Gece'nin Mavisi

By Edasogutlu

739K 53.4K 14.9K

Selin Yılmaz üniversiteden mezun olduğunda, hayatında çok büyük bir değişiklik yaratacak haberi babasından öğ... More

BÖLÜM 1 - Dikkatsiz
Bölüm 2 - Buz Mavisi
Bölüm 3 - Düğün
Bölüm 4 - Yağmur
Bölüm 5 - Yunan Tanrısı
Bölüm 6 - Geceden Kaçamazsın
Bölüm 7 - Sır
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 8 - Kül
Bölüm 9 - 'O Kız' Olmak ya da Olmamak
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 10 - Kontrolü Kaybetme
Bölüm 11 - Yeniden Karanlık
Gelecek Bölümden
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 13 - Bu Yıldızlı Gökler Ne Zaman Başladı Dönmeye?
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 14 - Teslim
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 15 - MAVİ
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 16 - Bize Ait
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 17 - Hilal
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 18 - Yalanlar & Gerçek Sanılanlar
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 19 - Bir Vurgun Bu Sevda
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 20 - Bir Dakika
Bölüm 21 - Yeniden
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 22 - Arkadaşım, Dostum, Sevdiğim
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 23 - Beni Yak, Kendini Yak
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 24 - Mavi Gece
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 25 - En Sevdiklerin...
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 26 - Seyret Perişan Halimi
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 27 - "İntikam, bebeğim.."
Bölüm 28 - Hayalet
Bölüm 29 - Mart'ın 17'si
Gelecek Bölümden..
Bölüm 30 - Sezon Finali
Gelecek Sezondan..
Bölüm 31 - Selin
Bölüm 32 - Son Perde | Part I
Gelecek Bölümden..
Bölüm 33 - Son Perde | Part II
Gelecek Bölümden
Bölüm 34 - Yüzleşme
BÖLÜM 35 - MASAL

Bölüm 12 - Yalnız Hatıran Kaldı

14.8K 1.2K 132
By Edasogutlu

Baş parmağımı telefon ekranında yavaşça kaydırıyorum. O uyurken çektiğim fotoğraflara bakarken, içimde patlamaya hazır çığlıklarım büyüyor. Dudaklarımı birbirine bastırıyorum ve kirpiklerimin ıslanması kaçınılmaz oluyor.
İfadesiz bir şekilde uyurken, burnumu onun muazzam çenesine dayadığım fotoğrafa uzun süre bakıyorum. Sadece o anı dondurmak ve sonsuza kadar bu fotoğrafın içinde hapsolmak isterdim. Ayşe'nin beni zorlayarak, Mehmet'lerin evindeki yemeğe götürmesini değil..
Biri hafifçe kapıma vuruyor, kendime gelip telefonun kilidini kapatıyorum.
"Selin, hazırlandın mı?"
Gözlerimi kırpıştırıyorum ve Ayşe eve girdiği zaman yerimden kalkıyorum.
"Evet, hazırım."
Telefonu, kot pantolonumun arka cebine koyuyorum. Ayşe beni süzüyor.
"Yemeğe gelmen iyi olur. İki günden beri nerdeyse kimseyke konuşmuyorsun, bu böyle olmaz.."
"Yine de herkesin beni orada görmeyi beklediğini düşünmüyorum."
Aynanın önüne geçip kendimi kontrol ediyorum.
"Böyle düşünme. Annem ikinize de bir söz gelmesin diye öyle davrandı. O da senin bu kapanmışlığına üzülüyor. Hem.. Mehmet kaç kere senin de gelmende ısrar etti, sayısını hatırlamıyorum."
Derin bir iç çekiyorum.
Ona Cemil'in nerede olduğunu sormak istiyorum. Ama elbette ki bunu yapmıyorum.
Sanki iç sesime kulak kabartmış gibi soruma yanıt veriyor:
"Bizimkiler gitti bile. Ben de seni almadan gitmem."
"Tamam dedim ya Ayşe. Geliyorum işte."
Kapıyı açıp önce onun çıkması için ona yol veriyorum. Ayşe'den sonra son kez evimde göz gezdirip kapıyı arkamdan kapatıyorum.

