14.Bölüm

1.8K 181 32
                                    

''Konuş, yalvarırım konuş, bakma öyle. Uyanacak de, o seni yalnız bırakmaz, ne olursa olsun senden vazgeçmez de. Gelecek de Yiğit, ne olur bir şey söyle.'' Elleri yakasını sıkıca kavramış silkelerken deliler gibi ağlıyordu ve karşısındaki adamında en az onun kadar çaresiz olduğunu anlayabilecek durumda değildi.

Benliğine tarifi imkansız acılar tattıran bu duygu bir kangren gibi, kalbinin her köşesine yayılırken, parçalara ayrılan ruhunu pişmanlıkların daralttığı bir dehlizin eşiğinde avutuyordu genç kadın. Gülmeye başladı, sonra da avazı çıktığı bağırmaya. ''Susma Allah'ın cezası, bir şey söyle!''

Deliriyordu ve mantığı son kırıntılarına kadar onu terk ederken, elinden gelen yada acısını bir nebze olsun dindirebilecek hiçbir şey yoktu. Ne kesip atabiliyor, nede tek bir an karşı koyabilabiliyordu ve bu çaresizlik öldürecekti genç kadını. Önüne koca bir geçmişi katıp, dipsiz uçurum diplerinde soluklanan bir çığ gibiydi bu acı ve önünde durabilecek gücü yoktu. Yorgundu ve hiç olmadığı kadar güçsüz hissediyordu kendini.

Parmak uçlarından yükselen duygu fırtınasına kapılıp sarsılan bedeni kontrolsüzlüğe doğru sürüklenirken, paslı bir mengeneye sıkıştırılmışcasına çırpınan kalbi göğsünü dövmeye ve hastanenin dar koridorlarında yankılanan sesi kendi kulaklarına bile yabancı gelmeye başlamıştı. Görünmeyen bir el boğazına sarılmış ve her an baskısını arttırırken aldığı nefesler, sivri bir ok olup ciğerlerine batıyordu genç kadının.

'Ah, gözlerinin kıyısına dik yamaçlar sarıp sarmalayan adam; tutunamadığım kirpiklerinden bilmem kaçıncı kez düşüyorum sana. Ama bu kez senden ve sensizlik korkusu tüm benliğimi kuşatmışken...' Dedi içinden ve 'Ağlamayacağım,' diye ekledi. 'Geleceksin. Ağlamayacağım!' Sıkı sıkıya tutunduğu bu umut, tek dayanağıydı genç kadının. Aksi bir durumun düşüncesine bile tahammülü yoktu. Gelecekti.

Gelecekti çünkü; söz vermiş, 'seni hiç bırakmayacağım' demişti. Bırakmamıştı da zaten. Sözünde durmuş ve aralarına giren mesafeye rağmen yanında olmuştu her zaman. Rüyalarında onu görmüş, her sabah uyandığında öpüşünü hissetmişti yanağında ve ne zaman ağlasa, o silmişti göz yaşlarını. Ellerini bıraksa da kalbine dokunmuştu bir kere ve bu her şeyin ötesindeydi.

O parmakların imza attığı tenine başka bir tenin değmesine izin vermemiş ve yalnızca hayallerinin gerçeğe dönüşeceği o günü beklemişti genç kadın. Oğlunun babasına kavuştuğu o anı... Onu minicik kollarının arasına alacak ve 'babam' diyecekti.

Böyle düşlemiş, bir oğlu olacağını öğrendiği ilk andan beri bunu istemişti hep. İnanmış ve sabırla beklemişti yıllarca. Biraz daha beklerdi. Hem ne kaybedebilirdi ki, ömür takviminden eksilen o kağıt müsveddelerinden başka? Onsuz geçen günler zaman kaybından öteye gidemezken, neyi kalmıştı ki kaybedecek? Canı mı? Olmasındı onsuz hayat!

Bir yerlerde nefes aldığını bilmek bile yetiyorken, yetineceği bir şeylerin kalmaması bitirirdi genç kadını. Kanasa da vazgeçmeyecekti. İçi sökülse de, söküp atmayacaktı sevdiği adamı içinden. Hem aşk bir yanı eksik yaşaması değil miydi zaten insanın? Yaşardı! Yokluğunun varlığına sarılır, yine yaşardı genç kadın.

Sıyrıldığı düşüncelerinin ardından zoraki bir gülüş kondurup dudaklarına, karşısındaki adamın endişeli yüzünde sabitledi bakışlarını. Sonra önünde durduğu hastane odasına baktı camından ve içeride yatan adamı düşledi. Onun her an ölebilme ihtimalini ve onsuzluğu... Yüzüne yayılan gülümsemesi, biraz daha genişlemişti bu düşünceyle.

Koridorlarda yankılanan kahkahalarının eşliğinde gözlerine inen siyah perde onu bir girdap gibi içine çekerken, başını çarptığı sert zeminden çıkan tok ses ise duyduğu son şeydi genç kadının. Sonrası ise zifiri bir karanlıktı, ve o karanlığın içinde parıldayan koyu yeşil bir çift göz...

Ölürsem Sevemem Seni (ASKIDA)Where stories live. Discover now