15.Bölüm

1.8K 180 189
                                    

  Bu bölümü bi'tanecik aileme, tüm Ö.S.S okuyucularına ithaf ediyorum. Bu satırları yalnız bırakmayın hiç, olur mu? :)  
İyi okumalar dilerim...
*

Karşımdaki kadının kulak çınlatan kahkahalarının yerini alan çığlıkların her yanı sarmasına denk olarak eğdiğim başıma saplanan çiviler geçen her saniye daha derine itiliyordu. Bir çeşit transtaydım sanki. Görüyor, duyuyor ama hareket edemiyordum ve uğuldayan başım ise bu duruma yardımcı olmak bir yana, her şeyi daha da zorlaştırıyordu. Ayakkabımın topuklarını saran kan, beyaz zemine yayılmaya devam ederken zihnimde yankı bulan çığlıklar, uğultulu sessizliğime çarpıp yok oluyordu. ''Beyefendi, iyi misiniz?'' Sahibinden bihaber olduğum bu ses, dinlemeye mecbur kılındığım sessizlik senfonisine vurulan ilk darbeyken, belirginleşmeye başlayan sesler ve suretlerin yoğunluğu git gide dayanılmaz bir hal alıyordu.

'Binlerce oltanın arasında kalmış bir balıktan farksız hissediyorum kendimi. Tenine batacak olan kancanın büyüklüğünden değilde, ölmek ve ölmemek arasındaki belirsizlikten korkan küçük bir balık...' Eğer aralansaydı dudaklarım bunu söyleyecektim belkide, yada susardım kim bilir...

Bakışlarımı üzerine çeken kanın dairesel yüzeyine düşen yansımamın ürkütücülüğü karşısında sıkıca yumduğum gözlerimi, bedenimi saran yeni bir titreme nöbetinin verdiği mecburiyetle ürkekçe araladığımda, üzerime gelen insanları görmem ile birlikte hissettiğim boşluk ve yalnızlık hissi, duyumsadığım kaçma ihtiyacını körüklerken, her biri dipsiz kuyuları andıran gözler ürpermeme sebep oluyordu. Anlamsızca açılıp kapanan dudaklarından yayıla yayıla dökülen kelimeler, lugatıma serpiştirilen korkunun anlamsız türevleri, dizlerimin bağını çözen o his ise korkunun ta kendisiydi. Korkuyordum. Kulaklarımı tırmalayan seslerin artık dayanılmaz bir işkenceye dönüşmesi dizlerimin bağını çözüyor ve bu yüzdende geriye doğru attığım her adım, düşmemek adına verilen bir mücadelenin ötesine geçemiyordu. Kaçmak istiyordum. Koşmak ve yalnızca mavinin anaç kollarına sığınmak...

***
Kulaklarını tırmalayan çığlıklara denk olarak yaptığı hamlenin yetersizliğiyle parmaklarının arasından sıyrılan zayıf bedenin yere doğru süzülüşünü irileşmiş gözlerle izlerken, hastane koridorlarında yankılanan çarpma sesi ile buruşturduğu yüzüne sinen o acıyı, iliklerine kadar hissediyordu aynı zamanda. Ense kökünde başlayan karıncalanma hissi, tıpkı Busenin başından beyaz zemine yayılan kan gibi tüm vücuduna yayılırken ileriye doğru bir adım attı. Yardım dilenircesine Yiğit'e baktığında karşılaştığı manzaranın vahameti ve tüm çabalarına rağmen bulup çıkaramadığı sesi, boğazına oturan yumrunun biraz daha büyümesine sebep olurken, kardeşinin soluk tenini saran kırmızı tabakanın anbean kalınlaştığını görmek, kilitlenen uzuvlarına güçlü bir darbe vurmuş ve telaş, panik gibi bir çok duyguyu barındıran o içsel karmaşaya bir son verip, onu harekete geçirmişti.

Bir yandan kardeşinin narin bedenini titreyen ellerinin desteğiyle kollarının arasına alırken bir yandan da deliler gibi bağırıyordu. ''Doktor! Doktor yok mu? Lanet olsun, şuraya bakın!'' Önlerindeki sedyeyle beraber kendilerine doğru gelen sağlık ekibini göremeyecek kadar dönmüştü gözü. Çıldıracağını hissediyordu genç adam. Eğer hala çıldırmadıysa tabii... ''Kız ölüyor! Kız ölüyor ulan! Bir şey yapın. Durmayın öyle, bir şey yapın...'' Gücünü kaybeden ses tonu iyice cılızlaşmaya başlamıştı sonlara doğru. ''Buse'm... Hadi abicim, hadi güzelim biraz daha dayan ne olur... Ne olur bırakma beni.''  

 ***
Ardı ardına sıralanan hayal perdesi Cem'in hayatına sahne olurken, onu bunca şeyden koruyamamış olmanın yükü kanlı bir elde beden bulup bastırıyor omuzlarımdan. Sıkıca yumduğum gözlerimi zorlayan yaşların özgürlük için çırpınışlarına inat, devam eden hareketsizliğimin her saniyesi, sonsuzluğa doğru atılan bir kulaçtı aynı zamanda ve benliğimi en uç noktalarına dek titreten onulmaz yaralara kabuk tutturma şeklimdi bu benim. Kanayan bir ruhun acısını bedende hissetmek yerine, daha büyük fiziksel acılarla, acıyı yüzeyselleştirmek... Yaşlı ruhumunun engin tecrübelerinden biriydi bu. Bir acıyı ancak ondan daha büyük bir acının dindirebileceğini öğretmişti hayat ve işte bu yüzden çekiyordum tüm acıları. Acı çekmemek için...

