Mürekkep Dünya

By gecedendusenyildiz

45.7K 3.1K 414

Gücünü ve güzelliğini adından alan bir kız ; Safir. Tek sığınağı kitaplarken şimdi bir kitabın içinde esir... More

1-
2-
3-
4-
5-
6-
7-
8-
9-
10-
11-
12-
13-
14-
15-
16-
17-
18-
19-
20-
21-
22-
23-
24-
25-
26-
27-
28-
29-
30-
31-
33-
34-
35-
36-
37-
38-
39-
40-
FİNAL-
DUYURU-

32-

605 62 7
By gecedendusenyildiz

Kısa ama öz bir bölüm olduğunu düşünüyorum. Bölümleri çok bekletmeden yazıp yayınlamaya çalışacağım. Elimden geldiğince hızlı olmaya çalışacağım yani. :) Bu arada bölümü medyadaki şarkıyı dinleyerek okumanızı tavsiye ederim. Keyifli okumalar. *-*



Düşerken kapattığı gözlerini kendini birinin kollarında hissedince araladı kız. Karşısında bir çift okyanusu beklemiyordu. Bu iri gözlerin her hücresini ezberlemişti edata. Bir şekilde kendini o gözlerin kıyısında buluyordu. Ondan kaçtıkça onun içinde yıldızları barından yüzünün kıyısında dolaşıyordu. Elleri istemsizce çocuğun alnına düşen sarı saçlarında dolaştı. Aras'ın endişeli bakışları kızı görünce sona ermişti. Saçlarında dolaşan ellerini yeniden hissetmek huzur veriyordu. Ne yaptığının farkına varan Safir, hızlıca ellerini çekip Aras'ın kucağından inmek için çabalasa da Aras buna izin vermedi. Kızı kendine sıkıca bastırıp adımlarını beyaz koridorda kendi mahzenine doğru yöneltti.

Geldiği tünel evin altında sona eriyordu. Üst kata açılan gizli bir geçit vardı. Üst kat ile koridoru bölen cam geçidin üzerinde Safir'i gören Aras hızlıca camı çekti. Kucağına düşen Safir'e bakmaktan alamıyordu kendini. Endişesi sona erse de tam olarak huzura erdiği söylenemezdi. Alnından akan mürekkebi durdurmaları gerekiyordu. Her ne kadar güçlü durmaya çalışsa da Aras bunun ardından kırgınlıkların ve güçsüzlüğün durduğunu çoktan öğrenmişti. Safir iyi değildi. Bunu bal rengi gözlerindeki acıdan görüyordu. Onun canının yanması Aras'ın da canını yakıyordu. Aralarında, şu kısa sürede kimsenin göremediği bir bağ oluşmuş gibiydi. Beraber nefes almalarını sağlayan bu bağ gece gibi karanlıktı. İmkansızlığın karanlığı. Ancak ikisi de kendini karanlıktan alıkoyamıyordu. Gündüzden daha çekici şeyler vardı orada. Yıldızlar oradaydı, ışıklar, içlerinde patlayan havai fişekler. Aşk, karanlıktaydı. Yıldızları görebilmeleri için.

"Yürüyebilirim ben."

Safir'in sesi güçsüzlüğünü ele veriyordu. Ellerinden birini yumruk yapıp Aras'ın göğsüne küçük bir yumruk vursa da Aras bundan etkilenmemişti.

"İnadı bırak bir defa da."

Kız, itiraz edecek gibi olsa da Aras'ın ona bakmayan gözleri engel olmuştu. Homurdandıktan sonra kollarını onun boynuna doladı. Çok geçmeden bir kapıya vardılar. Aras istemeyerek de olsa kollarındaki kızı yere bıraktı. Küflü parmaklıkları kaldırıp cebinden Ozan'dan aldığı anahtarı çıkarıp kilide yerleştirdi. Büyük, metal kapı kolayca açılmıştı. Zar zor ayakta duran Safir, Aras'ın onu tekrar kucağına almasına engel olarak aralıktan içeri girdi.

