18.Bölüm

1.1K 106 44
                                    

Uyandığında yaşayacağı hayal kırıklığını bilmesine rağmen, sıkıca sarıldığı yastığın sevdiği kadın ve yanağındaki elin sahibinin ise oğlu olduğunu düşünerek daldığı uykunun, kapılarını araladığı rüya alemine doğru attığı adımlar ile kendini huzurun kollarına bırakmıştı genç adam. Poyraz ise her şeyden habersiz, öylece uyuyan adamın yeni çıkmış sakallarında elini gezdiriyordu. Bilmediği bir şey onu buraya getirmiş ve yine o şey, geldiği gibi gitmesini engellemişti sanki. Garip bir duygu vardı o küçük kalbinin göğüs kafesini dövmesine sebep olan ve o duygu hiç kuşkusuz bugüne kadar hissettiği en güzel şeydi. Kendine engel olamayarak yanağına bir öpücük kondurduğu sırada, kapının açıldığını fark ederek arkasına döndü. İçeriye giren adamın elindeki kahve bardağını masaya bırakmasını izledikten hemen sonra ise ona doğru koşarak kucağına atladı.

Uzun zamandır görmediği adamın boynuna büyük bir özlem ile sarılarak, "Yiğit amcam... Çok özlemişim ben şeni ya. Neden gelmiyoşun aytık Umut dayımla?" Dedikten sonra kısa bir an düşündü ve yüzünü gölgeleyen çocuksu bir hüznün eşliğinde devam etti. "Yokşa küştünüş mü şiş?" Yiğit bu minik adamın şirinliğine karşı koyamayarak yanağına kocaman bir öpücük kondururken, ''Hayır,'' Dedi. ''Küsmedik küçük bey.'' Alnına düşen saçlarından bir bukleyi özenle geriye atıp, ''Peki sen ne arıyorsun burada?'' Diye sorarken, içindeki çocuksu sevincin yüzüne yansımasına engel olamamıştı. ''Hiç...'' Dedi Poyraz, ''Kapıyı aşık göyünce bi giyeyim dedim. Şen neden buydaşın?'' Tam cevap vermek için dudaklarını aralamıştı ki, kardeşinin sevgi dolu gözlerini yeğeninin üzerinde hissetmesi ile sessizliğini korudu genç adam.

Yiğit'in yüzündeki değişikliği farkederek onun baktığı yere bakan Poyraz ise gözlerini, irislerine düşen yansımanın odağından bir türlü alamamış ve amcasının kucağından inmek için bir hamle yapmıştı. Onu yavaşça yere bırakarak, odanın köşesine doğru çekilip sırtını duvara dayadı genç adam. Yeğeninin, babasına doğru attığı her adımı katlanarak çoğalan bir umutla izliyordu. Atılan her adımın umudun ta kendisi olduğuna dair farkındalığı, baba ve oğulun birbirine karşı nefes kesici yaklaşımları nedeni ile daha da güç kazanırken, gözlerinde çağlayan yaşların yanaklarına düşmesine engel olmak adına başını hafifçe kaldırarak derin bir nefes aldı.

Bir kaç gün önce ümit ile korku arasında gidip geldiği bu hastane odasında, öncesinde şahit olamayacağı türden bir duygu yoğunluğu vardı. Öyle ki, karşı karşıya durmuş, birbirinin ruhunu görüyormuşçasına bakan ikilinin, bakışlarından saçılan sevginin en ufak zerresinin bile dindirebileceğine emindi genç adam, kurak bir kalbin susuzluğunu. Tüm çabasına rağmen akmasına engel olamadığı göz yaşını, sağ elinin işaret parmağı ile silerken, bir çok duygunun gelip geçtiği gözlerini, donuk ruhunun buzlarını dahi eritebilecek bu manzarada sabitledi. Biri henüz bir daha bırakamayacağını bilmeden uzatıyordu elini, diğeri ise yüreğindeki coşkuya ayna tutan tebessümü ile.

