Ölürsem Sevemem Seni (ASKIDA)

Por WhisperToDeath

91.9K 5.6K 2.6K

Hafif hafif araladı gözlerini. Bakışlarının ilk bulduğu o eşsiz yeşillere düşen yansımasına hayranlıkla baktı... Más

Giriş
1.Bölüm
Geçiş bölümü
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23.Bölüm
24.Bölüm
25.Bölüm

14.Bölüm

1.8K 181 32
Por WhisperToDeath

''Konuş, yalvarırım konuş, bakma öyle. Uyanacak de, o seni yalnız bırakmaz, ne olursa olsun senden vazgeçmez de. Gelecek de Yiğit, ne olur bir şey söyle.'' Elleri yakasını sıkıca kavramış silkelerken deliler gibi ağlıyordu ve karşısındaki adamında en az onun kadar çaresiz olduğunu anlayabilecek durumda değildi.

Benliğine tarifi imkansız acılar tattıran bu duygu bir kangren gibi, kalbinin her köşesine yayılırken, parçalara ayrılan ruhunu pişmanlıkların daralttığı bir dehlizin eşiğinde avutuyordu genç kadın. Gülmeye başladı, sonra da avazı çıktığı bağırmaya. ''Susma Allah'ın cezası, bir şey söyle!''

Deliriyordu ve mantığı son kırıntılarına kadar onu terk ederken, elinden gelen yada acısını bir nebze olsun dindirebilecek hiçbir şey yoktu. Ne kesip atabiliyor, nede tek bir an karşı koyabilabiliyordu ve bu çaresizlik öldürecekti genç kadını. Önüne koca bir geçmişi katıp, dipsiz uçurum diplerinde soluklanan bir çığ gibiydi bu acı ve önünde durabilecek gücü yoktu. Yorgundu ve hiç olmadığı kadar güçsüz hissediyordu kendini.

Parmak uçlarından yükselen duygu fırtınasına kapılıp sarsılan bedeni kontrolsüzlüğe doğru sürüklenirken, paslı bir mengeneye sıkıştırılmışcasına çırpınan kalbi göğsünü dövmeye ve hastanenin dar koridorlarında yankılanan sesi kendi kulaklarına bile yabancı gelmeye başlamıştı. Görünmeyen bir el boğazına sarılmış ve her an baskısını arttırırken aldığı nefesler, sivri bir ok olup ciğerlerine batıyordu genç kadının.

'Ah, gözlerinin kıyısına dik yamaçlar sarıp sarmalayan adam; tutunamadığım kirpiklerinden bilmem kaçıncı kez düşüyorum sana. Ama bu kez senden ve sensizlik korkusu tüm benliğimi kuşatmışken...' Dedi içinden ve 'Ağlamayacağım,' diye ekledi. 'Geleceksin. Ağlamayacağım!' Sıkı sıkıya tutunduğu bu umut, tek dayanağıydı genç kadının. Aksi bir durumun düşüncesine bile tahammülü yoktu. Gelecekti.

Gelecekti çünkü; söz vermiş, 'seni hiç bırakmayacağım' demişti. Bırakmamıştı da zaten. Sözünde durmuş ve aralarına giren mesafeye rağmen yanında olmuştu her zaman. Rüyalarında onu görmüş, her sabah uyandığında öpüşünü hissetmişti yanağında ve ne zaman ağlasa, o silmişti göz yaşlarını. Ellerini bıraksa da kalbine dokunmuştu bir kere ve bu her şeyin ötesindeydi.

O parmakların imza attığı tenine başka bir tenin değmesine izin vermemiş ve yalnızca hayallerinin gerçeğe dönüşeceği o günü beklemişti genç kadın. Oğlunun babasına kavuştuğu o anı... Onu minicik kollarının arasına alacak ve 'babam' diyecekti.

Böyle düşlemiş, bir oğlu olacağını öğrendiği ilk andan beri bunu istemişti hep. İnanmış ve sabırla beklemişti yıllarca. Biraz daha beklerdi. Hem ne kaybedebilirdi ki, ömür takviminden eksilen o kağıt müsveddelerinden başka? Onsuz geçen günler zaman kaybından öteye gidemezken, neyi kalmıştı ki kaybedecek? Canı mı? Olmasındı onsuz hayat!

Bir yerlerde nefes aldığını bilmek bile yetiyorken, yetineceği bir şeylerin kalmaması bitirirdi genç kadını. Kanasa da vazgeçmeyecekti. İçi sökülse de, söküp atmayacaktı sevdiği adamı içinden. Hem aşk bir yanı eksik yaşaması değil miydi zaten insanın? Yaşardı! Yokluğunun varlığına sarılır, yine yaşardı genç kadın.

Sıyrıldığı düşüncelerinin ardından zoraki bir gülüş kondurup dudaklarına, karşısındaki adamın endişeli yüzünde sabitledi bakışlarını. Sonra önünde durduğu hastane odasına baktı camından ve içeride yatan adamı düşledi. Onun her an ölebilme ihtimalini ve onsuzluğu... Yüzüne yayılan gülümsemesi, biraz daha genişlemişti bu düşünceyle.

Koridorlarda yankılanan kahkahalarının eşliğinde gözlerine inen siyah perde onu bir girdap gibi içine çekerken, başını çarptığı sert zeminden çıkan tok ses ise duyduğu son şeydi genç kadının. Sonrası ise zifiri bir karanlıktı, ve o karanlığın içinde parıldayan koyu yeşil bir çift göz...

***
Sekreterime çıkmasını işaret ettikten sonra, ısrarla çalan telefonu cevapladım.
''Yiğit bey?'' Daha önce hiç duymadığıma emin olduğum bu ses tonu, bariz bir endişeyle kulaklarımı doldururken soğuk çıkmasına engel olamadığım sesim, bilindik bir acının yüküyle titremeye başlamıştı.
''Benim. Peki ya siz?''

''Cem Atasoy'un neyi oluyorsunuz?'' Sorumu göz ardı ederek sorduğu bu soru ise, benliğimi kasıp kavuran o acının yersiz olmadığını söyleyen yanımı, yalanlayıcı cümlelerimi boğazıma diziyor ve genzimin hemen üzerine oturan o yumrunun biraz daha büyümesine sebep oluyordu.

''Abisiyim.'' Güçlükle ayrılmıştı kelimeler dudaklarımdan. Uğuldayan kulaklarım ise az sonra duyacağı şeylerden kaçmaya çalışır gibiydi. Neler oluyordu böyle? Telefonun ucunda yutkunan bu adam da kimin nesiydi?

''Kimsiniz dedim!'' Diye sorumu tekrarlarken, damarlarımda palazlanan öfke en az karşımdaki adam kadar yabancıydı bana.

''Taksim eğitim ve araştırma hastanesinden arıyorum beyefendi. Kardeşiniz...'' Devamını getirmeye zorlanıyor gibiydi.

''İzmir, İstanbul yolunda geçirdiği trafik kazası sonucunda, yuvarlandığı uçurumun yamacında patlamak üzere olan bir araçtan ağır yaralı olarak çıkarıldı ve ilk müdahalelerimizin ardından kaldırıldığı hastanemizin, yoğun bakım servisine alındı. Du...'' Kulaklarımı dolduran kelimeler, kelimesizliği çağrıştırırken bedenimi esareti altına alan titreme nöbeti ve kalbimi ezip geçen o garip baskı ile elimden kayıp giden telefonun bile ayrımına varamayacak bir hale gelmiştim. Nasıl olurdu böyle bir şey? Cem... Benim kardeşim nasıl yapardı böyle bir şeyi?

''Burnun kanıyor Yiğit!'' Omuzlarımdan tutup beni sarsan ellerin sahibini göremeyecek kadar kör olmuştu gözlerim. Kulaklarım ise telaşlı sesinden sıyrılıpta beyin duvarlarıma çarparak kıralan kelimeleri duyamayacak kadar sağır...

''Yiğit. Yiğit, kendine gel.''Omuzlarımdaki baskısını azaltan eller, yüzüme ard arda çarpılmaya başladığında kaybettiğim dengem, ruh halimi yansıtan en güzel şeydi şuan için. Sarsıcı ve acı dolu... Ayakta durmak ise en az bu durumu kabullenmek kadar zordu, yada kalkıp direnmek... ''Ne oldu Yiğit? Ne oldu, bir şey söyle!''

Tüm bunlara karşı koruduğum sessizliğim tek kelimelik bir duvarın ardına pusan o sisli acının gölgesiydi aslında, yada karşılıklı iki aynanın görebilmek adına yiyip bitirdiği cılız bir suretin kırıntıları. Öylesine yitik hissediyordum kendimi ve ilk kez böylesine zor geliyordu avaz avaz çığlıkların sarıp sarmaladığı benliğime inat, o duvarı aşıpta konuşmak. O duvar kan kırmızıydı. O duvar, ölümün ta kendisi...

''Cem...'' Kelimeler hiç olmadığı kadar ağırlaşmıştı dilimde. Pencerenin pervazını aşıp ciğerlerimi dolduran hava ise görünmez çiviler taşıyordu sanki. Zira aldığım her nefesin göğsümü parçalara ayıracakmışçasına acıtmasının başka açıklaması olamazdı.

''Cem... Trafik kazası...'' Getiremiyordum devamını. Bunu yapacak gücüm yoktu. Kardeşimi koruyamadığımı kendime bile itiraf edemezken bunu bir başkasına söyleyebilecek kadar güçlü değildim.

