17.Bölüm

1.5K 115 60
                                    

Bu bölümü kendime ithaf ediyorum, malum doğum günüm ya bi'torpil geçeyim dedim :) Şaka şaka siz değerli okurlarım ve üç güzel meleğim varken yapar mıyım bunu hiç? Yapmam. Ve o halde; Yorgunluğun, karamsarlığın, umudun ve bir çok duygunun misafir olduğu bu bölümü: Dengesiz-Yazar , Ayan_n , maviliseker ve hikayemizin tüm okurlarına, yani sizlere ithaf ediyorum.

İyi okumalar dilerim...
***

Yorgunluk ve karamsarlık umudu çürütürdü. Daha bir batardı hayal kırıklıkları depresif ruhlara. Öyle ki aldığı nefes bile canını yakardı kırık bir insanın. Tebessümleri buruklaşır, yaşamak ise kurak bir denizde kulaç atmaktan farksız gelirdi gözüne. Ölümü temenni ederdi iniltilerinin arasında. Acısına son vermek isterdi. Nankörlüktü bu. Mutlu anları dondurup sonsuzluğa sürmek isterken acıyı çabucak def etmek istemesi... Kendisine ne verdiğine değil de kendisinden ne aldığına bakardı hayatın. Acı ağır bastıkça en çok yananın kendi canı olduğunu düşünür, kulakları tırmalamak pahasına yakınırdı, içinde bir yanardağ saklayan onca yürekten habersizce... Yaralarını sarmak adına başka yaraları kanatmaktan ve yükselmek için masumiyetin kamburuna basmaktan çekinmezdi. İnsan fakirdi... Eskimiş dostlukları menfeate, aşkı anlık zevklere satardı yok pahasına. Çünkü; Varsa yoksa kendisiydi. Varsa yoksa onun acısı, onun istekleriydi. İnsan bencil, mutluluk ise bencil insanlara karşı cimriydi.
'''
Hastane koridorundaki bekleme koltuklarında dışarıya yansıttıkları çocuksu masumiyetten habersiz, iliklerini titreten acının yükü ile birbirinin omuzlarına düşen başları ve huzursuzca daldıkları uykuya rağmen yüzlerindeki huzurlu ifade ile resmedilmeye değer bir görüntü oluşturuyorlardı.

Kadınları kıskandırabilecek derecede uzun ve gür olan kirpikleri kısa bir an kıpırdansada durulması çok sürmemiş ve dizlerinin hemen üzendeki elini biraz daha çekmişti genç adam kendine doğru. Bu anı hayranlıkla izleyen genç kız, sırt çantasının ön gözünü aralayarak her zaman yanında bulundurduğu bloknotunu çıkarırken dahi bakışları bir türlü alamamıştı karşısındaki adamdan. Umut ise, derin bir umutsuzluğun kucağında, gördüğü rüyanın etkisi ile ve sesine sinen mahmurlukla anlamsız birkaç kelime mırıldandıktan sonra, hafif aralık dudaklarının kıvrıldığından habersiz uykunun uçsuz bucaksız diyarlarında gezinmeye devam ediyordu. Bir kaç metre ileride, elindeki ince uçlu kalemini kucağındaki bloknotun üzerinde ustalıkla gezdiren Melisa, garip bir heyecan ve telaşla karşısındaki tablonun her an bozulabilme ihtimalini gözeterek, bu muhteşem anı daha sonra tualine dökmek adına çabucak resmetmeye çalışıyordu. Hızlı olması gerektiğini kendine hatırlatarak gördüklerini kağıda yansıtmaya başladı lakin daha çok beynine kazır gibiydi. Öylesine yavaş ve dikkatli...

Adama her baktığında ensesinden sırtına doğru süzülen soğuk terlere bir türlü anlam verememişti. Son bir kaç kalem darbesini vurduktan sonra defterini kapatarak çantasındaki yerine, çantasını ise duvarın yanındaki boş sandalyeye bırakarak, iki hemşirenin, iki ayrı yönden seviçli bir şekilde, uyuyan adamlara doğru koşuşunu izledi. Öncelikle bakışlarındaki hayranlığın hedefi olan adamı hafifçe dürterek adıyla seslenmişti diğerine göre biraz daha kısa olan hemşire, sonra ise kilolu olan diğerini. İçindeki kıpırtıları görmezden gelerek kuzenine doğru bir kaç adım atarak, kendisini fark etmesini sağladı. "Melisa... Burada ne arıyorsun sen?" Diye sorarkan şaşkınlığı yüzünden açıkça okunulabiliyordu genç adamın. "Halam arayınca ilk uçakla geldim, durumu nasıl?" Dedikten sonra, Umut'un yüzünü kaplayan anlık aydınlanma ile derin bir nefed aldı ve "İyi olmasına sevindim," Diyerek hemen önlerindeki hemşireyi takip ederek, kuzeninin önüne geçti.

Yiğit ile Buse aynı anda uyanmış ve birbirinden habersiz birbirinin isimlerini sayıklıyordu. İki genç adamda biraz önce aldıkları bu güzel haber ile bir çok duyguyu aynı anda yaşamışlardı ve bundan olsa gerek, Yiğit hala olduğu yerde durup, tam karşısına bakmaya devam ediyordu.

Kardeşinin uyandığını söyleyen hemşirenin koluna dokunması ile irkilerek, kendisine bir kaç metre uzaklıkta olan odaya doğru yürümeye başladı. Hafif aralık kapıdan içeriye süzülürken parmak uçlarında yürüyordu. Sanki ses çıkarırsa uyanacak ve gerçekliğine inanmakta zorluk çektiği bu anın, bir rüya olduğunu kavrayacaktı. Kardeşinin bilinçsizce sayıkladığı ismin kulaklarına çarpışını büyük bir mutlulukla karşılayarak, odadan çıkmak için hazırlanan hemşireye ne zaman kendine ğeleceğini sordu.

"Hastamızın bünyesi oldukça kuvvetli, bir kaç güne kendini tamamen toparlayacağını umuyoruz." Cevabını aldığında, başını sallayarak uzandığı yatakta, hafif aralık gözlerini ve yorgunluğunu bariz bir şekilde taşıyan yüzünü çevirmiş kendisine bakan adamın yanına giderek, tek kelime dahi etmeden olağan gücüyle sarıldı. Duyduğu çatırtılar biran korku ile geri çekilmesine sebep olsa da, hemen ardından gelen homurtular onu rahatlatmıştı. Hafifçe geri çekilerek, "Nasılsın?" Diye sordu.

Genç adam derin bir nefes alarak, "Bilmiyorum." Demiş olsa da canının ne denli yandığını en iyi o biliyordu. Sol yanındaki sızı, bu kaza ile biraz daha şiddetlenmişti sanki.

Aynı koridorun sol tarafındaki üçüncü odada ise durum pek farklı değildi. Genç kadın henüz araladığı gözlerini ağabeyinin gözlerine dikerek, sevdiği adamı sorduğunda aldığı cevap ile tüm acılarının, acıdan nasipsiz kalmışcasına dinmesi bir olmuştu. "Uyandı. Ve hemşirenin dediğine göre durumu oldukça iyi."

"Poyraz? Onun haberi yok değil mi?" Ağabeyi elini başına götürüp, alnını ovuşturarak, "Bilmiyorum." Dedi. "Buket hanıma her ne kadar bir şey belli etme dediysem de, o yine kendi bildiğini okuyacaktır."

Genç kadın başını hafifçe sallayarak, "Umarım bildiği, tahmin ettiğim şey değildir." Dedikten sonra yumduğu gözlerinin zifiri karanlığını aydınlatmak adına fırsat kollayan adamın, aşık olduğu yüzü, bakışlarına yük ettiği anı girdabı ile kısa aralardan dahi zihnine sızıyordu. Çabucak gözlerini açıp buna engel olmak istese de başaramayacağını biliyordu genç kadın. Yine özlemi tüm duvarları örüp, tatlı anıların beraberinde getirdiği acılara göğüs gerecekti. Her zaman böyle olmuyor muydu zaten. Ne zaman karşı koymaya çalışsa, gönüllü bir esarete yenik düşmüyor muydu? Ama bu döngüye karşı cılız bir direnişin rutinleşmiş kelimelerine can vererek, 'Bu kez olmaz.' diye geçirdi içinden. 'Hayaline tutunamayacağım kadar kuşatmışken sıcağın bedenimi, anıların yapmacık tesellilerine kulak veremem.'

O sırada çalınan kapının sesi içsel hesaplaşmasına gölge olurken, derin bir nefes alarak başını iki yanına doğru salladı. Beynini silkelerse düşüncelerinin düşeceğini umut ediyordu genç kadın. Ancak oldukça zayıf bir ihtimaldi bu. Zira bugüne kadar eylemi amacına ulaşmak bir yana, bir kez olsun yakınından bile geçememişti.

Çatallaştığını tahmin ettiği sesini pürüzlerinden arındırmak adına hafifçe öksürerek, taşmak için direnen yaşların ağırlaştırdığı gözlerini, henüz girdiği kapıyı kapatmış, kendisine doğru yaklaşmakta olan kadının gözlerine dikip, "Anne..." Diye fısıldadı.

Sesinin güçsüz çıkmasına ve tüm çabasına rağmen, etrafına ördüğü buzdan duvarların erimesine engel olamamıştı. Tüm sıcaklığıyla üzerinde gezinen bu bakışlara ne zaman maruz aynı şey oluyor, çok gerilere ittiği kırgın yanı su yüzüne çıkıyordu. Zaten bu yüzden yıllarca tüm ailesinden köşe bucak kaçmamış mıydı? Biraz olsun güçlü ve dik durabilmek için...

''Kızım...'' Diye fısıldadı Buket hanım ağlamaklı sesindeki şefkat ile kızının kulaklarını okşarken. ''Çok korkuttun beni annecim. Sana bir şey olacak diye içim içimi yerken, orada çaresizce oturmak...'' Hıçkırıkları sözlerini keserken, burnunu çekerek, ''Neyse,'' Dedi. ''Şimdi sen iyisin ya, başka hiçbir şeyin önemi yok.'' Çok geçmeden birbirine sıkıca sarılıp ağlamaya başlayan anne-kız, odadaki diğer iki kişinin varlığını çoktan unutmuştu. Ve hatta aynı koridordaki aralık kapıdan başını uzatarak içeride uyuyan adama bakmakta olan Poyraz'ı bile...

Ölürsem Sevemem Seni (ASKIDA)Where stories live. Discover now