlar ve maça davet ettiler." Babam biraz olsun rahatlamıştı. Gülümsedi. "Kazandın değil mi?"

"Elbette."

Sonra üzerime doğru eğildiğini hissettim. Torpidoyu açıp bir gazete kupürü çıkardı. "Bu resimdekilerden her hangi biri size tanıdık geliyor mu?" önce resmi arkadakilere gösterdi. Babam bir eliyle direksiyonu kavramış diğer eliyle gazete parçasını bizimkilere gösteriyordu. Şule ve Utku beyaz tenliydi. Şimdiyse daha beyaz olmuşlardı. "Ha-hayır." Dedi Şule. "Zaten biz maç yaptığımızda sadece şu vardı." Dedi. Koray'ı mı ispiyonladı diye merak etmiştim. "Çakal'ı diyorsun. Eğer bir daha o ve yanındaki kar tanesini görürseniz uzaklaşıyorsunuz."

Kar tanesi.

Bu sabah yaşadığım şoktan daha büyük bir dalga içimde yankılanırken dudaklarım kurumuştu. "Bende bakabilir miyim?" diye sordum. Sesim çatallı çıkıyordu. "Al bak." Gazeteyi kucağıma koyunca dikeldim. Sayfayı katlamamla karşıma sekiz kişinin resmi belirmişti. Bunlar Koray'ın bize tanıttığı arkadaşlarıydı. Hepsi tehlikeli bir şekilde odağa bakıyordu. Sadece iki tanesini görmemiştim.

Hepsinin üzerinde resimde gördüğüm kadarıyla mavi üniforma vardı. Arkada siyah uzun çizgiler ve ellerinde cezaevinin afişi vardı ve tıpkı hapishane filmlerinde olduğu gibi fotoğraf çektirmişlerdi. Bu da onların sabıkalı birer suçlu olduğu anlamına geliyordu.

Resimden dikkatimi ayırmadan son bir kez Koray'a baktım. Parlak gözlerini kısmış ve tehlikeli bir edayla gülümsemişti. Üniformasının altından boynuna taşan dövmelerinin ucu görünüyordu. Kaşı kesikti. Hiç şüphesiz diğerleri gibi yüzünde bir olaya karıştığına dair bir yara izi vardı. O kadar tehlikeli görünüyordu ki içim bir ürperti dalgasıyla sallanmıştı.

Manşette "Suç Çetesi yine iş başında." Yazıyordu. Alt başlıkta ise "Barlar sokağının tehlike saçan sekizlisi yine bir olaya daha karıştılar. Ünlü iş adamı Oktay Keskinkılıç'ın özel şirket kasasını patlattıklarından şüphelenen Bela Sekizli yine delil yetersizliğinden serbest bırakıldı."


Aman.

Tanrım.

Resimlerin altında rumuzları yazıyordu ve Koray'ınkinin altında "Kar tanesi." Yazıyordu. Birinde "Tornavida." Birinde "Çakal." Hepsini tanıyordum. Sadece bana Kızıl ay diye tanıttıklarının altında "Hayalet" yazıyordu. Yemin ederim tanımasaydım korkudan yanımda biber gazı bile taşırdım. Cidden bela gibi görünüyorlardı.

Bembeyaz bir şekilde gözümün ucuyla arkaya baktığımda onlarında benden farklarının olmadığını gördüm. "Şu altında Kar tanesi yazan orospu çocuğu yüzünden avukatlığı bıraktım. Dayısının bankasını soyan bir herifi nasıl savunabilirdim ki?" pekâlâ, şok olmuştum. Ve zihnimin mantıklı kısmı Anıl Hancızade küçük bir çocuk için işini bırakması bana mantıklı görünmemişti. Başka şeyler vardı. İçimden bir ses Koray hakkında bilmediklerimin bunlarla sınırlı olmadığını söylüyordu ve o içimdeki ses her zaman haklı çıkardı.

"Peki, bu gazetenin sende ne işi var? Neden hiç haberlerde görmedim?" diye sordum. Bu kadar iş yapan bir Suç Çetesi neden sır gibi gizli tutuluyordu? "Basına sızmasına izin vermediler. Gazeteye ilanı veren bendim. Yaptıkları tüm işi ortaya çıkaran bendim ama polisler asla iz bulamadı. Yaptıkları her suç biliniyor fakat delil yetersizliğinden tutuklanmıyorlar. Sadece bir kez cezaevine girdiler. Sonra dediğim gibi, delil yetersizliğinden serbest bırakıldılar. Her birinin adresi kayıtlarda yok ama ortak takıldıkları Sokak var. Barlar Sokağı."

Aslında barlar sokağı bir kulübün ismiydi ama o sokağın arkası gece kulüpleriyle dolu olduğundan Barlar Sokağı deniyordu. Bizim bahsettiğimiz Sokak ise fuhuş, uyuşturucu, silah, kumar gibi yasadışı işlerin merkeziydi. Neden polisin oraya el koymadığını düşünürken Koray'ın "Burayı satın aldık." Gibisinden bir şey dediği aklıma geldi. Demek ki orası onların mülkiyetiydi.

Pekâlâ, sevdiğim adamdan fena halde tırsmıştım.

"Sapığın teki şu kar tanesi gibi olan. İçlerinde en masum o gibi duruyor ama en piçi de odur. Başıma bela olup duruyor."

Bir saniye.

Babam Koray'ın antrenörü değil miydi? Ee? Peki babam neden Koray'ı şuan kötüleyip duruyordu? Babam arabasını garaja park ederken tüm yaşadıklarımı unutmuş yeni bir şokla sarsılmıştım. Bir işler dönüyordu ama ben henüz farkında değildim.

Belki de babam Koray'dan uzak durmam için beni tembihliyordu. Koray ilişkilerinin kötü bittiğini söylemişti. Biraz mantıklı düşünürsem açıklar yerlerini bulurdu. Ama öğrendiklerimin bulmacanın sadece bir parçası olduğunu da biliyordum. "Gazeteyi alabilir miyim?" diye sordum. "Tabi, artık bir değeri kalmadı."

İçeri geçerken "Size bir şeyler hazırlamamı ister misiniz, aç mısınız?" diye sordu babam. Benim artık yemek yiyecek halim kalmamıştı. "Biz açız." Dedi Şule ve Utku. "Çüş ya." Diye mırıldandım. Ben yemiyorsam onlarda yemeyecekti! "Siz rahatınıza bakın ben hazırlarım şimdi bir şeyler." Dedi babam ve banyoya girdi.

Üstündekileri çıkar, salona at, duşa gir, mutfağa giriş, kapıyı tıkla.

Babamın yapacaklarını adım adım biliyordum. Odasında soyunsa, yine de kıyafetlerini salona atardı manyak adam.

  Odama çıkarken sıcak bir duş almak istiyordum. "Siz takılın ben duşa gireceğim." Dedim. "Bize neler olduğunu anlat." Dedi Şule. Odamın banyosunun girişinde durdum. "Nasıl bana taciz ettiklerini mi anlatayım? Onu mu istiyorsun?" sesimin asabi çıkması kesinlikle Koray hakkında öğrendiklerim yüzündendi.

İkisinin birden dudağı aralanırken banyoya girdim. Bana fahişe muamelesi yaptıran çiçekli elbisemi çıkardım. Üstü büstiyer tarzındaydı. Bele kadar dar sonrası genişliyordu. Kalın askıları vardı. Şuan üzerimdeki siyah ve çiçekliydi. Dolabım bu elbiselerle dolup taşardı. Altına uyumlu renk, dolgu topuk giyerdim. Ama artık uzun bir süre elbise giyeceğimi sanmıyordum. Adım neredeyse "Bayan elbise"ye çıkmıştı. Bizim okulda yaz mevsimi serbest kıyafetle geçerdi ve bende sürekli elbise giyerdim. Neşemi yansıttığını düşünüyordum. Yine yanılmıştım.

Sıcak suyu açıp altına girdim.  Kafam karmakarışıktı. Her şey üst üste gelmişti ve bundan nefret ediyorum. Anne ve babam, tacize uğramam, Koray'ın sabıkalı bir çete üyesi oluşu.. Tanrım, yoksa Koray filmlerde gördüğüm gangster çetesinden falan mıydı? Hani şu bandanayı takıp elinde silah ve altlarında eski model cadillac'larla banka soyanlardan? Koray'ı sadece bir boksör sanıyordum. Ama hata etmiştim.

Babam, Koray'ın eski antrenörüydü. Fakat sonra Koray kötü işlere bulaşmıştı. Ve o zamanlar avukat olan babamdan kıçını kurtarmasını istemişti. Babam ise itibarını zedelememek adına reddetmişti ve yolları ayrılmıştı. Sonra bir şekilde Koray babama bela olmuştu. Ve babam kendi şirketini kurmuştu. İkisinin düşman olması bu sebepten dolayı olabilirdi.

 Benim tahminim buydu. Hatta gazete parçasında "Oktay Keskinkılıç" ismini anımsadım. Koray Keskinkılıç. Tanrım! Babamın da dediği gibi, Koray dayısının bankasını çetesiyle beraber soymuştu. Hatta Koray birçok bankayı soymuştu. Belki de babam ondan endişe ediyordu.

Ama babamın bilmediği bir şey vardı. Koray benim sevgilimdi. Ve babamın hesabını patlatırsa bende onun kafasını patlatırdım. Öyle bir şey yapmayacağını umuyordum.

İçimden bir ses "Ya babandan intikam almak için seni kullanıyorsa?" diye fısıldadı ve sıcak su artık soğuk akmaya başladı. O kadar çok şey yaşamıştım ki hepsini aynı anda düşünemediğimden sadece bir kısmına yönelmiştim. Bulmacanın sadece küçük bir kısmına.

Ama içimdeki diğer ses de onu deliler gibi sevdiğimi söylüyordu. Eğer bu sevgimin karşılıksız olduğunu öğrenirsem cidden mahvolurdum. Ona çok âşıktım. Hemde çok.

Duştan çıkıp havluma sarınıp ellerimi lavaboya dayadım ve yüzümü incelemeye başladım. Rengim iki ton daha açılmıştı. Saçlarımdaki sular yere damlıyordu ve morluklar açık tenimin üzerinde belirgin bir hal almaya başlamıştı. Boynumdaki bazı kısımlar mordu. Mor, hatta biraz yeşil.. Bacaklarımın da bir farkı yoktu. Ağzımda hala metalik bir tat vardı ve sanki biri silahı sokup çıkarıyormuş hissine kapılmıştım.

O herifin Koray'ın öptüğü yerlerin üzerinden geçmesi, onun dokunduğu yerlere dokunması işimi zorlaştırıyor ve duygularımı çıkmaza sürüklüyordu. Ne hissedeceğimi bile bilmiyordum. Karmakarışık bir haldeydim.

Kafamı geriye atıp boynumu biraz daha inceledim. Bu izler geçene kadar saçlarımı toplamasam iyi olacaktı. Kimseye hesap vermeme isteğinden çok mide bulandırıcı bakışları kaldıramayacağımı düşünüyordum.

Bana fahişe diyen o herif benim ilk öpücüğümü daha yeni aldığımı biliyor muydu acaba? Bilmiyordu. Kimse bilmezdi. İnsanlar sadece dış görünüşe göre yargılardı. Sırf içimi yansıtsın diye elbise giyerken başkaları benim gibi düşünmüyordu. Elbette herkesin görüşü farklı olacaktı. Ama neden? Neden kalp kırıcı oluyorlardı ki.

 Kimsenin kalbini kırmamış, kendimden başka kimseye zarar vermemiştim. Şu zamana kadar hayatımdaki tek kötü olay anne ve babamdı. Ama Koray hayatıma girdiğinden beri öyle şeyler yaşıyordum ki yaşamım daha hareketli bir hal almıştı. İşin kötüsü buna alışıyor gibiydim. Yaşlanmak gibiydi. Farkında olmadan her yıl biraz daha yaşlanıyorduk. Biraz daha büyüyor biraz daha olgunlaşıyorduk ve hiçbiri isteklerimiz çerçevesinde olmuyordu. Bizi buna hayat mecbur ediyordu ve yapabilecek hiçbir şey yoktu. Kendiyle barışık, genç hisseden bir kadın asla yaşlanmak istemezdi ama bir bakıyordu ki, cildi sarkmaya başlamış. Ve bunun için çözümler arıyor. İşte alıştığını, kabullendiğini insan çözüm aramaya başladığında fark ederdi. Karşı koyamayacağını bildiğinden en azından sürecin gelişimini kendisi ayarlamak isterdi.

Yaşlılık için cilt kremleri, kötü görünüm için makyaj, alınan kilolara karşı yapılan diyetler... Hepsi bu gerçekleşecek olan mecburi süreci kendi istediği hızda ayarlamak içindi. Çünkü hiçbir krem yaşlı görünümünü engelleyemezdi, sadece süreyi uzatırdı.

Ve benim hayatım da böyle bir yol çiziyordu. İşin kötü tarafı ben bu süreci saniye saniye tadıyordum. Hiçbiri aniden gelişmiyordu. Ve yaşadığım aşağılanma hissine, kalp kırıklığına hiçbir krem, hiçbir ilaç iyi gelmiyordu. Bana iyi gelecek tek şey aşktı fakat o da artık canımı yakmaya başlıyordu.

Düşüncelere ve iç sesimin nasihatlerine kapılmışken odamın kapısı açıldı ve içerisi yemek kokusuyla doldu. İştahım açılır gibi olsa da midem ben kabul etmeyeceğim der gibi kendini kastı. "Avşar'da yesin mutlaka. Sabahtan beri bir şey yemedi." Dediğini duydum babamın. Bu adam beni gerçekten umursuyor ve seviyordu. İlişkimiz çıkar çerçevesinde değildi. Sadece sevgi ve sadakat vardı. Ayrıca ikimiz de farkındaydık ki birbirimizden başka kimsemiz yoktu. Bu da sımsıkı kenetlenmemize sebep oluyordu.

Bornozumla odaya girdiğimde bizimkiler babamın hazırladığı yemeği masaya koymuş bekliyordu. "Başlasanıza." Dedim. "Seni bekliyoruz. Giyin hadi de hasta olma." Dedi Utku. Dolabımın çekmecesinden iş çamaşırlarımı ve pijamalarımı alıp banyoya yeniden gittim. "Siz yiyin ben daha sonra atıştırırım bir şeyler." Diye seslendim.

"Sensiz başlamıyoruz." Dedi Şule. Ama bir biranın açılma sesini duymuştum. Homurdandım ve giyinmemi hızlandırdım. Banyodaki beyaz dolaptan bir havlu çıkararak başıma sardım ve yanlarına gittim. "Midem istemediğini belli etti." Dedim. "Siz yiyin, gerçekten."

"Avşar okulda da bir şey yemedin."

"Kahvaltıyı sağlam ettik ya."

"Aptal aptal konuşma." Aniden ağzıma bir çatal sokunca içgüdüsel olarak gözlerimi kapattım. Ve çatalın varlığı silah olarak değişti. Zihnimin bana oynadığı oyun midemi sıkıştırmıştı. Kusmak istiyordum ama midemde olan bir avuç şeyi de zaten kusmuştum. Öğürünce ağzımdaki silah gitti. Gözlerimi açtığımda Şule elinde çatalla bana bakıyordu.

"İyi misin?" diye sordu dehşete düşmüş bir sesle. Arabada değildik. Ve o sadece aptal bir çataldı. Ve karşımdaki de Şule'den başka birisi değildi. "İyiyim." Dedim derin bir nefes alarak. Cidden açtım. Ve babamın iyi bir aşçı olduğunu bildiğimden midem guruldadı.

Şule'nin elinden çatalı alıp domates soslu tavuğu yedim ve Utku'nun kendisine açtığı biradan bir yudum aldım. "Hey, seninkini orada." Dedi itiraz eden sesiyle. Gülümsedim. "Çok üşendim." Dediğimi belli etmek için yatağa iyice kuruldum. "Bana bakın yatağa dökülmesin karabasanlarla gelir sizi basarım sonra." Diye uyardım onları. Onları daha fazla endişelendirmemek için eski hamle dönmem gerekiyordu. "Bu gece buradayız." Dedi Şule sırıtarak. "Hayır!" diye itiraz ettim.

"Bakın artık büyüdük? Sığamayız?" dedim endişeli bir sesle. Tanrım! Ben yatağa yayılıp ağlamak istiyordum. "Sıkışırız kanka." Dedi tatlı tatlı gülümseyerek. Yüzümü ekşitip dudaklarımı sarkıttım. Şule benden daha fazla rahatına düşkündü. Adım gibi biliyordum ki sırf gece kendimi mahvetmeyeyim diye yanımda kalacaktı. Beni benden daha iyi tanıdığı zamanlar oluyordu çünkü.

"Pekâlâ." Dedim kabullenmiş sesiyle. Sırf güzel düşüncesi ve iyi neti hatırına kabul etmiştim yoksa onları misafir odasına da gönderebilirdim. "Oha." Dedi Şule Utku'nun tabağını bitirdiğini görünce. "Kaşla göz arasında hepsini yemişsin!"

"Kendi hakkımı yedim be."

"Seninkinden otlanacaktım aç gözlü."

"Diyene bak."

İkisinin haline sırıtmadan edemedim. Keşke gülüşüm gözlerime kadar ulaşsaydı. Keşke şuanın keyfini sonuna kadar çıkarabilseydim. "Aşağıdan bir tabak daha alırsın Şule." Dedim. "Onunkini istiyorum." Diye küçük bir çocuk gibi omuz silkip dudaklarını büzdü. "Midemden çıkartamam, üzgünüm. Neyse benim dışarıda ufak bir işim var." Dedi.

Çok fazla sabırsız olduğunu fark ettim. Kanı çekilmiş gibi bembeyaz olmuştu ve elleri belli belirsiz titriyordu. Gülüşü benim gibi gözlerine ulaşmıyordu. Beni ürküten kısım da gülümsediği halde gözlerinin çok donuk bakmasıydı. "Terliyorsun Utku?" dedi Şule elini sevgilisinin alnına bastırarak. "Biraz üşüttüm de ondandır." Dedi Utku hızlı hızlı. Yalan söyler gibi bir hali vardı.

"Gitmeliyim." Dedi ayaklanarak. Şule'nin kafasındaki yanıp sönen ampulü görür gibi oldum. "Kriz geçireceksin değil mi?" diye sordu acı bir gülüşle. "Kafayı çekmeye gidiyorsun." Babam kadar sinirli görünüyordu. Ve haklı olduğunu fark ettim. Bilmediğim için anlamamıştım ama şimdi taşlar yerine oturuyordu.

"Şule işime karışma." Dedi, dişleri birbirine çarptığından sesi pürüzlü çıkmıştı. "Umarım aşırı dozdan ölürsün." Dedi, titreyen sesiyle. Şuan odadaki tek ses Utku'nun birbirine çarpan dişlerinden çıkan sesti. Ve hırıltılı nefes alışverişleri...

"Biliyorsun ki bırakacağım..." hani kumarbazlar olurdu ya, "Bu son oynaşıyım." Diye ikna ederlerdi karşısındakileri, Utku'nun davranışları bana onu anımsatmıştı. "Bari beni kandırma." Dedi Şule tükürür gibi. Utku sanki kalıp onu ikna etmek istiyormuş gibiydi ama biliyordu ki gitmezse kriz geçirecekti. "Bugün sabahtan beri kullanmadım. Yavaş yavaş bırakıyorum ama aniden bırakmak zararlı tabi."