''Durumu nasıl? Hangi hastanede şimdi?'' Hastane... Cem... Lanet olsun! Ne yapıyordum ben böyle?
Yanında olup ona destek olmam gerekiyorken hala ne işim vardı ki burada? Toparlanmam gerekiyordu. Güçlü olmalı ve ayakta durmalıydım. Kardeşimi ayağa kaldırmam için, gerekliydi bu. Hem ağabeyler yorulamazdı hiç. Kardeşlerinin yaralarını sararken, ağlayamazlardı.

Karşımdaki adamın artarda sorduğu soruları cevapladıktan sonra, avuç içlerimden destek alarak yerden hızlıca kalkıp koşmaya başladım. Çalışanların meraklı bakışları ve arkamda bıraktığım adamın peşimden geldiğini bilmek, umurumda bile değildi şuan için.

Merdiven basamaklarını atlarcasına inerken sarsılan bedenim, enkaz altında can çekişen ruhumun aciz çırpınışlarını, yanaklarımdan süzülen yaşlar ise o enkazı sulayan yağmur damlalarını yansıtıyorken, garajın dev kapısından girip arabamın anahtarlarını büyük bir telaşla ceplerimde arayışım, ölüm sessizliğinin hüküm sürdüğü sol yanımın, artçı sarsıntılarının sonucundan başka bir şey değildi ve isyan bayraklarını çeken beyin hücrelerimin sağa sola kaçışması da bu yüzdendi zaten.

Böylesi bir durumda ise elimdeki anahtarları arıyor olmak oldukça olasıydı ve saatlere kafa tutan saniyelerin sonunda nerede olduğunun ayrımına varmak. Son mantıklı yanımı da gaz pedalına kurban ederken, bir anda açılan kapıdan içeriye giren adamın varlığı bile ruhumu titreten yalnızlığı bir nebze olsun azaltmaya yetmemişti. İçim üşüyordu ve tüm şehri ateşe versem dahi ısınmayacaktı sanki hiç.

''Efendim?''
''...''
''Yiğit'in yanındayım.''

''...''
''Cem'in abisi.''
''...''
''Buse, sakin olur musun biraz?''
''...''
''Uzun uzadıya ne olduğunu anlatacak vaktim yok, zaten bende tam olarak bilmiyorum hiçbir şey. Yoldayız ve hastaneye gidiyoruz şimdi. En kısa zamanda öğrenip haber vereceğim sana.''

''...''
''Cem... Trafik kazası geçirmiş. Şuan yoğun bakımda.''
''...''
''Taksim eğitim ve araştırma hastanesi.''

Gözlerimi yoldan ayırmasamda, yanımdaki adamın yaptığı telefon görüşmesini duyabilecek kadar kendimdeydim hala ve bu, şuan istediğim son şey bile değildi. Kendimde olmam, daha fazla acı demekti. Bu kadarına bile tahammül edemezken ise daha fazlasıyla başa çıkabileceğimden emin değildim. Bir kaybı daha kaldıramazdım. Onca yükün altında ezilirken tutunduğum tek dalın kırılmasına göz yumamazdım. Dayanamazdım buna.

''Umut...'' Bakışlarımı akıp giden şeritlere sabitlemişken güçsüz bir fısıltının ötesinde değildi sesim.
''O... O, ölmeyecek değil mi?'' Omzumu güç vermek istercesine sıvazlayan eline tezat bir şekilde dudaklarından dökülen titrek kelimeler, içimdeki son umut kırıntılarına sert darbeler vurmaktan başka bir işe yaramamıştı. ''Ölmeyecek kardeşim.''

Hastanenin önüne rastgele park ettiğim arabadan hızlı bir şekilde inmiş, giriş kısmına yöneliyorken, kolumu sıkıca kavrayan el ile durmak zorunda kaldım. ''Güçlü olman gerekiyor. En azından onun için, Cem için yapmalısın bunu.'' Başımı sallayarak içeriye doğru birkaç adım atmıştım ki, danışmadaki görevliye bilinçsiz bir şekilde bağırıp çağıran Buseyi görmem ile birlikte ayaklarım bedenimi taşıyamaz hale gelmişti. ''Ne dediğini kulağın duyuyor mu senin? Nasıl olur ya? Nasıl, Allah'ın cezası nasıl?''


































Seguir leyendo

También te gustarán

5.5M 293K 30
!Acemi bir dille yazılmıştır! Sarhoş olduğu gece bir adamla birlikte olan Kayra, sabah uyandığında kendini tanımadığı bir adamla bulur. Evden apar t...
198K 10.7K 23
❝ Konserdeki Sevgilim: Mine, üç ay. Konserdeki Sevgilim: Sadece üç ay çıkıyormuş gibi davranacağız. Konserdeki Sevgilim: O kadar. Siz: Üç ayın sonun...
57.5K 4.7K 20
Bir mantık evliliği hikayesi.
2M 89.1K 68
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...