Önümde beliren yüz milyon lira ve arkamda duyduğum kalın ses sebebiyle bir süre olduğum yerde kalakaldım . Bu süre zarfın da kantinin her zaman ki ahenkli uğultusu yok olmuş yerini derin bir sessizliğe bırakmıştı . Bu insanı rahatsız eden sessizlikte kafamdan binbir türlü düşünce geçti . İçlerinden favorim olansa bardaklara yeni konmuş sıcak çaylardan birini paranın ve sesin sahibinin suratına boca etmekti . Bu düşüncemden vazgeçmemin sebeplerinden bir tanesi bu kadar aşırı tepkinin hem bana yakışmayacak olması hemde karşımda ki kişinin buna değmeyecek olmasıydı . Bir diğer sebeb ise kantin işletmecilerinin cimriliğinden dolayı verdikleri az miktar da ki çayla karşımda ki kişi de istediğim oran da zarara yol açamayacak olmamdı . Dış sesler yavaş yavaş kulağıma dolarken bende derin bir nefes alıp yüzümü arkamda ki kişiye döndüm . Sakin çıkmasına özellikle özen gösterdiğim sesimle konuşmaya başladım
" Bildiğim kadarıyla Türkiye de basılan en büyük para ikiyüz milyon " dedim
Adının Mert olduğunu sabah öğrenmek zorunda kaldığım zatı muhterem aptal suratına yerleştirdiği şaşkın ifadesi ile
" Anlamadım !! " dedi
" Diyorum ki madem ki paranla hava atmaya çalışıp tam bir görgüsüz gibi davranmaya heveslisin o zaman oldu olacak ülke de ki basılı en büyük parayla yapsaydın bunu " dedim
" Güzel bir kıza ve hatta onun arkadaşlarına çay ısmarlamak ne zamandan beri görgüsüzlük oldu "
" O kız böyle bir beklenti ve istekte bulunmadığından ve de çaylar kantinde markayla satılmaya başladığından beri "
Bu söylediğimden sonra Mert beyefendi etrafına ve çay verilen tezgaha ilgiyle baktı . Çay markalarını hayatında ilk kez ayı görmüş tipik Türk insanı gibi ilgiyle seyretti hatta seyretmekle de kalmadı eline alıp inceledi . Bakışlarını markalardan ayırıp bana çevirdiğinde bende onu inceliyordum uzun boylu , yapılı , sarışın , mavi gözlü çoğu kız için yakışıklı denebilecek bir tipti . Bir süre anlamsızca bakıştıktan sonra ben onu yok sayarak tezgahın üstüne sekiz tane marka bırakıp kantinciye seslendim
" Dört tanesi bizim çaylar için , dört taneside arkada ki beyefendi ve arkadaşları için " dedim
Tepsiye yerleştirmiş olduğum çayların daha fazla soğumasına izin vermeden aldım ve Mert denen çocuğun birşey söylemesine fırsat vermeden elimde ki tepsinin izin verdiği en yüksek hızla yanından uzaklaştım .
Bizim ki lerin yanına ulaştığım da tepsiyi masaya koyup hemen oturdum . Biraz önce yaşadıklarımdan dolayı vücudumda biriken siniri sesli bir oflamayla dışarıya bırakıverdim . Masada ki üç kişi de meraklı gözlerle bana bakıyordu . Bir şeyler sormak istiyorlardı ama sanki benim sinirli duruşumdan cesaret bulup soramıyorlardı . Hepsinin suratında hızlıca göz gezdirdikten sonra
" Bekliyorum " dedim
Arın meraklı çıkan sesiyle
" Neyi ? " diye sordu
" Neyi olduğunu çok iyi biliyorsunuz " der demez üçü de düğmeye basılmış gibi aynı anda sandalyelerin de öne doğru kayarak bana daha çok yanaştılar . İlk konuşan yine Arın dı
" Ne oldu ? Ne istiyormuş o çocuk senden ? "
" Hiç bir şey istemiyormuş aksine vermek istiyormuş . Ama maalesef ki bende ondan birşey istemediğim için onun isteyip istemediğini sorgulamadan ben ona verdim "
Yasemin hiç bir şey anlamadığını sesine de yansıtmış bir şekilde konuştu
" Şebnem ne anlatıyorsun ? Allah ' ını seversen "
Söylediklerimi düşününce aslında hiç bir şey anlatmadığımı anladım .