Şule soğuk bir kahkaha attı. "Çocuk kandırıyor ya." Utku ellerini saçlarının arasından geçirdi. "Şule sana yalan söylemiyorum." Dedi, ikna etmeye çalışıyordu ve çaresizliği elle tutulur cinstendi. "Bende içmek istiyorum." Dedi Şule aniden. "Ya beni de götürürsün ya da ilişkimiz biter."

Gözlerim fal taşı gibi açılırken ona baktım. "Saçmalama Şule. Utku gelecek. Ve doktor bulacağız. Benimle kalmalısın." Heyecandan çok hızlı konuşmuştum. "Hayır." Diye diretti Şule. "Ne pislik yapıyorsa beraber yapacağız."

Ben bunu Koray'a söyleseydim büyük ihtimalle gider banka soyardık veya çatışmaya girerdik. Ah. Bir de o vardı. "Şulecim lütfen beni çaresiz bırakma." Şule'nin inadını bildiğinden sesi pes etmiş çıkıyordu. "Bunu sana yapamam."

"O zaman kendine de yapma."

"Şule! Kriz geçirirsem etrafa zarar veririm."

"Kendine zarar vermenden iyidir!"

İkisi tartışırken Şule aniden odadan çıkınca Utku'yla şaşkın bir edayla birbirimize baktık. "Avşar sen bana inanıyorsun değil mi?" diye sordu. Başımı salladım. "İnanıyorum sana ve yanındayım biliyorsun. Sadece Şule seni sevdiğinden yapıyor böyle. Güven bana."

Şule'den on dakika boyunca ses çıkmayınca ikimiz de meraklanmıştık ve Utku'nun ten rengi giderek değişiyordu. Titrediğini ve oturduğu yerde kollarını etrafına sararak sallandığını fark ettim. "Kötüleşiyorum." Dedi korku dolu bir sesle. "Sakinleştirici bir işe yarar mı ki?" diye sordum endişeyle. "O uyuşturucudan farksızdır." Dedi ve hata yaptığını anlamışçasına duraksadı. "Lütfen getir."

Kendi salaklığıma üzülürken Şule aşağıdan seslendi. "Yardım eder misiniz? Bileğimi burktum." Utku koşturarak çıkarken peşinden gittim. "Neredesin Şule?" sesi merdivenlerden gelmişti ama ortada yoktu. "Kilerdeyim."

Kiler? Onun kilerde ne işi vardı? Ben bile gitmezdim oraya. Küçük bir odaydı ve doğalgaz peteği sayesinde hamam gibi olduğundan özellikle yaz mevsimlerde gitmeyi tercih etmezdim. Kombi ve şofben de orada olduğundan zaten hiç gitmiyorduk.

Utku kaşlarını çatarak bana baksa da tırabzana sıkı sıkı tutunarak kilere indi. "Şule?" aniden metal sesi belirdi ve boğuşma sesleri geldi. Küçücük yere sıkışamayacağımızdan ben arkada kalmıştım. "Şule ne yapıyorsun?" diye bağırdı Utku. "Gitmeni engelliyorum."

Merakla açık kapıdan onla baktığımda Şule, çocuğu peteğe kelepçelemişti. "Kelepçe fantezin olduğunu bilmiyordum." Dedi Utku, ama şaka yapar gibi görünse de korkuyordu. Kriz geçireceğinden. "Kelepçeyi nereden buldun!" diye tısladım ona. "Babandan." Dedi ve tatlı tatlı gülümsedi. "Biz gidelim. Sabah Utku'yu da alır dolaşmaya çıkarız." Ah, yarın cumartesiydi ve nedense ilk defa sevinmiyordum.

"Şule!" dedim dişlerimin arasından. "Onu böyle bırakamayız. Havasız kalır." Tanrım! Bugün neden biraz daha sakin geçmiyordu?  "Bırakırız." Dedi ve Utku'nun bağırmasına aldırmadan kapıyı kapattı. "Gerçekten çok korkunçsun." Dedim, cidden korkmuştum Şule'nin bu tavrından. "Aklı başına gelsin. Al sana doktor. Para da almıyorum!"

"Yastık vermeliyiz." Dedim. "Sen gider çözersin. Ben hallederim." Utku'nun bağırma sesi geldi. "Çıkar beni şu yerden Şule!" Utku, hep sakin ve anlayışlı bir çocuk olmuştu ama şuan ki halinden tırsmıştım. Sesini çok nadir sinirli duyardım. Ayrıca babam neredeydi?

"Babam nerede peki?" diye sordum odama yastık almaya çıkarken. "Dışarı çıktı ama üzerinde eşofmanları vardı." Dedi. Sigara alacaktı büyük bir ihtimal. Şule'ye odamdaki gömme dolaptan bir yastık verdim. "Şule bunu yaptığına inanamıyorum." Dedim. Omuz silkti ve yastığı kucaklayarak kilere indi. Bende yapacaklarını merak ettiğimden peşinden gidiyordum.

"Şule çıkar beni buradan!" diye bağırıyordu Utku. "Ses tellerine yazık ediyorsun, öyle bir şey olmayacak." Dedi ve kapıyı ayağıyla sertçe açtı. İçeri girmesiyle çığlık atarak gürültü çıkarması bir oldu. "Ne oldu?" diye sordum kapının pervazından. Şule yere yapışmıştı ve eğer yastığı yüzüne siper etmeseydi büyük ihtimalle estetik yaptırmak zorunda kalacaktı. Utku'nun bacaklarına takıldığını düşündüm.

"Çelme taktı hayvan." Diye soludu kafasını kaldırarak. "Eğer yerinden kalkarsan bacaklarını kırarım. Burada kalacaksın." Dedi Utku keskin bir tonla. "Siktir." Dedi ve ayağa kalktı. Utku bacaklarını oynatınca Şule acıyla inleyerek dizlerinin üstüne düştüğünde hayretle onlara baktım. "İkiniz de birbirinizden delisiniz." Dedim hayretle.

"Kalkamazsın." Dedi Utku ve ağlıyordu. Burnunu çekti. "İyi o zaman." Dedi Şule. "Avşar bana bir yastık daha lütfen." Burnumdan soluyarak merdivenlere bastıra bastıra odama çıkıp bir yastık bir de ince battaniye alıp kapıdan onlara fırlattım. "Ne haliniz varsa görün!" bu sırada çelik kapını açılma sesi geldi.

"Baba?" diye sordum onaylamak için. "Kızım?" dedi babam da. Yanına gittim. "Baba bunların ikisi beni sattı. Bu gece benimle beraber yatar mısın?"

"Yatarım tabi kızım." Dedi ve saçlarıma bir öpücük kondurdu. "Sarışınlar nerede?" dudaklarımı büzdüm. "Şule Utku'yu kilerdeki peteğe kelepçeledi. Şuan ikisi de orada yatıyor." Dedim babam kaşlarını çattı. "Şule benden onun için mi kelepçe istedi?" şaşırmıştı.

"Evet. İkisi de manyak." Dedim. Beni bırakıp kilere doğru ilerlemeye başladığından peşinden gittim. "Ne bu haliniz?" diye sordu babam. "Bu çocuk kriz geçiriyor." Dedi sonra iki kat daha şaşkın bir halde. "Bu geri zekâlı bağımlının teki. İçmesin diye bu yöntemi deniyorum." Dedi Şule. Yastığını Utku'nun bacaklarına koymuştu ve battaniyeyi de üstüne örtmüştü.

"Utku sen kokain mi çekiyorsun yavrum?" diye sordu babam yanına eğilerek. Elinin tersini Utku'nun alnına dayayıp ateşini ölçtü. "Babamın sattıklarından." Dedi iğrendiğini belli eden bir sesle. Babamın çenesi kasıldı. "Demek ondan kavga ettiniz." Dedi babamda. "Onun hakkındaki her şeyi öğrendim ve o da yediremeyerek beni dövdü. Buna kavga denmiyor."

Hala dişleri birbirine çarpıyordu. "Utku'yu sıcak tutmanız gerek o zaman." Dedi. "Şule üzerindekini Utku'ya sar." Dedi babam. Anlaşılan pek bir biliyordu bu işleri. "Banane. Donsun." Dedi umursamazca. Babam bana bir bakış attı. Bu da demek oluyordu ki "Git pike getir."

Derin bir nefes alarak odama çıktım ve gömme dolaptaki yeşil pikeyi aldım. Merdivenlerin tepesinden babama atınca tek eliyle yere düşmek üzere olan örtüyü alıp eğildi ve Utku'ya sarmaya başladı. "Sana doktor bulacağım." Dedi babam. "Bu böyle olmaz."

"Olur, Anıl abi." Dedi Şule ters ters. "Ne çirkef bir kız çıktın sen öyle." Diye güldü babam. İster istemez bende sırıtırken buldum kendimi. Utku nefes nefese "Bununla nasıl başa çıkıyorum acaba." Dedi, sanki ölüyormuş gibi çıkıyordu sesi. Babam bana bir bakış attı. "Ben tanıdığım doktoru arayacağım. En erken ne zaman tedavi olursan o kadar iyi."

"Sana çok şey borçluyum." Dedi Utku, "Sen benim de oğlumsun." Dedi babam ihtiyatla. "Madem tedavi olacağım bari son bir kez..."

"Ya diyorsun ki gel Şule kafamı kopar benim." Onun bu kadar sinirlenmesinin bir sebebi varsa o da korkuydu. Korkuyordu. Onu kaybetmekten. "Dayan oğlum, eskisi gibi olacaksın." Dedi babam elini Utku'nun titreyen omzuna koyarak. Terden sırılsıklam olmuştu. "Sizi yalnız bırakalım."

Babamla yukarı çıkarken odasına gittiğini görünce "Hani benimle yatacaktın?" dedim çocuksu sesimle. "Doktoru arayacağım dedim ya." Babamın bir işi oldu mu saat fark etmiyordu. Babam istediğini istediği zaman alan inatçı ve tuttuğunu koparan tiplerdendi. "Onun öncesinde sana bir şey söylemek istiyorum." Dedim ellerimi arkada birleştirip babamın yakınına giderek.

"Söyle prensesim?"