Onların evine giderken adımlarım geri geri gitmek için beynime yalvarıyor. Nasıl davranacağımı, bana atılan manalı bakışların altından kalkıp kalkamayacağımı bilmiyorum. İki gündür karşı karşıya gelmemek için büyük çabalar sarf ettiğim Cemil'i görünce ne yapacağım ise başlı başına bir endişe kaynağı..
Nitekim korktuğum başıma geliyor. Mehmet'lerin bahçesine adım attığımız zaman ilk karşılaştığım, onun garip bir şekilde yorgun duran ama nefes kesiciliğinden asla ödün vermeyen gözleri oluyor.
Bakışlarımı anında kaçırıyorum.
Hatice Abla, oğlunun peşinde fazla dolanmadığımdan dolayı memnun olmuş olacak ki, beni büyük bir sıcakkanlılıkla karşılıyor.
Ben henüz ne yapacağıma karar verememiş bir şekilde ayakta dikilmeye devam ederken Mehmet elinde bir maşa ile evlerinden çıkıyor.
"Selin? Geldin demek."
Yüzüne geniş bir gülümseme yayılıyor. Kabalık etmemek için sahte bir gülümseme takınıyorum.
Elinde tuttuğu maşaya bakıyorum ve bahçenin öteki köşesindeki mangalı fark ediyorum.
"Mangal mı yapacaksın?"
"Evet.. Sevmez misin yoksa?"
Omuz silkiyorum.
"Bana fark etmez."
Halbuki o mangalın yanında büyük bir şişe rakı açılır, deme isteğimi içime bastırıyorum tabii ki.
"O zaman hadi gel bana yardım et."
Başımla onu onaylıyorum. Peşine takılıp bahçenin diğer köşesine gitmeden önce onun bakışlarını üzerimde hissediyorum. Ayaklarım birbirine dolanıyor ama sakinleşiyorum.
Ben Mehmet'in yanındaki sandalyeye oturup yerimi aldığım zaman o da etleri mangala özenle dizmeye başlıyor.
"Ne yalan söyleyeyim.. Gelmezsin sandım. İki gündür yüzünü gören cennetlik."
"İşler biraz yoğun bu sıralar. Geç saatlere kadar çalışmak zorunda kalıyorum."
Kafasını hafifçe yana yatırıyor.
"İç mimar olduğun kadar da o fabrikanın ortağısın. Kendine bu kadar yüklenme."
"Çalışmak kafa dağıtıyor. Ben halimden memnunum."
Etleri pişmeleri için bıraktıktan sonra bakışlarını bana çeviriyor.
"Ama kendini özletiyorsun.."
Ne diyeceğimi bilemez bir şekilde ona bakıyorum. Mehmet sanki bir mesaj veriyor ya da geçmişi hatırlatıyormuş gibi bakışlarını dudaklarımda sabitliyor. Daralıyorum.
Bu sırada büyük bir şangırtı ile kendimize geliyoruz.
"Sana bir şey oldu mu?"
Şangırtının ve Nino'nun sesinin geldiği yöne döndüğüm anda yere dağılan bardak parçalarını fark ediyorum.
"Yok, hayır. İyiyim ben. Yanlışlıkla çarptım."
Cemil yumruğunu sıkıp gevşetmeye başlıyor. Neyi olduğunu bilmiyorum ama onda ters giden bir şeyler var. Ve şuan benim ona baktığımı bilmesine rağmen dönüp bana bakmadığına eminim.
"Dikkatsiz," diyor Mehmet dişlerinin arasından ve işine odaklanıyor.
Hayretle Mehmet'e bakıyorum.
"Cemil ile bir sorunun mu var?" diye fısıldıyorum hafifçe ona eğilip.
"Yaptığı once şeyden sonra mı? Tabii ki."
Saçlarımın uçları ile oynamaya başlıyorum. Mehmet'e karşı Cemil'i savunmak gibi çılgınca bir isteğe kapılıyorum. Ama her şey gibi, bunu da dizginlemeyi başarıyorum.

Sonra mümkün olduğunca az konuşarak, sadece Mehmet'in sözlerini geçiştirerek sessizce onu izlemeye devam ediyorum.
Etler piştiği zaman herkes masada toplanıyor. Masada kalan tek boş yere, Cemil ve Nino'nun karşısına oturduğumda zaten olmayan iştahım hepten kaçıyor. Mehmet de halinden memnun bir şekilde yanıma oturuyor.
"Yemeğe başlamadan önce bir şey söylemek istiyorum.."
Herkes Nino'ya dikkatini verdiğinde, ben bilerek bakışlarımı boş tabakta sabitliyorum.
"Selin'e bir şey söylemek istiyorum.." diyor. Şaşkınlıkla kafamı kaldırıp ona bakıyorum.
"Ne söyleyeceksin?"
Sesim normalinden daha sersem ve güçsüz çıkıyor.
"Aramızda kötü şeyler oldu, biliyorum.. Ama sonuçta ikimiz de yetişkin insanlarız, değil mi? Sen içine gireceğim aileyle birlikte yaşıyorsun. Cemil ve Ayşe'nin kardeşi sayılırsın."
Sinirle dişlerimi sıkıyorum ve Cemil ile göz göze geliyoruz. Hiçbir şey demiyor. Ciddi bir şekilde durmaya devam ediyor.
"Yani şunu demek istiyorum.. Böyle kavgalı olmak istemiyorum. Özellikle de düğünden önce.."
Söylediği her cümle sanki vücuduma saplanan iğne etkisi yaratıyor.
"Ben kendi adıma senden özür dilemek istiyorum. İstiyorum ki bir daha bunlar yaşanmasın.."
Nino, nerdeyse inanacağım bir samimiyetle sözlerini bitiyor. Masada sessizlik oluyor, herkes benden gelecek cevabı bekliyor.
Omuz silkiyorum.
"Sorun değil," diyorum sadece.
Yine de bu cevap herkesi tatmin etmiş olacak ki, tiksinmeye başladığım bir sıcak hava yayılıyor ortama.
"Ve bir şey daha.. Eğer çok olmayacaksam.."
Sıkıntılı bir iç çekiyorum ve onu dinliyorum.
"Düğünümüzün mekan ayarlamalarını senin yapmanı istiyorum.."
"Ne?"
Cemil de en az benim kadar şaşırıyor.
"Nino, biz böyle bir şey konuşmadık. Nereden çıktı şimdi bu?" diyor onu azarlar gibi.
"Ben düğün organizatörü değilim. İç mimarım."
Nino pot kırdığını anlasa da kendini savunmaya geçiyor.
"Evet.. Biliyorum, işin bu değil. Ama iç mimar olduğun için görselliğe bizden daha çok önem verirsin diye düşündüm ben. Sadece bir rica yani.."
Başımı olumsuz anlamda sallıyorum.
"Ben.. yapamam."
"Keşke biraz düşünseydi-"
"Nino, yapamam dedi ya. Neden ısrar ediyorsun? Selin Hanım'ın işi başından aşkındır" diyor Cemil aniden. Sert bakışlarını Mehmet'e çeviriyor.
Hayrete düşüyorum ve dik dik Cemil'e bakıyorum.
"Kendi yapmam gereken işler var benim."
Cemil yeniden bana dönüyor.
"Tamam dedim zaten?"
Büyüklerin araya girip konuyu değiştirmesi ile herkes yemeğe başlıyor. Sinirle dudağımı kemiriyorum. Ne yapmaya çalışıyor?
Yemeğime dokunmadığımı gören Mehmet dikkatle bana bakıyor. Derin bir nefes alıyorum.
"Tamam ben o işi ben hallederim," deyiveriyorum tek nefeste.
Cemil donakalıyor, öldürücü bakışlarını bana fırlatıyor.
"Yaa, çok teşekkür ederim."
Gülümseme çabasına girmiyorum bile. Canım istemese de, meşgul görünmek ve olabildiğince onun bakışlarından kaçınmak için yemeğe odaklanmaya çalışıyorum.
Karnımda karıncalanma hissediyorum, bakışlarımı kaldırmıyorum.
Sertçe elindeki çatalı masaya bırakan Cemil ayağa kalkıyor.
"Cemil nereye gidiyorsun?"
"Benim Mert'e sözüm vardı. Onun yanına uğramam gerek."
Bir hışımla arkamdan geçerek gidiyor. Dudaklarımı birbirine sıkıca bastırıyorum.