Odayı kaplayan duvarlar geldikleri koridordan ve Aras'ın evinden farklı olarak sinir bozunu bir beyaza ev sahibi yapmıyordu. Hatta daha doğrusu evde beyaz pek bir şey yoktu. Açık mavi duvarlara krem rengi mobilyalar eşlik ediyordu. Karşılarındaki duvar ise boydan boya grafiti ile kaplıydı. İç içe geçen şekillere anlam vermek zordu. Mavinin üzerinde sırıtan kan kırmızı bir şerit dikkat çekiyordu ilk olarak. Ardından diğer renkler teker teker kendilerini belli ediyordu. Çizgilerden oluşan bu grafitilerin arasında küçük çiçekler vardı. En tepede ise, duvar ile tavanın birleştiği yerde, koyu mavi boyanın üzerine yıldızlar çizilmişti. Gördüğü tablo Safir'i kendine hayran bırakmıştı. Nereye geldiklerini bilmeyen Safir şaşkınlıkla bakışlarını Aras'a çevirdi.

"Anlatırım sonra. Şimdi başına pansuman yapalım. İyi gözükmüyorsun."

Safir itiraz edecek gibi olsa da Aras'ın haklı olduğunu bildiği için sustu. İyi gözükmediğinin farkındaydı. Durum bundan daha beterdi. İyi hissetmiyordu. Aras'ın yanında olduğu süreçte başının içinde dolanan sineği unutsa da onun sözleriyle kendini bir anda sergilemiş, yine kızın başının içinde dolaşmaya başlamıştı. Üstelik vızıltısı şiddetini arttırmıştı. Kafasını vurarak sesi ve acıyı sona erdirmek istiyordu kız. Sanki başı vücudundan ayrılmadıkça acı da gitmeyecek gibiydi. Ellerini sızlayan yarasına bastırdı. Mürekkep yeniden kendini serbest bırakmıştı. Temasın verdiği acıyla Safir kendini inlemekten alıkoyamadı.

Aras, kolonilerle ayrılan odacığa girdiğinde Safir, krem rengi koltuklardan birine oturdu. İp yüzünden elinde ve ayağında izler oluşmuştu. Ne kadar süredir o halde olduğunu merak etmeden edemedi. O adamdan nefret ediyordu. Gün gelecekti, o adamdan yaptıklarının acısını çıkaracaktı. Adaletin yerine bulmasını sağlayacaktı. Bunu yapmak zorundaydı. Onu kaçırmasını umursamıyordu. Kendi kızını bir piyon gibi kullanmış olmanın bedelini ödemek zorundaydı. Bir kez bile olsa dünyada iyiler kazanmalıydı. Ama önce Mürekkep Dünya'nın kanı daha fazla akmamalıydı.

Ellinde küçük bir çanta ile girdiği yerden çıkan Aras çantayı koltuğun kenarına bırakıp Safir'in yanına vardı. Kız daha ne olduğunu anlamadan ayaklarını koltuğa uzattı. Ve Safir'in başının altına bir yastık koydu. Küçük mırıltılar halindeki itirazları işe yaramayınca onların yerini homurdanma almıştı. Durumdan hoşnut olan Aras bunu gizleme ihtiyacı hissetmeden dişlerini gösterdi. Keyfi yerindeydi. Safir'in nefesini yeniden hissediyordu. Şu an bundan güzel başka bir şey daha olamazdı. Yaralı olmasına ve bunu yapanlara daha sonra sinirlenecekti. İçini kaplayacak öfkeyi şimdi gün yüzüne çıkarmadan Safir'in varlığının keyfini çıkarmalıydı.

Koltuğun kenarından gerekli malzemeleri çıkardı. Önce oksijenli su ile kızın yarasını temizledi. Yarası derindi. Alnı dikiş isteyecek kadar açılmıştı. Bunun yere çarpmayla oluşacak bir darbe olmadığını biliyordu. Adam silahın kabzasıyla vurduğunda oluşmuş olmalıydı. Yavaştan kendini göstermeye başlayan öfkeyi kontrol altına almak için yutkunmakla yetindi.

"Andrina kırgınlığını hissetmiş. Benim yüzümden olduğunu biliyorum. Ama sen de benimle konuşmadan çekip gittin. Merak etmiyor musun?"

Bir anda konunun böylece önüne serilmesini beklemeyen Safir gözlerini tavana sabitlemişti. Görüş alanındaki maviliklere bakmamaya özen gösteriyordu. Merak ediyordu, hem de deli gibi. Ama kırılmıştı ve daha fazla kırılmak istemiyordu. Bu yüzden sesini çıkarmadan bekledi. Kitaba ilk düştüğünde aptal kitap karakterlerinden olmayacağım demişti kendine. Ama git gide onlara benzediğini hissediyordu. Aptallaşıyordu. Her düşüncesiyle, her hareketiyle. Zaten aşkın olduğu yerde mantıklı bir davranışın da var olması mümkün müydü?

"Leyla. Kaçmaya çalıştığım insan, kaçmaya çalıştığım geçmişim. Bana burayı, bu mahzenleri öğreten o. Beni karanlık bir adama dönüştüren de. Onu, ailemi yani beni evlatlık alan ailemi kaybettikten sonra tanıdım. Güneş gibi doğduğunu sandım hayatıma. Sonra beni buraya sürükledi. Ve en azından yeryüzünde sağlanamayan adaletin burada bir nebze de olsa sağlanabildiğini gösterdi. Ama o adalet peşinde değildi, intikam peşindeydi. Ortak noktamız da buydu. İkimiz de Armen'den nefret ediyorduk. O, neden nefret ediyordu bilmiyordum. Sonra bir gün öldü, öldürüldü. Beni soktuğu bu çukurda bırakıp gitti. Sonra söz verdim kendime. Onun intikamını da alacaktım. Armen'den ve onu öldürenden. Birinin gözlerinin önünde, kanlar içinde yatmasını kaldırmak pek kolay değil. Verdiğim bir diğer söz de... Kendimi, birini yeniden beni yerle bir edecek kadar sevmekten uzak tutmaktı. Ama bugün anladım ki bu bizim elimizde değil. Sen öylece kaybolunca... Neyse işte. Böyleydi bizim hikayemiz. Karanlığın içindeki güneştik."

Safir, kısa kesilen hikayenin ardından tavandaki gözlerini Aras'ın maviliklerine değdirdi. İlk defa oradaki hüznü, acıyı ve diğer duyguları bu kadar net görüyordu. Aşkı da. İlk defa tüm çıplaklığıyla karşısındaydı. İçinde oluşan onu sarıp sarmalama isteğine engel oldu. Bu kitap bittiğinde gidecekti. Aras'ın yeniden bir acıya saplanıp kalmasını istemiyordu. Üstelik aynı acıyı kendisi de hissedecekti. Gözlerini kapatıp içini istila eden seslere aldırmamaya çalıştı. O yanındayken tüm mümkünlerin kıyısındaydı. Şimdi anlıyordu Turgut Uyar'ın mısrasını. Tüm mümkünlerin kıyısında olmanın ne demek olduğunu merak etmişti hep. İnsan nasıl tüm mümkünlerin kıyısında olabilirdi diye düşünmüştü sürekli. Şimdi yaşıyordu. Her zaman merak ettiği duygular çoktan içini kaplamıştı. Bir ateşin içinde savruluyordu. Kaçacak vakti olmamıştı. Yanacağını anlamayacak kadar toydu daha. Bile bile yürümüştü içine alevlerin. Bu öyle bir şeydi ki kendini yanarken özgürlüğün koynunda buluyordu. Ona bir dokunduğunda yıldızlar avuçlarına doluyor, güneş kalbini ısıtıyor, bulutlar onu yağmurdan koruyordu. Tüm imkansızlar bir anda mümkün oluyordu. İçine girdiği karanlıktan korkmuyordu. Çocukken yıldızların ışığına sığındığı karanlık, şimdi tenine işlemişti.

"Biliyor musun, ben en çok karanlıktan korkardım. Ama şimdi. Karanlıktayım. Ve korkmuyorum. Yıldızlar, karanlığı güzelleştiren süslerdi benim için. Karanlığımı ve korkumu alıp götüren. Ama şimdi yıldızlardan korkuyorum. Çok güzeller. Ama onlar gittiğinde bir başıma ben ne yapacağım? Kendi kuyumda nefes almayı nasıl başaracağım?"

Aras, kızın yarasına pansuman yapmayı bırakıp elindekileri üstünde duvarlarla aynı renk halı olan gri zemindeki ilk yardım çantasına bıraktı. Ne demek istediğini anlamıştı. İkisi de bu kitabın sonunda kendi dünyasına çekilecekti. Daha önce de aşık olmuştu. Ama o ilkti. Ve ilkler her zaman acemice olurdu. Yaşanacak zaman çok diyerek ertelemişti birçok şeyi. Ama zaman yoktu. Hiçbir zaman olmamıştı. Nefesimizin ne zaman kesileceği belli değildi. Büyünün bozulması an meselesiydi. O yüzden sihri kaybetmemelilerdi.