" Diyorum ki O çocuk bana çay ısmarlamak istedi ben de buna izin vermedim bir de üstüne üstlük ben onlara çay ısmarladım "
" Neden böyle birşey yaptın ? " Bunu soran Alize ' y di
" Ne demek neden ? Çocuk parasıyla beni ezmeye çalıştı bende kendimi ezdirmedim hepsi bu "
" Belki de seni ezmeye çalışmıyordu ve belki sabah ki davranışı için bir çeşit özür diliyordu senden "
" Böyle iyi niyetli düşünebilecek tek insan sensin etrafımda Alize cim " dedim
Daha fazla bu konunun konuşulmasını istemediğimi belirtircesine çayımı alıp tepeme diktim . Bir dikiş de bitirmem zor olmadı çünkü bu kadar zaman da yeterince soğumuştu .
Kantinde daha fazla oyalanmadan üç beş dakika sonra başlayacak olan dersimiz için ayaklandım .
" Ben derse gidiyorum arkadaşlar sonra görüşürüz " deyip yanlarından uzaklaştım .
Dersliklerin olduğu koridorda yürürken arkamdan Alize yetişti ve koluma girdi
" Beni neden beklemiyorsun ? Unuttun mu biz aynı sınıftayız "
" Hayır unutmadım ama sen ben kalkmasam kalkmayacak kadar dersleri unutmuş durumdasın "
" Başka şeylere sinirlenip sinirini benden çıkarma istersen Şebnem "
Aslında sözlerin de haklıydı gereksiz yere en yakın arkadaşıma laf sokuyordum . Kendimi toparlayıp yüzüme sevimli bir gülümseme yerleştirerek
" Haklısın kusura bakma . " dedim konuyu ciddiyetten uzaklaştırmak içinde adımlarımı hızlandırıp onu da sınıfa doğru yönlendirdim
" Hadi çabuk olalım derse geç kalıyoruz "
Yaklaşık yine iki saat süren nota dersinden sonra bir buçuk saatlik öğle yemeği molasına ulaşmıştık . Kampüste bizim binanın dışında bağımsız bir bina da bulunan yemekhaneye Alize ' yle birlikte gittik . Yemekhane oldukça kalabalıktı anlaşılan bugün yemek güzeldi . Kampüsler de fısıltı gazetesi görevini layığıyla yerine getirir . Eğer o gün menü de güzel bir yemek varsa bu haber hızla bütün bölümlere yayılır . Bugün de o günlerden biriydi . Alize ' yle yemek sırasına girdik uzun bir kuyruktu , aradan kuyruğa kaynak yapan tiplerde sıranın ilerlemesini iyice yavaşlatıyordu . Sıranın arkasından her ne kadar
" Kaynak yapmayalım arkadaşlar " diye bağırılsa da bu yaşadığımız olayı değiştirmiyordu .
Biz bu hengame içinde nihayet yemeğimizi yiyip öğleden sonra ki derse gitmek için kendi bölümümüze doğru yol aldık .
Okulun bitiş saati üç buçuk gibiydi . Ders bitip herkes sınıfı terkederken ben de eşyalarımı çabucak toplayıp çantama yerleştirdim . Bu sırada Alize
" Direk eve mi ? " diye sordu
" Evet "
" Yine mi ? "
" Evet yine . Saat beş gibi özel ders vereceğim öğrenci gelecek eve "
" Sana hayranım bu kadar okul yükünün üstüne bir de özel ders veriyorsun iyi dayanıyorsun bu tempoya "
" Aslında özel dersler beni rahatlatıyor çocuklarla vakit geçirmek beni tekrar çocukluğuma döndürüyor . Şimdi otobüse yetişmek zorundayım yarın görüşürüz " dedim ve koşar adım sınıftan ve okuldan çıktım . Otobüs durağına gittiğimde bekleyenlenlerin çokluğu gözümü korkutsa da yıldırmadı . Otobüs gelene kadar biz durakta bekleyenlerin önünden çeşit çeşit pahalı arabalar geçti . Onlar bizi görmüyordu ya da görmek istemiyordu ama biz onları görüyorduk . Nasıl görmeyelim trafikte seyirleri kendilerini biz yayaların gözüne sokar gibiydi .