"Ben sanırım seninle kulübe gittiğim gece o resimdekilerden bir tanesini gördüm benimle biraz konuştu ama hangisi emin olamıyorum..."

Babamın kaşları yay gibi havaya kalktı. "Sen ciddi misin? Resme bakıp kim olduğunu çıkarabilir misin?"

Başımı salladım. "Başka gazete, resim, haber var mı diye soracaktım sadece." Dudağımı dişledim. Çok kötü bir insan olmuştum. "Olmaz mı..."diye mırıldandı.

"Her yer onlarla dolu. Kimliklerini ifşa etmeye çalışıyorum ama cidden sırlarım buna izin vermiyor. Ve benden sana baba tavsiyesi; kimseye güvenme. Sırrını sadece sen bil ve asla kendinden taviz verme. Başını eğme, karşındakine lütfen deme ve sakın... Âşık olma."

Gözlerim büyürken babamın sesi çok içtendi. "Âşık olmak yapacağın en büyük hata olur. Özellikle de yanlış birine. Seni çok başarılı yetiştireceğim kızım. Akıllı olduğunu biliyorum. Beni sevdiğini de. Bizim birbirimizden başka kimsemiz yok, bunu aklından çıkarma."

Birazdan Koray'dan ayrıl diyecek gibi bir havası vardı ve bu beni korkutuyordu.

"Belki avukat olamazsın ama..."

"Olabilirim baba. Senin için çalışırım ve bunu seve seve yaparım." Dedim, eh biraz da torpil fena olmazdı doğrusu. Babam nasılsa eski avukattı. Benim zorlanacağım tek kısım sınavdı yoksa kalın kalın kitapları okumaktan büyük zevk alırdım. Hatta tarihi şeylere bayılırdım. Ama avukat olacak birine de matematik sormaları midemi bulandırıyordu. Sadece sınavda zorlanırdım onun dışında, sınavı atlatırsam avukat olmam kaçınılmazdı.

"Akıllı olduğunu biliyorum. Eskiden bende senin gibiydim. Dersler saçma gelirdi. İnan bana, dersler saçma. Ama içinde varsa seni avukat yaparım. İçinde yoksa, seni başkomiser yapacağım, benim için çalışacaksın."

"Neden şirketin başına geçmiyorum?" dedim kaşlarım merakla çatarak. "Bu işler seni aşar. Çok safsın sen. Harcarlar seni."

"Bu yüreklendirici bir konuşma oldu."

Babam gülümsedi. "Sana güveniyorum ve baba kız çok güzel işler yapacağız. Artık büyüdün..." dedi, çalışma odasına ilerlediğini görünce usulca arkasına takıldım. Kendi koltuğuna otururken bende masanın bitişiğindeki deri koltuğa oturdum.

Burası tütün kokuyordu. Ve babam buraya kimseyi sokmazdı. Bazen eve iş arkadaşları gelirdi, bu oda onun içindi. Babamın çok para kazandığını biliyordum ama hiçbir zaman gösterişli bir aile olmamıştık. "Sana iş hayatımdan pek bahsetmedim ama,"

"Sadece hukuk okuduğunu biliyorum baba." Dedim onu onaylayan bir sesle. Babam ben bir mafyayım derse açıkçası şaşırmazdım.

"Evet, genç yaşıma rağmen başarılı bir avukat oldum. Ama başarılı ve fazla şey biliyorsan ayağını kaydırmak için her türlü kahpeliği yapabilecek adamlar var." Dedi başını sallayarak. Kendine arkadaki cam kapaklı vitrinden bir bardak ve viski çıkardı. Açıkçası çok güzel kokuyordu ve benim içtiğim yeşil çaya benziyordu rengi. Altın rengi ve kehribar arası bir şeydi. Ve babam bir şeye merak sardıysa en iyisini alırdı.

Kristal, yuvarlak ve kalın cam tabanlı bardağa az sayılabilecek kadar doldurdu ve bir yudum aldı. "İçmek istersen bir kereye mahsus benim yanımda deneyebilirsin." Dedi. "Biliyorsun yaptıkların doğru veya yanlış fark etmez arkandayım, kızım. Bunu aklından çıkarma. Kimseden korkmana gerek yok. Benim desteğim sonuna kadar arkanda ve son nefesime kadar bu böyle olacak."

Babam, çok nadir böyle ciddi konuşmalar yapardı. Hatta en son böyle ciddi bir konuşma yaptığında sekizince sınıftaki SBS'den bahsediyorduk. Yüreğim ağzıma gelmişti sınav günü. Tüm arkadaşlarım ağlarken ben havalı bir biçimde, yüzümdeki tek kas oynamadan girip çıksam da, gecelerce uyuyamamıştım.

"Bunu zaten biliyorum baba. Sen harika bir babasın." Dedim, şuan ciddi konuşması beni ürkütse de genel olarak benimle beraber eğlenceliydi.

"Dört dörtlük bir öğrenci değilsin. Olmanı beklemiyorum zaten. Bende değildim. Fakat sen farklısın. Karakterli ve kendinden taviz vermeyen güçlü bir kızsın. Ve ileride çok başarılı olacağına eminim."

