19-

652 58 9
                                    

Kısa bir bölüm biraz, ama sizi bekletmek istemedim. Umarım beğenirsiniz. Keyifli okumalar. :)


"Efendim?"

"Safir Atahan. Sen nasıl olur da yeniden bir yarışa katılırsın? Anlamıyorum, sen neyin peşindesin? Ferah'tan sonra düzeldin sanmıştım, sanmıştık. Nasıl da yanılmışız. Bir daha o yarışlara katı-"

"Bana ne yapacağımı söyleyemezsiniz. Ne sen ne de babam. Buna hakkınız olduğunu mu sanıyorsunuz? Kusura bakmayın efendim. Ağzımdan çıkan şu anne, baba sözcükleri bile zoraki. Anne dediğin düştüğünde çocuğunun elinden tutar benim bildiğim. Baba ise her anında bir dayanak olur. Bu yüzden bana karışmaya hakkınız yok."

"Safir."

"İnanın bana umurumda değilsiniz. Tıpkı benim sizin umurunuzda olmadığım gibi. Ama içiniz rahat olsun, sizi zorda bırakıp çizdiğiniz o mutlu aile tablosunun dışında kalmayacağım. Yardım gecesine katılacağım. Bana zamanı ve yeri atın yeter. İyi geceler."

Safir, telefonunu kapattığı gibi kendini bulduğu boş koltuğa bıraktı. Yarıştan nasıl haberleri olduğunu bilmiyordu. Esasen ilgilenmiyordu da. Her ne kadar bugünü güzel geçirmek istese de bunun olması yaşadıklarıyla adeta imkansız hale gelmişti. Yarışı kazandıktan sonra Aras ile aralarında küçül bir sürtüşme geçmişti. Birilerinin karşısına dikilip kendine göstermekten çekindiği gerçekleri yüzüne vurmasından nefret ediyordu. bunu yapan kişinin Aras olması da sinirini daha da arttırıyordu. Mutlu olmaya çalışmıştı. Buna ihtiyacı vardı çünkü. Ama içindeki acı onu ele geçirmişti. Mutlu olmak istese de bir yanı buruktu. Doğum gününü kutladığı kişi yoktu. Buna alışmak istemiyordu ama alışması gerekiyordu. Ve hayatını bir çukura çeviren bunun gibi bir sürü zorunluluk vardı. Mesela yardım gecesine katılmak zorundaydı. Sırf ailesinin baskısını daha fazla hissetmemek için.

"Bir şey ister misin? Gergin gözüküyorsun."

Duyduğu sesle kafasını mutfağa çevirdi kız. Aras'ın burada olduğunu unutmuştu. Tüm telefon konuşmasını duymuştu. Ancak bu konuda bir şey sormayacağını bilmesi onu bir nebze rahatlatıyordu. Cevap vermek yerine başını hayır anlamında sallamakla yetindi. İstediği tek şey biraz nefes almaktı. O da bu depoda pek mümkün değildi. Gözlerini kapatıp koltuğa uzandı. Yarışta motoru kullanırken hissettiği rüzgârı tekrar hissetmeye çalıştı. Tenine değen özgürlüktü. Güçsüzlüğünü iliklerine kadar hissetmişti. Dik durmak zorunda değildi. İstediği kadar eğilebilirdi. İstediği kadar meydan okuyabilirdi. Kendine karşı, hayata karşı.

"İç şunu, sinirlerini yatıştırır."

Sessizliği bozan Aras'a mızmız bakışlar gönderip toparlandı ve çocuğun sehpaya bıraktığı fincana baktı. Canı hiçbir şey istemiyordu. Ne yarış sonrasındaki kutlama da ne de depoya geldikten sonra bir şey yemişti. Zaten geleli en fazla yarım saat olmuştu. Bunun da yarısı annesiyle olan telefon konuşmasında geçmişti.

"İstemiyorum, teşekkür ederim."

"Mutlu olmaya ihtiyacın var sanıyordum."

"Mutluyum. Nefes almadığım sadece bir düşten ibaret olan dünyada. Ancak nefes alırken bu pek mümkün olmuyor."

"Pekala. Bir anlaşma yapalım o zaman. Eğer iki lokma bir şey yersen ve şu papatya çayını içersen seni nefes alamayacağın bir yere götüreceğim."

Kız bakışlarını karşısındaki tekli koltukta oturan mavi gözlü adama dikti. Ciddi olmasını beklemiyordu. Ama o ciddiydi. İçinden hiçbir şey yapmak istemese de körüklenen merak duygusunu bastıramıyordu. Aras'ın kendisine iyi geldiği su götürmez bir gerçekti. Ona her ne kadar sinir olursa olsun bir bakışıyla sakinleşebiliyordu ya da tüm dünyayı kasıp kavuracak bir ateş belirebiliyordu içinde. Ne olduğunu bilmiyordu ama Aras ona iyi geliyordu.

Mürekkep DünyaWhere stories live. Discover now