"Meyhaba, ben Poyyaş." Diyerek, minik elini avuçlarının arasından çekip alan oğluna, tek bir an bile düşünmeden sımsıkı sarılan Cem, dudaklarının ucuna gelen o kelimeyi daha fazla tutamayarak, "Oğlum..." Diye fısıldadı. Ve sustu sonra. Kollarının arasındaki minik bedenden yayılan o bebeksi kokuyu ciğerlerine doldururken hissettiklerini ifade edebilecek bir cümle kuramamıştı. Yoktu da zaten. Daha önce yalnızca bir kez görmesine rağmen duyduğu özlemin bu denli güçlü olmasını açıklayabilecek hiçbir şey olamazdı. İçindeki boşluğun büyük bir kısmı dolmuş ve daha önce ayrımına dahi varamadığı bir eksikliğini farketmesine sebep olmuştu, tamamlanışı.

Durum Poyraz için de pek farklı değildi. Yabancısı olduğu bu kollarda hiç olmadığı kadar güvende hissediyor ve her ne kadar gizlemeye çalışsa da burukluğunu koruyan minik yüreği bayram yerine dönüyordu. Ayrılmayı hiç istemiyor olsa da, tanımıyor olmanın verdiği tedirginlik ile kendini geri çekti.

Hızlanan kalbi ve sıklaşan nefeslerinin gümbürtüsünü bastırmak istercesine, "Neden oğlum diyoyşun ki bana," Diye bağırdı. "Neyden oğlun oluyoyum ben şenin be adam." Maruz kaldığı sıcaklığın ateşe verdiği yüreğinde harlanan yara kanamaya ve gözlerinden taşan yaşlar ile bir olup tenini yakmaya başlamıştı. Umut dayısının arkadaşına dönerek, "Yiğit amca, kim bu adam?" Dedi. "Kim bu adam Yiğit amca, bilmiyoymu babamın beni bıyakıp gittiğini. Annem anlatmıştı bana hem, öyle biy şayaydı ki demişti, biy daha hiç bıyakmayacak şanıyşın. Neden oğlum diyoy ki bana şimdi, neden şayıyoy babam gibi?"

Verecek bir cevabı yoktu Yiğit'in ve yapabilileceği tek şeyi yapıp, ağlamamak için direndiği fazlası ile belli olan kardeşinin yatağına yaklaşarak, boyundan büyük acıları minicik yüreğine yük etmiş yeğenine sımsıkı sarılırken, ''Geçecek küçüğüm.'' Diye fısıldadı. ''Bir gün tüm bu kötü günleri atlatıp çok mutlu olacağız ve işte o zaman anlayacaksın bu adamın kim olduğunu.'' Kollarını bedeninden ayırmadan hafifçe geri çekilip, gözlerine bakarken, ''Ama bu güzel gözlerinden, sebep olduğu hüznü silene kadar asla affetmeyeceğim onu.'' Dedi kesin bir tavırla. ''Asla!.''

Kardeşinin gözlerine öfke dolu bir bakış attıktan sonra, Poyraz'ı da orada bırakıp, kapıyı ardından sertçe çarparak dışarı çıktı. Bir süre ne yapacağını bilmeden etrafına bakındı. Eli ile şakaklarını ovuşturup, derin bir nefes aldı. Artık bu gidişe bir son vermesi gerekiyordu. Kendisi bile çıldıracağını hissederken, o iki aptalın böylesi bir işkenceye nasıl dayandıklarına akıl erdiremiyor ve Poyraz'ın bu buruk hallerine tahammül edemiyordu. Zemini dövercesine attığı sert adımları ileriye doğru, keskin bir kararlılıkla savrulurken, önünde durduğu kapıyı çalma gereği bile duymadan hızlıca açarak, içeriye girdi.

Ölürsem Sevemem Seni (ASKIDA)Donde viven las historias. Descúbrelo ahora