22.Bölüm

1.3K 76 58
                                    

Karşısındaki adamın duygularının kendisininkinden katbekat daha yoğun olduğundan habersiz, onun, iç çamaşırını iki yanından sıkıca kavrayan parmaklarının tenine uyguladığı baskının yakıcılığına odaklanmıştı. Başka bir şey düşünemiyordu. Düşünmek için akıl gerekirdi ve bu adam, her seferinde olduğu gibi yine aklını başından almayı başarmıştı.

Eğdiği başını kaldırmadan ağır ağır yükselen Cem ise, içindeki yanardağın, parmaklarının, sevdiği kadının yakıcı teninin üzerindeki yolculuğunun her miliminde biraz daha körüklendiğini ve patlayacak raddeye ulaştığını hissediyordu. Daha fazla dayanamayıp başını kaldırmıştı ki, açılan kapıdan içeriye doğru atılan adımların zeminde uyandırdığı yankı ile hızlıca ayağa kalkarak, iç çamaşarını tamamen giydirdiği genç kadını arkasına alırken, "Sakin ol." Diye fısıldadı. "Ve sakın kıpırdama!"

*

İçeriye girip, "Bus..." Diyen genç kız gördüklerinin etkisi ile cümlesini tamamlayamayıp, bir eli ağzında, ikiliye şaşkın şaşkın bakmaya başlasa da kendini toparlaması çok sürmemişti. "Ne yapıyorsunuz siz burda?" Dedikten sonra elini ağzından çekti ve işaret parmağı ile kıyafetleri işaret ederek gülmeye başladı. "Gerçi ne yaptığınız ortada ama neden burada yaptığınızı hâla anlayamadım."

Kahkahalarının arasından birde yanakları kızarmış, renkten renge giren Buseye dönüp, "Boş ev lazımsa anahtarı verebilirim kuzen?" Demesi ile artık kayışlar tam anlamıyla kopmuş, karnını tutarak gülmeye başlamıştı.

"Kızım başka işin gücün yokmu senin, kadınımı utandırmaktan başka." Diyerek sahiplenici bir tavırla araya giren Cem, cümlesine özne olan kadının çocuksu bir heyecan ile çırpınan kalbinden habersiz olararak, "Hemen şimdi bu odadan çıkıp, üç maymunu oynamaya başlıyorsun sevgili baldızım." Diye devam etti. "Bizi görmedin, bir şey duymadın ve nerede olduğumuzu bilmiyorsun. Anlaştık mı?"
*
"Neden kendi tabağından yemiyorsun sen ya?" Diye mızmızlanan genç kadını umursamayarak çatalını batırdığı peyniri ağzına atıp, çayından da bir yudum alırken, "Seninkiler daha lezzetli." Diyerek omuz silken Cem, bal sürdüğü bir parça ekmeği ona uzatarak büyük bir iştahla ısırmasını seyretti. Buse yediğinin, kendi ise izlediğinin verdiği tatlı haz ile gözlerini kısarken, kıvrılan dudaklarının kenarına bulaşan bal damlasını parmağı ile sıyırıp ağzına götürdü.

Sevdiği adamın kısa bir an önce dudaklarında gerçekleştirdiği minik hırsızlığın ganimetini diline pay edişini izlerken yutkunmasına engel olamayan genç kadın, dişi ile olay mahalini hafif hafif ezerken,"Hayır." Dedi. "Bence seninkiler daha lezzetli."

Bunları söylerken gözlerini alamadığı dudakların muzipçe kıvrılışı ve oradan sıyrılan sözler ile birlikte yanaklarına hücum eden alev dalgası, gözlerinin önüne doluşan silik ve kısa görüntülerin oluşturduğu karma örgü ile daha yakıcı bir hal almaya başlamıştı. Utanmaz herif, hiç denilir miydi, "Tadımın damağında kaldığını biliyorum güzelim ama geceye kadar sabredebilirsin değil mi?" Diye.

Her ne kadar itiraz etmek için başını kaldırıp gözlerini gözlerine dikmiş olsada, o sırada dudaklarında gezinen dili tüm dikkatini dağıtmış ve öylece bakmasına sebep olmuştu. Özlediği apaçık bir gerçekti ve o bu gerçeği inkar edemezdi genç kadın. Yıllardır yoksaydığı ihtiyaçları onu köşeye sıkıştırmıştı. Aralanan dudakları usulca kapandı ve başını hafifçe eğerek lavaboya gitmek için izin istedi. Bunca zaman sonra gelipte böyle konuşamazdı. Hiçbir şey olnamış gibi davranması zaten parçalanmış olan yüreğini biraz daha acıtmış ve söyledikleri gururuna dokunmuştu. Ucuz bir kadınmış gibi hissediyordu kendini. Sarmayı beceremediği gibi biraz daha kanatmıştı aptal adam. Hiçbir şey söylemeden çantasına uzandı. Biran önce buradan gitmeliydi. Yoksa kendini daha fazla tutamayacak ve onun yanında ağlayacaktı.

Ayağa kalkmak için yaptığı hamleye engel olan el parmaklarına dolanırken, can yakıcı bir hüzünle gözlerine bakarak, "Yapma! Daha çok kanatmaktan başka bir işe yaramıyor..." Diye fısıldadı.

Genç adam içinden kendine lanetler yağdırarak ayağa kalktı ve onu kollarıyla sıkıca sararken, "Sessizliğe yılları boca edince insan, cümlelerin nereye dokunduğunu kestirmek kolay olmuyor." Dedi. "Kızma olur mu?"

"Kelimelerinin sivri ucunu kırgınlıklarıma batıracaksan sus... Gidişinin yarım bıraktığını tamamlayan sözlerin olmasın." Diye cevap verdi genç kadın, gözlerini korkusuzca sevdiği adamın gözlerine dikerek. "Bak gözlerime." Dedi. "Derin derin bak ve oradaki titrek yaşların ardına gizlenen sessiz çığlıklara kulak ver. Benimde seslerle aramın sandığın kadar iyi olmadığını anlayacaksın her bakışında. Çünkü hangi dil dönüp dolaşıp seni bulduysa, çarptığı harfler ateş olup kulaklarımı yaktı. Susmayı bile yana yana öğrendim sen yokken. Şimdi ise gelipte hesapsızca savurulmuş üç beş kelimenin hesabını bana kesmeye kalkma. Ne senin böyle bir hakkın var nede benim bununla baş edebilecek gücüm..."

Sesi sarf ettiklerinin yükü ile buruk ve kırgın bir hâle bürünürken elini tutan eli silkeleyerek arkasını döndü. Gözlerini zorlayan yaşları daha fazla tutamayacağını biliyordu. Bunun için boş bir mücadeleye girmek yerine adımlarını hızlandırdı. Attığı her adımda şiddetlenen hıçkırıkları genzini yırtarcasına dudaklarından firar ederken, ona dönen bakışlara aldırmayarak dışarıya çıktı. Tüm sesler yavaş yavaş kısılmaya ve şehrin gürültüsünün yerini alan sessizlik içinde de hüküm sürmeye başlamıştı. Yaşlar görüşünü bulanıklaştırıyordu. Şuan da yapmak istediği tek şey koşmak ve olabildiğince uzağa gitmekti. Asıl kaçtığının da varacağının da kendi olduğunu düşünecek durumda değildi. Kalabalıktan uzaklaştıkça yalnızlığına yaklaştığını bilmeden koşmaya başladı. Ayaklarının zemine vurduğu her darbede hissizleştiğini hissetti. Sonra ise bu hissizliğin tüm benliğine yayıldığını. Öyle ki, ne iliklerine kadar işleyen rüzgarı hissedebiliyordu şimdi, nede hüzün yüklü bulutların patırtılı isyanından arta kalan yağmurun tenine pay ettiği şiddetli damlaları.

Yön algısını kaybetmişçesine koşarken dalgaların insafına bırakılmış bir gemiyi andırıyordu genç kadın. Güvertesi bir çok yerinden delinmiş ve dümeni olmayan bir gemi. Batmamak için değilde, aşina olduğu denizin derinlerine olan susamışlığını dindirmek adına mücadele eden...

Çok geçmeden ayaklarının yerden kesilip, bedeninin hafiflediğini, bel oyuğundan ve sırtının omzuna yakın bir kesiminden onu sıkıca kavrayan bir çift eli hissetti. Olanların ayrımına henüz varamamış, yalnızca ruhunun ürkek yanını bastıran güven duygusunun her yanını kuşatmasına izin vermişti.

Sesler yavaş yavaş belirginleşmeye başlarken, araba kornaları, fütursuzca savrulan küfürler, bağırışlar, iç tırmalayıcı fren sesleri gibi daha bir çok sesi içinde barındıran caddenin uğultulu karmaşasından sıyrılarak yalnızca tek bir sese, telaşı, kızgınlığı, şefkati ve tüm, mım'lı- mim'li eklere nispet yaparcasına sahiplenişi ile kulaklarına huzuru kazıyan o seste, adının salınışına odaklandı.

Hafif hafif araladı gözlerini. Bakışlarının ilk bulduğu o eşsiz yeşillere düşen yansımasına hayranlıkla baktı ve oraya hapsolmayı diledi içten içe. Gülümsedi. Adını fısıldayıp alnına düşen bir tutam saçı yana doğru savurdu. Şuan hiçbir şeyin önemi yoktu. Ne Cem kısa bir süre önce ölümün pençesinden çaldığı kadından başkasını görebiliyor nede Buse caddenin ortasında olduklarının ayrımına varabiliyordu. Zaman durmuştu onlar için. Kelimeler kulaklarına ulaşamadan havada asılı kalıyor ve söz hakkı dudaklara değil de gözlerine düşüyordu.

Genç adam sevdiği kadının ılık kahvelerini içmek istercesine yaklaşmaya başladı. Onun nefesinin ciğerlerine dolduğunu hissederken rüzgarın dahi durduğunu yemin edebilirdi. Biraz daha yaklaştı. Dudaklarını dudaklarına bir tüy misali değdirip geri çekildi. Sonra ise gözlerini gözlerinden tek bir an bile ayırmadan ve kalbi göğüs kafesini delicesine döverken, eğdi başını hafifçe. Alnına bastırdığı dudaklarını kısa bir süre ayırmadı olduğu yerden ve burnunu saçlarına dayayıp derin bir nefes alırken, ''Ölseydin yine sever miydin beni?'' Diye fısıldadı.
''Hayır.'' Dedi genç kadın. ''Ölürsem sevemem seni.''
''Ölme...'' Diye cevap verdi, aldığı cevaba cevap olarak. ''Gidersen dönemem geri.''
''Gitme.'' Dedi genç kadın. ''Yaşayamayacağından değil de, yaşatmak istediğinden kal.''
Anlamadı ne demek istediğini. Bilindik suskunlarını diline kalkan edip susarken, okşadı yine sevdiği o kahveleri gözleri ile usul usul. ''Bizi.'' Diye devam etti Buse sonra, onun anlamadığını anlamışçasına. ''En azından bizim için...''

Ölürsem Sevemem Seni (ASKIDA)Where stories live. Discover now