Yine de içini kaplayan korkuya ilk defa merhaba demişti. Kaybetme korkusunu böylesine yaşayacak vakti olmamıştı. Belki de insan kaybedecek her şeyini kaybettikten sonra yeniden kendine sığınak bulduğunda bu hale geliyordu. İçinde bir okyanus fırtınası vardı. Sağa sola savrulurken başını sokabileceği bir liman yoktu. Tek başına suların içinde dikiliyordu. Ama mutluydu. Yüzünü okşayan rüzgarı tanıyordu çünkü. Onu ikna ettiğinde beraber okyanusun sonuna doğru yol alacaklardı. Uçsuz bucaksız görünen o okyanus sona erecekti belki ama rüzgarın büyüsünü ömrü boyunca hissedecekti. Okyanusta öylesine savrulurken kaybolmayacaktı.

"Böyle nefes alabiliyor musun peki?"

Safir, Aras'ın sorusuna cevap vermedi. Nefes alamıyordu. Oysaki onu solumak, kokusunu içine çekmek istiyordu. Ancak o zaman nefes aldığını, yaşadığını, hücrelerinde kan ile beraber özgürlüğün de dolaştığını hissediyordu. Böylece durmak, arada olmak, yok olmak gibiydi. Yaşayan bir ölüden farksızdı.

Safir, gözlerini açıp karşısındaki okyanusu andıran ama içinde ateşi barından gözlere baktı.

Aras, kızın ateşi andıran bir renge bürünen ama okyanus kadar derin ve fırtınalı gözlerde buldu kendini. Kendini geri çekip Safir'in doğrulması için yer açtı. Doğrulup toplandığında yanına oturdu. Elleriyle yüzünü avuçlarına alıp kendine çekti. Alnını alnına dayadı. Yarasının acımamasına dikkat edercesine narindi dokunuşu. Birçok andan daha özeldi bu an onun için. Nefes alışını hissediyordu kızın. Nefesi yüzüne çarpıyordu. Bir rüzgar gibi okşuyordu dudaklarını. Kokusu kendi kokusuna karışıyordu. Sonbahar ve ilkbahar bir araya geliyordu. Bütün imkansızlar yok oluyordu.

"İnadı bırak. İzin ver, bunu yaşayalım. Sonu mutsuz bitecek hikayemizin mutlu kahramanları olalım."

Safir, ellerini Aras'ın ellerinin üzerine koydu. Alnındaki acıyı, beynindeki sineği ve diğer tüm dertlerini unutmuş ve gökyüzünde süzülür gibiydi. Daha önce hiç duymadığı bir mutluluğu tadıyordu. Karnında garip bir boşluk vardı. Yüksekten düşüyor gibiydi ya da bir salıncakta en tepelere sallanıyor gibi. Yaşıyordu ama nefes almıyor gibiydi. Nefes almak dahil tüm yaşamsal fonksiyonları devre dışı kalmıştı sanki. Yine de yaşıyordu. Hiçbir şey yapmamasına rağmen yüzünü kaplayan eller ona nefes oluyordu.

"Kalbini ısıtabilecek miyim?"

"İçimde oluşturduğun yangını göremeyecek kadar gizledim mi sahi kendimi? Sen o kalbi çoktan ateşe verdin."

Safir, gözlerini Aras'ın gözlerinden ayırmadan bakmaya devam ediyordu. Yüzünün iyice yaklaşmasıyla yaşadığı heyecanda artmıştı. Ama bir anda duyduğu acıyla kendini geri çekti. Biraz önce yok olduğunu düşündüğü tüm o acıları şimdi bir anda fazlasıyla geri gelmişti. Üstelik bu sefer zihninde geçmişten gelen sesler de vardı. Ferah'ın kahkahaları kardeşinin kazadaki çığlığına karışıyor, annesi durduk yere yine ona kızıyor, babası ise yüzüne bakmıyordu. Farkında olmadan derin bir feryat kopardı. Başı dönüyordu. Yüzünü basan ateşle terliyordu. Daha önce hiç hissetmediği bir açlık ve susuzluk tüm bedenini ele geçirirken bilincini kaybedip oturduğu koltuğa yığıldı.

Continue Reading

You'll Also Like

11.6M 177K 16
17 NUMARA'YI KİTAP SATAN HER YERDE BULABİLİR, SATIN ALABİLİRSİNİZ. BURADA YALNIZCA TANITIM AMAÇLI İLK ON BÖLÜM VE ÖZEL BÖLÜMLER YAYIMDADIR. Gecenin k...
25.8M 916K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
8.3K 911 36
Perspektif2016 - Romantizm #1 -Benim ruhum buna mı benziyor yani? Cevap vermeden genç kızın suratına baktı. Bu 'evet' demekti. -Ama bu bir elektrikl...