Yanımdaki sandalye sertçe çekiliyor.
"Aa oğlum sen nereye?"
Kafamı kaldırıp Mehmet'e bakıyorum. Hepimize kısaca bakıyor.
"Ben de Cemil ile gideyim ya, belki birlikte bir şeyler yaparız. Size afiyet olsun."
Gitmeden önce son kez bana bakıyor ve gülümsüyor.
Böyle bir anda kalkmaları acayip derecede dikkatimi çekiyor. Ama sesimi çıkartamıyorum.
Mehmet gittikten bir süre sonra, yemek yeme faslı bitiyor. Nino delirtici bir şekilde arkadaş canlısı davranıyor ve düğünü yapmak istediği mekanlardan bahsetmeye başlıyor.
Daha fazla dayanamayacağımı anladığımda, dinlenmek için eve gitme bahanesini kullanıyorum. Tek başıma oradan ayrılıp eve kadar yürüyorum.

CEMİL

"Cemil! Dur bir dur dur.."
Mehmet'in sesiyle arkamı dönüyorum.
"Ne var?"
Dikkat çekici bir yavaşlıkla bana doğru yürüyor.
"Sakin ol. Şöyle seninle erkek erkeğe bir konuşalım istiyorum."
İfadesiz bir şekilde onu süzüyorum.
"Derdini direk söyle Mehmet. Acelem var da."
Bunu söyleyiş tarzımdan rahatsız oluyor ve çenesini sıvazlıyor. Sanki birini kolluyormuş gibi arkasına baktıktan sonra bana doğru bir adım daha yapıyor.
"Ne olacak senin bu tavırların? Kendini beğenmiş hallerin?"
Çok uzun zamandan beri yüzüne doğru savurmak istediğim yumruğumu sıkıyorum.
"Kendimi beğenmişim, öyle mi?"
"Bana bak Cemil. Senin derdin ne bilmiyorum. İnan bana gram umrumda değil. Ama ikide bir düğün hakkında fikrini değiştirmen, Nino'ya olan garip tavırların beni sinir ediyor."
Öfkeyle dolu bir gülümseme yerleşiyor yüzüme.
"Sinirlensen ne olacak acaba?"
Omuzlarını dikleştiriyor.
"Bak ben bela istemiyorum. Hayatım şuan hiç olmadığı kadar güzel gidiyor. Kız kardeşim.. senle de olsa... evlenecek. Hayatımın kadınını bulmuşum."
Cümlesinin bitmesi ile artık geç bile kaldığını düşündüğüm yumruğum çenesine iniyor.
Mehmet geriye doğru düşecekken toparlanıyor. Üzerinden sersemliği attığında tıpkı ona yaptığım gibi yumruk atıyor bana.
Çenemi sıvazlıyorum. Olduğum yerde durup ona bakıyorum.
"Sen kimsin ulan?!"
Yakasını tuttuğum gibi kafamı yüzüne geçiriyorum ve yere düşüyor.
Kafası yerdeki taşa çarptığında kaşı kanamaya başlıyor. Öfkeyle burnumdan soluyorum ve tekmeyi karnına savuruyorum.
Tiz bir çığlık duymam ile cılız iki kolun beni zapt etmeye çalışması bir oluyor.
Kafamı hafifçe sallıyorum. Selin dehşet içerisinde bana bakıyor.
"Göz bebeklerin.. "
Bu kadar korktuğunu görünce sersemliyorum.
"Senin neyin var?" diyor tuttuğu nefesi bırakır gibi.
Alnımın kenarından süzülen ter damlasını hissediyorum. Hızlı nefesler alıp veriyorum.
Ciğerlerim onun kokusunu tanıdığında kendime geliyorum.
"Bırak.."
Sesim güçsüz çıkıyor, kollarımı tutan ellerini savuruyorum. Birkaç adım geriliyorum.
"Ahh!"
Mehmet'in iniltileri ile birlikte koşar adım onun yanına gidiyor.
"Mehmet, iyi misin?"
Yüzünün yarısı kan olan Mehmet'i yerinden kaldırmaya çalışıyor.
"İyiyim, iyiyim."
Selin onun kolunun altına girip, ona destek olduğu zaman daha fazla bu manzaraya katlanamayacağımı anlıyorum.
Adımlarımı eve doğru çeviriyorum.
"Cemil, buraya gel! Yardım et!"
Sesini duymamazlıktan geliyorum. Arkamdan dış kapıyı kapatıyorum.

SELİN

Şahit olduğum korkunç manzaradan ayılır ayılmaz, Mehmet'i arabama atıp hastaneye götürüyorum.
Kaşına dikiş atıyorlar ve ona bir ağrı kesici veriyorlar.
Mehmet, bu olaya tanıklık etmemden utanıyor olacak ki pek konuşmuyor. Belki de onu güçsüzce yerde yatarken görmem gururunu zedeledi, bilmiyorum.
Hastaneden ayrıldıktan sonra onu evinin önüne bırakıyorum. Hala onlarda duran bizimkileri görünce geriliyorum. Mehmet ve Cemil'in olayını öğrenirlerse yeniden ortam gerilecek biliyorum.
Mehmet'in eve gelme teklifini kabul etmeyerek yeniden eve dönüyorum. Arabayı park ettikten sonra bahçe kapısını açıp içeriye giriyorum.
Cemil'in atölyesine girdiğini gördüğüm zaman adımlarımı hızlandırıyorum.
Onun hemen arkasından içeri girdikten sonra kapıyı arkamdan sertçe kapatıyorum.
"Ne yaptın sen?!"
Arkası bana dönük bir şekilde sinirle dolanıp duruyor. Ama ben de onun kadar öfke doluyum, belki de ondan fazla. Bana cevap vermiyor, dönüp bana bakmıyor bile.
"Neden Mehmet'i dövdün?!"
Yanındaki masayı tek eli ile dağıtıyor. Yerimden sıçrıyorum.
"Git buradan!"
Dediğini yapmıyorum ve üzerine yürüyorum.
"Mehmet hastanelik oldu! Kaşına dikiş attılar, duymuyor musun?!"
Hızla arkasını dönüp bana bakıyor. Bu hali beni ürkütüyor. Göz bebekleri normalinden büyük, gözünü kırpmadan öldürücü bakışlarını uzun süre bana sabitliyor.
Derin nefesler alıp veriyor ve alnından bir ter damlası yere düşüyor.
"Beni buna o zorladı. O başlattı!"
Kollarımı göğsümde birleştiriyorum.
"Bana neden öyle gelmiyor? Tüm gün sanki zaman kolladın. Yemekte yaptıkların neydi öyle?"
Yavaşça üzerime yürüyor, refleks olarak geriliyorum.
"Buraya bana sevgilini savunmaya mı geldin sen?"
Gözlerimi kırpıştırıyorum.
"Senin derdin ne Cemil? Mahsus mu yapıyorsun? Bana olan öfkeni başkalarından çıkarıyorsun."
Tek kaşı kalkıyor.
"Sana olan öfkemi, öyle mi?"
Gidecek bir yerim kalmadığı zaman sırtım kapıya temas ediyor.
Yavaşça başımı sallıyorum. Hayatımda ilk kez onun davranışları beni korkutuyor.
"Sana öfkeli olduğumu kim söyledi?"
Duraksıyorum.
"Benim için artık o kadar önemli olduğunu mu düşünüyorsun?"
Sözleri kalbimi kırmayı başarıyor.
Sesim az öncekinden daha sakin ve güçsüz çıkıyor.
"Mehmet'i öptüğüm için yaptın" dediğimde bana fırlattığı bakış soluğumu kesiyor.
Sonra öfkeli ruh hali kayboluyor. Daha soğuk ve ruhsuz görünüyor. Bunu istemiyorum. Bana böyle duygusuz bakmasından nefret ediyorum. Öfkelensin, zarar versin, kırsın ama bana böyle umursamaz bakmasın.
Sağ elini yavaşça kapıya yaslıyor. Sırf bedenim ona temas etmesin diye nefes alıp vermemek için kendimi zorluyorum.
"Bu yüzden yapmadım. Dediğim gibi, bunu yapmamı o istedi."
Sessiz kalıyorum. Sakince konuşmaya devam ediyor.
"Şımarık küçük kız olmayı ne zaman bırakacaksın? Her şey seninle ilgili olmak zorunda değil."
Gözlerim doluyor.
"Bir de ağlayacak mısın?"
Sertçe göğsünden ittiriyorum.
"Benden uzak dur. Mehmet'e bir daha bulaşma!"
Çıkmak için kapı kolunu tuttuğum sırada birden dünyam dönüyor ve kendimi yeniden kapıya yapışmış halde buluyorum. Kolumu öyle sert tutuyor ki, kırılacak sanıyorum.
"Bir daha.." diyor dişlerini sıkarak. "Bana ne yapmam gerektiğini söyleme!"
Dizlerim titriyor. Gözü dönmüş hallerinden korktuğumu anladığı sırada kolumu bırakıyor.
"Korkuttuysam kusura bakma.."
Yavaşça geriliyor. Olduğum yerde kalıyorum bir süre. Ağlamamak için dudaklarımı kilitliyorum.
Zorla da olsa kendime geliyorum, saçlarımı düzeltiyorum.
"Sen kafayı yemişsin.." diyorum kısık sesle. Bunu duyup duymadığından emin olamıyorum.
Sonra geldiğim gibi, kapıyı arkamdan sertçe kapatarak dışarı çıkıyorum.
Serin hava yüzüme çarptığında kendime gelmek için derin nefesler alıp veriyorum.
Hemen ilerde, kapımın önünde Mehmet'i fark edince duraksıyorum.
O da beni fark ediyor, sersemce gülümsüyor.
"Evde duramadım, bizimkiler kaşına ne oldu diye sorup durunca canım sıkıldı.."
Sahte bir ifadeyle dudaklarım yukarı kıvrılıyor.
"Olayı büyütmek istememen çok güzel bir davranış Mehmet. Keşke herkes senin gibi olgun olsa."
Omuz silkiyor.
"Sorun değil Selin, ikimiz de gergindik."
İçim eziliyor. Yapmak istediğim tek şey, Cemil'e sarılıp sabaha kadar sessizce nefesini dinlemek olsa da, karşımdaki Mehmet'in durumunu soruyorum.
Sonra sessizce birbirimize bakıyoruz.
"Gel sana bir kahve yapayım madem," diye teklifte bulunduğum zaman gülümsüyor.
Hemen arkamdan eve giriyor.

CEMİL

Çoktan yere dağılmış eşyalara tekme atıp atölyeye savuruyorum.
Yüzümü ellerimle kapatıp kapının önüne yığıldığım zaman, biraz da olsa sakinleşiyorum.
Cebimde olduğunu bildiğim ve sürekli aklımı kemiren hapı düşünmemeye çalışıyorum.
Çünkü o bana değil, benden çok Selin'e zarar veriyor. Bana korkuyla bakan yüzü aklımdan çıkmıyor. Sadece öpücükler bırakmak istediğim kolunu sıkarken kendimde olmadığımı biliyorum. Ama elimden başka bir şey gelmiyor.
Çok fazla düşünce, çok fazla acı var.

#Sezen Aksu - Masum Değiliz#

Telefonum titriyor ve düşüncelerimden sıyrılıyorum. Gelen mesajı okumadan telefonumu kapatmaya yeltendiğimde mesajın Mehmet'ten gelmiş olması dikkatimi çekiyor.
Mesajı açıyorum ve içimden birkaç kez tekrar ederek okuyorum.

"Bu iş bitti sanıyorsun değil mi? Sen daha beni tanımamışsın. Neyse ki şuan çok sevdiğim biri ile birlikteyim ve o kişi sana olan öfkemi unutturuyor."

Mesajı eskitip yok etmek istercesine defalarca okuyorum. Yeni dizginlediğim öfkem anında kendini belli ediyor. Yerimden hızla kalkıyorum ve dışarı çıkıyorum.
Selin'in salonundaki ışığa odaklanıyorum. Bir süre sessizce içeriyi gözetliyorum. Perdenin açık olan kısmından Mehmet'i gördüğüm zaman kan beynime nüfuz ediyor.
Dişlerimi kırmak istercesine sıkıyorum. Sonra onun silüetini görüyorum. Elindeki bardağı dökmek istemediği için dikkatle yürüyor.
Mehmet pencerenin önüne geliyor ve beni fark ediyor. Dudakları nefretle çizgi halini alıyor ve sertçe önündeki perdeyi kapatıyor.
Göğsümde, tarif edemeyeceğim kadar büyük bir acı belirince nefesim kesik kesik çıkıyor. Parmaklarımla şakaklarıma baskı uyguluyorum. Elim sanki benden bağımsızmış gibi cebime gidiyor ve düşünmeye fırsat vermeden aldığım hapı dudaklarımın arasına kıstırıyorum. Yeniden kapalı perdeye bakıyorum ve hapı güçlükle yutuyorum.
Sersem ama hızlı adımlarım ile bahçeden çıkıyorum. Telefonu elime alıp rehberimde hızla geziniyorum.
İki çalışta telefonu açıyor.
"Nino, nerdesin?"
"Evdeyim canım. Sizinkiler de burada hatta."
Duraksıyorum.
"Tamam evden çık sen bir bahane bul."
"Saçmalama Cemil, bu saatte ne diyeceğim anneme?"
"Bilmiyorum işte bul bir bahane!"
Ona bağırmamdan dolayı susuyor.
"Tamam, deneyeceğim."
"Seni parkta bekliyorum."
Cevabını almadan telefonu kapatıyorum ve adımlarımı parka yönlendiriyorum.
Park bu saatlerde ıssız oluyor. Kendimi banka atıp sırt üstü uzanıyorum.
Bir süre gözlerimi kapatıp temiz havayı içime çekiyorum. Ne kadar süre öyle kaldığımı bile bilmiyorum. Elim telefonuma gidiyor.
Telefonun fotoğraf galerisini açıyorum. Karşıma ilk çıkan, bir sabah evin bahçesinde fotoğrafını çektiğim Selin çıkıyor.

Fotoğrafa uzun süre bakıyorum. Başparmağımı yanağında gezdiriyorum. Telefonunun ışığı gözümü rahatsız etmeye başlıyor. Tüm renkle daha bir canlı gelmeye başladığı zaman gözlerimi kapatıyorum. Bende yalnız onun hatırası kalıyor.
"Cemil?"
Nino'nun sesi ile birlikte hızla telefonun kilidini kapatıyorum ve cebime atıyorum.
"Ne yapıyorsun burada tek başına?"
Yerimden doğruluyorum.Ellerimle yüzümü ovuşturuyorum.
"Oturuyorum."
Yanıma oturuyor.
"Beni yanına çağırman iyi oldu. Zaten sıkılmaya başlamıştım. Hem konuşamadık bile. Biz düğünü nerde yapacağız? Daha önce sana dediğim yerler var ama bilemiyorum, tekrar bakmak lazım. Yarın da gelinliğim gelecek biliyor musun onun prova-"
"SUS ARTIK!"
Aniden duruyor ve şaşkınlıkla bana bakıyor. Derin bir iç çekiyorum ve parmaklarımı şakaklarıma vuruyorum.
"Nino ben çok kötüyüm."
"Düğün yaklaştığı için gerginsindir.."
Başımı olumsuz anlamda sallıyorum.
"Anlamıyorsun."
"Çünkü sen bana hiçbir şey anlatmıyorsun!"
Susuyorum. Sanki o yanımda yokmuş gibi olanları düşünüyorum. Aklıma sürekli Mehmet'in Selin'in penceresinden bana bakışı geliyor.
Hızla başımı yana çeviriyorum ve Nino'ya yaklaşıyorum. Nefesini tutuyor.
Öylece kalakalıyorum. Beynimde onlarca düşünce dolanıyor.
Öpüşmemiz için kafasını hafifçe yaklaştırıyor, ben o anda başımı çeviriyorum.
Hayal kırıklığı ile yerinde kalıyor.
"Ne yapmaya çalışıyorsun?"
"Ben.. özür dilerim.."
Oturduğu yerden kalkıyor.
"Evine gidip uyu Cemil. Hallerin hiç iyi değil çünkü."
Kırgın bir şekilde yanımdan ayrılıyor. Yeniden olduğum yere uzanıyorum.

SELİN

Havaalanının kapısının önünde arabada oturmuş, tek başıma bekliyorum. Pelin'in patronunun kızı Damla bugün geliyor. Tüm bu kaosun içerisinde bir de Cemil ona nasıl yardımcı olacak bilmiyorum. Ama beyefendi Pelin'e verdiği sözü tutsa iyi olur. Çünkü arkadaşımı hayal kırıklığına uğratamam.
Pelin'in söylediğine göre, kız uçaktan inince beni arayacakmış ve birbirimizi öyle bulacakmışız..
Arabamın camını açıyorum ve dirseğimi cama yaslıyorum. Uykusuzluktan gözlerim acıyor. Tüm gece uyumayıp Cemil'in değişken ruh hallerini düşünmek, uyku problemime hiç de yardımcı olmuyor açıkçası..
Telefonumun çalması ile düşüncelerimden sıyrılıyorum. Damla olduğunu varsaydığım, tanımadığım numaradan gelen aramayı açıyorum.
"Alo?"
"Merhaba, Selin ile mi görüşüyorum?"
"Evet benim. Sen de Damla olmalısın. Ben havaalanının kapısının önündeyim. Sen neredesin?"
Damla biraz duraksıyor.
"Şimdi çıkıyorum ben de.."
Gözümü kapıda sabitliyorum. Kulağına telefonu dayamış genç kızı görünce yaşadığım şokla donakalıyorum.
O da bakışlarını etrafta gezdiriyor, sonunda arabanın içine bakıyor. Beni fark ettiğinde o da şok geçiriyor.
"İnanmıyorum. Selin?!"
Telefonu kapatıyorum ve arabadan iniyorum.
"O Damla sen misin?"
Gülümsüyor ve bana sarılıyor.
"Ay inanmıyorum ya, tesadüfe bakar mısın?!"
"Kaç yıl oldu sahi?"
"İşte liseden beri.. Dört yıl oluyor."
Damla, benim liseden arkadaşım. Çok yakın arkadaşım değil elbette.. Hatta sevinç sarılmaları yapacak kadar iyi bir geçmişimiz de yoktur. Onun sevdiği çocukla sevgili olmamdan sonra uzun bir süre konuşmasak da, sonun da beni affetmiş ve orta yolu bulmuştuk.
Şimdi birbirimizi gördüğümüz için sevinmemizin nedeni de kuşkusuz yaşadığımız şoktan.
"E sen üniversiteyi bitirmedin mi?"
"Ben biraz geç başladım da.. Böyle uzadı."
Gülümsüyorum.
"Neyse, hadi bavulunu arabaya yerleştirelim de gidelim."
Dediğim gibi bavulunu bagaja yerleştirdikten sonra yola çıkıyoruz.
"Kaldığım köy biraz uzak havaalanına.." diyerek sonunda konu açıyorum.
"Olsun, önemi yok.."
Tuhaf bir şekilde açmaya çalıştığım hiçbir konu üzerinde muhabbet edemiyoruz. Damla'nın enerjisinin böyle olduğunu hatırladığımda, daha fazla çabalamıyoruz.
Lisede beni sürekli kıskanan, yaptığım her hareketi takip edip bana özenen bir kızdı.
Üstelik fiziksel özelliklerimizin hayret edici derecede benzemesi de cabası.. Bedenlerimiz aynı, saçları benim gibi, gözleri büyük ve beyaz tenli.. Sadece gamzesi hariç. Onda, yanağına canlılık getiren çukurlar yok.
Lisede gören herkesin bizi kardeş veya akraba sanması durumundan rahatsız olurdum. Ama Damla bundan rahatsız olmaz, aksine daha da çok benim gibi olmaya çalışırdı.
Kafamı ona fark ettirmeden sallıyorum.
Ergenlik, çocukluk.. Adını ne koyarsam koyayım. Artık ikimiz de 24 yaşına gelmiş insanlarız. Böyle şeylerin devam edeceğini sanmıyorum.

Bir saate yakın yolculuğun ardından eve geliyoruz.
Damla, evin bahçesindeki aile üyeleri ile tanışıyor. Evdekilerin önce bana sonra da Damla'ya bakışlarından, bizi benzettiklerini anlıyorum. Buna canım sıkılıyor ama kafama takmıyorum.
Damla herkesle sıcakkanlılıkla tanışıyor. Sonra birlikte eve giriyoruz.
"Burası mı?" diyor Cemil'lerin kapısını göstererek.
"Hayır benim evim üst katta."
Başıyla beni onaylıyor. Merdivenlerden çıkıyoruz.
"Ee bana yardımcı olacak Cemil nerede?"
"Çalışıyordur o şimdi. Akşam gelir."
Eve girdiğimizde etrafı süzüyor, elindeki bavulu kenara bırakıyor.
"Ev fazla geniş değil. Ama kanepe rahattır."
"Olsun, sorun değil."
Gülümsüyorum.
"Evdekiler de çok iyidir, hiç rahatsızlık duymazsın merak etme."
Elini saçlarında gezdiriyor.
"Ya ben bir duş alıp rahatlasam iyi olacak aslında.."
"Tabi tabi, banyo şu tarafta. Çekinme hiç."
Bavulunu kanepenin üzerine koyuyor ve deşmeye başlıyor.
Ben de odama giriyorum. Üzerime daha rahat bir şeyler geçirip, banyodaki Damla'yı arkamda bırakarak aşağıya iniyorum.
Alt kata inip kapıyı tıklıyorum.
"Ayşe?"
"Gel Selin gel."
Kilidi açık olan kapıyı açıyorum ve ayaklarım anında kapı girişine çivileniyor.
Ayşe'nin yanındaki Nino'ya bakarken kaçıp gitme isteği beliriyor içimde.

Karşısındaki boy aynasına bakarken, üzerine geçirdiği gelinliğin eteklerini düzeltiyor.
"Biz de gelinliği prova ediyorduk" diyor Nino gülümseyerek.
Hiçbir şey demiyorum. Sadece ona bakıyorum.
"Sen de bir şey söylesene Selin.. Olmuş mu?"
Nino yeniden benimle iletişime geçtiğinde toparlanmaya çalışıyorum.
"Şey.. Evet, olmuş."
Kıymetli bir varlıkmışçasına gelinliği okşuyor.
"Ya göğüs kısmı biraz bol geldi sanki. Ne yapacağız? Böyle karar veremem ki!"
Ayşe arkasına geçiyor.
"Terzi halleder onu.." Eliyle arkadaki potluğu katlıyor. "Bak böyle."
Çalan telefon sesini işitiyoruz.
Ayşe'nin telefonu olduğunu anladığımda adımlarımı evin içerisine yönlendiriyorum. Telefon batarya uyarısı veriyor ve kapanıyor.
"Tüh, şarjı da bitti telefonun. Selinciğim sana zahmet telefonumu şarja takabilir misin?"
Gelinlik içindeki Nino'ya daha fazla bakmamak için hemen onaylıyorum.
"Şarj abimin odasında olabilir, oraya baksana bir."
Kafamı sallıyorum.
Cemil'in odasına giriyorum. Şarj aletini bulmak için çekmecelerini karıştırmaya başlıyorum.
Şuan beni bu durumda görse ne düşünür merak ediyorum.
Yatağının başındaki çekmecedeki şarjı fark ettiğimde hemen alıyorum. Bu sırada kolum saatlerinin olduğu kutuya çarpıyor. Saatleri yere düşüyor.
"Hay Allahım."
Şarjı kenara bırakıyorum ve saatlerini toplamaya başlıyorum. Saat kutusunun kenarından bir paket yere düşüyor.
Kaşlarımı çatıyorum.
Paketin içindeki küçük beyaz hapları gördüğüm zaman beynimden vurulmuşa dönüyorum. Zaman daha yavaş akmaya başlıyor. Tüm o öfke sorunları, değişik ruh halleri, göz bebeklerinin normalinden fazla büyük olması..
"Olamaz."
Ayşe içerden bana seslendiğinde toparlanıyorum ve paketi cebime sokuyorum. Çekmecesini panikle toparlıyorum ve şarj aleti ile birlikte salona geri dönüyorum.
"Bulmakta zorlandım da.."
Telefonunu şarja takıyorum ve boş bakışlarla onlara bakmaya devam ediyorum.
"Selin, dünyada mısın?"
Gözlerimi kırpıştırıyorum.
"Evet evet.. Ya dün ben uyuyamadım da pek. Gidip biraz uyuyayım. Hem misafirimiz de yalnız kalmasın.."
Onlardan herhangi bir yanıt beklemeden evden çıkıyorum. Merdivenlerin başında cebimdeki hapları çıkarıyorum.
"Cemil sana inanamıyorum.." diye fısıldıyorum.
Hapları yeniden cebime tıkıştırıp kendi evime giriyorum.

*

Yemek boyunca ona olan bakışlarımı yakalayan Cemil huzursuz olmaya başlıyor. Şuan aklımı okumak için can attığına eminim.
Damla, sanki günlerdir evdeymiş gibi herkesle ayrı ayrı muhabbet ediyor. Sonra aklıma, Cemil'in Damla ile ilk karşılaştığı an geliyor, sinirleniyorum.
Dakikalarca Damla'yı süzmüş olması beni yiyip bitiriyor. Belki de bana benzettiği için şaşkınlıktan böyle davrandı, bilemiyorum. Ama yine de benim aklımı kurcalıyor.