Sonun da otobüs geldi ve kalabalık otobüsün içine adeta sıkıştırıldık . Bu sefer sabah ki kadar şanslı değildim oturacak yer bulamadığım için ayakta gitmek zorundaydım . Bu da demek oluyordu ki uzun olan yolculuk daha da uzayacaktı tabii ki izafi olarak .
Evime en yakın durakta indiğim de , temiz havaya çıktığım ve ayaklarım toprağa bastığı için neredeyse şükretmek için toprağı öpecektim .
Yolda yürürken sabah gelirken gördüğüm manzaranın şimdi değişmiş olduğunu farkettim . Aslında değişen manzara değildi ışıktı . Aynı manzara sabah ışığında farklı öğleden sonra farklıydı . Ben oldum olası sabah ışığını sevmişimdir . Çünkü içinde yaşama sevinci ve coşku barındırdığını düşünmüşümdür . Öğleden sonra ise ışığı ile birlikte kendi miskinliğini ve miskinleri dünyaya yayar bakınız pek çok ülkede geçerli olan Siesta saati .
Bizim evin olduğu sokağa döndüğümde birkaç metre ötemde aç olduğu her halinden belli olan iki kedi gördüm . Kedilerden çok fazla haz etmesem de açlıklarını da görmezlikten gelemezdim . Sabah ki çay simit faslından kalan simidimi kuşlara veririm diye çantamın bir gözüne atmıştım . Kime niyet kime kısmet diyerek simit parçasını olduğu yerden çıkardım ve kedilere yaklaşıp onların görebileceği mesafeye bıraktım . Kediler nane molla hayvanlardır ,biliyordum onlara verdiklerimi yemek istemeyeceklerini ama onların aç olduğunu bile bile de yanlarından geçemezdim . Ben oraya koydum ister yesinler ister yemesinler . Böyle düşünerek yürürken aklıma Emel Sayın , Tarık Akan , Adile Naşit li Mavi Boncuk filmi geldi . Hani Emel Sayın ' ı kaçırıyorlar sonrasında da kadını alıştığı hayattan mahrum bırakmamak için gidip küvet çalıyorlar . Eve sokarken Adile Naşit ' e yakalanıyorlar . Adile Naşit soruyor
" Götürdüğünüz ne ? "
Bizim kiler cevap veriyor
" Hiç soba "
Adile teyzem inatla
" O nasıl soba " diyor
Bizimkiler yine
" Valla biz ortaya koyarız o yanar yanmaz kendi bileceği iş " diyorlar .
Valla ben simidi kedilerin önüne koydum onlar yer , yemez kendi bilecekleri iş .
Oturduğumuz apartmanın önüne geldiğimde başımı kaldırıp yola bakan ikinci katta ki evimize baktım . Bazen annem beni bekler balkondan ya da camdan bakar . Ben de bu duruma alışık olduğum için evin önüne geldiğim de annem orada mı diye bakarım . Bu gün yoktu . Doğru ya derse gelecek çocuk için hazırlık yapıyordu kesin . Oyalanmadan apartmana girdim , ikinci kata çıktım anahtarım olduğu halde kapıyı çaldım . İnsan ne olursa olsun eve geldiğinde kapıyı birisinin açmasını istiyor . Evin kapısı birisi tarafından açıldığında o ev artık yuva oluyor güven ve mutluluk hissi bütün benliğini kaplıyor .
Kapıyı annem güler yüzüyle açtı
" Hoşgeldin kızım " dedi
" Hoşbulduk Nihal Sultan " dedim ve yanağına bir öpücük kondurdum .
Kapının açılmasıyla birlikte evden dışarıya yeni pişmiş poğaça kokusu gelmeye başladı . Bende bir yandan üzerimdeki fazlalıklardan kurtulurken bir yandanda kokuyu takip ederek mutfağa girdim .