Yarım ağızla gülümseyerek başımı eğdim. Babamdan bu tür iltifatları almak gururumu okşuyordu. "Bunun için çok dikkatli olman gerek. Seninle ne zaman bu konuşmayı yapacağımı merak ediyordum. Şimdi tam sırası."

  Ağırca yutkundum. Babam beni endişelendiriyordu. "Benim çok düşmanım var. Gerçekten güçlü ve acımasız düşmanlarım. Ve biliyorum ki büyüyen kızım da benim için tehdit oluşturacak. Aklım arkada kalsın istemiyorum."

Yüzümdeki kan çekilse de çaktırmadım ve dinlemeye devam ettim. Yaşına göre fazla genç görünen ve içmekten kırmızı renge bürünmüş gökyüzü mavisi gözleri, atletik yapısı ve ince zekâsıyla babam cidden yakışıklı adamdı. Ve ciddi konuşmalar yaparken sesinin tonlaması değiştiriyor ve konunun ne kadar önemli olduğunu vurguluyordu.

"İşte o yüzden..." dedi ve çekmecesini açtı. Masaya boş bir silah ve dolu bir şarjör koydu. Dudaklarım ince bir çizgi halini alırken üşüdüğümü hissettim. "Yarın atış poligonuna gidiyoruz. Biraz ateş etmeyi öğrenmelisin. Seni karateye gönderdiğim için kendimle gurur duyuyorum ayrıca. İstediğinde sert, kötü ve kurnaz olabileceğini biliyorum. Ve bana güvendiğini de. Onun için ablanla sen farklısın. Onun için benim yardımcım sen olacaksın."

Dudaklarımı yaladım. Evet, yapabilirdim, ama babam okulumu erteleyip ateş etmeyi öğrenmemi istiyorsa cidden endişelenmeliydim. "Korkmana gerek yok. Sadece... Düşmandan kaçamazsın, kızım. Fakat onu alt edebilirsin. Kaçış yoksa kurtuluş var."

Terleyen avuçlarımı birbirine sürttüm. "Senin için her şeyi yapabileceğimi biliyorsun." Dedim, sesimin normal çıkmasına seviniyordum. Titrerse, babam hayal kırıklığına uğrardı. Bana güveniyordu. Fakat ona ihanet ediyormuş gibi hissediyorum.

"Yavaş yavaş dostu düşmanı tanıyacaksın. Bu silah ruhsatlı. Ve yanında taşıyacaksın. Her zaman arkanı kollaman gerekecek. Bu hayatı istemediğini biliyorum. Ama bazen mecburuz kızım ve dediğim gibi-"

"Kaçış yoksa kurtuluş var." Diye sözünü kestiğimde yüzüne tatmin olduğunu belli eden bir gülümseme yerleştirdi. "İşte benim kızım." Gururumun okşanmasıyla bende gülümsedim. Sonra aniden aklına bir şey gelmiş gibi sandalyesiyle geriye kaydı ve çekmecen bir gazete yığını çıkarıp masaya koydu. "Bu oda artık ikimizin. Gizlimiz saklımız yok. Ben çıkıyorum. Sen incelersin."

Başımı salladım ve babam çıkarken en üstteki gazeteyi aldım. Koray ve takımının cezaevinde çekilmiş üniformalı fotoğrafları her yerdeydi. Bana karşı sürekli güler yüzlü ve kırılgan bakışlı olan sevgilimin kameraya bu denli korkunç, sert ve alaylı bakması ürkütmüştü. Koray bana yalan söylememişti belki ama her şeyi gizlemişti. Bu beni ondan soğutmuyordu. Tamam, belki bunları suratına çarpmak ve kafasına çivi yerleştirmek istiyordum. Tamam, kezzapla yıkayıp yaralarına tuz dökmek istiyordum ama bu onu her gördüğümde kalbimin küt küt atmadığı, nefesimi kesmediği anlamına gelmiyordu.

Koray babamın düşmanıydı. Babamın düşmanı benim düşmanım demekti. Ve ben düşmanıma âşık olmuştum.

Continue Reading

You'll Also Like

3.5K 2.4K 9
"Yaşanmış bir hayat hikâyesinden esinlenilmistir" **** 70'li yılların ortalarında ,arkadaşı için kız kaçırılmasına yardım eden Yusuf,uzun süre kaçma...
207K 13.7K 57
Hayır olamaz kesinlikle olamaz 'o burada' derken gözlerimi kapattım ve balkonun demirlerine sıkı sıkı tutundum. Dönmeyecektim bu nedenle kendimi kor...
21.9K 1K 28
Hiç bir zaman gerçek aile sevgisi görmeyen,yanlız kalan,eziyet gören ve en önemlisi aşk denen şeyle uzun zaman sonra küsmüş olan Işık Rusya'nın en bü...
427K 3.5K 24
Hikayede sık sık +18 ve şiddete yer verilecektir! Yaş sınırını göz önünde bulunduralım.