Yemek bittikten sonra Ayşe heyecanla Damla'yı peşinden sürüklüyor ve ona kendi yaptığı takıları göstermek için eve giriyor.
Hatice Abla mutfakla ilgileniyor, Hatun Nene'nin ise çoktan uyuduğuna bahse girerim. Şaşırtıcı bir şekilde Cemil ile bahçede baş başa kalıyoruz.
"Peşimden gel," diyorum sakince.
Cemil kaşlarını çatıyor.
Masadan kalkıp onun atölyesine giriyorum. Birkaç dakika içinde, etrafını kollayarak içeri giriyor. Kapıyı arkasından yavaşça kapatıyor.
"Ne var? Neden çağırdın beni buraya?"
"Bana söylemek istediğin bir şey var mı?"
Kaşlarını çatıyor.
"Hayır."
"Hayır demek."
Elimi cebime atıyorum ve hapların olduğu küçük pakedi ona gösteriyorum.
"Peki bu ne?"
İfadesi anında değişiyor ve üzerime yürüyor.
"Nerden buldun sen onu?"
Ben kaçırmaya fırsat bulamadan elimdeki paketi alıyor.
"Odanda buldum bugün."
"Odamı mı karıştırıyorsun bir de?"
"Denk geldim diyelim."
Duraksıyor. Muhtemelen bana söyleyeceği şeyleri düşünüyor.
"Onu bana geri verir misin?"
Tek kaşı kalkıyor.
"Seni alakadar etmeyen şeylere karışma."
"İyi peki o zaman, ben de gider herkese söylerim."
Yanından ayrılıp kapıya yöneliyorum. Hızla beni kavrıyor ve beni kapıya yaslayarak kapıyı kapatıyor.
Garip bir dejavunun etkisindeymişim gibi hissediyorum.
"Ayşeeeee!"
Eliyle ağzımı kapatıyor.
"Kes sesini Selin!"
Öfkeyle ona bakıyorum. Dudaklarımı kaplayan avcunu geri çekiyor.
Sessiz kalıyor.
"Yapma Cemil," diyorum sakince.
"Bu işe karışma."
"Ben anlamıştım ki.."
Dikkatle bana bakıyor.
"Sende bir şeyler olduğunu anlamıştım. Çok kötüydün çünkü.. kendinde değildin. Ama bu.."
Başımı yavaşça sallıyorum.
"Bağımlılık batağına düşmene izin veremem Cemil. İnan bana, orası çok kötü."
Alt dudağını hafifçe dişliyor.
"Anlıyorum, merak ediyorsun. Endişeleniyorsun. Ama ben iyiyim."
Nefes alıp verdiği zaman göğsü benim göğsüme çarpıyor. Yutkunuyorum.
"O zaman onları bana ver. Bir daha kullanma."
Yamuk bir gülümseme beliriyor yüzünde.
"Ama ben sana benim işime karışmamanı söyledim."
"Yapamam. Sen kendine zarar verirken, buna seyirci olamam."
"Neden?" diyor birden. Yüzündeki gülümseme soluyor.
"Yapamam işte."
Dudakları seyiriyor.
"Çünkü hala aklın bende. Yanlış mıyım?"
Gözlerimi kırpıştırıyorum.
"Yanlış."
Hafifçe başını sallıyor.
"Öyle mi?" diyor ve yüzünü hızla bana yaklaştırıyor. Nefesimi tutuyorum, dizlerim titremeye başlıyor.
"Kalbinin atışını duyuyor musun Selin? Göğsünden fırlayacak."
Ona bir şeyleri kanıtlamak için sakin durmaya çalışıyorum ama başaramıyorum.
Dudakları, dudaklarımın çok yakınıyken konuşmaya devam ediyor.
"Şimdi bana aklının hala bende olmadığını söyleyebilir misin?"
Nefesi dudaklarıma çarpıyor. Gözlerimi ona sabitliyorum.
"Ben birden fazla kalp atışı duyuyorum."
Böyle dediğim zaman sersemliyor. Onu hazırlıksız yakalıyorum.
"Acı içindesin. Neden kendine daha fazla acı çektiriyorsun?"
"Bana acı çektiren sensin."
Dudaklarım titriyor.
"İstiyorsan hayatından çıkarım," diyorum sessizce.
Sessiz kalıyor.
"Selin.."
Adımı, çok fazla üzerine gittiğimi anlatmak için tekrarlıyor.
"Selin.. Selin.. Selin!"
Alnı sertçe alnıma değiyor.
"Uyuşturucuya ihtiyacın yok senin."
Eli belime dokunduğu zaman düşüp bayılacağım sanıyorum.
"Yok-tu."
Sesi kendinden emin ama bir o kadar da çaresiz çıkıyor.
"Senin kokun yetiyordu."
İtirafı ile birlikte kalbime milyonlarca bıçak aynı anda saplanıyor.
Beni öpmek için bir hamle yapıyor. Her an onu ittirmek için ellerimi göğsünde sabitliyorum ama onu itecek gücü kendimde bulamıyorum.
Dudağı sadece benimkilere temas ediyor. İç çekiyorum.
Sonra duraksıyor, dişlerini sıkıyor. Ve geri çekiliyor. Sersem bir şekilde ayakta durmaya ve kendime gelmeye çalışıyorum.
İfadesini değiştiriyor. Cebindeki paketi çıkarıp eline bir tane hap alıyor.
"Sen, benim hayatıma yön veremezsin" derken minik hapı dudaklarında kıstırıyor.
Onu bir şov gibi yutacağından emin olduğum zaman, hızla eğilip dudaklarındaki hapı dişlerimle kıstırıp kendime çekiyorum.
Temas eden dudaklarımızdan dolayı kısa bir süre sersemleşiyor. Bunu fırsat bilip elindeki paketi de kapıyorum.
Dişlerimin arasında duran hapı elimle alıyorum ve pakedin içerisine atıyorum.
"Her ne olursa olsun. Ben senin bunu yapmana izin veremem."
"Seliin!"
Şov yapma sırası bana geliyor. Dudağımda biriken hapın tozlarını parmağımla sıyırıyorum ve emiyorum. Bakışları seyiriyor.
"Daha çok uğraştıracağım seni, Cemil. Sen pes edene kadar.."
Pakedi cebime tıkıştırıp atölyesinden çıkıyorum.
Ardımda kalan Cemil'i düşünmemeye çalışarak yeniden evime giriyorum.

Bölüm Sonu.

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Umarım beğenmişsinizdir. Hikayeye destek bitmediği sürece bu hikaye de kolay kolay bitmez unutmayın :)
Görüşmek üzere.

Continue Reading

You'll Also Like

77.7K 3.7K 36
Klâsik gerçek aile kurgusuna benzer ama daha olası bir kurgudur; Kızımız eski ailesinden gördüğü baskılar sonucu 18 yaşında ayrı bir eve taşınır ora...
339K 27.1K 40
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...
ZEMHERİ By yudumsucan

General Fiction

115K 5.5K 14
Zemheri babası tarafından zorla evlendirilen bir kızdı. Akay ona yıllarca aşık bir adamdı. Zemheri Akay'ı sevecek mi?
Sarı bukle By ID

General Fiction

43.7K 5.8K 14
interseksüel birey içerir. .... "Ben ona ait değilim, insan sevdiğine ait olur." "Ya kime aitsin? Kiminsin?" İç çekti..." Senin..." .... 🤍