Derinlerine sürüklendiğim denizin tuzu genzimi yakarken, nefessizlikten acıyan ciğerlerimin sessiz isyanlarını göz ardı ederek, biraz daha bırakıyorum kendimi koyu mavinin hırçın dalgalarına. Dokunuşlarından dökülen huzur,  kucağında salınan bedenimi her şeye rağmen kabullenişi ve sararken kanattığı yarama kondurduğu kadifemsi öpüşleri ile yoksunluğunu her anımda duyumsadığım annemin yerine koyabildiğim tek şeydi bu deniz.
Kızgındı biraz ve kızgınken bile fazlasıyla şefkatli...

Umutsuzluğumu anlattığımda gün doğumunu, öfkemi kustuğumda ufkuna düşen kızıl çizgileri ve derdimi açtığımda ise dalgalarını çarpardı yüzüme.  Böyle anlaşırdık işte biz. Ben kanadıkça o sarar ve sonra ağlardı gizli gizli. Bilsem de göremezdim. Mutluluğumu döktüğüm gecelerde ise yakamozlar armağan eder, ortak olurdu sevincime. Sonra parlardı ışıl ışıl. Bir daha gülümserdim. Böyle gecelerde ise ayazın ortasında çıplak kalmışcasına titreyen ruhumu sarıp sarmalar ve yıldızları örterdi üzerime. İşte  herkesten ve her şeyden kaçarken ona tutunmama sebep olan yanıda buydu zaten. Sorgulamazdı hiçbir zaman, yadırgamazdı. Yalnızca elini uzatır ve ayağa kalk derdi kendi dilinde. Anlardım. Sonra da dinlerdim zaten onu. Tıpkı şimdi olduğu gibi...

***
Korku... Son altı saattir hissettiği tek şey buydu genç adamın. Her milimini arşınladığı hastane koridorları üzerine geliyor ve gözlerini tek bir an bile ayırmadığı ameliyathanedeki sessizlik ise boğulacakmış gibi hissetmesine sebep oluyordu. Oturduğu sandalyeden kalkarak bir kaç adım daha attı, sonra ise olduğu yere çökerek duvara dayadı sırtını. Beynini zorlayan ihtimalleri uzak bir köşeye iterek, ellerinin arasına aldığı başı hiç olmadığı kadar ağır geliyordu gövdesine. Kendine çektiği dizlerine kollarını bağlayarak gizlediği yüzü, akmak için direnen yaşlara karşı verdiği mücadelenin yenikliği ile çürümüş bir ruha ayna tutuyordu sanki.

Saatine baktı bir kez daha. Yelkovan akrebe küsmüş gibi ilerlemiyor ve saniyeler saatlere meydan okuyorken kalbini binlerce parçaya ayıran o düşünce yine işgal etmeye başlamıştı aklının kıyılarını. ''Ölemez!'' dedi daha çok kendisini inandırmak ister gibi. ''Bırakıp gidemez beni.'' Hıçkırıklarının etkisiyle sarsılan omuzlarında hissettiği ağırlıkla başını hafifçe kaldırıp, karşısındaki adama baktı yaşlı gözleriyle.

''Yiğit...'' Islak kıyafetleri, kızarmış gözleri, düşmüş omuzları ve acıyla bakan gözleri ile O da pek farklı değildi kendisinden. Ne kadar dik durmaya çalışsa da ayakta durmakta zorlandığı bariz bir şekilde ortadaydı. ''Kardeşim...'' Gücünün son demlerindeydi sanki, kelimeleri boğuk sesine yük olurken. Kendisine uzatılan eli tutarak ayağa kalkmasıyla bedenini saran kollar, kalbinin tam üzerine oturan taşı biraz daha ağırlaştırmış ve sırtını sıvazladığı adamın sessiz iç çekişleri kulaklarını doldurmaya, gözlerinden akan yaşlar ise boynunu ıslatmaya başlamıştı. O sırada aralanan kapıdan çıkan doktorun sorusu ile zamanın durduğunu hissetti. 

''Buse Güngör'ün yakınları sizler misiniz?'' Dudakları aralansa da cevap verememiş, yalnızca başını sallayabilmişti. ''Ameliyatı başarılı geçse de, hayati tehlikesi hala devam ediyor.'' Bunları sıradan bir şeymiş gibi söyleyip, tüm soğukkanlılığı ile gülümseyen doktorun yakasına yapışmamak için zor tutuyordu kendini genç adam ve hatta bunu anlamış gibi kolunu kavrayan parmaklar olmasaydı çoktan yapışmıştı belkide. ''Duymak istediklerim... Bunlar değil, doktor!'' Sıktığı dişlerinin arasından dökülen bu kelimeler, insanın ruhunu dondurabilecek kadar soğuktu.

''Biz elimizden geleni yaptık beyefendi. Geriye yalnızca beklemek kalıyor. Bazı durumlarda hasta uyanmayı reddederken, bazı durumlarda ise çok kısa bir sürede toparlanabiliyor, ama yine de kendinizi her ihtimale karşı hazırlamanızı öneririm...'' 

  

































Ölürsem Sevemem Seni (ASKIDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin